Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kırgın», sayfa 4

Yazı tipi:

8

Şabdan tek değildi. Her zaman yanına ya dilenci ya da kötü durumda olup yardım isteyen birisi gelirdi.

Daha önce haritasına çizilen bölgelere ilave olarak daha çok yer almak için Rus efendiler şapkalarını eğri şekilde giyip Şabdan’a gelir. Misafir de olurlar. Bunu fark edenlerden biri “Oo bizim kahramanın Ruslarla ilişkisi iyi” diye övünse diğeri “yerimizi Ruslara dağıttı artık” diye meraklanmaya başladı.

O günkü rastgele gelen Kazak’tı. Çenesinin ucunda birazcık kılı vardı. Hiç yerinde durmadan titreyen çekik gözleri vardı.

Sadece kahramana bakıyordu, ona eşlik ediyormuş gibi köyün aksakallarını değil oturan Baytik’in Baysal’ını bile karşılayacak hali yoktu. Övünerek:

–İşte, azan ile ad verilen ismimiz Alpısbay, uzaktan geldik, kahraman, dedi, sizin değerinize layık olsun diye törene hayvanların en iyisini ve atların en iyisini seçerek 40 kısrak getirdik size.

–Ee dedi Şabdan. Neden böyle yaptınız? Hayvan getirmeden de gelebilirdiniz.

–Şimdi, dedi diyeceğini bir daha düşündü, cömert olarak tanıyan Şabdan’a bakarak ne diyeceğiz şimdi, yaz boyunca yaylamız da daraldı, komşu olalım, bir süre için olsa da kabul ederiz. Ala Too’nun eteğinden bize biraz yer vermenizi rica etmek için geldik, dedi.

“Daraldı” dedi, “gelenler alıyor” diyemedi, ama Şabdan onu da bildi, “bir süre için olsa kabul edecektik, ama bize de yer gerek desem gidecek mi?” diye Şabdan düşündü.

–Ee dedi, yine.

Nereden yer istiyorsun diye sorduğunu tahmin etti Kazak:

Çımalga bize yakın Korday size yakın işte o Korday’ın eteğinden yer verirseniz yeter bize.

“Ta eskiden beri Camankan kahramanın alacağı tüm mevsim boyunca Korday’da dururdu dedi Şabdan içinden, “kuru bir yer otları da iyi değil neden onu istiyor?”

– Şabdan açıkça: tamam, kardeşim komşu olalım ama bir süreliğine dedi.

Kardeşi eğildi:

–Razıyız diye eğildi, şişmanlığından mı ya da sevindiğinden mi belli değil ama bir anda nefesi daraldı. Konuşma devam etti.

Batı Sibirya genel valisi Gasford bu halkın birini Büyük Ordu, diğerini ise Yabani Ordu diye adlandırıp iki halktan da müsteşarları kurula çağırmıştı. Bu yabani kasırdan Ormon Han’ın oğlu Ümötaalı gitmişti. Gasford Efendi “biz şimdilik asker duvarını inşa edelim, Kokon’larla hesaplaştıktan sonra sizlere bırakırız. Üç Almatı dediğiniz yer boş imiş, kiraya verin” demiş. Ümötaalı aracılık yapan Çokan’a buna razı olduğunu söylemiş. Bunu babası Ormon Han’a söyleyince “neden babam bilir demedin” diye sinirlenmiş. İşte ondan sonra köpek bile suyunu içmeyen şehir kıyısından buraya gelmişler.

Taa Tölö muhtarlığı da aklına geldi. Tölö muhtarı artık ihtiyarladığı zaman birisi “sizin kederiniz yok” demiş. İhtiyar ise “tüm Kıpçaklar boyunca benim kadar kederli olan yoktur” demiş.

“Sizin çocukluğunuzdan beri bahtınız açıktı, han oldunuz, atlardan en iyisine bindiniz, gül kokulu kız sevdiniz, halka hükmettiniz, adaletinizle ne kadar insanın kaderini kurtardınız, aç kalmadınız hiç, bu yalan dünya sadece sizin için gerçekti hep saygıyla hayatınızı geçiriyorsunuz!” diye şaşırmış.

Tölö muhtar “hepimiz beraber Ak Kırgız halkıydık, yarısı Kırgız, Kıpçak yarısı Kırgız, Kazak olup ayrıldık, düşman olduk birbirimize. Bu keder değil de ne o zaman ne?” demiş.

“İşte göreceksiniz, birbirimize düşeceğiz, köpekler gibi saldıracağız birbirimize” demiş sonunda.

Eski örnekler şimdi masal gibi gelir.

İşi iyi yöne çevrildikten sonra Kazak biraz kendine geldi:

–Sizin oğlunuz var mı? diye beklenmedik bir soru sordu. Oğlu olmadan bu yaşa kadar nasıl yaşasın? “Bu nasıl bir soruydu?” demiş gibi Şabdan gülümseyerek baktı. Ne diyeceğini sadece Kazak değil, mutfakta oturan Şake ana olmak üzere tüm oturanlar da merak etti. Şabdan başını salladı:

–Bizde oğul yok Alpısbay’ım, dedi alçak sesle, bunu söylerken yüz ifadesi bile değişmedi. Yokluğun yok olduğunu söylersen aşağılarsın, kaygısını daha da güçlendirirsin demektir.

Sorduğuna pişman olup: “Bu kadar saygın adam bu yaşa gelinceye kadar oğlu yokmuş” diye sessizce oturdu Kazak.

Kahraman Kazak’a göre daha samimi olduğunu göstererek oturan Sarıbagışlar (kabile):

–Kahramanım Muhed başta olmak üzere on tane oğlun var neden “yok” diyorsunuz, dediler. Kazak’a “bu soruyu neden sordun?” diyormuşçasına baktılar.

–Kazak kardeşim, bizde oğul babasından sonra halkın tanıdığına halkın işine yarayana denir. Bizde kabile var, kabile!

Bu cevap soranlara, “kadından çıkan her şeye siz oğul diyorsunuz” gibi anlaşıldı.

Demin kahramana samimi olup övünüp duranlar: “biz yetimmişiz Muheddi’yi bile oğlu görmüyorsa demiş gibi birbirine baktılar, “bu doymayacak mı?” diye ona karşı hile düşünmeye başladılar.

“Eski kardeş artık yeni komşusu” teşekkür ederek “cömertliğine” güzel şarkıcı kızı armağan etti.

Alpısbay, oğlunun olmadığını duyduktan sonra üstelik oturanların arasında kötü hava hissedip hemen çıkmak istediğinden “kahramanım seni Allah’ım iki dünyada da korusun” dedi ve acele ederek hemen boz üyden çıktı.

Acele eden Alpısbay atına zorla bindikten sonra o vakitte yüzü de düşüncesi de değişti. Kendinden memnundu.

“İşte ne diyecekse desin bu zamanda veren cömert değil korkmadan alan cömert” diyerek yeri rica edip almış gibi değil kendisi almış gibi oldu.

Baysal Şabdan’a Baytik hapishaneye gireli çok oldu, dedi sanki halktan dışlanmış gibi.

Şabdan’a bu ifade “buna ne dersiniz” gibi anlaşıldı, baka kaldı. Baysal’a bu bakış ise “şimdiye kadar gitmediniz mi” diye anlaşıldı.

–Gittik, çok gittik, dedi Baysal efendiler bizi yaklaştıracak gibi değiller, biri “izin vermiyor” diğeri “gidin buradan” diyor, anlaşamadık.

–Öyle mi? Hadi gidelim o zaman, dedi Şabdan.

Sooranbay’ın oğlu Dür yer görsün, insanlarla tanışsın diye bir de kendisine güvenilir tercüman olsun diye onu da yanına aldı.

Dev Şabdan, bir süre sonra Solto ile Sarıbagış’dan birer “müsteşar” aldı. Üç Almatı’da bulunan ve önceden de geldiği çayhanesine geldi.

Dür Bey Rus mektebinde eğitim görmüş babasının uzak akrabası Sooranbay’ın oğluydu. Dür eğitim yönünden de soy olarak da iyiydi. Dil bilgisi sayesinde efendilerin gözüne girerek halka tanınıp sonunda kendisi de Rusça dediği gibi bu ihtiyarı “zamenit” (değiştirme) yapacağı da bekleniyordu. Uzun boylu, yağlı buğday gibi yüzü vardı ve kibar bir yiğitti. Efendiler, Rus efendilerin arasında Rus aydınları gibi giyinirdi.

Ümit de çaba da belki denemek içindi. Ama ihtiyara söylemeden Baysal ile Dür asker valisinin kapısının önüne geldiler. Dili biliyor, değeri de var, ihtiyar olmadan da işi halletseler keşke! “Çocuklar artık bir işe yarıyormuş!” diye halka duyuracaktı.

Sıradan görevlilerle de yüksek rütbeli olanlarla da rastgele olsa da karşılaşamadılar. Muhafızlar ise bu yerlinin Rusça’yı mükemmel konuştuğuna şaşırıp uzun zaman boyunca baktılar ama içeri almadılar.

Uykusunu alarak efendilerin kabul etme saatini bilen ihtiyar da geldi.

At bağlanan dalın dibinde insan yüzlü biri oturuyordu, onu ihtiyarın gözü ısırıyordu oturan da yüzünü gizliyordu.

Şabdan yine de onu tanımış gibiydi. “Bu burada ne yapıyor” dedi. Oturan da bunu fark etti. Şimdi kalkıp gidecek gibi oldu. Ama gülerek ona doğru gelen kardeşini bırakıp gidemedi. Kalktı vücudunu düzeltti.

Aynı yaştaydılar.

–Hayırdır? dedi Şabdan kendinden bezmiş yüzüne bakıp elini uzattı. Neden burada oturuyorsun?

–Aa işim vardı dedi ona bakmadan. Dür’ler de yavaşça onlara doğru geldiler.

Şabdan:

–Ee söyleyeceğin şikâyet var mı?

Doğru, sıradan insanlar şikâyet etmekten başka ne diyebilir ki?

– Yere bakarak yok, öylesine geldim dedi.

Şabdan bunun yardıma ihtiyacı olduğunu hissetti.

–Tamam, dedi tamam demeye alışkındı zaten, eğer halledemediğin bir iş varsa söyle beraber halledelim.

Diğeri ise durdu kaldı, yere bakarak hayır dedi. Bu iş yardımsever kardeşine bile söylenilmeyecek kadar sırdı.

–Gideceğiz galiba diye zorla sesini çıkararak söyledi. Sanki nefes alamıyordu. Bir aydır efendilerden izin istemekten artık yorulmuştu sonra bugünkü oturduğu dalın dibine gidip yine oturdu.

“Bunlar adaletli Rus hükmüne rağmen bizimkilere yönetme imkânı vermiyorlar, biri ölürse biri kalacak, biri giderse, diğeri gelecek, bizi köle yapacak” diye Şabdan’ın kendisine şikâyet ediyordu.

Doğru, içeri alacağız dedi. Ruslar onun maddi ve manevi yönünden her şeyini almışlar. Bu zavallı günde iki defa gelir sorar ve kâğıdın efendilere ulaşıp ulaşmadığını sorar, ama belli değil derler, verdiğini sorunca küfürler duyar.

Şabdan onun rahatsız olduğunu hissetti:

–Tamam, kendin halledeceksen hallet, çok da zorluk çekmişsin, zahmet etmişsin. Allah isterse bunun bir çaresini bulunur.

Başını sadece salladı, kaldırıp bakmadı bile.

Şabdan:

–Taykürön, dedi her zaman yanına aldığı maliyecisine, bu abine işini halletmesine yetecek kadar para ver!

Yetecek kadar dediği çok paraydı. Taykürön bir şey demeden dediğini verdi.

Şabdanı görünce iğrenen ruhundan dolayı parayı alıp almayacağını bilemedi.

Şabdan:

–İşine yarar, al! İşini çabuk hallet de köye git. Böyle kendini zorlama ve inat edip burada da oturma.

Şimdi ise Şabdan Dür’e baktı:

“Efendi var mıymış?” dediğini anladı bu bakıştan:

–Bilemedik, dedi Dür.

Direk çift kanatlı demir kapıya yöneldi ihtiyar. İki tarafta ikişer kişi duran muhafızlara Müslümanlar gibi selam verdi. “Selam verdi” diye çevirmeye de yetişti Dür. Muhafızlar ise hemen sağ kollarını alnına koyarak asker tarzında saygı gösterdiler. “Buyurun” dedi biri işaret ederek. Bunu ihtiyar da anladı. Daha önceleri buraya gelmeye alışkın olan Şabdan başkasının girmesine izin verilmeyeceğini bildiğinden arkasına bakmadan girdi içeri.

Biri Tınay’ın diğeri Solton’un “müsteşarı” olan Dür ile Baysal çaresizce beklediler.

“Bu ne ihtiyarın duası mı var?” diye sordu Dür, omzunda omuzlukları olmayan askerler bile ona böyle saygı gösterdi. Hatta onu buranın köpekleri bile tanıyor. Bize imkân verecek gibi hali yok bunun” diye içinden düşünüyordu. Biri doğru der biri yanlış der kim bilir ama kendisi bir zamanlarda yaptığı işler sebebiyle Rusya padişahının hanedanlığı listesinden yer almıştır.

Ceti-Suu genel valisi her zamanki gibi “Rusya yöneticilerinin kardeşini” gülerek ve sevinerek karşıladı. Kibarca hâl hatırını sordu.

“Bu yerli, bizim dediğimizi kabul etmez. Kendisinin doğru olarak saydığını yapmaya alışkın inatçı biridir. Şimdi yer ayırma süreci için çok tehlikeli birisidir” diye sürgüne gönderilecekmiş.

Az ya da çok ama Rusya için birçok işleri yapmıştır. Bu yüzden Ruslar için hâlâ değeri vardır. Onlar için her şeyi feda etmiş. Bu yerlinin onlara karşı hareket yapmayacağını kendi üzerini sorumlu olarak alıp onu çıkardı hapishaneden. Bunu yazılı olarak mühür basılan makbuz ile gerçekleştirdiler.

–Ee dedi vali, sizin için bu belgeye göre Baytik’i size veriyoruz, Şabi Cantaeviç.

Teşekkür ettiğini yavaşça başını sallayarak bildirdi Şabdan. Şabdan tercümanına bakıp sonra efendiye baktı. Efendi, böyle hiçbir şeyi sezdirmeyen bakışı bu halkta ilk kez görmüştü. Şaşırdı. Sonra kendisi de tercümana baktı. Güvenilir tercüman ise böyle durumlarda her şeyi fark ederek hemen gerekli olanları söyleyip gerekli belgeleri hazırlayacağını söyleyerek hemen çıktı. Buna sevinen Şabdan beyaz taylak yününden işlenerek yapılan cepkeni özenle efendinin önüne koydu. Efendi korkmadı ürkmedi, Sonra Şabdan’a baktı. “Bu ne?” dediğini anladı Şabdan.

Bir tane değil gümüş sebike! Elde çok tutulmaması gereken ve gerekli olmayan bavulda yatan servet imiş.

Efendinin gözüne büyük pencereden gelen güneş ışıkları birleşerek farklı renklerle değiyordu.

–Evet, mükemmel güzellik!

“Bu mükemmel güzellik” değil bir halkın oğullarına mirasıydı.

Yarın çıkarılacak dendiği gün Baytik’i hastaneye götürdüler.

Orada kendi giysisinin üzerine daha beyaz bir şey giyen kişiler onu soyundurarak göğsünü, kürek kemiğini muayene edip eksik Kazakçası ile “hapishaneden soğuk geçmiş vücuduna” dediler. Bilek damarına iğne vurup ne olduğunu bir Allah bilir diyerek ilaç koydular. “Birkaç gün sonra iyileşeceksiniz” dediler.

Sanki kanına ateş girmiş gibi olup alevlendi, kalbi güm güm atıyordu, gönlü biraz yerine gelmiş gibiydi, Baytik, “bu ilaç soğuğu kovan bir ilaç mı?” diye düşündü.

Hapishanenin kapısında birçok insan bekliyormuş. Baytik göründü. Zayıfladığından daha da boyu uzamış gibi göründü. Yine de yelkenini indirmemiş gibiydi, boynu yukarıda yüzü de sakindi.

Nasıl olsa Baysal çocuk herkesten önce ileriye gitmek istedi ama daha hiç kimsenin onun önüne geçmediği Şabdan’ı görünce durdu. Şabdan’a iki kanat olan Dür ve Kazak’ın nahiye müdürü Bekeş onu karşılamak için ilerlediler.

Baytik, “Oo siz nereden geldiniz?” sorar gibi baktı. Baytik, kimin aracı olduğunu daha bilmiyordu. “Ya suçu üzerimden aldılar ya da Allah’ım kendisi zulmedenlere akıl verdi” diye düşünüyordu.

Kucağını açarak gelen Şabdan ile Baytik sarıldılar. Sonra Bektaş başta olmak üzere herkes Baytik’le selamlaşıp hâl hatır sordular.

Geride kalan Baysal onun karşısına geldi:

–Baba diye babasının dizlerine eğildi, sonra da ağlayıverdi.

–Baba!

–Ne dedi, Baytik, ağlama oğlum.

–Hadi, dedi Bekteş yola koyulalım, aziz halk bekliyor, ama yolda bir şeyler atıştırmak için duralım.

Hiçbir yere uğramak istemeyen Baytik Şabdan’a baktı. Şabdan da gülümseyerek başını salladı. Bekeş ise yavaşça yürüyerek Şabdan ile Baytik’i kendi faytonuna çağırdı. Şoförlüğü de kendi eline aldı. “Hayt” dedi Kazakça övünerek. Gerçekten de bir şeyler atıştıracağı yer yolda görünen düzlükteymiş. Onlar yoldan çevirince daha yeni kurulan ak otayın kapısında kadın göründü. Efendisi dev gibi misafirlerle girince boynunu uzatıp gümüş saçları yere dökülünceye kadar eğildi:

–Abi, dedi sesi titreyerek, iyi misiniz? abim?

“hangi kardeşim bu ” dedi Baytik.

Şabdan daha önceki ıssız törde her gün bekleyen melek bu muydu, aklı buna hiç ermedi, “Ne!”. Olmayacak işi daha ne kadar bekleyecektik? diyen Özbek’in sesi şimdi de geliyordu kulağına. Baytik ise “evet evet o ses” dedi. Haftada bir kere gelirdi, getirdiği yemeğini, tuzunu verip “abi kendine iyi bak abi” derdi.

Abisinin kürek gibi koluna eğildi. Baytik onu kaldırdı:

–Allah’ım kendisi beni kurtardı, kurtuldum dedi. Sevindiğinden mi ya da üzüldüğünden mi belli değildi ama ağlıyordu.

–Canım, dedi Bekeş Efendi, kapıyı geniş aç, kardeşlerimizi kabul et!

Çiy kapısını açıp:

– “Buyurun, buyurun abilerim” dedi, girin töre geçin abilerim.

Misafirler yaşlara göre töre geçtiler. Deminden beri can misafirlerinin dikkatini çekerek:

–Kahraman abi dedi Kazakça. Bir zamanlarda kötü durumdayken bana cömertlik yaptığınız kardeşiniz budur dedi.

–Nasılsın? diye sordu Baytik.

–Şükür abi, halkın iyi mi, sakin mi? diye sordu gülümseyerek. Sonra ona bakan efendisine baktı.

–İyidir bence, dedi Baytik. “İyi” dedi yumuşak sesle.

Bunların Tezeğ’i Albay Tsimmerman’a hiç sebep yokken yalan suç atarak Sarı Özön’e saldırmaya gittiğinde Be-keş kendisi esir olmasına rağmen kendi Tezeği’n de Rus askerlerinin subayına eşit davrandı. Adil sözünü söylediği için yerli yöneticiler onu özgür bırakıp geleneğe göre ev kurup, nikâhlı kız vermiştir. Sonra vatanına göndermişler.

Baytik bu olayı hatırladı, buna kendisi de emir vermişti. Ama kimin kızını verdiğini bilmemiş ve kızın kendisini de görmemiş. Bu kız her sabah ateş yakmak için her yerden odun bulmaya çalışırdı. Her gün unutmadan bu zavallı esir Kazak’a ateş yakıp ona yardım eden bu kızdı.

–Sana teşekkür ederim, Bektaş, dedi Baytik, eğer sen söylemezsen, sen eşlik etmezsen, bu kız nereden bilirdi, hapishanenin önüne gelir miydi, üzülüp ağlar mıydı? Armağan edilen kız, soysuz kız demeden pamuk gibi ona baktığından, yakınlarından da bıkmadan onlara gitmesine imkân verdiğin için teşekkür ederim. Bu senin anlayışlı olduğunu gösteriyor.

–Harikulade! dedi buna Şabdan.

Acele ettiklerini sezdirmeden sakince iki tarafa oturup yemek yedi.

“Kızın kötü dediği mağara, yok dediği ise bir günlük gecekonduydu”.

Şabdan, ana toprağında yaşayamamak kadar kız için bir keder var mı? diye düşündü.

Bekeş onları uğurlamak için Ala Dağ âleminin dayanağı gibi görünen Korday Bel’e geldiler.

–Kahramanım, bu çift at kardeşiniz Erke’nin size armağanı dedi, kahramanı ile vedalaşırken.

Hiçbir zaman ne “karnım” ne “başım” demeyen dev Baytik’e dünkü doktorlar uzun iğne vurup göğsüne ve böbreklerine bir şey sürmüşlerdi. Çıktıklarından beri sol göğsünden sanki bir şey çıkacak gibi oluyordu. Sevincimden demişti ama yolda gelirken bir durur birden de daha da güçlenirdi, terledi, dizlerini kırıp yere oturdu kaldı Bay-tik.

Müjde ulaşmış galiba.

Sarı Özön at binenlerle doluydu. Sızarak gelen Rus arabası görünür görünmez herkes onları tezahüratlarla karşıladılar. Oğlağı atına alan yiğit elinden bıraktı. Kamçısını katlayıp göğsüne koyarak eğilip selam verene halsizliğinden Baytik teşekkür etmek için sadece gülümsüyormuş gibi dişlerini gösterebildi. Köyde büyük bir şenlik vardı. Onun geldiğine üzülen ah çekiyor, geldiğine sevinen ise “artık iyileşemez hâle gelmiş” diye aklına kötü düşünceler gelmeye başladı.

Doğru önceki hâli yok, siyah kartal gibi duruşu yok, bakışı da yok, hep halsiz, dudaklarını zorla açar, gözleri hep ıslanır.

Günlerin birinde Baza da geldi. İlk baktığında tanıyamadı ama daha sonra tanıdı. Oturanların arasından Baza’ya gel diyormuşçasına başını salladı. Eğilip selam vermek için elini uzattı ve gerçekten öncekisi gibi değil hâli diye düşündü Baza.

Hayır. Baytik başını kaldırdı. Boynunu düzelterek baktı:

–Ey dedi alçak sesle, sen bana bambaşka sözü iletmişsin!

Gözleri oynadı Baza’nın.

–Ey dedi Baytik şimdi sinirlenerek bana Rus sorgu yargıcısı okudu. Kötü bir söz bile söylememiş hatta teklifi kabul ettiğini söylemiş.

–Hayır, deyiverdi Baza kediyi gören fare gibi korkarak söylemişti, yalan söylüyorlar!

Bıyıkları hatta başı titredi Baytik’in:

–Ey sen yalan söylüyorsun? Baza ise “bunun ömrü artık azalmış ölecek, bunu duyarsa birini gönderir. Sonra yavrusu sağ bırakmaz, tümüyle yer.”

–Çocuğumun ciğerini yiyeyim! diye yemin etti.

–Bırak! dedi Baytik halsizliği artık görünüyordu, göğsünü sol koluyla okşadı, bırak çocuğundan bahsetme, çocuğunun burada hiç alakası yok, laflarına dikkat et. Bir gün biri “hani yiyecektin şimdi ye” diye çocuğunu kesip ciğerini ağzına atmasın dikkat et dedi.

Baytik’in gözleri süzülmeye başladı. Bu olayı hemen göz önüne canlandıran Baza ürktü ve kaçmaya hazırlandı. “Kısacası” dedi Baytik’in halsiz sesini duyan Baza hemen durdu.

Baytik:

–Şimdi kendini aklama Bazam sen söyledin ben duydum, bunu ikimiz de mezara götürelim kendimizle beraber. İyi düşün, iki yüzlüsün, iki halkı birbirine düşürdün. Sadece kendini ve çocuğunu değil, tüm soyunu yok ederler eğer bilirlerse…

Baza hiçbir yere kaçamayacağını anladı bundan ve yavaşça boz üyün kapısına ilerledi, ulaştığı zaman sanki onu biri sert bir şekilde tutmuş gibi olup korktu ve sonra dışarı çıktı.

Çıkar çıkmaz içerideki hastaya, zorla nefes almasına ve bu haline sevinmiş gibi güldü ve sinirlendi de. Ağlayarak küfretti Baza.

Baytik, “Köp Solto”, “Tok Solto” denen kabiledendi. Baza ise bunlardan değildi. Buna rağmen Baytik onu yanına yardımcısı olarak alırdı hep.

“Ee!” dedi Baza ata zorla bindikten sonra. Sizler de ağlıyormuşsunuz! Sizler de halsizlikten ölüyormuşsunuz demek ki! Sonunda biz alırız yönetimi!”

Kendinden memnun olarak gitti Baza.

9

Etrafta onlardan başka kimse olmasa da birbiriyle uzun zamandır görüşmeyen iki köylü kardeş gibi görüştüler.

“Duydun mu bir şey?”

“Neyi?”

“Neyi neyi? Tek kahramanımızı Ruslar tutup dövmüşler!”

“Gerçekten mi?”

“Evet.”

“İyi olmuş!”

“Rus’u babası gibi görüp getirmişti buraya!”

“Ama Rus yolu bulamayanlardan değil ki?”

Bu sırada biri göründü, iki kardeş de sustular. Doğru bütün Kırgızlar’ın tanıdığı Baytik’in cenazesini Basböltögü’ne götürmüşler. Gelenler o günkü cenaze töreninden geliyordu.

Gözünün önüne iki Baytik göründü, biri önceki siyah kartal gibi duruşu olan diğeri ise ağzı zorla açılıp yatan ihtiyar, “ah” diye üzülen Baytik’’in sesi şimdi Şabdan’a duyuluyordu.

Neden “ah” diyordu!

Bu yalan dünyanın yalan olduğuna mı inandı yoksa ömrü boşa gitti diye mi üzüldü, ne yapsın zavallı “Ak Paşaya yaptığı yürekten hizmeti” için pişman mı oldu?

Yol genişti ama yol boyunca Ruslar oturuyordu. Bir evden bir değil ikişer köpek çıkarak havlıyordu. Onlarla beraber çocuklar da var.

Köpeklerini mi kovalıyorlardı? Hayır, çocuklar onlarla oynuyordu.

Yünleri parlayan iri köpeklerin biri at üstündekini biri ise atın kuyruğuna kadar gelip ısırmak istedi. Ne yapsın köpekler, köpeklik görevini yerine getiriyorlardı!

Sadece köpekler değil, hatta çocuklar da oyun mu ya da gerçekten bilerek mi yaptılar belli değil ama onun ardından bağırıp çağırıyorlardı.

İri bir köpek Şabdan’ın atının kuyruğuna yapıştı kaldı, böyle şeylere alışkın olan atı da çifte attı.

Çocuklar korktular!

Herkes taş alarak üstündeki sahibinin kim olduğunu bile bilmeden ata doğru taş atmaya başladılar.

Ne kaçabildi nede kendini gizleyebildi. Yağmur gibi gelen taşlar her ikisine de değiyordu.

Oturan mucuklar sadece gülüp baktılar, köpekleri değil hatta çocuklarını bile durdurmadılar.

Şimdi Şabdan Baytik’in “ahını” hatırladı.

Birkaç gün sonra Şabdan, bu yaramazlığı durdurmak için kaymakamlığa geldi.

Kim tanımaz ki onu? Şabdan, kapıda duran muhafıza bile bakmadan direk girdi. Kaymakam Başkanı Yarbay Putincev yerinden kalkarak Hazreti İmparatorun saygısını kazanmış Ordu Başkanını karşıladı.

Yolda gördüğü ne kadar üzüntülü olsa da olayı basitleştirerek anlattı.

Onu sonuna kadar dinledikten sonra başını salladı ve şöyle dedi:

– Ne yapacağız ki dedi sadece. Her gelene tüm Rusya padişahı tarafından kendini, evini, mülkünü, herkesten koruma hakkı verilmişti. İyi ki vurmamışlar, onların her birinde tüfek ve bin kurşun var. Bu dedikleriyle üzüntüsünü paylaşmadı ve avutmadı da. Şabdan direk korkuyu hissetti. Anladım demişçesine yavaşça dışarı çıktı. Kahramanın “ah” dediğini yine hatırladı.

İşte yaşasa da kıskanan yaşamasa da birbirine bakmayan iki kardeşin hikâyesi bu!

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6852-17-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu