Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kızıl Odanın Rüyası I. Cilt», sayfa 5

Yazı tipi:

Yüzü sanki pudralanmış gibi beyaz, dudakları rujlu gibi kırmızıydı. Bakışları sevgi doluydu. Konuşurken âdeta gülümsüyordu. Ama asıl cazibesi kaşlarının kıvrımındaydı; gözleri bir duygu deryasıyla parıldıyordu. Görüntüsü ne kadar çekici olsa da altında neyin yattığını tahmin etmek hiç de kolay değildi.

Çok sonraları bir şair, Batı Nehri Üzerindeki Ay melodisine yazılan şu dizelerle sanki Baoyu’yü anlatmıştı:

 
Sık sık arar bulur kendini üzecek şeyleri,
Bazen bir ahmak gibidir, bazen bir deli;
Her ne kadar güzel olsa da dış görünüşü,
Kural tanımaz ve itaatsizdir yüreği.
Asla umursamaz görevlerini,
İnatçıdır katır gibi yapmamakta derslerini.
Tuhaftır hareketleri, mizacı aksi,
Dinlemez kimsenin azar ve eleştirilerini.
Umursamaz zenginliği ve asaleti,
Kaldıramaz fakirliğini sefaletini.
Oysa boşa harcadığı zaman ne kadar değerli,
Utandırır içeride ve dışarıda ailesini!
İlk sıradadır dünyada bu işe yaramaz serseri,
Onun gibi bir hain tarihte görülmedi.
Uyarmalı tüm yaldızlı gençleri,
Sakın ola bu kötü haytayı taklit etmemeli!
 

Ama biz hikâyemize devam edelim.

“Hayret, misafirimizle tanışmadan önce üstünü değiştirmişsin.” dedi Büyük Hanımefendi Shi, gülerek. “Haydi, hemen kuzenini selamla.”

Elbette ki Baoyu, bu çok güzel genç hanımın varlığını önceden fark etmiş ve Lin halasının kızı olduğu sonucuna varmıştı. Hemen yanına gidip eğilerek selam verdi, tanışmalarının ardından bir yere oturdu. Daiyu’yü yakından inceleyince, diğer kızlardan çok farklı olduğunu gördü.

Somurtmasa da simsiyah, kavisli kaşları çatılmış, gözleri aynı anda hem neşeli hem de kederli bir ifadeye bürünmüştü. Narin yüzünde hüznün izleri vardı. Çok güzeldi ama bünyesi kalıtsal bir hastalığın pençesindeydi sanki. Gözündeki yaşlar küçücük zerreler hâlinde ışıldıyordu, ferahlatıcı soluğu yumuşacıktı. Hareketsizken suya yansıyan hoş bir çiçek, hareketlendiğinde rüzgârda salınan narin bir söğüt gibiydi. Kalbinde Bi Gan’ınkinden16 daha çok odacık vardı ve bu kalple, güzeller güzeli Xi Shi’den17 daha çok acı çekiyordu.

“Bu kuzenimi daha önce görmüştüm.” dedi Baoyu, incelemesini bitirdikten sonra, gülümseyerek.

“İşte yine saçmalamaya başladın.” dedi büyükannesi alaycılıkla. “Bu imkânsız!”

“Belki görmediysem de yüzü çok tanıdık geliyor. Uzun bir ayrılıktan sonra tekrar karşılaşan iki eski dostmuşuz gibi hissediyorum.”

“İşte bu daha mantıklı!” diyerek güldü Büyük Hanımefendi Jia. “Demek ki iyi arkadaş olacaksınız.”

Baoyu, Daiyu’nün yanına oturmak için yerinden kalktı ve uzunca bir süre bütün dikkatiyle kıza bakmaya devam etti.

“Çok kitap okudun mu, kuzen?” diye sordu.

“Hayır.” dedi Daiyu. “Bir yıldır ders alıyorum, sadece birkaç kelime okuyup yazabiliyorum.”

“Adın ne, kuzen?” diye sormaya devam etti Baoyu, Daiyu adını söyledi.

“Peki, ya stil adın?”

“Yok.”

“Ben sana vereyim o zaman.” diye teklifte bulundu Baoyu, gülerek. “ ‘Çatık kaş’ anlamındaki Pinpin’den daha uygun ne olabilir ki?”

“Nereden geliyor bu isim?” diye araya girdi Tanchun.

Eskiden Günümüze İnsanlar ve Nesneler Kitabı’nda diyor ki batıda kaşları boyamak için kalem yerine kullanılan “dai” diye bir taş varmış. Kuzen Lin’in de adında dai olduğundan ve kaşları da yarı çatık durduğundan, bence bu muhteşem bir isim.”

“Bence uyduruyorsun.” diye dalga geçti Tanchun.

Dört Kitap haricindeki kitaplarda yazan çoğu şey uydurma zaten. Tek uyduran ben miyim?” diye çıkıştı Baoyu, sırıtarak.

Sonra Daiyu’ye döndü, değerli bir taşı olup olmadığını sorarak herkesi şaşkına çevirdi.

Daiyu, onun doğduğunda ağzında olan taşı kastettiğini anladı.

“Hayır, yok. Bence bu, herkesin sahip olamayacağı çok nadir bir şey.” dedi.

Bu Baoyu’yü hemen delilik nöbetlerinden birine soktu. Boynundaki taşı çekip alarak, parçalamak istercesine yere fırlattı.

“Bunun nesi nadir?” diye gürledi, sövüp sayarak. “İyi insanları kötülerinden ayırt edemiyor bile. Ne tür bir manevi idraki var ki? İstemiyorum bu illet şeyi artık!”

Oradaki bütün hizmetçiler şaşırıp kaldılar ve hepsi birden taşı yerden almak için fırladılar. Büyük Hanımefendi Jia, endişe içinde Baoyu’yü kollarına aldı.

“Seni küçük canavar!” diye azarladı. “Hadi huysuzlaşınca sinirini başkalarından çıkarıyorsun da hayatının bağlı olduğu bu değerli şeyi neden fırlatıp atıyorsun?”

Yüzü gözyaşı izleriyle lekelenen Baoyu, “Kuzenlerimin hiçbirinde yok, sadece benim var. Bu çok can sıkıcı! Yeni gelen, peri kadar güzel kuzende de yok. Bunun iyi bir tarafı olmadığı gayet açık.” dedi hıçkırarak.

“Bu kuzeninin de bir zamanlar bir tane taşı vardı.” dedi Büyük Hanımefendi Jia, onu yatıştırmak için. “Ama halan ölüm döşeğinde yatarken, kızından ayrılmak istemeyince, kızına ait olan taşı yanına almaktan başka bir çare bulamadı. Yaşayanların da ölülerle beraber gömülmesi geleneği, kuzeninin evlat saygısıyla yerine getirilmiş oldu. Hem halanın ruhu kuzenini görme arzusunu böylelikle gideriyor. Bu yüzden sana taşı olmadığını söyledi; yaptığı iyilikle övünmek istemiyor. Kendini onunla nasıl kıyaslarsın? Şimdi taşı dikkatle boynuna tak da annen ne yaptığını görmesin.”

Yaşlı kadın değerli taşı hizmetçilerden birinin elinden alıp çocuğun boynuna kendisi taktı. Baoyu, büyükannesinin açıklamalarını bir süre düşündükten sonra ikna olup, bir daha bu konuyu açmadı.

Tam o sırada bir dadı gelip Daiyu’nün nerede kalacağını sordu.

“Baoyu’yü benim dairemdeki en sıcak odaya taşı, küçük hanım da şimdilik onun yeşil tüllü dairesinde kalabilir. Kış bitip de bahar geldiğinde, odalarının tamiratlarını yapıp, kalıcı olarak yerleştiririz onları.”

“Sevgili büyükanneciğim!” diye dil dökmeye başladı Baoyu. “Ben yeşil tüllü dairenin hemen dışındaki yatakta çok rahat ederim. Neden senin yanına geçip düzenini bozayım?”

Büyük Hanımefendi Jia, bir an düşündükten sonra kabul etti.

“Pekâlâ ama her birinizin bir dadısı ve size hizmet edecek birer hizmetçisi olacak. Diğer hizmetçiler dışarıda nöbet tutar ve çağrılara cevap vermek için hazır beklerler.”

Xifeng çoktan bir hizmetçiyle, Daiyu’nün yatağı için leylak rengi, çiçekli bir perde, nakışlı bir örtü ve saten yorgan göndermişti bile.

Daiyu sadece yaşlı dadısı Wang’ı ve bebekliğinden beri yanında olan on yaşındaki hizmetçisi Xueyan’i getirmişti. Büyük Hanımefendi Jia, Xueyan’i çok genç ve çocuksu, Dadı Wang’ı da hizmet etmek için çok yaşlı bularak kendi hizmetçilerinden Yingge’yı Daiyu’nün hizmetine verdi. Tıpkı Yingchun ve diğer genç hanımlar gibi, Daiyu’ye de kendi dadısına ek olarak, ona öğüt verip yönlendirmeleri için dört dadı, kıyafetleri ve bakımıyla ilgilenmeleri için iki özel hizmetçi, odaların temizliği ve ayak işleri için de dört beş genç hizmetçi tahsis edildi.

Dadı Wang ve Yingge yeşil tüllü daireye doğru Daiyu’ye eşlik ederlerken, Baoyu’nün dadısı Li ve baş hizmetçisi Xiren onun için dış odadaki büyük yatağı hazırlamaya giriştiler.

Asıl adı Zhenzhu olan Xiren de Büyük Hanımefendi Jia’nın hizmetçilerinden biriydi. Yaşlı kadın torununa o kadar düşkündü ki çok iyi bakıldığından emin olmak için, ne kadar iyi ve vicdanlı olduğunu bildiği, gözdesi Xiren’i ona vermişti. Baoyu kızın soyadının Hua, yani çiçek olduğunu öğrenip bir şiirin ‘çiçek kokuları erkeklere doğru süzülüyor’ dizesini hatırlayınca, büyükannesinden izin isteyip kızın adını Xiren (erkeklere süzülen) olarak değiştirmişti.

Xiren’in en güçlü tarafı sadakatiydi. Büyük Hanımefendi Jia’nın hizmetindeyken, saygıdeğer hanımından başka kimseyi gözü görmezdi. Şimdi Baoyu’nün hizmetine verilince, yalnızca onu düşünmeye başladı. Ama Baoyu dikbaşlı bir mizaca sahip olduğundan, kızın öğütlerine hiç kulak asmıyor, bu da onu çok üzüyordu.

O gece Baoyu ve dadısı Li uyuduktan sonra, iç odada Daiyu ve Yingge’nın hâlâ uyanık olduklarını fark eden Xiren, yatak kıyafetleriyle parmak uçlarına basarak yanlarına gitti.

“Neden hâlâ uyumadınız, küçük hanım?” diye sordu.

“Otur lütfen, kardeşim.” diye davet etti Daiyu, gülümseyerek. Xiren yatağın kenarına oturdu.

“Bayan Lin’in canı çok sıkkın, sürekli ağlıyor.” dedi Yingge. “Daha gelir gelmez genç efendimizin öfke nöbetine girmesine neden olduğunu söylüyor. Eğer yere attığında taşı kırılsaymış suçluluk hissedermiş. O kadar üzgündü ki ben de onu teselli etmeye çalışıyordum.”

“Üstünüze alınmayın, küçük hanım!” dedi Xiren. “Korkarım ki ileride bundan çok daha tuhaf şeyler yaptığına tanık olacaksınız. Onun davranışları için bu kadar etkilenip üzülecek olursanız, bir an bile huzur bulamazsınız. Bir an önce bu aşırı hassasiyeti bırakın!”

“Söylediklerini aklımda tutacağım.” diye söz verdi Daiyu. “Peki, söyler misin, bu değerli taş nereden geldi ve üzerinde ne yazıyor?”

“Ailedeki hiç kimse nereden geldiğini bilmiyor. Doğduğunda ağzında olduğunu duyduk, ip takılması için deliği bile varmış. Size göstermek için getireyim.” dedi Xiren.

Ama saat çok geç olduğundan Daiyu istemedi.

“Yarın bakarım.” dedi.

Biraz daha konuştuktan sonra yattılar.

Ertesi sabah Daiyu ve kuzenleri erkenden kalktılar; Daiyu, Büyük Hanımefendi Jia’ya saygılarını sunduktan sonra Wang Hanım’ın dairesine gitti. Onu Jinling’den gelen bir mektup hakkında Xifeng’la konuşurken buldu. Yanlarında, Wang Hanım’ın ağabeyinin karısı tarafından bir haber iletmek üzere gönderilen iki hizmetçi de vardı.

Daiyu neler olduğunu anlayamadı ama Tanchun ve diğerleri onların, Jinling’deki Xue teyzenin oğlu Xue Pan hakkında konuştuklarını anladılar. Güçlü bağlantılarına ve zenginliğine güvenerek bir adama saldırıp öldürmüştü ve şimdi Yingtian bölge mahkemesinde yargılanıyordu. Wang Hanım’ın ağabeyi Wang Ziteng bunu öğrenince Rong Konağı’na bu habercileri göndermiş, Xue ailesini başkente davet etmelerini istiyordu.

Daha fazlası bir sonraki bölümde.

4. BÖLÜM

Talihsiz bir kız talihsiz bir delikanlıyla karşılaşır.

Su Kabağı Tapınağı rahibi uzatmalı bir davayı çözer.


Şimdi hikâyemize devam edecek olursak, Daiyu, diğer kuzenleriyle birlikte Wang Hanım’ın dairesine gelince, onu ağabeyinin evinden gönderilen habercilerle kız kardeşinin oğlunun Jinling’de bir cinayete karıştığından söz ederlerken bulmuştu. Wang Hanım’ın uğraştığı meselelerin ne kadar sıkıntılı ve şaşırtıcı olduğunu anlayınca, genç hanımlar hemen oradan ayrılıp Li Wan’e uğradılar.

Li Wan, genç yaşta ölen Jia Zhu’nun dul karısıydı, neyse ki Jia Lan adında, beş yaşında ve okula başlayan bir oğlu vardı. Li Wan’in, Jinling’de saygın biri olan babası Li Shouzhong, İmparatorluk Kolejinde yönetici olarak görev yapmıştı. Soyundaki kadın erkek bütün akrabaları şiir ve edebiyat üzerine eğitim almışlardı ama kendisi ailenin başına geldiğinde, kızlar için eğitim politikasını “hünersiz bir kadın erdemli bir kadındır” düsturu üzerine konumlandırarak, kızına ciddi bir eğitim aldırmak yerine, Kızlar İçin Dört Kitap, Şehit Kadınların Biyografisi ve Asil Kadınların Anıları gibi birkaç kitabı okuyacak kadar öğrenmesine izin vermiş, böylelikle kız eski hanedanlıkların saygın kadınlarını örnek almış, bütün ilgisini örgü ve dikiş işlerine vermişti. Bu yüzden kızına bir tür ipek anlamına gelen Wan ismini vermişti, stil adı da Gongcai’ydi.

Henüz hayatının baharında olan Li Wan kocasını kaybettikten sonra lüks ve refah içinde yaşıyor olsa da her bakımdan kurumuş bir ağaç ya da sönmüş küle benziyor, dış dünyadan hiçbir şeye ilgi duymuyordu. Kocasının akrabalarına hizmet etmek ve oğlunu büyütmenin dışında kalan boş zamanlarında küçük görümcelerine ve kuzenlerine iğne işlerinde ve ders çalışmalarında eşlik ediyordu.

Daiyu burada, evinden uzakta bir misafir olsa da onu teselli eden bu nazik kuzenlerinin yanında kendisini evinde gibi hissediyordu ve yaşlı babasından başka endişe duyacağı bir şey yoktu.

Ama şimdi Jia Yucun’a dönelim. Yingtian’deki yamende makamına yerleşir yerleşmez önüne bir cinayet davası getirildi. Dava, köle bir kızı satın alan iki taraf arasındaki çekişmeden kaynaklanıyordu; hiçbiri hakkından vazgeçmek istememiş ve bunun üzerine çıkan kavga cinayetle sonuçlanmıştı. Yucun derhâl davacıyı sorguya çağırttı.

“Öldürülen adam benim efendimdi.” dedi davacı. “Bir köle kız satın aldı ama sonra bu kızın biri tarafından kaçırılıp satıldığı ortaya çıktı. Bu adama parasını ödeyen efendim, hayırlı bir gün olduğu gerekçesiyle üç gün sonra kızı alacağını söyledi. Ama adam bu arada köleyi gizlice Xue ailesine sattı. Biz bunu öğrenince kızı almak için satıcı adama gittik. Meğer bu Xue ailesi Jinling’de paraları ve nüfuzlarıyla her şeyi alabileceklerini sanan zorbalarmış. Bir grup adamı efendimi öldüresiye dövdükten sonra Xue ve haydutları, arkalarında sadece bu işle ilgisi olmayan birkaç kişi bırakarak ortadan kayboldular. Bir yıl önce şikâyette bulundum ama bir şey çıkmadı. Şimdi size yalvarıyorum, Sayın Hâkim, suçluları tutuklayıp adaleti yerine getirin. Hem müteveffa hem de hayattakiler sonsuza dek size minnettar olacaklar!”

Bunu duyan Yucun büyük bir öfkeye kapılarak, “Bu bir skandal!” diye bağırdı. “Nasıl oluyor da insanlar cinayet işleyip ceza almadan kurtulabiliyorlar?”

Tam tutuklama emri çıkarıp memurlarını eli kanlı katillerin akrabalarını işkence yoluyla sorgulanmak üzere aldırmak için gönderecekken, masasının yanında dikilen bir görevli ona uyarıcı bir bakış atarak, tutuklama emri çıkarmamasını işaret etti. Yucun’ın kararlılığı sarsıntıya uğradı ve vazgeçmek zorunda kaldı. Sonra mahkeme salonundan çıkıp özel odasına geçti ve bu görevli dışındaki herkesi odadan gönderdi.

Adam hemen atılıp önünde saygıyla eğildi.

“Sayın Hâkim!” dedi gülümseyerek. “Geçen sekiz-dokuz yıl içinde durmadan yükseldiğiniz için, beni tanımanızı beklemiyorum.”

“Yüzün çok tanıdık geliyor ama şu anda çıkaramadım.” dedi Yucun.

“Yüksek makamlardaki insanların hafızaları zayıftır.” dedi adam, gülümseyerek. “Demek hayata atıldığınız yeri ve yıllar önce Su Kabağı Tapınağı’nda olanları unutmuşsunuz.”

Bu beklenmedik sözler üzerine geçmiş şimşek gibi Yucun’ın tepesine çöktü. Bu adam bir zamanlar yaşadığı Su Kabağı Tapınağı’ndaki rahip adayıydı. Tapınak yangında kül olduktan sonra kalacak bir yeri olmayan adam, tapınağın sert koşullarından bıkarak bir yamende çalışmanın çok daha kolay ve zahmetsiz olacağına karar verip, gençliğinin avantajını kullanmış ve saçlarını tekrar uzatıp bu göreve başlamıştı. Yucun’ın onu hatırlamaması gayet doğaldı.

Hemen adamın elini tuttu.

“Demek eski bir tanıdıksın!” dedi gülerek. Sohbet etmek üzere oturmasını söyledi ama görevli buna cüret edemedi.

“Kötü zamanlardaki dostluklar unutulmamalıdır!” dedi Yucun. “Burası benim özel odam. Oturmanda bir sakınca yok.”

Bunun üzerine görevli saygılı bir şekilde sandalyenin ucuna ilişiverdi. Sonra Yucun neden tutuklama emri çıkarmasını engellediğini sordu.

“Şimdi bu şerefli makama geldiğinize göre, kendinize bu bölgenin Memur Koruyucu Muskası’nı çıkarmışsınızdır.” dedi görevli.

“Memur Koruyucu Muskası mı? Ne demek istiyorsun?” diye sordu Yucun, merakla.

“Sakın duymadığınızı söylemeyin! Bu durumda görevinize uzun süre devam edemezsiniz. Bugünlerde bütün yerel memurlar, bu vilayetteki güçlü, zengin ve üst düzey kişilerin gizli bir listesini tutuyorlar. Her vilayetin böyle bir listesi var. Eğer farkında olmadan bu insanlardan birini gücendirecek olursanız, sadece makamınızı değil, canınızı da kaybedebilirsiniz. Onun için Koruyucu Muska deniyor zaten. Biraz önce sözü edilen bu Xue ailesi de siz Sayın Hâkim’in gücendirmemesi gereken bir ailedir. Bu davanın zor bir tarafı yok ama sizden önceki yetkililer onların duygularını incitmemek ve isimlerini lekelememek için bir karara bağlamadılar.”

Böyle diyerek cebinden elle yazılmış bir Memur Koruyucu Muskası listesi çıkarıp Yucun’a verdi. Listede görev yaptığı vilayetteki büyük aileler ve nüfuzlu insanlar birtakım basit ifadelerle sıralanmıştı. Şöyle bir şeydi:

 
Bu Jinlingli Jialar,
Aslına bakılırsa,
Değerli taştan salonlarda yaşarlar,
Altınlarını küplerle tartarlar.
 

Yirmi sülale, Ningguo ve Rongguo düklerinin soyundan gelir. Başkentteki sekiz sülalenin dışında ata topraklarında on iki sülale daha vardır.

 
Belki krallara layıktır
Ah-Pang Sarayı,
Ama yeterli değildir,
Jinlingli Shiler için.
 

On iki sülale, Baoling Markisi Shi’nin soyundan gelir. Onu başkentte, geri kalanı ata topraklarındadır.

 
Ejderhalar kralı isterse
Altından yatak,
Jinlingli Wanglara başvurur
Diyorlar.
 

On iki sülale, Emniyet Müdürü Kont Wang’ın soyundan gelir. İkisi başkentte, geri kalanı ata topraklarındadır.

 
Jinlingli Xueler
O kadar zengindir ki
Onlar için altın demir gibi,
Kum gibidir inci.
 

Şimdilerde Hazine’den sorumlu olan İmparatorluk Sekreteri Lort Xue soyundan gelen sekiz sülale vardır.

Daha Yucun listeyi okumayı tamamlayamadan, kapının önünde bir gonk sesiyle Bay Wang’ın resmî bir görüşme için geldiği bildirildi.

Yucun hemen resmî cüppesini giyip şapkasını takarak, misafiri karşılamak için odasından çıktı ve yemek yemeye yetecek kadar bir süre sonra geri dönüp görevliyi sorgulamaya devam etti.

“Bu dört aile, birbirleriyle yakın ilişki içindeler.” diye açıklamasını sürdürdü görevli. “Birini gücendirmek hepsini gücendirmek, birini onurlandırmak hepsini onurlandırmak demektir. Birbirlerine yardım eder ve kusurlarını örterler. Cinayetle suçlanan bu Xue, listede ‘O kadar zengindir ki’ diye yazan Xuelerden biridir. Sadece diğer üç ailenin desteğine güvenmekle kalmaz, başkentte ve vilayetlerde babasının bir sürü eski dostu ve akrabaları vardır. Siz şimdi hangi birini tutuklayacaksınız, Sayın Hâkim?”

Bu sözleri duyan Yucun gülümsedi.

“Eğer durum buysa, davayı nasıl çözeceğiz? Senin katilin saklandığı yeri bildiğini sanıyorum.” dedi görevliye.

“Sizden saklayacak değilim, Sayın Hâkim.” dedi adam, gülerek. “Sadece katilin saklandığı yeri değil, kızı kaçırıp satan adamı ve onu satın alan müteveffayı da biliyorum. Ama durun, size her şeyi ayrıntısıyla anlatacağım.”

“Öldürülen adam Feng Yuan fakir bir köy ağasının oğluydu. Daha genç yaşında hem babasını hem de annesini kaybetti; kardeşi yoktu. Sahip olduğu verimsiz topraklarla kıt kanaat geçiniyordu. On sekiz on dokuz yaşlarındaydı. Kadınlardan çok erkeklerle arkadaşlık ediyordu. Ama hiç şüphe yok ki geçmişteki günahlarının telafisi olarak, garip bir tesadüf eseri, kızı satan bu üçkâğıtçıyla karşılaşmış ve kıza ilk görüşte âşık olmuştu. Onu satın alıp ikinci karısı yapmaya karar vermişti. Artık erkeklerle bir ilgisi kalmadığına ve ondan başka birini eş olarak almayacağına yemin ediyordu. Bu konuda o kadar hevesliydi ki kız onun evine gelmeden önce, gerekli hazırlıkları yapmak için üç gün beklemesi gerekti. Üçkâğıtçının, kızı gizlice Xue ailesine satıp her iki taraftan alacağı parayla kaçma niyetinde olduğunu kim bilebilirdi? Daha amacına ulaşamadan iki taraf onu bulup öldüresiye dövdü. İki taraf da paralarını geri almaya yanaşmıyor, kızı istiyordu. Sonra hiç kimseye taviz vermeyen genç Xue, adamlarına Feng Yuan’in pestilini çıkarmaları için emir verdi. Feng Yuan eve getirildikten üç gün sonra öldü.”

“Genç Xue, neler olacağını bilmeden, başkente gitmek üzere yola çıkmak için çok önceden bir gün belirlemişti ve genç Feng’ı öldürüp kızı aldıktan sonra ailesiyle beraber hiçbir şey olmamış gibi belirlenen günde yola çıkmıştı. Gidişinin kaçmakla bir ilgisi yoktu çünkü bir insanın canını almak onun için önemli bir şey olmadığından meseleyle ilgilenme işini hizmetkârlarına bırakmıştı. Onun hakkında bu kadar konuşmak yeter. Söz konusu kızın kim olduğunu biliyor musunuz?”

“Nereden bileyim?” dedi Yucun.

“Büyük bir minnet borçlu olduğunuz birisi.” diyerek kıs kıs güldü görevli. “O, Su Kabağı Tapınağı’nın bitişiğinde oturan Bay Zhen’in kızı, Yinglian.”

“Ne! Sahiden o mu?” diye bağırdı Yucun, şaşkınlık içinde. “Beş yaşındayken kaçırıldığını duymuştum. Peki, neden daha önce satmamışlar?”

“Böyle insanlar küçük kızları kaçırmaya özen gösterirler.” diye devam etti görevli. “On iki on üç yaşlarına gelene kadar onlara bakar, sonra ülkenin başka bir tarafına götürüp satarlar. Eskiden Yinglian ile her gün oynardık, çok iyi arkadaş olmuştuk. Yedi sekiz yıl sonra on iki on üç yaşlarında güzel bir kız olmasına rağmen yüzü hiç değişmemişti, bu yüzden onu kolayca tanıdım. Ayrıca iki kaşının ortasında bir pirinç tanesi büyüklüğünde, kırmızı bir doğum lekesi vardı, bunu görünce iyice emin oldum. Onu kaçıran adam tesadüfen oturmak için benim evimi kiralamıştı, bir gün o evde yokken kıza birkaç soru sordum. O kadar çok dayak yemişti ki konuşmaya korkuyordu ve onu kaçıran adamın babası olduğunu, borçlarını ödemek için kendisini sattığını anlattı ısrarla. Ona dil dökerek ikna etmeye çalıştığım zaman da ağlayarak çocukluğundan hiçbir şey hatırlamadığını söyledi. Ama o olduğuna hiç şüphe yok.”

“Genç Feng’ın kızı görüp onu kaçıran üçkâğıtçıya parasını ödediği gün, adam sarhoştu. Yinglian iç geçirerek sonunda çilesinin bittiğini söyledi bana. Ama Feng’ın üç gün sonra onu alacağını duyunca o kadar endişelenip üzüldü ki onu kaçıran adam çıkınca, biraz neşelensin diye karımı yanına gönderdim. Karım ona, Bay Feng’ın hayırlı günü beklemekte ısrar edişinin, ona bir hizmetçi gözüyle bakmadığının kanıtı olduğunu söyledi. Ayrıca o çok iyi bir beyefendiydi, hâli vakti yerindeydi; normalde kadınlardan hoşlanmadığı hâlde şimdi onu satın almak için çok para vermişti, bu da onu ne kadar önemsediğini gösteriyordu. Sadece iki üç gün beklemesi gerekiyordu, bunda üzülecek bir şey yoktu.”

“Karım ona böyle cesaret verdikten sonra, Yinglian biraz kendine gelmiş, yakında kendisine ait bir evi olacağına inanmaya başlamıştı. Ama bu dünya hayal kırıklıklarıyla dolu. Ertesi gün Xue ailesine satıldı. Başka bir aile olsaydı sorun değildi de herkesin ‘Budala Zalim’ adını taktığı genç Xue korkunç bir kabadayıydı ve su gibi para harcardı. O kadar para verdikten sonra kızın rızası olmadığını öğrenince, bilincini kaybedene kadar onu dövüp sanki bir ölü gibi zorla sürüklemişti. O zamandan beri kıza ne olduğunu bilmiyorum. Zavallı Feng Yuan mutlu olmayı hayal etmişti ama bu arzusunu gerçekleştirmek şöyle dursun, çok para harcamış ve canından olmuştu. Çok acıklı bir durum değil mi?”

Yucun, bu hikâyeyi duyunca iç geçirdi.

“Karşılaşmaları tesadüf olamaz. Kaderin işi olmalı. Bir tür telafi. Yoksa Feng Yuan’in Yinglian’e aniden duyduğu sevgi başka nasıl açıklanabilir ki? Onca yıl kendisini kaçıran kişinin acımasız muamelesine katlanan Yinglian sonunda kendisini seven bir adamla bundan kurtulma fırsatını bulmuş, onunla evlenebilseydi her şey çok iyi olacaktı ama sonra bunlar oluyor! Hiç şüphesiz Xue ailesi Feng’ınkinden daha zengin ama onun nasıl bir adam olduğunu göz önünde bulundurursak, büyük bir odalık ordusu ve ahlaksız, hovarda mizacıyla Feng Yuan ile bir tutulamazdı! Bu aşk hikâyesi, tuhaf bir rastlantıyla, talihsiz bir delikanlı ile talihsiz bir kızın başına gelen boş bir hülya. Ama başka insanların ilişkilerini bir tarafa bırakalım şimdi! Bu davayı en iyi şekilde halletmenin yolu nedir?”

“Sayın Hâkim, eski günlerde büyük bir zekâ ve kararlılık sergilerdiniz.” dedi görevli, gülerek. “Şimdi ne oldu o eski azminize? Duyduğuma göre bu mevkiye gelmeniz Jia ve Wang ailelerinin sayesinde olmuş. Bu Xue evlilik yoluyla Jiaların akrabası. Neden rüzgâra doğru yelken açıp bu davayı ileride yine iki ailenin de yüzüne bakabileceğiniz şekilde, onlara iyilik yaparak sonuçlandırmıyorsunuz?”

“Teklifin çok yerinde tabii ama bir adamın hayatı söz konusu. Üstelik ben İmparator’un lütfuyla yeniden göreve getirildim ve yeni bir hayata başladım. Minnetimi göstermek için elimden geleni yapmak yerine, nasıl olur da özel nedenlerden ötürü yasaları hiçe sayabilirim? Böyle bir şey yapmaya cesaret edemem.”

“Sayın Hâkim, tabii ki söyledikleriniz çok doğru ve yerinde.” dedi görevli, alaycı bir şekilde gülerek. “Ama buna kimse itibar etmez. Günümüz dünyasında işler böyle yürümüyor. Eskilerin, ‘Büyük adamlar günün şartlarına ayak uydururlar.’ sözünü hiç duymadınız mı? ‘Üstün insan hayırlı olanın peşinden gidip felaketten uzak durur.’ da derler. Dediğiniz gibi yapacak olursanız, İmparator’a minnetinizi göstermek şöyle dursun, hayatınızı da tehlikeye atarsınız. Sizin yerinizde olsam, bir şey yapmadan önce bu konuyu bir kez daha dikkatlice düşünürdüm.”

Yucun uzunca bir süre başını önüne eğip durdu.

“Peki, sen ne diyorsun?” diye sordu, sonunda.

“Hizmetkârınız çok mükemmel bir plan yaptı bile.” dedi görevli. “Şöyle: Yarın davayı görürken, âdet yerini bulsun diye büyük bir gösteri yaparak bir mahkeme emriyle suçlular için yakalama kararı çıkarın. Tabii ki suçluları yakalayamayacaksınız ve davacılar meseleyi burada bırakmayacaklar. Sonra siz Xue ailesinin bazı üyeleriyle hizmetkârlarını sorgulamak üzere gözaltına alırsınız. Ben de perde arkasından işe koyulup onların Xue Pan’in aniden hastalanıp öldüğünü ilan etmelerini sağlarım. Bu olay bütün Xue ailesi ve yetkili otoritelerin yeminli beyanlarıyla desteklenir.”

“Sonra Sayın Hâkim, ruh çağırma konusunda özel bir yeteneğiniz olduğu haberini etrafa yayarsınız. Mahkeme salonuna bir ruh çağırma tahtası kurdurup seansı seyretmek isteyen, asker ya da sivil herkesi davet edersiniz. Ruhun, müteveffa Feng Yuan ile Xue Pan’in önceki yaşamlarında birbirlerine düşman olduklarını, şimdi hesaplaşmak üzere karşılaştıklarını, Feng Yuan’in bunu canıyla ödediğini, onun ruhunun musallat olduğu Xue Pan’in de esrarlı bir hastalığa yakalanıp öldüğünü anlattığını söylersiniz. Kızı kaçıran falan isimli adam bu faciaya neden olduğundan, onun yasaların gerektirdiği şekilde cezalandırılacağını, diğer herkesin temize çıkarıldığını ilan edersiniz. Ben de geri planda kızı kaçıran adamla konuşup itirafta bulunmasını sağlarım. Ruhun mesajının onun itirafını doğruladığını gören insanlar hiçbir şüphe duymadan ikna olurlar.”

“Xue ailesi para içinde yüzüyor. Sayın Hâkim, siz Feng Yuan’in cenaze masrafları için Xue ailesinin Feng ailesine beş yüz, hatta bin tael ödemesini karara bağlarsanız, onların buna gücü yeter. Feng ailesi pek de önemli insanlar sayılmazlar, bütün dertleri para. Gümüş tael onların ağızlarını kapatır. Bu planıma ne diyorsunuz, Sayın Hâkim? Biraz üzerinde düşünün.”

“İmkânsız! Çok riskli!” diyerek güldü Yucun. “Ben bu konuda biraz düşüneyim, asıl mesele insanların gereksiz konuşmalarını önleyecek bir yol bulmak, o zaman bu konu da halledilmiş olur.”

İki adamın görüşmesi öğleden sonra geç saatlere dek sürdü.

Ertesi gün, bir grup şüpheliyle davacı mahkemeye çağrıldı ve Yucun onları inceden inceye sorguladı. Gerçekten de Fengların çok küçük bir aile olduğunu ve cenaze masrafları için bu davaya bel bağladıklarını anladı ama Xue ailesi zenginliklerinin ve nüfuzlarının verdiği kibirle karşılıklı uzlaşmayı reddedince dava çözümsüz kaldı.

Yucun akıllıca davranıp yasaları şartlara uydurarak keyfî bir hükme vardı. Cenaze masraflarını karşılamak amacıyla gelen Feng ailesi yüklüce bir para alıp başka bir itirazda bulunmadı.

Dava sonuçlanınca hiç zaman kaybetmeden Jia Zheng ve o zamanlar Metropolitan Garnizonu’nda Başkomutan olan Wang Ziteng’a birer mektup gönderip, değerli yeğenlerinin aleyhine açılan davanın kapandığını, artık bu konuda daha fazla endişelenmelerine gerek kalmadığını bildirdi.

Bu dava, bir zamanlar Su Kabağı Tapınağı’ndaki rahip adayı olan şimdiki görevli sayesinde halledilmişti ama Yucun bu adamın, herkesin içinde kendisinin fakir ve âciz olduğu eski günleri ortaya dökeceğinden korkmaya başladı. Sonunda onun bir kabahatini yakalayıp, uzak bir bölgeye sürgüne göndererek tekrar rahat bir nefes aldı.

Şimdi Yucun’ı bir kenara bırakıp Yinglian’i satın alan ve Feng Yuan’i döverek ölümüne neden olan genç Xue’ye dönelim. Uzun kuşaklar boyunca kültürlü olan bir aileden geliyordu ve Jinlingliydi ama daha çocukken babasını kaybedince, kendisine çok düşkün olan annesi, tek oğlu ve vârisi olarak onu şımartmış, bunun sonucunda zaman içinde işe yaramaz adamın biri olmuştu. Ailesi son derece varlıklıydı. İmparatorluk Sarayı’nın resmî tedarikçilerinden biri olarak mal alımı için Devlet Hazinesi’nden gelirleri vardı. Genç Xue, Pan adıyla okula gitmişti, stil adıysa Wenqi’ydi. Beş altı yaşlarından beri alışkanlıkları abartılı, konuşmaları kibirli ve küstahtı. Tabii ki okula gitmişti ama doğru dürüst okuyup yazamıyordu. Bütün gününü horoz dövüşü, at yarışıyla ve bazı yerleri ziyaret ederek geçiriyordu. İmparatorluk Tedarikçisi olduğu hâlde işin gerekleri ya da dünya meseleleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Babasının ve büyükbabasının eski bağlantıları sayesinde Gelir Dairesi’ne kaydolarak düzenli bir şekilde yüksek bir maaş ve erzak elde etmeyi başarmış, bütün işlerinin idaresini ortaklarına ve ailenin eski kâhyalarına bırakmıştı.

Annesi née Wang, Metropolitan Garnizonu’nda Başkomutan olan Wang Ziteng’ın ve Rong Konağı’ndan Jia Zheng’ın karısı Wang Hanım’ın kardeşiydi. Yaklaşık kırk yaşlarındaydı ve Xue Pan tek oğluydu. Ama ondan iki yaş küçük, bebeklik adı Baochai olan bir de kızı vardı. Çok güzel olan bu kızın doğal bir zarifliği vardı. Babası hayattayken, çok düşkün olduğu kızını okutmuştu, kız sersem ağabeyinden on kat daha üstündü. Baochai babasının ölümünden sonra Xue Pan’in annelerine huzur yüzü göstermeyeceğini anlayınca, annesinin yükünü ve endişelerini paylaşmak için kitapları düşünmeyi bırakıp kendisini dikiş nakış ve ev işlerine vermişti.

Son İmparator tahsile ve edebe büyük önem verdiğinden, eşi benzeri görülmemiş bir lütuf bahşederek, ikinci eş ve nedime olarak seçmenin yanı sıra, içlerinden prenseslere ve prenslerin kızlarına derslerinde eşlik edecek erdemli ve yetenekli refakatçiler de bulmak amacıyla bakanlığa, ünlü ailelerin ve bakanların kızlarının bir listesini hazırlattı.

Xue Pan’in babası öldüğünden beri, farklı vilayetlerin tedarik bürolarındaki bütün müdürler, asistanlar ve ortaklar, onun gençliğinden ve tecrübesizliğinden yararlanıp sahtekârlığa başlamışlardı ve başkentteki farklı yerlerde yürütülen işler bile yavaş yavaş bozularak açık veriyordu.

Uzun zamandır başkentin tam bir eğlence yeri olduğunu duyan Xue Pan oraya gitmek için üç bahane buldu. Birincisi, seçmelere katılacak olan kız kardeşine eşlik edecek; ikincisi, akrabalarını görecek; üçüncüsü de uzun süredir bekleyen hesapları yoluna koyup yeni harcamalar için ayarlamalar yapacaktı. Tabii asıl niyeti başkent hayatını ve eğlencesini görmekti.

Bu nedenle uzun zaman önce bavulunu ve değerli eşyalarını hazırlamış, dost ve akrabalarına hediye olarak götürmek üzere yerel ürünler almıştı. Yola çıkmak için en uygun günü henüz seçmişti ki Yinglian’i satan adamla karşılaştı, kızın güzelliğine vurulup derhâl satın aldı. Feng Yuan kızı ondan geri almaya kalkınca, Xue Pan üstünlüğünden gayet emin bir şekilde, güçlü kuvvetli adamlarına Feng’ı öldüresiye dövmelerini emretti. Sonra evin bütün işlerini teker teker akrabalarına ve ailenin emektar kâhyalarına emanet edip, annesini ve kız kardeşini alarak yola çıktı. Onun için cinayet suçu, biraz kirli parayla kolaylıkla halledilebilecek, önemsiz bir meseleydi.

16.Shang Hanedanlığı’nın seçkin ve sadık bir bakanıdır, onun idaresi altındayken hanedanlık zenginleşip gelişmiştir. Hükümdar Wen Ding’in oğlu, son Shang Hükümdarı Zhou’nun amcasıdır. Kral Zhou’nun en sevdiği eşi Daji bir gün hasta olduğunu ve sadece Bi Gan’da bulunan yedi odalı kalbe ihtiyaç duyduğunu söyler. Daji’yi kaybetmekten korkan Zhou, Bi Gan’ın kalbinin yerinden sökülmesini emreder. Bi Gan, efsanevi bilge danışman Jiang Zi tarafından hayatını koruması için kendisine verilen muskayla yarasını iyileştirir. Kalbinin olmaması onun tarafsız olduğu anlamına gelir ve Zenginlik Tanrısı olarak tayin edilir. (ç.n.)
17.Antik Çin’in ünlü ‘Dört Güzelleri’nden biridir. Çok zayıf bir bünyesi olduğu ve göğüs ağrıları çektiği söylenir. (ç.n.)
₺35,88

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
3 s. 6 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6862-34-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 4,2, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 4,6, 5 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,6, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre