Kitabı oku: «Şimdi ve Sonsuza Dek », sayfa 7
Dokuzuncu Bölüm
Elleri fotoğraf albümleriyle doluydu, eve doğru hızla gitti. Balo salonundan çekiç ve matkap sesleri geliyordu. Bu geç saate rağmen Daniel, onun için fotoğraf ve aynaları asıyordu. Her geçen gün daha da geç saatlere, hatta bazen gece yarısına kadar çalışıyordu. Daniel’ın bunu ona daha yakın olmak için yaptığı düşüncesi Emily’nin hoşuna gidiyordu; sanki yakınlığı korumak için, sanki tıpkı Emily’nin yaptığı gibi, onun bir bardak kahve veya çay getirdiği anı hevesle bekliyordu. Emily, günün işlerini bitirdikten sonra bu saatlerde yanına gider ve sohbet ederdi. Bu akşam da bunu bekliyor olmalıydı.
Ama bu akşam Emily’nin aklı başka yerdeydi. Hatta, Daniel’ı görmek Emily’nin istediği son şeydi. Charlotte’un fotoğrafı ve karanlık odanın keşfiyle o kadar sarsılmıştı ki tek odaklandığı şey biraz sonra yapmak istediği, yapmak zorunda olduğu şeydi. Sonunda.
Çünkü Emily’nin hala girmediği, bilerek girmekten kaçındığı odalar vardı. Bunlardan biri babasının çalışma odasıydı, o da oraya doğru gidiyordu. Evin içinde geçirdiği aylar sonra bile o çalışma odasının kapısı hala sıkıca kapalıydı. Rahatsız etmek istememişti. Veya, daha olası bir ihtimal, odanın sakladığı sırları ortaya çıkarmak istememişti.
Ama şimdi çok fazla şeyin çok uzun süre sır olarak kaldığını düşünüyordu. Ailesinin gizemi onu yiyip bitiriyordu. Sessizliklerin, bilinmezliklerin zihnini ele geçirmesine izin vermişti. Charlotte’un ölümü ve bunun sonucu annesinin yaşadığı çöküntü ve yıllar içinde yavaş yavaş gelen boşanma ve ayrılık, ailedeki kimse hiçbir konuda hiçbir zaman konuşmamıştı. Onlar korkaklardı, harekete geçmektense yaralarının iltihaplanmasına izin veriyorlardı. Annesi ve babası, ikisi de aynıydı, konuşulmamış çok şey vardı ve yaraların kangrene dönüşmesine olmasına izin verirlerdi. Tek tedavi orayı kesip atmaktı.
Kesip atmak, diye düşündü Emily.
Bu, tam olarak babasının yaptığı şeydi, öyle değil mi? Bütün ailesini kesip atmıştı, hakkında konuşamadığı problem neyse ondan kaçmıştı. Aşılamaz olarak gördüğü bir engel, bir zorluk gördüğü için çekip gitmişti. Emily bütün hayatını bunu düşünerek geçirmek istemiyordu. Cevap istiyordu. Ve bu çalışma odasına bulacağını biliyordu.
Merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başlamadan önce elindeki albümleri basamaklardan birine koydu. Babasını çalışma odasına kadar zihninde bir sürü düşünce, bir amaç ile hızla üst kat koridoru boyunca yürüdü, vardığında ise duraksamıştı. Kapı karanlık vernikli bir ahşaptan yapılmıştı. Emily küçük bir kızken bu kapıya baktığını hatırlıyordu. O zamanlar görkemli hatta neredeyse tehditkar görünen, babasının ancak saatler sonra çıkabilecek şekilde içinde kaybolduğu, yutulduğu bir kapıydı. Onu burada rahatsız etmesine izin yoktu, çocukken sahip olduğu merak duygusuna rağmen kuralları çiğneyip içeri girmemişti. Neden içeriye alınmadığını bilmiyordu. Babasının neden bu kapının arkasında kaybolduğunu bilmiyordu. Annesi bu konuda hiçbir şey söylememişti ve yıllar geçip genç bir kız olduğunda hiç umursamayan bir tavır takınmış ve cevapsız kalan sorularının sessizliğe gömülmesine izin vermişti.
Kapının kolunu çevirmeyi denedi ve başarabildiği için şaşırmıştı. Çalışma odasının kilitli olacağını sanmıştı, içeriye girmesini bir şekilde engelleyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden daha önce içine adım atmadığı odaya rahatça girebildiğini anlamak onu şok etmişti.
Tereddüt etti, sanki annesinin gelip onu azarlamasını bekliyordu. Ama tabii ki kimse gelmedi ve Emily derin bir nefes aldı ve kapıyı iterek açtı. Bir gıcırtıyla açıldı kapı.
Emily gölgeler odasına girmişti. İçeride büyük bir masa, dosya dolapları ve kitaplıklar vardı. Evi geri kalanının aksine burası düzenliydi. Babası burayı objeler veya sanat işleri veya fotoğrafla doldurmamıştı, hangisini almak istediğine karar veremediği için yerlerde uyumsuz kilimlerde yoktu. Hatta, bu evde içine girdiği her odayla kıyaslandığında burası babasınınmış gibi durmayan tek odaydı. Bu aykırılık rahatsız ediciydi.
Emily yavaş adımlarla ilerledi. O eve ilk geldiğindeki bütün evi sarmış olan koku gibi tanıdık bir toz ve küf kokusu vardı. Tavandan örümcek ağları sarkmış, lamba ve yarattığı gölge arasını doldurmuşlardı. Onların yanından geçti, etrafta sürünen ürpertici böcekleri rahatsız etmek istemiyordu.
Emily içeri girmişti ama nereden başlayacağını bilmiyordu. Aslında tam olarak ne aradığını da bilmiyordu. Gördüğü anda anlayacağını düşündü, ailesinin sırları bu odada bir yerde saklanıyordu.
Dosya dolabına doğru gitti ve aramaya nereden başladığının önemini olmadığı için ilk çekmeceyi açıp karıştırmaya başladı. Babasının belgeleri arasında evle ilgili resmi evraklar, anne babasının evlilik cüzdanı ve boşanma işlemlerinin evrakların buldu. Bir reçete buldu, Zoloft isimli bir antidepresan yazıyordu. Babasının ilaç kullanıyor olmasına şaşırmamıştı, evladını kaybeden herkes depresyona girebilirdi. Bunların hiçbiri babasını kayboluşunu açıklamıyordu.
Emily dolaptaki evrakları inceledikten sonra masadaki çekmecelerin yanına gitti. Açmaya çalıştığı ilk çekmece kilitliydi, içinden a-ha diye geçirdi. Tam kilidi açması için Daniel’ı çağıracaktı ki dikkati köşede duran küçük kasaya kaydı. O anda Emily kafasındaki soruların hepsinin cevaplanacağına dair bir hisse kapıldı.
Çekmeceyi bıraktı ve kasaya doğru gitti ve dizlerinin üstüne çöktü. Kasa bir anahtarla değil çevirerek açılan bir asma kilitle açılıyordu. Elleri titreyen Emily gümüş renkli kilidi çevirmeye başladı, ilk önce babasının doğum gününü denedi. Ama doğru şifre bu değildi ve kilit açılmadı. Ardından içinden bir ses doğru şifrenin Charlotte’un doğum günü olacağını söyledi. Charlotte babasının en sevdiği çocuğu olmuştu. Ama bu da işe yaramamıştı. Son çare olarak sayılar kendi doğum gününü gösterene dek kilidi çevirdi. Ardından kilidi çekti ve açıldı, şaşırmıştı.
Emily arkasına yaslandı, hayretler içerisinde kalmıştı. Babası gittiği için hep kendini suçlamıştı (annesi veya babası kaçıp gittiğinde bir çocuğun eninde sonunda hissedeceği gibi) çünkü Charlotte kadar iyi olduğunu düşünmüyordu ve onun, babalarının en sevdiği çocuk olduğunu düşünüyordu; Charlotte’u kaybetmek babasının en büyük acısı olmuştu ve Emily onun yerini tutamıyordu. Charlotte’un evin her yerinde bulunan fotoğrafları, sanki bu evin içine işlemişçesine bu ahşap yapının her yanından fırlıyordu, bu da uzun süredir sahip olduğu bu inancı destekliyordu. Ama Emily bir anda bambaşka bir gerçeklikle yüz yüze kalmıştı. Kasaya erişmek için kullanılan şifre onun doğum günüydü. Babası bunu özel olarak seçmişti. Acaba bunun nedeni kasanın içindeki şeyin bir tek Emily için orada olması mıydı? Ya da babası Emily’yi de Charlotte’u sevdiği kadar seviyordu.
Kasaya uzanıp kilidi çıkardığı sırada elleri titriyordu. Sonra kapıyı çekti. Kapı, gıcırdayarak açılmıştı.
Emily elini bilinmeyene doğru uzattı, el yordamıyla bakıyordu. Bir çeşit kumaş hissetti, kadife gibiydi. Çekip çıkardı. Elinde daha koyu bir kurdeleyle bağlanmış koyu kırmızı bir kese tutuyordu. Kese ağırdı ve Emily’nin kaşları çatılmıştı. Emily kurdeleyi açtı ve keseyi ter çevirdi. Bir iple birbirine bağlanmış inci taneleri düştü eline. Emily bu kolyeyi anında hatırladı. Yıllar önce anne babaları için korsancılık oyunu sergilerlerken Charlotte kaçırılan prenses olmuştu. Bu inci kolyeyi takmıştı ve babası bunu görür görmez kızmış ve çıkarmasını istemişti. Emily ağlamıştı, annesi de verdiği bu tepki yüzünden babasına kızmıştı ve kolye bir daha görünmemek üzere kayboldu.
Kolyenin annesine ait olduğunu açıklayacak kadar sakinleşmesi birkaç gün almışı. Emily, bu kolyenin manevi değerini ancak yıllar sonra anlamıştı; babaannesinin oğlunun eğitimi için satmak zorunda kalmadığı tek eşyası buydu. Bu kolye konusunda bir daha ne konuşuldu ne de Emily onu görebildi, ama sık sık kolyeyi düşünüyordu.
Şimdi kolye Emily’nin ellerindeydi, ona bakıyordu ve içini bir hayal kırıklığı kaplamıştı. İnci bir kolye aile sırlarını ve babasının ortadan kayboluşunu tam olarak açıklamıyordu. Babası, en değerli varlığını beş yaşındaki meraklı parmaklardan saklamak için bir kasaya koymuştu ve bu düşünce Emily’yi rahatsız ediyordu. O gittikten sonra Emily’nin annesi bu kolyeyi satmasın diye mi buraya saklamıştı? Bir gün geri geleceği için mi? Ya da beş yaşındaki halinden özür dilemek üzere Emily’nin eline geçmesi için mi buraya koymuştu? Peki ya kilit şifresi, bu bir ipucu muydu? Babası açıklamadığı sürece bilmek imkansızdı.
Emily parmak uçlarıyla incilerle oynuyordu. İnci kolye onu hayal kırıklığına uğrattığı için şımarık bir çocuk gibi hissetti; eğer babası kolyeyi onun bulması için buraya sakladıysa minnettar olması gerekirdi. O sadece, bu kasanın çaresizce aradığı cevapları barındırdığına emindi. Bulmacanın son parçasını burada bulacağını düşünüyordu.
İç geçirdi ve tam kasanın kapısını kapatıyordu ki arkada bir yerde bir şeyin saklandığını fark etti. Kasanın içine uzandı ve bu şeyi tuttu. Çıkardığında bunun üzerinde bir sürü anahtar olan bir anahtarlık olduğunu fark etti.
Elindeki şeye bakıyordu, bu keşif onun kalbinin hızla atmasına sebep olmuştu. Bu anahtarları buraya saklamasına sebep olan neydi? Anahtarları saklayacak kadar gizli kalmasını isteyeceği ne vardı?
Anahtarlıkta en az yirmi tane anahtar vardı ve Emily hepsini inceledi, hangi kapıları açtıklarını merak ediyordu. Ardından aklına çekmece geldi. Hızla çekmecenin başına gitti ve her birini denedi. Sonra aniden bir ses duydu.
Bu kadardı. Başarmıştı. Babasının bu kadar iyi bir şekilde ailesinden yıllarca sakladığı şeyi sonunda bulmuştu.
Çekmeceye baktı. İçinde sadece tek bir şey vardı: basit, beyaz bir zarf. Emily’nin anında tanıdığı bu düzenli el yazısı babasına aitti, soluk mavi mürekkeple tek bir kelime yazıyordu.
Emily.
Babasının ona asla vermediği bir mektup yazdığını fark etmesi Emily’nin vücudunu buz gibi bir hissin sarmasına sebep oldu. Mektubu bir çekmeceye kilitlemiş ve ardından bunu anahtarını da kasaya koymuştu. Emily, bu mektupta her ne varsa her şeyi değiştireceği hissine kapıldı.
Ama Emily mektubu açma fırsatı bulamadan kapı zili çaldı. Emily çığlık attı, başı neredeyse tavana vuracaktı. Neredeyse gece yarısıydı. Bu saatte arayan kim olabilirdi ki?
*
Emily mektubu cebine soktu, yerinden fırladığı gibi kapıya koştu. Merdivenleri başına geldiğinde Daniel’ın daha önce kapıya ulaştığını gördü. Kapı açıktı, önünde golf sahasından biraz önce çıkmış gibi görünen kısa boylu, şişman bir adam duruyordu.
“Merhaba,” dedi Daniel’a, sesi Emily’ye kadar geliyordu. "Geç saatte geldiğim için özür dilerim. Ben Trevor Mann, komşunuzum. Yüz metre arkanızda oturuyorum ve sezon başladığı için geldim.
Daniel’a doğru el uzattı. Daniel sadece bakıyordu. “Burası benim evim değil,” dedi. “Sıkman gereken el benimki değil.”
Daniel dönüp merdivenlerin üstünde duran Emily’ye işaret ettiğinde Emily kendi dudaklarında bir gülümseme hissetti. Aşağı indi ve Bay Mann’ın elini sıkıca tuttu, ona kimin patron olduğunu göstermek istiyordu.
"Ben Emily Mitchell. Çok memnun oldum."
“Ah,” dedi Trevor her zamanki arkadaşça haliyle. "Hata için özür dilerim. Her neyse, geç olduğunu biliyorum sizi tutmayayım. Bilmenizi istedim, arazinizde gözüm var ve bu yaz sonuna kadar almayı umut ediyorum.”
Emily kafası karışmışçasına gözlerini kırpıştırdı. "Özür dilerim, ne?"
“Araziniz. Son yirmi yıldır gözüm burada. Sizin sadece beş dönümünüz varken benim yüz dönüm arazim var, biliyorum ama sizinkinin deniz manzarası var ki bu da burayı suya bakan nadir arazilerden biri yapıyor. Burayı satın almak benim arazimi güzelce tamamlayacak. Burayı nakte çevirmek için güzel bir fırsat.”
"Anlamıyorum," dedi Emily.
“Anlamıyor musun? Fransızca mı konuşuyorum?” Sanki dünyanın en komik şakasını yapmış gibi sesli olarak güldü. “Arazinizi almak istiyorum Bayan Mitchell. Buranın sahibi kayıp olduğu için bir sürü açık var. Ama ışıkların yandığını fark edince kasabada biraz soruşturdum. Burada tekrar birinin yaşadığını bana Karen söyledi.
Emily ve Daniel şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.
“Ama burası satılık değil,” dedi Emily, sesinden hayrete düştüğü anlaşılıyordu. “Burası benim babamın evi. Bana miras kaldı.”
“Öyle mi?” dedi Trevor. Sesinde söylediği sözcüklere uygun düşmeyen arkadaşça bir ton var gibiydi. “Roy Mitchell öldü, öyle mi?”
"Şey, hayır, yani, o…" Emily kekeledi. "Karmaşık bir durum."
“Anladığım kadarıyla o kayıp,” dedi Trevor. “Bu da demek oluyor ki yasal olarak belirsiz bir durum var. Yıllardır vergisi ödenmemiş. Bürokratik işlemler dolayısıyla hiçbir şey yapılamamış.” Güldü. “Yüzünüzdeki boş ifadeden anlıyorum ki bunun farkında değilsiniz.”
Emily başını salladı, Trevor’un özellikle bu gece hayatını işgal edercesine buraya gelmesi kafasını karıştırmış ve sinirlendirmişti. “Bakın, arazi satılık değil. Burası babamın evi ve burada olmak için her türlü hakka sahibim.”
"Aslında," Trevor dedi, "öyle değil. İmar kurulunda olduğumu söylemeyi unuttum. Ben, Karen ve birkaç kişi geldiğinizden beri pek nazik davranmadığınızı düşünüyor. Bir komşuluk görevi olarak vergilerin ödenmediğini ve teknik olarak evin mülkiyetinin kasabaya geçtiğini size bildirmeyi kendi üzerime aldım. Dahası, bu evin oturma izni yıllar önce iptal edilmiş, yani burada oturmak istiyorsanız yeni bir iskan iznine ihtiyacınız var. Şu an burada oturmak yasa dışı, anlıyor musunuz?”
Kaşlarını çattı, kızmıştı. Hayatının her adımında onu durdurmaya çalışan insanlar olduğunu keşfetmişti, ona ne yapamayacağını söyleyen patronlar, erkek arkadaşlar veya kaba komşular olmuştu, hepsi aynıydı. Hepsi de kafasının içinde bir otorite olmaya çalışmış, onu hayallerine ulaşmaktan alıkoymuş ve üzmüştü.
Ama hayatındaki bu otoritelerden bıkmıştı, daha fazla tahammül etmeyecekti.
“Böyle olabilir,” diye cevapladı sonunda, “ama yine de bu, babamın evini sizin eviniz yapmaz, öyle değil mi? ” Eşit miktarda sert ve geniş gülümsemeyle konuşmuştu, yüz ifadesi tıpkı Trevor gibi söylediği sözlerin sertliğini yansıtmıyordu.
Trevor’un yüzü sonunda düştü.
“Kasaba evinize el koyabilir ve sonra açık artırmayla satışa çıkarabilir,” diye ısrar etti. “O zaman ben satın alabilirim.”
“O zaman neden yapmıyorsun?” kumar oynuyordu.
Kaşları kızgınlıkla daha da çatılmıştı.
“Yasal olarak,” dedi, boğazını temizledi, “direkt olarak sizden almak daha temiz olur. Bu yasal durum işlemleri yıllarca geciktirebilir. Ve dediğim gibi, ne olacağı kesin olarak belli değil. Daha önce kasabada hiç böyle bir şey olmadı.”
“Yazık o zaman,” diye yanıtladı.
Trevor bakakaldı, dili tutulmuştu. Emily ise otoriteye karşı durduğu için kendisiyle gurur duymuştu.
Trevor’un yüzünde yavan bir gülümseme belirdi. “Bunu düşünmen için sana biraz zaman vereceğim. Ama gerçekten, düşünecek bir şey var mı emin değilim. Yani, bu evle ne yapacaksın? Hevesin geçtiğinde buradan ayrılacaksın. Yazları geri döneceksin. Yılda iki ay. Bütün yıl boyunca burada yaşayacağını mı düşünüyorsun? Kalıp ne yapacaksın? Gerçekçi ol. Diğer herkes gibi sonbaharda gideceksin. Veya paran bitecek.” Omuz silkti ve sanki biraz önce Emily’yi ve geçinme yolunu tehdit etmemiş gibi tekrar güldü. “Yapabileceğin en iyi şey teklifim hala geçerliyken araziyi bana satman. Neden ikimizin de hayatını kolaylaştırıp arazini bana satmıyorsun?” diye bastırdı. “Polisi arayıp sizi buradan attırmadan önce?” Daniel’a baktı. “Ve erkek arkadaşın,” diye ekledi.
Daniel’in gözlerinden siniri okunabiliyordu.
Emily geri çekilmedi.
“Neden arazimden çıkıp gitmiyorsun,” dedi, “neden ben polisi arayıp izinsiz girişten şikayetçi olmadan önce manzarasız yüz dönümüne geri dönmüyorsun?”
Farlara bakakalan bir geyik gibi görünüyordu, ve Emily hayatı boyunca kendisiyle hiç bu kadar gurur duymamıştı.
Trevor ardından gülümsemeye başladı, topuğu üzerinde döndü ve çimlerin üzerinden çıkışa doğru yürümeye başladı.
Emily kapıyı o kadar sert kapattı ki bütün ev sallandı. Emily kaybolmuş ve şaşkın gözlerle Daniel’a baktı, o da aynı durumdaydı.
Onuncu Bölüm
Emily kızmış, orada duruyordu. Kalbi çarpıyordu. Trevor Mann onu gerçekten kızdırmıştı.
Ama Emily öfkesini yansıtamıyordu, aklı sürekli arka cebinde duran mektuba gidiyordu.
Babasının ona yazdığı mektuba.
Cebinden çıkardı ve şaşkınlık içinde kağıdı inceledi.
"Pislik herif," diye başladı Daniel. “Sence gerçekten—”
Emily’nin ifadesini gördüğü anda kendini durdurdu.
“Orada ne var?” diye sordu Daniel, merak içerisinde kaşları çatıktı. "Bir mektup mu?"
Emily ellerindeki zarfa baktı. Düz. Beyaz. Standart büyüklükte. Çok zararsız görünüyordu. Ama yine de içinde ne olduğu onu korkutuyordu. Bir suçu mu itiraf ediyordu? Bir casus veya başka bir kadının kocası olduğu gibi gizli bir hayatın açıklığa kavuşması gibi miydi? Ya bir intihar notu? Sonuncusu olursa bununla nasıl başa çıkacağını bilemediği gibi diğer seçeneklere de nasıl tepki vereceğini hayal bile edemiyordu.
“Babamdan,” dedi Emily sessizce, tekrar yukarı, ona doğru baktı. “Diğer eşyalarıyla birlikte kilitlenmiş buldum.”
“Ah,” dedi Daniel. "Belki de gitmeliyim. Özür dilerim, fark etmemiştim—"
Ama Emily uzandı ve otur dercesine koluna dokundu. "Dur," dedi. "Lütfen? Ben bunu yalnız okumak istemiyorum.”
Daniel başını salladı. “Gidip oturalım mı?” Sesi daha yumuşak ve ilgili geliyordu. Oturma odasındaki kapıyı işaret etti.
"Hayır," dedi Emily. “Şöyle. Benimle gel."
Daniel’ı üst kata, çalışma odasına götürdü.
“Küçük bir çocukken bu kapıya bakar dururdum,” dedi Emily. “İçeriye girmem yasaktı. Ve bak.” Kulpu çevirdi ve kapı açıldı. Küçük bir omuz silkme hareketiyle Daniel’a döndü. “Kilitli bile değilmiş.”
Daniel şefkatli bir şekilde gülümsedi. Emily’nin yanında sanki parmak ucunda yürüyordu ve Emily bunun nedenini anlayabiliyordu. Mektupta yazan şey bir bomba olabilirdi. Bir tür felaketin ve umutsuzluğun içine sürüklenmesine sebep olabilirdi.
Karanlık çalışma odasına girdiler ve Emily babasının masasına oturdu.
“Bu mektubu yazmış,” dedi Emily. “Bu çekmeceyi açmış. İçine atmış. Kilitlemiş. Anahtarı da kasaya saklamış. Ve ardından hayatımdan tamamen çıkıp gitmiş.”
Daniel bir sandalye çekti ve Emily’nin yanına oturdu. “Hazır mısın?”
Emily başını salladı. Korku filmini parmaklarının arasından izleyen korkmuş bir çocuk gibi Emily, zarfa bakamıyordu, eline aldı ve yırtarak açtı. Mektubu zarftan çıkardı, içinden çıkan şey ikiye katlanmış basit bir mektup kağıdıydı. Mektubu açtığı sırada Emily’nin kalbi hızla atmaya başlamıştı.
Sevgili Emily Jane,
Bu mektup okunana ne kadar süre geçmiş olacak bilmiyorum. Umuyorum ki benim için meraklanıp uzun süreli acılar çekmediniz.
Sizi bırakıyor oluşum en büyük pişmanlığım olacak, buna hiç şüphem yok. Ama kalamam. Beni affetmek hiçbir zaman elinden gelmese de umarım bir gün sebebimi anlar ve bunu kabul edersin.
Sana söyleyeceğim sadece iki şey var. Birincisi -ki bu konuda bana inanmalısın, bunların hiçbiri senin hatan değildi. Charlotte’un başına gelen şey veya annen ve benim evliliğimizin içinde bulunduğu durum da değildi.
İkincisi de seni seviyorum. Seni ilk gördüğüm andan son ana kadar. Sen ve Charlotte benim bu dünyaya olan en büyük katkılarımsınız. Ben yanınızdayken bunu asla dile getirmediysem yeterli olmasa da, sizden ancak özür dileyebilirim,
Umarım bu mektubu okumak, ne zaman olursa olsun sana iyi gelmiştir.
Bütün Sevgilerimle,
Baban
Zihninde milyonlarca his birbirine girmişti, Emily mektubu tekrar tekrar okudu, mektubu gittikçe daha sıkı tutuyordu. Sayfada babasının kelimelerini görmek, zihninde yirmi yıl önceki sesini duymak onun yokluğunu daha da belirgin hale getirmişti.
Mektubun düşmesine izin verdi. Masanın üzerine önce mektup süzüldü, ardından göz yaşları geldi. Daniel onunla paylaşmasını istercesine Emily’nin elini tuttu, endişesi okunabiliyordu ama Emily bir şeyler söylemekte zorlanıyordu.
“Yıllar boyunca beni yeterince sevmediği için terk ettiğini düşündüm,” diye kekeledi. “Çünkü ben Charlotte değildim.”
"Charlotte kim?" diye nazikçe sordu Daniel.
“Kız kardeşim,” diye açıkladı Emily. “O öldü. Babamın hep beni suçladığını düşünürdüm. Ama öyle değilmiş. Orada böyle yazıyor. Benim hatam olduğunu düşünmüyordu. Ama eğer beni suçladığı için girmediyse neden gitti?”
“Bilmiyorum,” dedi Daniel, kolunu Emily’nin üstüne attı ve onu kendine doğru çekti. “Başka insanların niyetlerinin veya yaptıkları şeyi neden yaptıklarının hiçbir zaman tam olarak anlaşılabileceğini düşünmüyorum.”
“Bazen onu tanıdığımı bile düşünmüyorum,” dedi üzgün bir şekilde, Daniel’in göğsüne yaslanmıştı. "Tüm bu sırlar. Tüm bu gizem. Balo salonu, karanlık oda, Tanrı aşkına! Ben onun fotoğrafı sevdiğini bile bilmiyordum."
"Aslında, o bendim," dedi Daniel.
Emily duraksadı ve geri çekildi. "O bendim ne demek?"
Daniel tekrarladı, “Karanlık oda," "Baban yıllar önce benim için ayarlamıştı."
“Öyle mi?” dedi Emily, burnunu çekiyordu. "Neden?"
Daniel iç çekti ve başka yöne baktı. “Ben küçükken baban beni arazi içinde yakaladı. Evden kaçmıştım ve sizin burada pek kalmadığınızı biliyordum. Ahırda saklanırsam kimsenin beni fark etmeyeceğini düşündüm. Ama baban beni buldu. Ve kıçımı tekmeyi basmak yerine bana yemek ve biraz bira verdi”, yukarı doğru baktı ve o anı hatırlayıp gülümsedi, “sonra bana kaçtığım şeyin ne olduğunu sordu. Ben de ona gençlerin klasik zırvasını uzun uzun anlattım. Ailemin beni nasıl anlamadığını söyledim. Kendim için istediklerim ve onların benim için istedikleri şeyler o kadar farklıydı ki ortak nokta bulamadık. O zamanlar raydan çıkmıştım, okulu asıyordum, aptal şeyler yüzünden polisle başım derde giriyordu. Ama o sakindi. Benimle konuştu. Hayır, beni dinledi. Daha önce kimse bunu yapmamıştı. Benim ne sevdiğimi bilmek istiyordu. Ben utanmıştım, bilirsin ya, ona fotoğraf çekmeyi sevdiğimden bahsetmekten. Hangi on altı yaşındaki erkek bunu kabul etmek ister ki? Ama onun için hiç sorun yoktu. Ve ahırı karanlık oda olarak kullanabileceğimi söyledi. Ben de öyle yaptım.”
Emily ahırda bulduğu, onları çeken kişinin yorgun ruhunu yansıtan siyah beyaz fotoğrafları düşündü. Fotoğrafçının bir çocuk olabileceğini hiç düşünmemişti, on altı yaşında ev hayatıyla sorunları olan bir çocuk.
"Baban beni eve geri dönmem için teşvik etti," diye ekledi Daniel. “Ama ben kabul etmeyince benimle bir anlaşma yaptı. Eğer okulu bitirirsem müştemilatta kalmama izin vereceğini söyledi. Böylece büyün yıl boyunca buraya geldim. Benim sığınağım oldu. Onun sayesinde okulu bitirdim. Bunu söylemek için onu tekrar görmeye sabırsızlanıyordum. O benim idolüm olmuştu, ona neler yaptığımı göstermek istiyordum, onun bana ne kadar yardımcı olduğunu ve onu sayesinde kendimi nasıl düzelttiğimi göstermek istiyordum.” Daniel Emily’ye baktı, göz teması o kadar yoğundu ki Emily bu elektriği damarlarında hissediyordu. "O yaz bir daha geri gelmedi. Ve bir sonraki yaz. Ve hiç bir zaman.
Daniel’in sözleri Emily’yi vurmuştu. Babasının kayboluşunun kendisinden başkasını da etkilediğini hiç düşünmemişti, ama Daniel işte oradaydı, ruhunu açmıştı, aynı acıyı paylaşıyorlardı. Ne olduğunu bilmemek ve bunun içinde yarattığı boşluğun ne demek olduğunu, nasıl hissettirdiğini Daniel da biliyordu.
“Bu yüzden mi arazi için yardım ediyorsun?” dedi Emily sessizce.
Daniel başını salladı. "Baban bana hayatta ikinci bir şans verdi. Bunu yapan tek kişiydi. Bu yüzden buraya bakıyorum.”
İkisi de sessizliğe gömüldü. Sonra Emily ona baktı. Dünyadaki onca insanın içinde, Emily dışında babasının kayboluşundan etkilenen tek kişi Daniel’mış gibi görünüyordu. Ortak noktaları buydu. Bu bağ, Emily’nin daha önce hiç hissetmediği kadar Daniel’a yakın hissetmesine sebep olmuştu.
Daniel’ın gözleri Emily’nin yüzünde geziyordu, zihnini okuyor gibiydi. Daniel daha sonra ellerine Emily’nin çenesine götürdü ve avcuyla yanağını tuttu. Onu yavaş yavaş kendine çekiyordu, Emily onun kokusunu alabiliyordu, çam ağacı ve taze çim kokusu ve ahşap şöminenin dumanı.
Emily’nin gözleri yavaşça kapandı ve ona doğru gitti, dudaklarında onun dudaklarını hissetmeyi bekliyordu. Ama hiçbir şey olmadı.
Gözlerini açtığı anda Daniel kollarını gevşetti.
"Ne oldu?" dedi Emily.
Daniel sesli bir şekilde nefes verdi. "Annem harika bir kadın değildi ama bana bir tek müthiş tavsiye vermişti. Ağlayan bir kızı asla öpme.”
Bunu söylediği anda kalktı ve çalışma odası boyunca yavaşça yürümeye başladı. Emily sanki şişmiş bir şey gibi söndüğünü hissediyordu. Daniel’ın arkasından yavaşça kapıyı kapattı ve ardından sırtını kapıya yasladı ve yere doğru kaydı, bir kez daha yaşlar gözlerinden süzülüyordu.