Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kırgın», sayfa 2

Yazı tipi:

3

Canı da gönlü de sakin olan Cayloobay, bu yerin hangi babasından kaldığını hiç düşünmezdi. Yüzyıllardan beri ihtiyarlar Oğuz Han’dan itibaren bizim diyorlar, onu anlamaz, gözünü açtığından beri köy ile uğraşırlardı.

Diğeri ise gece gündüz hiç dinlenmeyen kızının evinin yanındaydı:

“Tamam, yer yeter, ölmeyen var mı hiç, herkes toprağa gömülür, paylaşacak mal da yok! Allah komşu yapmış kendi nasibini görsün” deyip dişi olmayan kırmızı çenesini tutarak biraz gözleri yaşararak esnedi. Kendisi ona “yeni kardeş” diyordu ve ona hep yardım etmek isterdi.

Kuzmin dışarıyı süpürüyordu. Çalıları ve dalları seçip getirir, gücenmeden temizleyip onları dört köşeli biçimde dizip dervaze yapardı. Hiçbir şey görünmeyecek şekilde kamışları dayayarak düzenledi. Tuzemçi ve iri sarışın karısı beraber önden baktığında büyük arkadan baktığında daha da büyük görünen köpek veya yabancı hayvan giremeyecek şekilde avlu çevirdiler. Birkaç günde iki odalı barınak kurdular, onu sıvadılar, üstüne kamışları parçalayarak birbirine bağlayıp çatı yaptılar ve sonunda kendilerine barınak kurdular.

Cayloobay, “Ya bunların hiçbir şeyi yok, kışın ne yaparlar eski evimi bu zavallılara vereceğim” diyordu. Bir gün ise Cayloobay, barınağından duman çıktığını gördü.

Merak etti. Kolunu arkasına koyarak yürüdü:

–Ooo Kösmün bu ne? diye sordu. Biraz zaman geçmişti ve biraz jestlerle de olsa birbirlerini anlamaya başlamışlardı.

Kuzmin de merak ettiğini görünce:

– Kuzmin, Dom (ev) dedi kendinden memnun gibi.

Düşünmeye başladı. Cayloobay pazardaki Sartlar’dan duyduğu “tam” (ev) dendiğini hatırladı:

–Ha ev dedi.

Kuzmin hayır dedi:

–Dom!

–Ev, ev dedi Cayloobay, evin Kudayar Han’ın sarayı gibi olmuş, bir tek çatısı kamış gerisi saraya benzemiş!

Bu iki komşu, biri ortada ateş yakılan yuva gibi boz üyünde diğeri ise duvarları daha kurumayan soğuk evde kışı geçirdiler.

Evdekilere Bişkek’ten efendileri giyecek ve para gönderirler. Ama yine de Cayloobay, kazanında birazcık lezzetli bir yemek pişer pişmez “kazanda pişen geri kaba girmez” diyerek yeni kardeşini ailesi ile haftada bir kez evine çağırır et yedirir yani komşuluk görevini yapardı.

İlkbaharda ise biri hayvanlarıyla yaylaya gider, diğeri ise demir kürekle avlusuna bir şeyler ekip dikerdi. Cayloobay her zamanki gibi uzun süre yayladan gelmezdi, ancak sonbaharda gelirdi. Cayloobay, “Sıcakta zorlanıyor zavallı” diye biraz et, bir çanak süzmö12 getirdi.

“Oo” diye şaşırdı kendisi hiç görmediği beyaz çiçekli bir ot yetirtirmiş mucuğa.

Kuzmin çanağı aldı karısı ise iğreniyordu, buna rağmen çocuklarına tattırdı “vo” (iyi anlamında Rusçada) diye kendi aralarında övüyorlardı. Sevinçleri yüzlerinden belli oluyordu.

Birazcık yardım başka birisini sevindiriyorsa kötü mü? Cayloobay kendinden çok memnundu. “Ne yapacak acaba diye insanı eleştirmeden yardım etmek lazım” diye kendini avuttu. “Çiçek tarlada çoktur bunu ise avlusuna ekip ne yapacak ki” diye düşündü.

–Bu ne? Parmağıyla çiçekleri gösterdi Cayloobay.

–Göreceksin! Seni de doyuracağım! dedi güvenle zavallı.

Bu patates ucuz ama iyidir.

Anlamadı komşusu gerekli kelimeyi tekrarladı Kuzmin:

–Patates.

–Pa-ta-tes?

–Akılsız dedi Kösmün’e, sarı bir patatesi alıp akılsıza verdi.

–Pa-ta-tes. Bu yenir ağzına koyup yutmuş gibi yaptı.

–Pa-ta-tes!

Anladı yeniyormuş. Cayloobay tek kalan dişiyle onu dişledi ama tadını alamadı “bu haram bir şey” diye düşünüp çabucak tükürüverdi.

Kuzmin güldü “bunu haşlayacak ondan sonra yiyeceksin” demeyi hiç anlatamadı, komşusunun gerçekten akılsız olduğunu sanıp kafasını sallayarak oturdu kaldı.

Unuttuğu eşyasını almaya mı ya da yeni komşusunun durumuna bakmaya mı geldi işte belli değil, ama Cayloobay köyüne bir kere daha geldi.

Hangi serveti var ki onun? Atını bağladığı direği, hayvanlarını ayıran ambarı, üç iş taşı ve ocağı var. İşte köy diye övündüğü babasından kalan barınağı burası.

Evi gözüne güzel göründü ve içeriye girerek gönlü biraz rahatladı. Kuzmin’in gözüne pek değerli bir şey gibi gözükmüyor. Cayloobay’ın evi, hiçbir zaman yaşaması mümkün olmayan ıssız, görkemsiz bir şeydi onun için.

Üçü üç yerde oturuyordu. Sarışın kızının ev işlerine bakma gibi düşüncesi yoktu hâlâ, kırmızı kanatlı büyük kelebekleri tutmayla uğraşıyor, ona ulaşamadığı zaman hiç üzülmeksizin gözleri gülüp kendi kendine seviniyordu.

Büyük siyah tebeteyi gördüğünde hemen annesinin yanına giderek oğlak gibi gözleriyle bakıp durdu.

Cayloobay selam verdi. Çanağını çıkarıp sevindi ve neşelenerek kadına uzattı. Cayloobay ona “sarışın kadın” diyordu.

– Kuzmin, oturacak yer diye “ogorod” (bahçe) tarafını eliyle işaret etti, bak işte olmadı dediği için sesinin kaygılı olduğu hissedildi. Hepsini kazmış kökleri ise solmuş ve siyah nazar boncuğu gibi görünüyorlardı. Komşusu ise bu ektiği otun olmadığını anladı. Biraz kuruyan kökünü eline alarak “bunu biraz sulamak gerek galiba” diye düşündü.

Tabi ki Kuzmin’in memleketinde bu ot ekiliyordu. Orada sık sık yağmur yağıyor nem de var çiy de yeterliydi. Bunlarda nehir yok avlusundaki kuyudan su içerler. Ekilen bitkiyi sulamak için nehri çevirerek arık yapma düşüncesi onların rüyalarında bile akıllarına gelmemişti.

Susuzluktan ölsün demiş mi Hazreti İmparator? Kuzmin çok düşündü. Dedesi, babası ve kendisi başını bile kaldırmadan ter döktüğü topraktan Volskiy efendisi, dört tarafı yüz arşın arazi ayıramaz mıydı? Buraya kadar gelmezdi! Yok, öyle yapmadılar, “gidin” ve “toprağı alın” dediler haritada belirlenen yere geldik.

Gelenlerin yetersizlikten ve kuraklıktan nasıl kurtulmaları üzerine düşünceler buradaki efendilerin aklına hiç gelmemişti bile.

Yazın tam ortasında “kahraman han arık kazdıracakmış” haberi yayla töründe uykusundan uyanamayan halka hemen duyuldu. “Kahraman han arık kazdıracak bedelini ödemez aşar13 olacak mı? Tabi gideceğiz nasıl olsa halkız” dediler.

“Ben gidemem çocuklarım daha küçük hayvanlarım da dağılabilir” diyenler de oldu. Herkes de bu aşara gitmek istemez. Ama kahraman adına her yerden geldiler tıpkı bir törene dönüşmüş gibiydi. Bunu halk uzaktan görüyordu.

Arığın başında Şabdan duruyordu. Sarı Özön’de gökyüzüyle aynı yükseklikte bulunan dağların her çukurundan akan sulara uygun olarak “yabani” denilen yerli tarımcıların pirincine, diktiği ağaca ve mısırına arık çevirmeye başlanmıştı.

Bu iş daha geniş tarlalara kadar uzanmaya başlamıştı. “Yeni kardeş” denenlere de suyun ulaşması için, bazı yerlerde artık su akmayan arıkları genişletmek ve bazı yerlerde ise yeni arıklar kazmak uygun görülmüştü.

Gelen halk hayvan keserek kazanlarla et pişirdi. Gökyüzüne kadar duman yayıldı ve herkes içtenlikle konuştu, atlar bile kişnediler. Etraf çok haraketliydi.

Arık derenin ta yukarısından başlayarak çevrilecekti. Biri gömlek giymişti, biri pantolonunu sıvayarak çalışıyordu. Bu tuzemçilerin kuvvetli oldukları dışarıdan bile gözüküyordu. Onlar kalın ağaçları kesip getirdiler üçünün başını birleştirerek bağlayıp üstüne taş koydular, su akıntısına dayanması için “kara öküz” yaptılar.

–Hadi dedi Şabdan arık yatağını çizelim, şimdiden halk kendi payını ayırsın.

Köyün aksakallarına söz verildi. Ama hükümetin habersiz kalmaması için yerli müdüre sözü sezdirmeden aktardı tercüman.

Müdür ise gözlerini biraz oynatarak:

–Böyle bir iş için dedi biraz düşünelim, bizde şimdilik mühendis yok.

Şabdan ise:

–Bizde var dedi gülümseyerek.

Müdür ise mühendisin ne olduğunu bilmeyen bunlar mühendis var diyorlar. Bu kadar da yalan olur mu diye düşündü ve onlara gerçekten şaşırarak baka kaldı:

–Getir o zaman dedi Şabdan. Kimi getireceklerdi?

Minicik eşek! Eşeğin heybesinin iki gözüne elenen kum yüklenmişti.

Müdür tercümana dikkatle baktı “bu mu mühendis?” diyormuş gibi. Eşeğe bakarak güldüler.

Şabdan dalga geçtiklerini hissetti:

–Başla! dedi o da güldü.

İki ihtiyardan biri beyaz renkli eşeği tutarak diğeri ise ardından yürüyerek arığın ölçüsünü alıp dağ eteğinden başlayarak dümdüz gittiler.

Heybenin iki gözünün dibi ince neşter ile delinmişti iki delikten sarı kumlar çizgi gibi dökülüp eşeğin iki tarafından iki çizgi olarak düşüyordu. Eşek doğal olarak inatçı bir hayvan olduğundan yükü ağır olsa da yürüyeceği yer yamaç da olsa dengesini sağlayarak dümdüz yavaşça hareket etme gibi özelliği vardı.

Çizginin sonuna kadar yapılmasını beklemediler.

Şabdan, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek çizginin tam ortasına arığın başından başlayarak ketmenle14 kazmaya başladı.

“Hadi!”

“Allah yardımcımız olsun!”

“Başlayın!”

Herkes birbiriyle konuşup tıpkı köydeki at yarışmasındaki gibi heyecanla başladılar.

Arığın aşağı tarafının ucu görünmeye başladı. Şabdan, tabanı biraz hizaya gelmeye başladığı zaman su gelecek şekilde bakıp, arığın tabanına suyun geleceği tarafa yatarak iki ayakkabısının ucu biraz görünürse “derhal gelecek”, eğer ayakkabısı tam görünürse o zaman biraz daha kazmak gerekir diye söyledi.

Müdür ise Şabdan’ın hep yanında, arığın içinden özenle yürüyerek geldi.

Şabdan çok mutluydu:

–İyi, iyi diye övdü işi severek yapın, su akarsa iyi olacak, akmazsa üzülürüz, su yavaş akmalı, yavaş.

Biraz durdu:

–Ta dağ eteğindekilere de ulaşsın, yiğitler.

–Oo dedi birisi orası çok yüksek!

–Yok, birazcık sadece, gözünüz ile bir ölçün.

Bakıp kaldıklarında eskiden kalan bir sözü söyledi Şabdan:

–Kulak her şeyi duyar, ta eskiden bir çiftçi böyle arık kazmış, ama suyu yerine ulaştıramayıp çok zorlandığı zamanlarda bir yabancıya rastlamış. “Ee, Allah’ın sevdiği nasılsın?” diye sormuş. “iyi” demiş çiftçi aldırmadan su çıkardım demiş. “Oo, orası yüksek değil miydi?” demiş diğeri. “Çıkardım işte” demiş çiftçi. “Ee arık eğri kazılmış değil mi?” demiş yabancı. Çiftçi ise bir şey demeden düz arığını daha eğri hale getirerek yukarıya ulaştırmış ve böylece su da oraya şiddetle gitmiş.

–Oo dediler duyanlar eğer gerekirse bizde eğri büğrü yaparız!

–Evet, böyle yaparak sonunda bulduğu buğdayından un yapamaz mıydı? diye devam etti Şabdan konuşmasına değirmen kurmuş tarımcı dedi. Bir bakmış buğdayı çukura dökülmüyordu. Şimdi ne yapacak? Günlerin birinde yabancıya rastlamış. “Aa nasılsın?” demiş. “İyi, Allaha şükür, değirmen kurdum” demiş çiftçi. O ise şaşırıp “bu çamurdan yoğrulan zavallıya Allah akıl mı vermeye başladı” diye düşünüp, yem düşüyor mu “diye sormuş. “Evet” demiş. “Aa taşına çakıldak koymamışsın?” demiş. Çiftçi yine aldırmadan üst taraftaki taşına değen, ön tarafına gerileyici tahtadan yapılmış çakıldak bağlamış böylece yem de düşmeye başlamış.

–Oo! dedi yine halk.

–İyilik demek bu demek işte dedi Şabdan: “kendin bilme bileni de dinleme” diye beddua var, kendin bilmezsen bileni de dinlemiyorsan bu dünyanın hiç iyiliğini göremezsin ama iyiye kulak asarsan maksadına ulaşırsın dedi.

İş on beş gün devam etti.

Ucu dağ eteğiyle birkaç mesafe aralığındaki ikinci dereye ulaştıktan sonra arığa su gelecek diye halk heyecanla arığın başına geldi. “Kara öküz” koyulup pekiştirildiğinde arık tamamlanmıştı. Suyu yavaşça geri nehir yatağına çeviriyordu.

İri ve iyi bir kısrak duruyordu. “Hadi bakalım, bu hayvan Allah’ın yolu için dediler “bu yeni arık sağlam olsun, arık dolu aksın tüm insanlara eşit olarak Allah kendisi nasibini versin” diye Şabdan başta olmak üzere tüm halk ellerini yukarı kaldırarak bata(dua) ettiler.

Halkla beraber Cayloobay ile Kuzmin de sarı sakallarını okşayıp, müdürün bu halkın kutsal duasına ters ters bakarak geçtiğini fark edip cebine bakınmaya başladı.

Demin ete doyan etçiler bu kısrağı da kesiverdiler. Karnını parçaladılar ve içindeki sarı kaymak kazı (et parçası ismi) görününce ağızlarının suyu aktı. Ona bakarak bir diğeri ise direk bir parçasını kesip yemeye başladı.

Kuzmin de Cayloobay ile eti yediler ama yine de neşeli değildi, bu arığın ne kadar bölümü ona ayrılacağını merak ediyordu. “Ne kadar olacak acaba?” Kendine ayrıldığı gibi mucuklarınınkini de defalarca içinden hesaplıyordu.

Bu bir o tarafa yürüdü bir diğer tarafa yürüdü, bir yabancı mucuk gel diye bir işaret etti. Kuzmin onlara gitti. Birbirlerini tanımadan bile elindeki votkayı koydular ve “yeni mutlu yaşam için” diyerek içtiler.

–Ey, dedi demin düşündüğü ve kaygılandığı merakı yoktu artık, bir arık kazan kişiye geldi, bu işi ne kadara yapıyorsun?

–Ey dedi arıkçı yanındaki arkadaşına bu Cake’nin (Cayloobay) “bu bir zavallı” dediği yeni kardeşi mi acaba? Bu bir zavallı değil ki? Neden böyle bakıyor?

Arkadaşı:

–Alkol içmiş galiba o kediyi kaplan yaparmış, evet dedi. Az Rusçasıyla yeni kardeşinin merak ettiği soruya “bu aşar, aşar olduktan sonra herkes bedava çalışır, bu sadece kardeşçe yardım etmektir” diyerek anlattı. “Bedava” dediğini Kuzmin anladı ama yine de hâlâ düşünceliydi, yine de inanamıyordu.

4

Sessizlik, uğuldayan fırtına gibi yaklaşıyordu. Daha da yaklaşmaya başlamış gibiydi.

Ne bir ses ne bir çağrı ne bir dalgalanan bayrak, ta uzaktan iki kanat dolusu uçsuz bucaksız atlar geliyordu.

–Ey!

–Kim bunlar?

–Yabancı

–Düşman mı?

Köydekiler endişeye kapıldılar.

Ala-Bel törüne saklandı. Dışarıya bakan kazancı, ihtiyar ve kadınlar ellerinde olan silahlarını aldılar. Silahı olmayanlar da çubuk, sırık ve sopalar alarak düşmanın karşısına çıktılar.

– Irıskulbek Han acelece giyinirken aklına geldi. Rus mu? diye sordu. “Kazaklar galiba” diye cevap aldı. “Hadi germaşka” diye bir ses geldi. “O zaman Baytik!” diye han inanamadı. “Kız alalım, kız verelim”, “kardeş olalım, komşu olalım, beraber olalım” dememiş miydi daha birkaç gün önce.” “Ne oldu buna?”

İşte hiç ses vermeden kurt sürüsü gibi fırlayarak girdiler bir anda, birçok boz üyü yaktılar. Kırmızı alev rüzgârı örtü gibi dalgalanan kara duman gökyüzüne kadar ulaştı.

Böyle durumlarda ilk önce kızlar, sonra erkekler ganimet olurdu. Ama bu düşman bağırıp ağlayarak kaçan çocuklara hiç dokunmadı. Bunlar yaklaşırken “han sarayı” diyerek ilerlediler. Karşısına çıkan herkesi öldürüp yalvaranlara aldırmadan “bizler kardeşiz, ne oldu sizlere” diyenleri de dinlemeyip han sarayına ulaştılar.

Etraftaki çubukları, boz üy parçalarını, toplayıp üstüne yakılacak olan tüm samanları yığarak yakıverdiler. “Nereye?” diye bir ses çıktı. “Nereye şimdi “Kırgızlaşan Han” diye ses dağlara kadar duyuldu.

Irıskulbek Han kayboldu. “Daha ne belası bu kahramanın? diye ağlayan kadınlar hanın başına tepesi delik şapkayı giydirip, üzerine eski paltoyu örtüp zayıf bir ata bindirerek kaçırmaya hazırlamışlardı.

–Bu nasıl bir şey, bizim hanın sana karşı hiç kötü niyeti yok ki, kötü bir kelime bile ağzından çıkmazdı bile. Kendi milletine saldırıyorsun, iyi misin sen?” dedi Saykal ana.

–Evet, dedi Baytik zorla nefes alarak ikimizde gerçekten delirdik, hanınızın kendisine sorun.

İstediğini ele geçiremeyip geri çevirdi. Baytik, gelirken Kökö-Mürön suyunun kıyısında yaşayan Sayak kabilesini toplayarak:

–Ey, benim halkım, sizlere esefimi anlatayım. Ben sizler gibi kardeş gördüklerimden, sağken gönülden öldükten sonra kemikten gitmez kötü bir haber duydum. Ben de kardeşe yapılmayacak kötülüğü gece boyunca deli ormana geleceğimiz için iyi niyetimle yaptım! Siz sormayın ben söylemeyeyim.

Halk şaşırdı. Baytik:

– Ben elçi göndermiştim. Bu zor devirde diri olursak tepede duralım, ölürsek de çukurda ölelim niyetiyle göndermiştim elçiyi. “Ama” dedi bağırarak: Ruslarla arkadaş oldu, Kırgızları kardeş gibi görmedi ki! dedi.

“Hanların hanı Baytik’i bile layık görmüyorsa, bizim kardeşimiz aklını mı yitirmiş?” dedi halk.

Biraz kendine geldi Baytik:

–Onlara diyeceğimi sizlere söylersem onu dinlemeye dayanabilecek misiniz?

“Neden dinlemeyelim ki, iyi bir söz ise” diye halk meraklanmaya başladı. Baytik yavaşça onlara baktı:

–Siz ne zamana kadar dağ başında oturacaksınız, tüneğe bağlanan kuş gibi? Tünek duruyor, kimse onu almayacak sizden. İnin aşağıya gelin Sarı Özön’e. Şimdi devir çok kötü dedim ya, yarın yer paylaşılacak şimdiden kendinize yer ayırın sahip çıkın yerinize.

Kurmankoco ve Kulgıcıgaç (kabile ismi) kendi aralarında konuşmaya başladılar. Arpa, darı da olmuyor, yüksek yer bir de soğuk, ama yine de vatanımız Suusamır. Biri hiç ondan vazgeçemedi biri ise kendi çıkarını düşündü.

“Evet, bu doğru, Sarı Özön gibi yer var mı hiç?” diye sordu birisi, diğeri ise “kışın ılık, yazın serin, otu da dize kadar, tüm derelerden gelen tertemiz suyla her ektiğin yetişir, diktiğin de yeşillenir” diye hayret etti.

“Onlar bizi kabul edecekler mi” diye düşündü birisi. “Kim kabul etmeyecek ki kahramanın kendisi çağırıyorsa” dedi birsi güvenli bir sesle. Bir ihtiyar “kim bilir?” diye şüphelendi.

Çok düşündüler ve sonunda tüm mevsim boyunca eski paltosunu üzerinden hiç çıkarmayan ihtiyar başta olmak üzere üç yüz kişi evlerini toplayıp Sarı Özön’e doğru koyuldular.

Daha hiçbir şey ekilmemişti tarlaya ve yer de dümdüzdü. Her köye ayrı arazi ayırarak hızlı bir şekilde halkı yerleştirdi Baytik kahraman.

5

“Oyy dediler boş boş oturan iki yerli, yöneticileri seçmek için Ruslar yeni bir yöntem bulmuşlar.”

O nasılmış?

“Yeni yasa çıkaracakmış. Halk seçecekmiş”

“Bizim yasalara ne olacak?” Halk bunları hiç seçmedi, bunlar babasından kalan kamçıyı kimseye vermiyorlar, kendi mülkiyetleri gibi davranıyorlar!”. “Kim anlatıyor sana bu boş şeyleri?” “Bilmiyorum, dün pazara üç koyunumu götürmüştüm, orada herkes konuşuyordu.”

“Her kabileden isteyen “ben olacağım” diye aday olabilirmiş, sonra halk beğendiğini seçecekmiş.”

“Ben, ben olacağım diye aday olabilirim desem olur mu?”

“Ha-ha… oho ho… eğer halk seçerse ne yapacaksın halka han mı olacaksın?”

“Eğer böyle bir düşüncen varsa korkma sen!” Yöneticiler konuşmayabilir, büyük makama ulaştıktan sonra ismin kahraman olacak osuruğun mis gibi kokacak.”

Tabi halk bir şeyler işittiği için bunu kendi aralarında konuşuyorlar. Birkaç gün önce kaymakam halkın tüm kabilelerinden kendine “temsilci” seçip büyük bir toplantı yapmıştı. Orada yakın gelecekte halka “nahiye müdürlüğü” denilen yönetici, onun kapsamında yerli halkın geleneğine ve dinine uygun olarak iç işlerini yürüten “bey”, köy başkanlarına “köy muhtarı” denilen yeni hizmetlerin oluşturulacağını ve bunlar halk tarafından seçileceğini de duyurmuştu.

“Herkes hazırlansın, eskiden beri ağa olan da halk içinde saygıya layık olan da aday olarak kendisini göstersinler. Nasıl olsa herkes aynı şartlarda seçilecek” diye pekiştirilmişti.

“Halkı insan yerine koymak bu demek işte?”

“Bizi kendileri gibi eşit görüyorlar Ruslar!” diye hayret ediyorlardı ve bundan memnun olmayan da kalmamıştı.

Rusya’nın yönetme işine kimse karışamazdı. Ülkesinde tüm yerleri ve hatta hem batı hem de doğu sömürge ülkelerinin halklarından sadece Hazreti Hükümdar kime nasıl değer ve kime nasıl hizmet vereceğine bir tek kendisi bilirdi kendisi seçerdi.

Bu durum ise Çin ve İran sınırlarındaki Türkistan grupları için yöneticileri halkın kendisi seçmesi büyük bir hediye olmuştur! Eskiden beri unutulmuş geleneğine, akıl geleneğine, artık özel duruma geçen dini kavramlarına uygun olup, birlik içinde yaşasın demek mi bu? Öyleyse Allah versin!

“İyi bu neden olmasın. Akıllı olsa halkı düşünse” diye Şabdan bunun iyi olduğunu düşündü. Ama halkın bir kısmında da olumsuz görüşler vardı. Eski kırgınlıklar intikama dönüşmüştü ve bunlar da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Onun için pek açık olmasa da halk kendi arasında “kardeş” denenlere ters bakmaya başlamıştı. Eskiden Tagay ve hatta dünkü Tınay ve Atake kahramanlar “kendi çocuklarından saklanmış” diyen grup, artık ayrılmaya başlamıştı.

“Neden? dedi birisi, Oyrot gelse de onlar han, Sart gelse de onlar han, şimdi Rus gelse yine onlar han mı olacak?”

“Evet, dedi diğeri onu destekleyerek, yöneticiliği bunlara babası mı satın almış yoksa anası mı doğurmuş?”

“İşte! Böyle olmayacak şimdi!” dediler. İşte Ruslar da bizim elimize yöneticilik geçecek zamanda karşımıza geldi! Neden onlardan korkacağız ki?”

Burası nahiye müdürlüğü seçilecek küçük yer değil burası eski sol kanattan çıkan Er Eşim’in zamanında “Saruu Bagış”tan kalan yer.

“Madem onları yıkıyoruz, ona göre kurtlarını düşürelim!” dedi fakir Savala, yuvalarını yıkmak kolay, birer birer yıkacağız!

“Bu iyi bir fikir” dediler aynı fikirde anlaştılar.

“Hım demeden edemediler bunu duyan adaletler(jüri). Bitin başa çıkması bu işte!”

“Kurt” dediği dünkü kahraman kardeşi Şabdan, Nahiye müdürlüğüne “boluş”15olarak layık görülüyordu. Ağabeyinin hiç makamı olmadı bu zamana kadar. Nahiye müdürü de olmaya heveslenmiyor. Sadece bu bölgedekiler değil, tüm halk ve Rus efendileri bile ona değer veriyor ve saygın bir yeri var. Eğer ona doğru yönelirsek o zaman nahiye müdürü olacaktır. Burada bir fikir var. Köpekten kurt çıkarsa eğer o yine köpektir.

Aday gösterme zamanı da geldi. Halk içinde artık sakin bir hayat yoktu. İşte küçüğü büyüğünden çekinmeden büyüğü de küçüğüne bakmadan köy içindeki durum kavgaya ve dövüşmeye dönüştü. Bunun hepsini Şabdan kahraman görmüyor değildi. Üstelik Jeti-Suu efendisine dilekçenin gönderildiğini de işitmişti.

Böyle bir durum sadece Şabdan kahramanın köyünde olmuyordu. Yok, tüm Kırgızlar’da, çöldeki göçebe Kazaklar’da, şehirlerde oturan Sartlar ’da demek ki Türkistan halkında da bu durum kaynıyordu!

Bu halkta yönetici böyle kurallarla seçilmeden, kısa zamanda mı ya da yıllar boyunca ismi herkese duyulan, herkesçe tanınan, akıllı, dürüst, halkına saldırmaz denilen ve halk güvenine giren kendiliğinden yönetici oluyordu.

Doğru yolu seçip adaletli iş yürütüp halkından para almadan halkının kölesi olduğu gerçektir.

“Hep böyle adaletli mi çalıştı hepsi?” Halkını boş sözlerle aldatan, kendi çıkarı için halkın başında duran, istediği gibi yönetenlerle doldu. Halk kendisi onu kabul edip sonra ona karşı bir şey yapamıyordu.

Ama böylece neye ulaştı ki onlar? Sonunda halk onlara hiç önem vermedi, makallarla(atasözü) kılıçtan da keskin darbe alıyorlardı. Sonra halkın güvenini yitirip dayanamadan kaçıp yabancı yerlerde barınak aradılar ve yalvardılar.

Şimdi halk ne yapacak? Kaymakama göre “değerlendirme” ve “seçme” ölçüsü de değişti. Kabike beraberlik bağlantısına, adayın bizzat değerine göre değil “nahiye müdürünü”, “köy heyetini”, “köy muhtarını” tüm halkın seçmesi “oylama” olarak daha da genişletildi. Tamam, “tüm halka” denilsin, tüm halk özgürce seçimi yaparsa o halka saygı duyan, onları düşünen ve herkese eşit davranan yöneticiler çıkabilir.

Ama bu yöntem oylamayı gerçekleştirmeyi amaçlıyormuş. Tüm halkın hakkını ihlal ederek “parti” denilen birçok gruptan oluşan sonunda halkı aldatan, parasını alan, yönetime dayanan, ona “bunlar seçimden geçti” dedirenler geçmeye başladı. Kabilesi, köküne göre “seçilenler” de daha önceki gibi değil onları oylamadan geçiren Rusların dediklerini başını kaldırmadan yaptılar.

Yüce Rus İmparatorunu hiçbir zaman halk seçmemişti. Ta eskiden beri hanedanlık vardı ve yaptığı işleri ve diyeceği sözleri de hiç halka danışmıyordu. Biraz gönlüne yakın olanların az da olsa tekliflerini duymuştur ama genelde bizzat kendisi emirler veriyor işleri yürütüyordu. Ruslarda bu zamana kadar seçimlere karışmıyor, terfi etmek gerekiyorsa İmparator kendisi yapıyor, tam tersine görevden almak gerekiyorsa ilgili görevli yapıyor.

İşte böylece dışarıdan gelen sel de kuşattı ve bu eskiden beri gelen yerli kabilenin aile ve kök olarak değerlendirilen geleneği değiştirilip biri kendi halk içerisinde kardeş kardeşle dövüşüp, bir grup olup birleşen kabileler Baytik’e de Şabdan’a da hiç bakmadan kendi aralarında ayrılmaya başladılar.

12.Sütten yapılan bir tür yemek.
13.Kırgızlarda toplu olarak karşılığını almadan bir şey yapmak
14.Kazma aleti
15.Bir bölgenin yöneticisi
Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6852-17-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu