Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «İnsanlığın yeme tarihi», sayfa 4

Yazı tipi:

2. BÖLÜM
Besin ve Toplumsal Yapı

3
Besin, Zenginlik ve Güç

Zenginliği elde etmek kolay değildir, ancak yoksulluk her daim yanı başımızdadır.

–MEZOPOTAMYA ATASÖZÜ, M.Ö. 2000

Tamirci, Terzi, Asker ve Denizci

Standart Meslekler Listesi uygarlığın doğuşundan günümüze miras kalan bir belgedir. Küçük kilden tabletler üzerine çivi yazısıyla işlenmiştir. Belgenin M.Ö. 3200’lere kadar giden en eski nüshaları, yazının ve şehirlerin ilk ortaya çıktığı bölge olan Mezopotamya’daki Uruk şehrinde (bugünkü Erek) bulunmuştur. Kâtipleri yetiştirmek için kullanılan standart bir metin olduğu için nüshaların çoğu uzun süre varlığını korumuştur. Liste, en önemli meslekler yukarıda olacak şekilde sıraya göre yazılmış 129 meslekten oluşmaktadır. Tabletlere işlenen ve bugün çoğunun ismini bilmediğimiz meslekler arasında şunlar vardır: “yüksek yargıç”, “belediye başkanı”, “bilge”, hükümdarın maiyetinde bulunan “nedim” ve “ulak nezaretçisi”. Liste, o zamanlar muhtemelen dünyadaki en büyük şehir olan Uruk’un nüfusunun (kimilerinin diğerlerine göre daha önemli sayıldığı) farklı mesleklere bölünmüş tabakalı bir yapıda olduğunu göstermektedir. Bu, bize yaklaşık beş bin yıl önce bölgede ortaya çıkan çiftçi köylerinden tamamıyla farklı bir tablo sunmaktadır. İşte besin, bu dönüşümün temelini oluşturur.

Küçük eşitlikçi köy topluluklarından büyük, tabakalı şehir toplumlarına geçiş, nüfusun bir kısmının kendi ihtiyacının ötesinde bir besin üretimini gerçekleştirmesi, diğer bir deyişle tarımın daha yoğun bir şekilde yapılması sayesinde mümkün olabilmiştir. Elde edilen bu fazla besin (artı ürün) de nüfusun diğer bölümünü geçindirmek için kullanılabildiğinden, herkesin doğrudan doğruya tarımsal faaliyette bulunması gereği de ortadan kalmıştır. Uruk şehrinde nüfusun yalnızca yüzde seksenlik bir bölümü tarımla uğraşmaktaydı. İnsanlar, on millik bir yarıçapa sahip devasa bir çember içerisinde şehri çepeçevre saran tarlalarda çalışıyorlardı ve ürettikleri artı ürünlere, toplumun tepesindeki yönetici seçkinlerce el konuluyordu. El konulan artı ürünün bir kısmı yeniden dağıtılıyor, geri kalanı ise yönetici seçkinlerin kişisel tüketimlerine gidiyordu. Toplumdaki bu tabakalaşmayı mümkün kılan tarımsal artı üründür ve bu yalnızca Mezopotamya’da değil, dünyada tarımın yapıldığı hemen her köşede böyle olmuştur. İnsani varoluşun doğasını değiştirmedeki işlevi göz önüne alındığında besinin insanlık tarihinde oynadığı ikinci önemli rol budur. Tarıma geçmeyle insanlar yerleşik yaşama adım attılar. Tarımsal üretimdeki artış da beraberinde insanların zengin ve yoksul, yöneticiler ve çiftçiler diye ayrılmasını mümkün kıldı.

İnsanların farklı işleri ve meslekleri olduğuna ve kimilerinin diğerlerine göre daha zengin olduğuna dair görüş, bugüne kadar doğal bir durum olarak kabul edilmiştir. Gelgelelim insani varoluşun büyük bir bölümü için böylesi bir durum geçerli değildir. Gerek avcı-toplayıcıların gerekse de ilk çiftçilerin büyük ölçüde eşit derecede servetleri vardı ve günlerini de topluluk içindeki diğer insanlar gibi benzer işlerle uğraşarak geçirirlerdi. Bizler besini ya bir masa etrafında toplanmada ya da mecazi olarak ortak bir yöresel ya da kültürel mutfağı paylaşıyor olmaktan dolayı, insanları bir araya getiren bir şey olarak düşünürüz. Oysa besin “ayırmaya” ve “bölmeye” yol açar. Antik dünyada besin zenginlik demekti. Besinin kontrolünü elde tutmak ise iktidarı elde tutmakla eş anlamlıydı.

Tarıma geçişle birlikte besin üretimindeki değişimler ile sosyal yapıda buna bağlı olarak gerçekleşen dönüşümler eş zamanlı olduğu gibi bunlar, birbiriyle iç içe geçen süreçlerdi. Ne toplumun yönetici seçkin tabakası, aniden ortaya çıkıp insanları tarlalarda ölesiye çalıştırmaya zorladı, ne de üretimdeki artış, hemen akabinde bir artı ürünü açığa çıkarıp, kazananın başına taç takıp kral olduğu bir savaşın başlamasına yol açtı. Buna karşılık, avcı-toplayıcı yaşam tarzının terk edilmesi, daha önce kişilerin mal biriktirip saygınlık elde etmede (her ikisi de avcı-toplayıcıların onaylamadığı şeylerdi) önlerindeki engellerin artık kalkması anlamına geliyordu. Yine de gelişmiş toplumların ortaya çıkması belli bir zaman aldı. Mezopotamya’da basit köy topluluklarından gelişmiş şehirlere olan geçiş yaklaşık beş bin yıl sürdü. Benzer şekilde bu geçiş Çin’de ve Amerika kıtasında binlerce yılı buldu.

Besinin kontrolü güç demekti, çünkü insanların ve hayvanların beslenmesini mümkün kıldığı ölçüde besin diğer her şeyin sürekliliğini sağladı. Çiftçilerin ürettiği artı ürüne el koymak, toplumun yönetici seçkinlerine kendi kâtiplerini, askerlerini ve zanaatkârlarını beslemede gerekli imkânı yaratmıştı. Toprağın ekilip biçilmesi işiyle uğraşan çiftçiler herkese yeten besin üretimini gerçekleştirmekteydi; bu da ister istemez beraberinde nüfusun belirli bir bölümünün inşaat işleri gibi hizmetlere kaymasını sağladı. Sonuç olarak elde biriken artı ürün yepyeni şeyler oluşturmada, bu artı ürünü elinde tutan kişiye bir güç verdi. Bununla savaşlar finanse edildi; tapınaklar ve piramitler inşa edildi; özel heykeltıraşlar, dokumacılar ve metal işçilerince üretilen görkemli sanat eserlerinin üretimine destek olundu. Besinin insanlara sağladığı bu gücün kökenlerine inmek için işe avcı toplayıcı toplulukların yapısını incelemekle başlamak ve insanların eskiden, besin ve güç birikimini niçin bu derece tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı bir şey olarak kabul ettikleri –ve bunun niçin değiştiği– sorusunu sormak burada anlam kazanmaktadır.

Antik Eşitlikçiler

Avcı-toplayıcılar, karınlarını doyurmak için besin elde etmede aşağı yukarı haftada iki günlerini harcamış olsalar da besinin yaşamları üzerinde bir hâkimiyeti yoktu. Avcı-toplayıcı grupları, konargöçer bir yaşam sürdürmek; geçici olarak konakladıkları kamp alanı etrafındaki besin kaynaklarının azalmasıyla birlikte birkaç hafta geçmeden başka yerlere göçmek ve göç etmeye başladıkları zaman da her şeylerini yanlarına almak durumundaydılar. Tabii her şeyi taşımak zorunda kalmak, mal biriktirmelerini engelliyordu. Örneğin, Afrikalı bir avcı-toplayıcı ailesi üzerine araştırma yürüten antropologların çıkardıkları bir envantere göre avcı-toplayıcı bir ailenin, herkesin ortak kullandığı bıçak, mızrak, yay ve oklar, bileklik, ağ, sepetler, keser, düdük, flüt, kastanyet, tarak, kemer, çekiç ve şapka gibi araç ve gereçlere sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bugün gelişmiş dünyada yaşayan sadece birkaç aile sahip olduğu şeyleri böyle tek bir cümle içerisinde listeleyebilir. Ayrıca bu araç ve gereçler, ortak mal olduğu için herkes tarafından da serbestçe kullanılmaktaydı. Herkesin kendi bıçağını ya da mızrağını taşımasındansa, bunların paylaştırılması daha mantıklıdır; çünkü grup içindeki kişiler bir başka seferde ağ ya da yay gibi diğer aletleri taşıyabilirler. Araç ve gereçlerin ortak kullanıldığı gruplar, bunların bireylerce kıskanç bir şekilde korunduğu ya da saklandığı gruplara göre daha esnek olabildikleri gibi hayatta kalmada başarı şansları da bir o kadar fazladır. Özetle, eşyaların ortak kullanımına yönelik toplumsal bir baskının olduğu gruplar hızla çoğalabilmişlerdir.

Paylaşıma dönük bu zorunluluk besin için de geçerlidir. Modern avcı-toplayıcılarda şöyle bir kural vardır: Kampa yiyecek getiren kişi, getirdiği yiyeceği, yemek isteyen herkesle paylaşmak durumundadır. Bu kural kıtlıklara karşı bir “sigorta” işlevi görür. Sıradan bir günde yeterli besin bulmanın hiçbir garantisi olmadığı gibi en usta avcılar bile yalnızca birkaç günde bir hayvan avlayabilirler. Eğer herkes bencil olup yemeğini yalnızca kendisi için saklarsa insanlar her daim açlıkla boğuşmak zorunda kalırlar. Paylaşmak, besin miktarının eşitçe bölüşülmesini ve insanların aç kalmamasını güvence altına alır. Bugünkü avcı-toplayıcı grupları üzerine yapılan etnografik çalışmalar, kimi grupların paylaşmaya yönelik çok daha detaylı kurallara sahip olduğunu ortaya koymuştur. Kimi durumlarda avcının, kendi yakaladığı hayvandan kendisine bir pay çıkarmasına dahi (ailenin bir üyesinin dolaylı yoldan bir miktar besinin avcıya verilmesini sağlamasına rağmen) müsaade edilmez. Benzer şekilde, bir toprak parçası ile bu toprak parçasındaki besin kaynakları üzerinde hak talep etmeye de müsaade edilmez. Böylesi kurallar, avcılığın ve toplayıcılığın risk ve mükâfatlarının grup üyelerince paylaşımını güvence altına alır. Tarihsel olarak, besinlerin ortak kullanımına dönük pratikleri olan grupların bu pratiklere sahip olmayanlara göre hayatta kalmada başarı şansları daha fazladır. Çünkü kaynakların ele geçirilmesini temel alan rekabet, hem kaynakların aşırı sömürüsüne yol açabilir, hem de mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar grubun parçalanmasıyla sonuçlanır. Bir kez daha besinlerin paylaşımı burada galip gelmiştir; çünkü paylaşım, bu pratiğe sahip olan gruplara sınırsız avantajlar sağlamaktadır.

Tüm bu anlattıklarımız, avcı-toplayıcıların kişisel bir saygınlık elde etmede mal biriktirmek gibi bir işle uğraşmadıkları anlamına gelir. Ayrıca insanlarla paylaşılması önünde bir engel yokken böyle bir şey neden dert edilsin? Zenginliğin ya da özel mülkiyetin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı tarımsal üretimin gelişine kadar bu böyle devam etti. Afrika’daki avcı-toplayıcılar üzerine çalışmalar yürüten bir antropologun işaret ettiği gibi:

Bir Buşman, diğer Buşmanların kendisini kıskanmalarının önüne geçmek için elinden gelen her şeyi yapabilir. Bu nedenle Buşmanların sahip olduğu birkaç özel eşya, grup üyeleri arasında sürekli dolaşımda bulunur. Kimse bir bıçağı, bunu çok istese bile, elinde uzun süre tutmak gibi bir şeyle özel olarak ilgilenmez; çünkü bu şekilde o kişi kıskançlık nesnesine dönüşecektir. Kişi eğer oturup bıçağının ince kenarını parlatmakla vaktini harcıyorsa gruptaki diğer kişilerden şöyle bir söz işitmesi muhtemeldir: “Şuna da bak, nasıl da bıçağıyla özenle ilgileniyor.” Sonra birisi çıkar ve ondan bıçağı ister –ki herkes bunu yapabilir– ve bıçak da onu isteyen kişiye verilir. Kültürleri birbirleriyle paylaşım üzerine kuruludur. Bir Buşman’ın, grubun diğer üyeleriyle yiyecek ya da su gibi şeyleri paylaşmadığı bir durum hiç yaşanmamıştır. Aralarında çok katı bir koordinasyon olmaksızın Buşmanların Kalahari Çölü’nün kıtlığı ve susuzluğunda ayakta kalmaları çok zordur.

Avcı-toplayıcılar gösterişe, kendilerini afişe etmeye karşı da temkinli oldukları için bunu önlemeye dönük çeşitli kurallar koyarlar. Örneğin, Buşmanlar ideal bir avcının gösterişten uzak ve ölçülü olması gerektiğine inanırlar. Avdan dönüldüğünde, koca bir hayvanı avlamış olsa bile avcı avdaki başarısını abartmamakla yükümlüdür. Grubun üyeleri avı almaya geldiklerinde ise gördükleri şeyin boyutu karşısında düş kırıklıklarını gösterebilirler: “Ne yani, şimdi biz onca yolu bu kemik torbası için mi yürüdük?” Böyle bir durumda avcıdan uyumlu davranması ve söylenenler karşısında kırılmaması, gücenmemesi beklenir. Tüm bu şeyler, avcının kendisini bir kahraman olarak görmesini engelleme amacını taşır. Bir Buşman’ın, yanında misafir olarak kalan etnografa söylediği gibi: “Genç bir avcı büyük bir hayvan avladığında kendisini şef ya da büyük adam zannetmeye, bizleri de kendi hizmetçileri ya da aşağı derecedeki insanlar olarak görmeye başlar. Bunu kabul edemeyiz. Bu yüzden avcının yakaladığı ava değersiz bir şey muamelesi yaparız. Hem bu şekilde avcının içindeki arzuyu söndürüp onu uysal ve anlayışlı biri haline getirmiş oluruz.”

Konuyu biraz daha açmaya çalışalım. Buşmanların şöyle bir âdeti vardır: Vurulan hayvandaki et, hayvanı vurmak için oku atan kişiye değil, hayvanı vuran okun sahibine aittir. (Eğer hayvanı vurmada iki ya da daha fazla ok işin içine girdiyse et, hayvana saplanan ilk okun sahibi kimse ona aittir.) Grup üyeleri oklarını düzenli olarak değiş tokuş ettiğinden bu durum –daha düşük bir ihtimal de olsa– avcılar arasında oturup konuşulacak bir meseleye bile dönüşülebilir. Ayrıca avlanan hayvanın büyükçe bir bölümünün grubun üyeleri arasında paylaştırılması ile yetenekli avcıların kendilerine saygınlık sağlamalarının önüne geçilmiş olur. Aslına bakılırsa ortada bir terslik vardır: Avcının işleri iyi gidip bir sürü besin topladığında, grubun diğer üyelerine karınlarını doyurma fırsatı tanımak için avcı birkaç hafta boyunca avlanmaya ara verecektir. Avlanmaya birkaç hafta boyunca ara vermek demek, avcının kendi besin ihtiyacının grup üyelerince karşılanmasını kabul etmesi demektir. Bu da özetle, avcının kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmiş olduğu anlamına gelir.

1960’lar boyunca süren araştırmalarda Buşmanlarla birlikte yaşamış Kanadalı Antropolog Richard Borshay Lee, kendisine ev sahipliği yapan Buşmanlara teşekkür etmek amacıyla bir ziyafet vermek istediğinde bunun grubun kurallarına ters düştüğünü fark etmiştir. Antropolog Lee, bu ziyafet için büyük ve etli butlu bir öküz satın aldığında Buşmanlar, çok yaşlı, çok zayıf ve belki de yemesi çok güç olan bir hayvanı seçmiş olmasından dolayı kendisiyle dalga geçmeye başlarlar. Lee, bu tavır karşısında hayretini gizleyemez. Neyse ki ziyafette öküz etinin lezzetli ve yumuşak olduğu ortaya çıkar… Peki, Buşmanlar niçin Antropolog Lee’ye karşı böyle davranmıştı? “!Kung Buşmanlar son derece eşitlikçi insanlar olduğu gibi, grup üyeleri arasında kibir, cimrilik ve ilgisizlik tarzı şeylere karşı da hoşgörülü değillerdir,” sonucuna varmaktadır Lee. “Kendi grup üyeleri arasında böylesi davranışların bir işaretini gördüklerinde, insanlara yaptıkları bu davranışın yanlış olduğunu gösterip, onları hizaya çekmek için ‘tevazu dayatıcı’ araçlarını devreye sokarlar.” Diğer avcı-toplayıcılar gibi Buşmanlar da hediye savurganlığını, grubun diğer üyeleri üzerindeki kontrolü sağlamak, politik destek edinmek ya da kişinin statüsünü yükseltmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmektedir. Bu tarz girişimler, onların kültürlerine ters düşer. Buşmanlardaki bu sıkı eşitlikçilik, toplumsal uyum ve herkese güvenilir besin miktarı sağlamak için geliştirilmiş bir “toplumsal teknoloji” şeklinde değerlendirilebilir.

Besin bir başka açıdan da avcı-toplayıcı topluluğun yapısını belirlemektedir. Örneğin, bir avcı-toplayıcı grubun büyüklüğü, kampın çevresinde bulunan besin kaynaklarının elde edilebilirliğine bağlıdır. Üye sayısının fazla olduğu çok büyük bir avcı-toplayıcı grubu, bulunduğu çevredeki besin kaynaklarını hızla tüketecektir. Bu da grubun bir başka yere göç etmesini zorunlu kılacak bir gelişmedir. Aslında avcı-toplayıcı grubun daha büyük bir toprak parçasına ihtiyaç duyması anlamına gelir. Sonuç olarak, grubun kişi sayısı, besin kaynaklarının kıt olduğu yerlerde altı ila on iki kişi arasında değişirken; besin kaynaklarının bol olduğu yerlerde bu sayı yirmi beş ila elli arasında değişmektedir. Bir ya da daha fazla geniş aileden oluşan gruplarda, grup içi yapılan evliliklerden dolayı üyelerin hemen hepsi birbiriyle akraba sayılır. Avcı-toplayıcı grupların genellikle şefleri olmaz; ama avcılık ve toplayıcılıkta erkek ve kadınların geleneksel olarak yaptıkları işler dışında gruptaki bazı kişilerin belirli roller üstlenmeleri söz konusu olur. Bu roller sırasıyla hastaları iyileştirme, silah yapma ya da diğer avcı-toplayıcı grupları ile haberleşme ve görüşmeleri yürütmedir. Ancak grupta hiçbir zaman tam zamanlı çalışan uzmanlar olmadığı gibi grup üyelerinin bir kısmınca yapılan bu işler de kişiler için daha yüksek bir sosyal statü anlamına gelmez.

Avcı-toplayıcı gruplar, gerek evlilik ilişkilerinde gerekse de besin kıtlığına karşı yardımlarda diğer gruplarla olan ilişkilerini her daim canlı tutarlar. Kıtlık zamanında, bir avcı-toplayıcı grubu aralarında evlilik bağı bulunan diğer grubu ziyaret ederek besinini bu grupla paylaşır. Büyük şölenler şeklinde yapılan gruplar arası yiyecek paylaşımları mevsimsel besin miktarının hayli bol olduğu zamanlarda düzenlenir. Bu tür şölenler, avcı-toplayıcılar arasındaki evrensel bir etkinlik olmanın yanında, evlilikler için ritüellerin yapılması, şarkıların söylenmesi ve dansların edilmesi için bir fırsat sunar. Bu yüzden besin, hem avcı-toplayıcı toplulukları birbirine bağlar, hem de gerek grup içi gerekse gruplar arasındaki bağlantıların kurulmasına önayak olur.

Bununla beraber avcı-toplayıcı yaşam tarzına gereğinden fazla duygusal yaklaşmak da doğru değildir. On sekizinci yüzyılda Avrupalılar tarafından avcı-toplayıcı grupların “keşfedilmesi”yle birlikte, “soylu vahşi” yaşam tarzının idealize edilmiş tasvirleri yapılmaya başlandı. On dokuzuncu yüzyılda Karl Marx ve Friedrich Engels komünizm doktrinini geliştirdiklerinde, yerli Amerikan toplulukları üzerinde çalışmalar yürüten Amerikalı Antropolog Lewis H. Morgan’ın tasvir ettiği avcı-toplayıcı topluluklardaki “ilkel komünizm”den kısmen etkilenmişlerdi. Ne var ki avcı-toplayıcı yaşantısı, bugün çoğu insanın yaşantısına kıyasla daha serbest ve daha eşitlikçi olsa da bunun her zaman cennetvari bir yaşam tarzı olmadığını söylememiz gerekir. Örneğin, bu gruplarda nüfusu kontrol altında tutmak için yeni doğmuş bebekler öldürülebiliyordu. Dahası avcı-toplayıcı gruplar arasında sonu gelmez çatışmalar baş gösteriyor; bu çatışmalar katliamlarla, hatta bazı durumlarda yamyamlıkla son buluyordu. Avcı-toplayıcıların kusursuz ve barışın hüküm sürdüğü bir ortamda yaşadıkları görüşü yanıltıcı olduğu kadar yanlıştır da. Yine de şurası çok açık: Büyük ölçüde besin miktarına bağlı olarak şekillenen avcı-toplayıcı toplulukların yapısı, içinde yaşadığımız modern toplumlarınkiyle çok büyük bir farklılık göstermektedir. Ne zaman ki insan tarım yapmaya başladı ve elde edilen besin miktarında çarpıcı bir dönüşüm yaşandı, işte o zaman her şey değişmiş oldu.

“Büyük Adam”ın Doğuşu

İnsanların yerleşik yaşama geçip, avcılık ve toplayıcılığın da tarıma dönüşmesiyle birlikte kurulan ilk köylerde yaşayan topluluklar, hâlâ büyük ölçüde eşitlikçi topluluklardı. Arkeolojik bulgular, nüfusun yüz kişiden fazla olmadığı bu en eski köy topluluklarının birbirine benzer şekil ve boyutta ev ve kulübelerden oluştuğunu göstermektedir. Ancak yerleşik yaşam ve tarıma geçişle birlikte, insanları zenginlik ve statü peşinde koşmaktan alıkoyan kurallar değişmeye; hiyerarşik bir yapılanmaya karşı insanın özünde var olan eğilimleri bertaraf etmek üzere geliştirilmiş toplumsal mekanizmalar aşınmaya başladı. Zaten bir yeri kalıcı olarak mesken tuttuğunuzda artı ürünle birlikte diğer şeylerin birikimini yapmaya başlamak mümkün hale gelir. Böylece toplumsal farklılaşmanın ilk emareleri belirginlik kazanmaya başlar: Evlerin diğerlerine kıyasla daha büyük olduğu; nadide bulunan deniz kabukları ya da gösterişli işlemeleri olan eşyalar gibi saygın görülen parçalara sahip köyler ile kimi mezarların kıymetli eşyalarla dolu olduğu, ama aynı dönemdeki diğer mezarlarda bunların bulunmadığı mezarlıklar… Tüm bu şeyler özel mülkiyet anlayışının hızla kabul edildiği anlamına gelmektedir (Paylaşmak durumunda kalındığında statü kazandıran eşyalara sahip olmanın bir anlamı yoktu). Süreç içerisinde, bazı insanların diğerlerine göre daha varlıklı olmasından hareketle toplumsal bir hiyerarşi kendini göstermeye başlar.

Avcı-toplayıcıların besin bolluğunun olduğu yerlere yerleşip buraları mesken edinmeye başlamalarından hareketle, bazı yerlerde bu sürecin daha tarıma geçilmeden çok önce başlamış olduğu anlaşılır. Ancak tarıma başlanmaması bu durumun yaygınlaşmasına yol açmıştır. Pirincin M.Ö. 4000’lerde tarımsal bir ürüne dönüştürüldüğü Yukarı Yangtze Nehri üzerindeki Çin’in Hupei Havzası’ndaki ilk köyler, bu duruma iyi bir örnek oluşturmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan 208 mezardan bazılarında incelikle işlenmiş eşyalar bulunurken diğerlerinde ölü bedenler dışında pek bir şey bulunmamıştır. Benzer şekilde, bugün Irak’ın kuzey sınırları içerisinde yer alan Tell es-Sawwan’da tarihi M.Ö. 5500’lere kadar giden 128 mezarda yapılan araştırmalar, mezarlarda ortaya çıkan eşyalarda gözle görülür bir farklılığın olduğuna işaret etmektedir. Mezarların bazılarında işlenmiş beyaz mermerler, egzotik taşlardan yapılmış boncuklar ya da çanak çömlekler bulunurken diğerlerinde hiçbir şey bulunmamıştır. Bu durumların her birinde karşımıza çıkan model aynıdır: Tarıma geçiş, beraberinde toplumsal tabakalaşmayı getirmiştir. İlk başlarda pek fark edilmese de sonrasında bu iyice belirginlik kazanmaya başlamıştır.

Farklı ailelerin tarımsal üretimlerindeki değişikliği görmek çok zor değildir. Dahası belli besin maddelerini (özellikle kurutulmuş tahıl ürünleri) depolama becerisi de insanları kendi ürünlerine sahip olmaya daha meyilli hale getirmektedir. Depolanabilir artı ürünün başka şeylerle ticaretinin yapılabilmesinden ötürü böylesi bir birikim zenginlikle eş anlamlıdır. Ancak bazı sakinlerinin, diğerlerine nazaran daha fazla besin ve süs eşyası biriktirebildiği bir köy, yönetici seçkinlerin üretilen artı ürüne el koydukları ve bu artı ürünün kendi tükettikleri bölümünün dışında kalan kısmını da dağıttıkları ilk şehirlerin girift hiyerarşik düzeninden hâlâ fersah fersah uzakta bulunmaktadır. Peki, bu güçlü şefler nasıl ortaya çıktılar ve tarımsal artı ürünün kontrolünü nasıl ele geçirebildiler?

Artı ürün ve diğer şeylerin akışı üzerinde denetim kurma konusunda başarı sağlayan ve böylece kendisine bağlı kişilerden bir grup oluşturabilen “büyük adamlar”ın ortaya çıkışı, eşitlikçi bir köy topluluğundan sınıflı yapıdaki şehir düzenine giden yolda atılan önemli bir adımdır. Şaşırtıcı olan, büyük adamın denetim kurmada kullandığı aracın şiddet değil cömertlik olmasıdır. Büyük adam, insanlara mal hibe ederek onları borca bağlıyor, insanlar da borçlarını bir dahaki sefere daha fazla mal ile karşılamak mecburiyetinde kalıyorlardı. Bu mallar da genellikle besin oluyordu. Böylesi bir işe başlarken büyük adam, diğerlerine verebileceği artı ürünü üretmek için kendi ailesini ikna etmiş olabilir. Sonra bunun karşılığında daha fazla besin elde edip bunun bir kısmını kendi ailesi arasında bölüştürüp, bir kısmını da diğer insanlar için elden çıkararak kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratmış olur. Dünyanın bazı yerlerinde büyük adam kültürleri hâlâ var olduğundan bugün dahi bu süreç gözlemlenebilmektedir.

Örneğin, Melanezya’da büyük adam, borç vermek için kullanacağı kaynakları artırmak amacıyla çokeşli bir yaşam sürdürmek durumundadır. Eşlerden biri bahçeyle uğraşıp sebze-meyve yetiştirir, diğeri ormandan odun toplar, bir başkası da balık tutar. Bu kaynaklar özenle bir araya getirildikten sonra insanlara borç olarak verilir. Böylece insanlar borçlarına karşılık ileride büyük adama daha fazla ödeme yaparlar. Sonra büyük adam tekrar hibe dağıtımına girişir ve bu şekilde kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratmış olur. Bu durum besin üretiminin daha yoğun bir şekilde yapılmasına yol açar. Süreç içerisinde büyük adamın kendi “namını oluşturma” amacıyla düzenlediği büyük şölenlerde bu ilişki doruk noktasına ulaşır. Büyük adam diğer köylerdeki insanları da bu şölene davet eder. Bu şekilde onları kendine borçlu hale getirerek etki alanına dahil etmiş olur. Bu yolla büyük adam toplumun itibar sahibi, sözü geçen güçlü bir kişisi haline gelir. En büyük şölenleri verme ve kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratma amacıyla büyük adamlar arasında kızışan rekabet bu süreci daha da hızlandırır.

Peki bu, büyük adamların zengin ve tembel oldukları anlamına mı gelmelidir? Kesinlikle hayır. Büyük adam için zenginlik, hiçbir şey yapmadan üzerine yatılacak bir şey değildir. Tersine, zenginlik elden çıkarılıp birine borç olarak verildiği zaman kullanışlı olan şeydir. Bazı durumlarda büyük adamlar kendisine bağlı kişilerden daha fakir bir duruma da düşebilirler. Örneğin, Kuzey Alaska’daki Eskimo gruplarında, balina avcılığı yapan kaptanlar, denizden uzakta, iç kısımlarda yaşayan karibu avcılarıyla ticari ilişkileri yürütmekle yükümlü olduklarından kendi gruplarındaki kıymetli malların dağıtımı ve dolaşımının kontrolüyle ilgilenmek zorundadırlar. Ancak aldıkları her şeyi elden çıkarmak zorunda olduklarından ve yardım için gelen ricayı da geri çeviremeyeceklerinden genellikle kendilerine bağlı kişilerden daha yoksul ve yoksun bir hale düşerler. Bu yüzden büyük adamlar da sıkı çalışmak durumundadır. Melanezya’daki bir gözlemciye göre büyük adam, “besin stoklarının devamını sağlamak için herkesten çok daha fazla çalışmak zorundadır. Şan şöhret peşinde koşan kişi kazandıklarıyla yetinemez, bu yüzden büyük şölenler düzenleyip olabildiğince fazla kişiyi borçlandırıp kendisine bağlamaya çalışmalıdır. Günün hemen her saatinde büyük adamdan ırgat gibi çalışması beklenir.”

Aslında bütün bu şeyler, bir grup ya da köy içinde oldukça faydalı bir amaca hizmet etmektedir: Büyük adam, artı ürün ve diğer mallar için bir takas kurumu gibi hareket ettiğinden eldeki malların en iyi şekilde nasıl dağıtılacağını da belirleme hakkına sahiptir. Eğer ailelerden biri fazladan bir besin üretmişse, daha sonraki bir tarihte (Örneğin, alet edevatın yenilenmesinin gerekeceği, belki de besin kıtlığının yaşanacağı bir zamanda) borcun geri ödenebiliyor olmasından dolayı aile elindeki bu fazlalığı büyük adama verebilir. Özetle, başarılı bir büyük adam, toplum ekonomisinin bütünleşmesini sağlayıp bunu koordine eder ve sonunda da toplumun önde gelen kişisi olarak ortaya çıkar. Ancak etki alanı içinde kendisine bağımlı olan insanlara henüz dayatacağı bir gücü yoktur. Bulunduğu pozisyonun devamını sağlamak, grubun geçimini sağlayabilmesine olduğu kadar dağıtım işini yönetebilmesine de bağlıdır. Örneğin, Brezilyalı Nambikwaralar arasında şöyle bir durum vardır: Eğer grubun şefi yeterince cömert değil ve besin sağlama konusunda da pek becerikli değilse insanlar grubu terk edip başka bir gruba katılırlar. Melanezyalı gruplarda, besin dağıtımı konusunda sorunlar çıkartan ya da artı ürünün oldukça büyük bir bölümünü kendisi için saklayan şefler görevlerinden alındıkları gibi, bazı durumlarda ölüm cezasına bile çarptırılırlar. Böylesi bir durumda, büyük adam krala kıyasla hâlâ daha çok yönetici pozisyonunda bulunmaktadır.

₺171,70

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
8 s. 14 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-79-5
Telif hakkı:
Maya Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3, 2 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre