Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «İnsanlığın yeme tarihi», sayfa 5

Yazı tipi:

Şeflikten Uygarlıklara

Peki, bulunduğu mevki cömertliğe ve paylaşıma dayalı olan büyük adam nasıl oldu da bir köy grubunun kudretli bir şefine dönüşüp ilerleyen süreçte de toplumun yönetici tabakasının tepesindeki bir kral oluverdi? Tahmin edileceği üzere, tarımın ortaya çıkışı ve yayılmasında olduğu gibi burada da sürecin tam olarak nasıl işlediği yeterince açık değildir. Ayrıca, bu konuya dair birbirine karşıt çeşitli teoriler mevcuttur. Bir kere daha ortaya çıkıyor ki, sürecin nasıl işlediğini açıklamada tek bir teori bize aradığımız cevabı veremediği gibi kimi teoriler de dünyanın bazı yerlerindeki durumlarda diğerlerine nazaran çok daha geçerli açıklamalar sunmaktadır. Dahası, bu teorilerin ancak birkaçına birden baktığımız zaman şefliğin ve sonrasında da uygarlıkların nasıl ortaya çıktığına dair bir fikir edinebilmekteyiz. Her bir durumda, toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıkışının besin üretimine sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Toplumsal örgütlenmenin daha gelişkin ve daha girift formları, daha büyük bir tarımsal üretimi mümkün kıldığı gibi, artı ürünün büyük ölçülerde üretilmesi de toplumsal örgütlenmenin daha girift formlarının oluşumuna katkı sağlamıştır. Peki, nasıl oldu da bu süreç başladı?

Teorilerden biri, bir büyük adam ya da şefin tarımsal üretimi –özellikle de sulama yöntemi ile– koordine etmesi sonucunda güçlendiğinden bahseder. Tarımsal faaliyetlerin getirisi büyük ölçüde farklılık gösterse de tarım yapılan arazinin düzleştirilmesi ya da sulama kanallarının ve taşmayı önleyen setlerin çekilmesi (bunlar, belirli ölçüde bir toplumsal örgütlenme ile mümkündür) sayesinde bu farklılıkları en aza indirmek mümkündür. Sulama yönteminin köyün tarımsal verimliliğinin artırılmasının yanında başka noktalara da etkisi vardır. Topluluğun üyeleri sulama sistemleri yapıp bunlara bağımlı olmaya başladıklarında, artık mesken tuttukları yerden başka yere gitmeye daha az meyilli olacaklardır. Sulama sisteminin kontrolü, bunu kontrol eden şefe bir güç sağlar. Ayrıca sulama sistemi, artı ürünle beslenen ve şefin gözetimi altında bulunan tam zamanlı askerlerin görevlendirilmesi ile korunmaya ve savunulmaya da ihtiyaç duyar.

İlk başlarda insanların ortak kullanımına yönelik bir tarım projesi olarak başlayan uygulama, özetle söyleyecek olursak, şefin gücünü büyük ölçüde artırmasına olanak sağlamıştır. Şef, kendisine daha da bağımlı hale gelmiş kişilerle birlikte koruyucu özel bir muhafız grubunun oluşmasıyla da kendi kullanımı için artı ürünün daha büyük bir bölümüne el koymaya başlar; bununla ailesini geçindirir, askerlerini besler vs. Sulama sistemleri, Mezopotamya’dan Peru’ya kadar uzanan ilk uygarlıkların ortak bir yönünü oluşturmaktadır. Sulama kanalları, Hawaii ve Kuzey Amerika’nın güneybatısındaki yerlerde şeflik örgütlenmelerinde de vardır. Ancak sulamaya dayalı kimi şeflikler, daha girift ya da tabakalı bir toplumsal yapı oluşturacak şekilde gelişme göstermemiştir. Ayrıca bazı gelişmiş sulama projelerinin daha büyük bir örgütlenmenin nedeninden ziyade sonucu olduğu görülür. Netice itibariyle bazı durumlarda oynadığı rol önemli olsa da, gelişkin uygarlıkların ortaya çıkışında sulama sistemleri dışında daha pek çok neden vardır.

Bir başka teori ise tarımsal artı ürünün toplumun kullanımı için depolanıp saklanmasının, kendisine bağlı insanlar üzerinde daha büyük bir kontrol kurması noktasında toplumun önde gelen kişisine bir fırsat sunduğunu öne sürer. Köylüler, aldıkları borca karşılık ellerindeki artı ürünü büyük adama vermekle, ona topluluğun ambarının inşa edilmesini organize etme görevini vermiş olurlar. Bu işin yapılması ve topluluğun besin ihtiyacının karşılanması, diğer işleri yapmada büyük adama “işletme sermayesi” sağlamış olur. Böylece büyük adam, tam zamanlı çalışacak zanaatkârlar tutar ve artı ürünü kullanmak suretiyle de tarımsal faaliyetleri organize eder. Tüm bunlar, yapılan yatırımların ambar için değerlendirilmesini sağlayan olumlu bir getirinin oluşması temelinde mümkün olur. Böylece hayli detaylı bayındırlık işleri giderek artan oranda şefin konumunun meşrulaştırılmasına yol açar. Ayrıca bu durum, toplumun seçkinleri olarak belirecek bir yöneticiler tabakasını da gerekli hale getirir. Bu bakış açısına göre büyük adamın organize ettiği karşılıklı alıp verme ilişkisinden kudretli bir şefin denetimi altında yürüyen yeniden dağıtım ilişkisine doğru doğal bir gelişimin olduğu görülür.

M.Ö. 6000’lerden sonra Yakın Doğu’da köy toplulukları içerisinde büyük merkezi binalar ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu binaların ambar olarak mı kullanıldığı, yoksa şölen yerleri, ibadet merkezleri ya da şef evleri mi olduğu pek açık değildir. Ama belki şu söylenebilir: Komşu köy ahalisini etkileme amacıyla şölenlerin yapıldığı binalar ya besin depolamak için ya da tarımsal ekinler için bereket ritüellerinin yapıldığı ambarlar olarak kullanılıyordu. Hawaii’den elde edilen bulgulara göre ilk başlarda şölenler için inşa edilen kamusal alanların, sonradan etrafı duvarlarla çevrilerek yalnızca yüksek kademeden seçkin insanların erişimine izin verilen yerlere dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Bu yüzden tapınaklar ve saraylar ilk başlarda ya ambar olarak ya da şölenlerin düzenlendiği yapılar olarak inşa edilmiş olmalıdır.

Bir üçüncü teori ise etrafının doğal bir şekilde çevrelenmiş olduğu tarım arazileri üzerindeki rekabetin, topluluklar arasında savaşların yaşanmasına yol açtığından bahseder. Örneğin, Peru’da, And Dağları’ndan başlayıp hayli kurak bir çöl içerisinde elli millik bir yolculuktan sonra kıyı şeridine dökülen yetmiş sekiz nehir bulunmaktadır. Nehir kenarlarında tarım yapmak mümkündür, ne var ki tarıma elverişli alanların hemen hepsi çöl, dağlar ve okyanuslarla çevrelenmiştir. Mısır’da Nil Nehri boyunca bereketli arazinin dar şeridi üzerinde tarım yapmak mümkündür; ama bunun ötesindeki çölde imkânsızdır. Mezopotamya’nın alüvyal ovaları üzerinde, sadece Dicle ve Fırat nehirlerine yakın yerlerde tarım yapılabilir. İlk başlarda bu yerler birkaç çiftçinin mesken tuttuğu seyrek nüfuslu yerlerdi. Nüfusun artmasına paralel olarak (Çünkü yerleşik yaşama geçiş ve tarıma başlama, avcı-toplayıcı topluluklarınkine kıyasla nüfusun çok daha fazla artmasına yol açar) yeni yeni köyler kurulur. Üzerinde tarım yapmaya müsait alanlar bir kere kullanılmaya başlandıktan sonra çiftçiler üretimi yoğunlaştırıp, daha gelişmiş set ve sulama sistemleri kurarak sabit bir toprak parçası üzerinden çok daha fazla verim almaya başlarlar.

Tarımsal üretkenlik bir süre sonra yetersiz gelmeye başlayınca köyler birbirlerine saldırmaya başlar. Köylerden biri diğerini mağlup edince, savaştan galip çıkan köy diğerinin toprağına el koyar ya da elde edilen hasattan her yıl kendisine belli bir miktar pay verilmesi için mağlup köyün halkına baskı yapar. Bu şekilde, bölge içerisindeki en güçlü köy yönetici sınıf olarak ortaya çıkmaya başlar; zayıf olan köylerse ürettikleri artı ürünü elden çıkarmaya zorlanır. Bu durumun sonucunda kurulmaya başlanan sistemde fakirler, zenginlerin karnını doyurmak için çalışır. Bu teorinin iddia ettikleri akla yatkın geliyor; ne var ki tabakalı toplumların ilk ortaya çıktığı yerlerin hiçbirisinde insanların tarımsal üretkenliğin sınırlarına gelip dayandıklarına dair bir kanıt yoktur. Ama kuraklık ya da kötü bir hasat zamanında, besin depolarının dolu olduğu köylerin besin kıtlığının yaşandığı komşu köylerden gelen saldırılara maruz kalabileceğini hayal etmek çok zor olmasa gerek.

Tüm bu teorileri kapsayan daha genel bir görüş ise gelişmiş toplumların (Yani güçlü bir şeflik ile belirgin bir toplumsal hiyerarşinin olduğu toplumlar) daha üretken, daha dirençli, zorluklar karşısında hayatta kalmada daha esnek ve kendilerini savunmada daha kararlı olacakları görüşüdür. Bu yüzden, güçlü şeflerin ortaya çıktığı köyler, etraftaki daha az örgütlü köylere üstün gelebileceğinden, yaşamak için (En azından şefin otoritesi altında bulunmayı sorun etmeyecek kişiler için) daha çekici yerler haline gelir. Güçlü şeflerin ortaya çıkışının genelde zora dayalı olduğu düşünülür; halbuki insanlar başlangıçta ürettikleri artı ürünün bir kısmını ya da tamamını toplumun şefine kendi rızaları ile veriyordu. Çünkü karşılığında sorunsuz işleyen sulama sistemleri, daha iyi bir güvenlik, toprağın bereketini sürdürmeye yönelik düzenlenen dini ritüeller, çıkan çatışmalarda arabuluculuk üstlenilmesi gibi hizmetlerden faydalanmayı bekliyorlardı. Bunun için de şefe sunulan artı ürün verilmeye değer bir ödül olarak görülüyordu. Öncelikle, toprağa yerleşip evde, tarlada ve sulama sistemlerinde işçi çalıştırmaya başlandığı zaman kişinin artık bulunduğu yerden ayrılması için bir gerekçesi yoktur; isterse topluluğun şefi çıkıp “küçük dağları ben yarattım” desin ya da kendisinin tanrıdan geldiğini iddia etsin, bu gerçeklik değişmez.

Peki, ne olduğunu nasıl anlatabiliriz? Arkeolojik bulgulara göre toplumsal tabakalaşma süreci dünya üzerinde hemen hemen aynı şekilde yaşanmış; dünyanın farklı yerlerinde (Ancak farklı zamanlarda) büyük ölçüde Bronz Çağı uygarlıklarına benzer uygarlıkların ortaya çıkmasıyla bu süreç doruk noktasına ulaşmıştır. Örneğin, M.Ö. 3500’lerde Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları; M.Ö. 1400’lerde Kuzey Çin’deki Shang Hanedanı; M.S. 300’lerden itibaren Güney Meksika’daki Maya Uygarlığı’nın yükselişi ve hemen hemen aynı zamanlarda Güney Amerika’da M.S. 15’inci yüzyılda İnka İmparatorluğu’nun kuruluşu.

Sorun şu ki, arkeolojik bulgular toplumsal tabakalaşma sürecinin nasıl işlediğine dair bize fazla bir şey söylemiyor. Değişimin ilk emareleri genellikle, mezarlarda bulunan eşyaların farklılıklarında ve detaylı işlemeleri olan yöresel çanak çömlek tarzlarının ortaya çıkışında gözlemleniyor. Bu çanak çömlekler, M.Ö. sırasıyla 5500’lerde Mezopotamya’da, 2300’lerde Kuzey Çin’de ve 900’lerde ise Amerika kıtasında karşımıza çıkmaktadır. Bu çanak çömlekler bize, toplumda belirli derecede bir uzmanlaşmanın olduğunu göstermektedir. Buradan da yönetici seçkinlerin ortaya çıkışı ile tam-zamanlı çalışan zanaatkârların beslenebilmesinin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Standart boyutlarda yapılmış çok sayıda çanak çömlek, M.Ö. 3500’lerde Mezopotamya’da karşımıza çıkmaktadır. Bu bize, çanak çömleklerin yapımının merkezi bir kontrol altında yürütüldüğünü, gerek tahıl gerekse de diğer malların standart ölçümlerinin vergi ödeme ve yiyecek dağıtımı süreçlerinde kullanıldığını göstermektedir.

Kuzey Çin’de, Longshan dönemindeki (M.Ö. 3000-2000) yerleşimlerin büyük duvarları vardı. Ayrıca burada mızrak ve sopa gibi silahlar da yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Mezopotamya’da ise binalarda L şeklinde girişler, mancınıklarda kullanılan taşların depolandığı mahzenler ve savunma amaçlı kullanılan toprak hafriyatları karşımıza çıkar. Tüm bunlar bize savunma amaçlı bir örgütlenmenin olduğunu göstermektedir. Bunları, yazının ortaya çıkışına doğru atılan ilk adımlar olarak görmek gerekir. Batı Asya’da yazı, ülke içi yönetimi düzenlemek için kullanılan semboller ve mühürler şeklinde açığa çıkarken, Kuzey Çin’de, işinin ehli büyücülerce kemikler üzerine kazınan semboller olarak karşımıza çıkar. Köylerin şehirlere dönüşmesiyle ortaya çıkan daha büyük yerleşimler eskiye nazaran çok daha büyük bir siyasi örgütlenmeye ihtiyaç duyar. Çünkü anlaşmazlıklar baş gösterdiğinde nihai kararı verecek bir yetkili makamın olmaması, köylerin belirli bir ölçünün ötesinde büyümesini engeller.

M.Ö. 1850’lerde Çin’de Shang Hanedanı’nın kuruluşuyla birlikte zanaat atölyeleri ortaya çıkar. Dahası, bazı yerleşim yerlerinde, belli bir üretimde bulunan atölyelerin olduğu, bazı yerlerde ise bu tür atölyelerin olmadığı göze çarpmaktadır. Bu durum da yerel düzeyde planlı bir uzmanlaşmanın yaşandığını gösterir. Yakın Doğu ve Çin’de bronz işleme; Güney Amerika’da ise altın işleme becerisi, zanaattaki uzmanlaşmaya dair bir diğer işarettir. Mezarlarda ortaya çıkan eşyaların hayli kaliteli madeni malzemelerden yapılmış olmasıysa olağanüstü ölçülerdeki toplumsal tabakalaşmaya dair bir kanıt sunmaktadır. Tarihi M.Ö. 2500’lere kadar giden Mezopotamya’nın Ur şehrinde bulunan “kraliyet” mezarlarında ölenin altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü eşyalarla gömülü olduğu görülmektedir. Hatta bu mezarlarda ölenle birlikte düzinelerce kölenin, müzisyenin ve muhafızın, hatta arabalarını çekmek için öküzlerin bile yer aldığı görülmektedir. Bu mezarlar (ve Çin’deki diğer benzer örnekleri) bize toplumsal tabakalaşmaya dair çok çarpıcı ve tüyler ürpertici kanıtlar sunmaktadır.

İlk şehirler ortaya çıkarken, hem uzman zanaatkârları ile birlikte şehirler bölgelere ayrıldı, hem de tapınak ve piramitler gibi devasa yapıların inşa edilmesine başlandı. Bu hareketlilik, toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıktığına dair hiçbir şüpheye mahal bırakmamaktadır. Aslında bunun doğrudan doğruya yazılı bir kanıtı mevcuttur. Çin’deki belgeler soyluların girift hiyerarşik yapısına dair oldukça detaylı bilgiler sunar. Her soylunun kendi toprağı ve bu soyluların başlarında da bir kral bulunur. Mezopotamya’nın şehir devletlerinde, kil tabletler bize burada vergilerin ödendiğinin, ticarete konu olan malların üretildiğinin ve yiyeceklerin dağıtıldığının kanıtını sunar. Ayrıca bira imalatçılarından yılan oynatıcılarına kadar içinde bir dizi meslek grubunun yer aldığı esnaf birliklerine kayıtlı mesleklerden oluşan üyelik listeleri de burada yer almaktadır. Mısır’da piramitlerin inşa edildiği döneme denk düşen Dördüncü Hanedanlıkta, Kralın Tüm İşlerinden Sorumlu Denetçi’nin memur ve kâtiplerden oluşan büyük bir personel grubu vardı. Bu memur ve kâtiplerin görevleri, tam zamanlı çalışan kalabalık bir duvarcı ekibinin çalışma saatlerini tutmak, erzakları dağıtmak ve işçileri organize etmekti. Tabii tüm bu görevler, bir yığın erzak listesinin oluşturulması ile zaman çizelgelerinin ayarlanması işlerini kapsamaktaydı.

Bir Mezopotamya şehrinin tasviri. Tasvirde, kralın denetiminde olan farklı uzmanlıklara sahip işçiler göze çarpmaktadır.


Bugün dünyada varlığını hâlâ sürdüren pek çok örnekte olduğu gibi anıtsal yapıların ortaya çıkması, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, ilk uygarlıkların toplumsal tabakalaşmasına dair bize belki de en açık kanıtı sunmaktadır.

Böylesi büyük inşaat işleri, ancak düzenli işleyen bir idari sistem altında gerçekleştirilebilirdi. Bu idari sistem ile artı ürünü depolayıp, bunu inşaat işçilerine günlük erzak olarak verebilir ve oluşturduğunuz ideoloji ile de insanları, inşaat projesinin gerekli ve önemli olduğu konusunda ikna edebilirsiniz. Kısacası, güçlü bir kralın yönetimi altında olan hiyerarşik bir toplumsal düzenden bahsetmiş oluyoruz aslında. Mezarların, tapınakların ve sarayların öne çıkan özelliği, bunların olması gerektiğinin ötesinde hem çok büyük, hem de girift yapılar olmalarıdır. Bu binalar sahip olunan gücün bir simgesidir ve toplumların zamanla tabakalaşmasına paralel olarak bu binalar daha da önemli hale gelecektir.

Mısır’ın piramitleri, Mezopotamya’nın zigguratları ile Orta ve Güney Meksika’nın merdivenli tapınakları, tarımsal artı ürün ve toplumsal yapıda buna bağlı olarak ortaya çıkan farklılaşma sayesinde inşa edilebilmiştir. Avcı-toplayıcı topluluklar böylesi yapıları inşa etmeyi hayal edemezlerdi; hayal etseler bile binaların yapımı için ellerindeki tüm araçlarını (artı ürün şeklindeki servetleri ile böylesi bir iş için gerekli olan örgütsel yapıları) tüketmiş olurlardı. Bu heybetli yapılar ilk uygarlıkların yükselişinin birer abidesi olarak boy gösterir. Diğer taraftan bu yapılar o zamana dek eşi benzeri görülmemiş bir eşitsizlik ve toplumsal tabakalaşmanın ortaya çıkışını da simgelemektedir.

4
Besinin İzinde

Man4 yağdırdı onları beslemek için,

Göksel tahıl verdi onlara.

–ZEBUR, BÖLÜM 78, ÂYET 24

Besin: Seçkinlerin Gücünün Anahtarı

Mayıs ayında bir sabah vakti, güneşin doğuşundan hemen önce, üzerlerinde abartılı kıyafetler olan ve sayıları altı yüzü aşkın İnka genci kutsal bir alanda birbirine paralel iki sıra şeklinde dizilmişlerdi. Etraflarında mısır sapları vardı. Güneşin ilk parıltısıyla beraber gençler şarkı söylemeye başladılar. İlk başlarda şarkıyı usulca söylüyorlardı. Güneşin gökyüzünde yükselmesiyle birlikte grup birbirine daha da yakınlaşmaya başladı. Söyledikleri şarkı, onların haylli dedikleri askeri bir marştı. Sabah saatleri boyunca marş belli bir tonda söylendi; öğle vaktine gelindiğinde marşın tonu en yüksek noktasına çıkmıştı. Öğleden sonra ise marşın tonu gitgide yavaşladı ve gün batımında marş sona erdi. Günün alacakaranlık vaktinde, hepsi İnka soylunun evlatları olarak yetiştirilmiş gençler, hasadı kaldırma işine giriştiler. İnkaların her sene geleneksel olarak devam eden mısırla ilgili bu mizansenleri, toplumdaki yönetici seçkinlerin ayrıcalıklı konumlarını pekiştirip, bunu gözler önüne seren âdetlerinden sadece biridir.

Bir diğer örnek ise her yılın Ağustos ayında düzenlenen mısır ekimi törenidir. İnkaların başkenti Cuzco’nun merkezinden görülebilen Picchu Tepesi üzerindeki iki büyük sütun arasında güneşin batışı gerçekleştiğinde kral, büyüme mevsimini başlatır. Kral, yalnızca soylu sınıfının üyelerince sürülüp işlenen kutsal tarlalardan birini sabanla sürüp, bitki ekip dikme işi ile bu görevini icra etmeye başlar. Bir görgü tanığının anlattığına göre “Kral, bitki ekip dikme zamanında gidip toprağı sürer. Kralın bu işi yaptığı gün dini bir bayram günüdür ve bu bayrama imparatorluğun başkenti Cuzco’nun tüm efendileri katılır. Toprağın sürülüp tarlanın düzleştirildiği bu yerde efendiler tanrılarına altın ve gümüşle birlikte kendi çocuklarını bahşederler.” Sonrasında tarlayı sürme işi İnka’nın soylularınca devam ettirilir. Ama süreci ilk başlatan kişinin kral olduğunu unutmayalım. Başka bir gözlemcinin anlattıkları da şöyle: “Diyelim ki kral bu işi yapmadı; böyle bir durumda kimsenin toprağı sürmeye cesareti olmadığı gibi, ürün elde etmek için toprağı ilk süren kişinin kral olmasına gerek yok diye düşünmeyi de akıllarından geçirmezler.” Mısır ekip dikme işinin başlamasıyla lama ve gine domuzlarından daha fazlası tanrılara bahşedilmeye, kurban edilmeye başlanır. Tarlanın orta yerinde rahibeler chicha isimli bir mısır birasını beyaz lamanın cüssesi boyunca toprağa dökmeye başlar. Yapılan tüm bu şeyler tarlaları ayazdan, sert rüzgârdan ve kuraklıktan korumaya yöneliktir.

İnkalar için tarım ile savaş durumu birbiriyle yakından ilişkilidir: Toprak, aynı bir savaşta olduğu gibi, saban ile mağlup edilmiştir. Bu yüzden hasat zamanındaki törenler genç soylularca düzenlenir, çünkü savaşçılar olarak bunun onlar için özel bir anlamı vardır. Toprağa karşı kazandıkları zaferi kutlamak için mısır hasadını kaldırırken haylli denilen marşlarını söylerler. Bir sonraki büyüme mevsiminin başlangıcında hem toprağı mağlup etmede hem de zirai döngünün sürekliliğini garanti altına almak için toprağın üretken gücünü ele geçirmede, sadece kralın hükmü geçer. İşte bu yüzden toprağı ilk süren kral olur. Tabii diğer taraftan bu ritüel, kralın kendi halkı üzerindeki gücünü pekiştirmesine de olanak sağlar. Bir bakıma bu, kral olmadan halk açlıktan kırılır demektir. Toprağın sembolik olarak mağlup edilmesi, aynı zamanda, İnkaların ilk mısır ekimi öncesinde yenilgiye uğrattıkları Cuzco’nun yerli halkı Hualla ile ilk İnkaların arasındaki muharebenin yeni baştan sahnelenmesi anlamına gelir. İnkalar burada iki türde zafer kazanmışlardır: Hem yerel vahşileri mağlup etmiş, hem de tarımı uygulamaya başlamışlardır. Yönetici seçkin olan kral, bu ilk muharebenin galiplerinin soyundan geldiğini iddia etmektedir. Yapılan törenler de kralın bu soy bağını öne çıkarmaya hizmet eder. Böylece toplumun hiyerarşik bir şekilde yapılanması zihinlere aşılanırken, kralın kitleleri yönetme hakkını elinde bulundurması düşüncesi de doğallaştırılmaya çalışılır. Aslında verilmek istenen mesaj şudur: Kral ve onunla birlikte soylular devrilirlerse, geride ekinlerin büyümesini sağlayacak kimse kalmayacaktır.

Besinle bağlantılı bu tarz törenler, ilk uygarlıklarda toplumun seçkinlerinin ayrıcalıklı konumlarını tanımlamak ve pekiştirmek için yaygın bir şekilde uygulanmaktaydı. Ayrıca, besin ya da besin üretimi kapasitesi vergi ödemede kullanılmaktaydı. Besin, askeri başarıların ardından haraç olarak alınıyordu. Evrenin istikrarının sağlanmasında ve zirai döngünün devamının güvence altına alınmasında ya besin bağışında bulunulur ya da besin adak edilirdi. Besinin erzak olarak ve ücret olarak şölenlerde ve festivallerde usule uygun bir şekilde dağıtımı, besinin ve dolayısıyla gücün nasıl dağıldığının da bir göstergesiydi. Modern dünyada, gücün nerede yattığını ortaya çıkarmak için parayı takip edersiniz. Ancak geçmişte, yani eski dünyada, gücün kimin elinde bulunduğu besin ile ortaya konabiliyordu. İlk uygarlıkların nasıl örgütlendiklerini aydınlığa kavuşturmak istiyorsanız besinin izini sürmelisiniz.

4.Yaratıcının çöldeki yolculukları sırasında İsraillilere bahşettiği besin maddesi. (e.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺171,70

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
8 s. 14 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-79-5
Telif hakkı:
Maya Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3, 2 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre