Kitabı oku: «İş Hayatında 99 Ölümcül Hata», sayfa 3
HATA 07
Herkese Duyduğunuz Güven Yüzünden Herkesin İnsan Olduğunu Unut manız
Sukutuhayale uğramamak, kendi hayal dünyamızda bir fırtınaya sürüklenmemek için herkesin bulunduğu duruma göre farklı pozisyonlar takınabileceğini bilelim. İhanete uğradığımızda bu bizi depresyona sürüklemesin. İnsanlara duyduğumuz güven, bizi sözleşmesiz iş yapmaya yöneltmemeli.

Bazı atasözlerini ve ilahi mesajları, sadece bir rivayet olarak gördüğümüz için bunlar hayatımıza etki etmiyor. Eskilerin kelam-ı kibar dediği sözlerin hayatımıza bir tesiri olmuyor. İmam-ı Azam Hazretleri’nin güzel bir sözü var: “Bir insana itimat edip suizanna uğramak, suizan edip isabet etmekten hayırlıdır.” Biz herkese güvenmeliyiz, çünkü paranoyak gibi yaşayamayız. Bu teyakkuz hâli bizim düşünce dünyamızı da alabora eder. Bu hâl her kişi için geçerli. İnsanın olduğu yerde, insana dair her şey olur. İnsana güvenmeden bir ilişki yürümez. Ama kesinlikle herkesin insan olduğunu da unutmamalıyız. Evladın babaya, eşin eşe, Habil’in Kabil’e yaptıkları ortada. Sukutuhayale uğramamak, kendi hayal dünyamızda bir fırtınaya sürüklenmemek için herkesin bulunduğu duruma göre farklı pozisyonlar takınabileceğini bilelim. İhanete uğradığımızda bu bizi depresyona sürüklemesin. İnsanlara duyduğumuz güven, bizi sözleşmesiz iş yapmaya yöneltmemeli. Her insan bir başka dünya olarak doğuyor. Cenabıhakk’ın yaratıcı meziyetleri o kadar geniş ki, yarattığı hiçbir varlıkta kalıp kullanmamış. Bir insanı seviyoruz diye ona lüzumsuz meziyetler atfetmemeli veya nefret ediyoruz diye onu zemmetmemeliyiz. Rekabeti barbarlığa dönüştüren tek canlı türü insandır. Biz birtakım muhtemel sonuçları hesap ederek itimat mekanizmasını işlettiğimizde büyük hayal kırıklıkları yaşamayız. Aşırı derecede anlam yüklü bir itimat tesisi ise karşı tarafta değil, daha çok bizde menfi neticelere yol açar. Bu bizim zaafımıza dönüşür. İnsanlarla ilişkimizi bir denge üzerine kurmalıyız.
HATA 08
Kredi Kullanmanız, Faize Bulaşma nız
Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de bankalar, işleriniz iyi iken sizinle iyi olurlar. İşleriniz iyi değilse zaten bir bankanın kapısını çalamazsınız. İşleriniz kötüye gittiğinde ise banka önce kendi alacağını kurtarmaya çalışacaktır.
Üniversite mezunu istihdam etmek isterseniz, devlet maaşının yarısını veriyor. Vasıfsız eleman istihdam edeceğim derseniz, İŞKUR 6 ay maaşını ödüyor. Yurt dışı fuara katılmak isterseniz, birtakım masraflarınızı KOSGEB karşılıyor. Bu tür hibe programlarını harekete geçirmek, ilk başta şirket kaynağı edinmede daha kolay bir yoldur.

Kapitalizm insanı kredi ile borçlanmaya mecbur ediyor. Osmanlı Devleti’nin borç almaya başladığı 1854 yılından bu yana biz, Afrika ülkelerinden bile daha yüksek faizlerle borçlanıyoruz. Uluslararası piyasalarda borçlanma değerleri, Londra merkezli bankalar tarafından belirlenir. Almanya, Fransa gibi ülkelerin libor artı 1 ile borçlandığı yerlerde, Türkiye gibi ülkeler libor artı 8’lerle ancak borç bulabilir. Osmanlı Devleti’nin ilk borç aldığı yıllarda borcun faiz oranı yüzde 25’tir. Bir tefeci bile bu kadar borç faizini alacaklısına yüklemez.
Kredi ile iş kurma girişimi kötü bir fikirdir. Çünkü en iyi borçlanmanın ilk ödemesi 6 ay sonra başlar. Dünyada borç alarak girişilen hiçbir iş, 6 ayda borcu kapatacak kadar kazanç sağlamaz.
Siz, kredi almakla, kendi şirketinizdeki özgürlük alanınızı bankaya devretmiş oluyorsunuz. Krediyi veren banka olduğu için, bankanın her türlü tasarrufuna açık hâle geliyorsunuz. Şunu iyi bilin ki, hiçbir banka ile beklentiniz düzeyinde ilişki kuramazsınız. İstediğiniz faiz oranıyla, istediğiniz kadar kredi alamazsınız. Yeni bir şirket olduğunuz için bilançonuz olmayacak. Bu sebeple ipoteğe dayalı kredi kullanmak zorundasınız. Bu durumda malınızı krediye ipotek edeceğinize, doğrudan ticaretini yapacağınız malı satın almak için karşı firmaya ipotek etmeniz daha akıllıca bir yöntemdir.
Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de bankalar, işleriniz iyi iken sizinle iyi olurlar. İşleriniz iyi değilse zaten bir bankanın kapısını çalamazsınız. İşleriniz kötüye gittiğinde ise banka önce kendi alacağını kurtarmaya çalışacaktır.
Ülkemizde kredi maliyetleri, dünyadakinin birkaç kat üstündedir. Türkiye’de enflasyonun iki katı üzerinde bir faiz ödüyorsunuz. Enflasyon, yüksek kredi faizini doğuruyor; yüksek kredi faizi de yüksek maliyeti; yüksek maliyet de yüksek enflasyonu. Bir kısır döngüdür gidiyor. Bankanın istediğiniz zaman yardımcı olmayacağını bildiğiniz hâlde, bankadan kredi alırsam daha rahat ederim dediğiniz anda esaretiniz başlıyor. Ticaret hem dünyada hem Türkiye’de zorlaşıyor. Vadeler kısalıyor, kredi maliyeti ve masraflar artıyor. Ticaret yarın daha da zorlaşacak. Bu yüksek faiz oranları ile daha da zorlaşıyor. Toplumun ve insanların sömürülmemesi için İslam faizi yasaklıyor. Biz Batılılarla, onların yöntemleriyle başa çıkamayız. Banka kurarak, onlarla mücadele edemeyiz. En iyi kapitalist olmaya çalışarak, en iyi finans argümanlarına sahip olarak onlarla bilek yarışına giremeyiz. Çünkü onlar bu işi bizden daha fazla biliyor. Aparatları ve bu konudaki tecrübeleri daha fazla. Bizde doğru dürüst ne burjuvazi ne kapitalist bir zümre var. O yüzden bizim bunlarla böyle bir mücadelenin içine girmemiz beyhudedir. Kur’an-ı Kerim’de Cenabıhak diyor ki: “Ben faiz giren serveti helak ederim.” Kapitalizmin en büyük teorisyeni Adam Smith’in ise şöyle bir sözü var: “Kapitalizmde cari olan faizin sıfır olmasıdır.” Peki kapitalizm bile faizi bu denli reddediyorsa, bütün ilahi dinler faizi haksız kazanç olarak nitelendiriyorsa, biz de Türk toplumu olarak kredi kartları ve faiz yüzünden mağduriyetler yaşayarak bu faizin ne kadar kötü bir şey olduğunu idrak ettiysek bu yaşadıklarımız ne! Bundan memnun olan kim? Bu faiz düzeninden kim memnuniyet duyuyor? Makbul olan faizin düşük olması değildir; makbul olan, faizin olmamasıdır. Bunu Türkiye’de tecrübe etmiş ve sorunu çözüme kavuşturmuş bir siyasi anlayış var. Erbakan Hoca, 70’li yıllarda üç defa iktidar ortağı olduğunda, TÜMOSAN, TAKSAN, Azot Sanayi, Et ve Balık Kurumu gibi kurduğu bütün şirketlerde, daha Türkiye’de hisse senedi nedir bilinmezken yüzde 50 devlet sermayeli, yüzde 50 halka açık şirket modelleri uyguluyordu. 1975 yılında kurulan DESİYAB, yani Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası (Sonra bu faizsiz modelin öncüsü kurum Kalkınma Bankası’na dönüştü.) üzerinden o dönem devlet-millet iş birliği modelini ortaya koyuyordu. Bu durum o fabrikaların yatırım maliyetleri üzerindeki faiz kalemini ortadan kaldırıyordu. Siz şirketinizi kurduğunuzda daha istikametinizi doğru dürüst tayin etmemişken kredi almanız zaten zor. Varsayalım kurduğunuz iş için kredi aldınız, yeni bir işin cari giderlerine bir de devre faizini, dönem faizini, banka faizini ilave ettiğinizde o şirketin uzun vadeli olması mümkün değil.
Bu dediklerimden “Sermayen yoksa iş yapma!” gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Türkiye’de bazı şeyler başlangıç noktasında daha kolay. Devletin pek çok kurumu ve bakanlıklar, hibe programları veriyor. Mesela KOSGEB iki ay süreli girişimci kursları açıyor. O kursu bitiriyorsunuz, devlet size 50 bin lira para hibe ediyor. Üniversite mezunu istihdam etmek isterseniz, devlet maaşının yarısını veriyor. Vasıfsız eleman istihdam edeceğim derseniz, İŞKUR 6 ay maaşını ödüyor. Yurt dışı fuara katılmak isterseniz, birtakım masraflarınızı KOSGEB karşılıyor. Bu tür hibe programlarını harekete geçirmek, ilk başta şirket kaynağı edinmede daha kolay bir yoldur. Yani şirket kurduğunda, krediye gelene kadar bilmeniz gereken bir sürü fırsat var. Bunları bilmiyorsanız işinizde zaten batarsınız. Kredi büyük bir tehlike. Krediden önce fırsatlar var. Tarım Bakanlığı şu anda genç tarımcı istihdamı yapıyor. Yapacağınız işi söylüyorsunuz, size 30 bin lira kredi veriyor. TÜBİTAK’ın teşvik kredileri; kalkınma ajansları var. Bu ajanslara projelerinizi verebilirsiniz. Aynı şekilde Tanıtma Fonu var; buraya da projenizi verebilirsiniz. Bu imkânlar sizin hiçbir zaman geri ödemeyeceğiniz hibe programlarında mevcut. Avrupa Birliği fonları var. Bunları kullanabilirsiniz. Tarımla ilgili, çevre ile ilgili, sanayi ile ilgili hibe programları mevcut. Mesela Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu var. 3 milyon avroya kadar size hibe veriyor. Mesela siz Çankırı’ya tematik bir otel yaptım diyorsunuz. Kurum size yüzde 60’ını hibe olarak veriyor. Organik tarım için solucan tesisi kurdum diyorsunuz, yüzde 70’ini vereyim diyor.
Kredi ile başladığınız bir iş, sürdürülebilir bir iş değildir. Kredinin ve faizin olduğu şirketten Allah da bereketi alıyor. Sizi ticaretin acımasız gerçekleriyle baş başa bırakıyor. Ben kredi kullanarak başarılı oldum diyen orta sınıf bir esnaf ve iş adamı tanımıyorum. Bugün değilse yarın, yarın değilse altı ay sonra batıyor. Çünkü krediyi kredi ile ödeme alışkanlığına duçar oluyorsunuz. Bu sizi bir ömür boyu karşılayamayacağınız borçlarla baş başa bırakıyor.
Kredinin bir başka sakıncası da zihninizi kolaycılığa alıştırması oluyor. Kredi aldığınızda zihninizi iş yapmak yerine bankalardan kredi alarak işi döndürmeye çalışmaya yoğunlaştırıyorsunuz. A bankasından aldığınız krediyi, B bankasından kredi alarak kapatmaya alışıyorsunuz, zihninizi hantallaştırıyorsunuz, gerçeklerden uzaklaşıyorsunuz. Türkiye’de çoğu insan kredi kartının borcunu, bir başka kredi kartından çektiği para ile ödüyor. Bu durum sürdürülemez. Hiçbir banka alacağını kimsede bırakmaz. Zaten banka baştan, sizi sadece şirketinizin varlığı ile değil, şahsi varlığınızla da sorumlu kılıyor. En küçük bir banka krizinde hem şirketinizi hem şahsi varlığınızı kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız. Bu da sizi sorunlu bir zihne sahip kılar. Krediyi aldığınız andan itibaren, zihninizin arkasında sürekli bir denizanası duracaktır. Eş, dost, akraba, anne, baba borçlanmalarıyla bile bir işi yapmak tehlikeliyken kredi ile iş kurmak, uçurumdan atlayıp sağ kalıp kalmayacağını merak etmek gibi bir şeydir. O yüzden faizi, bütün dinler ve ideolojiler lanetler. Ama faiz, hayatımızda her zamankinden daha fazla hükümran. O yüzden kredi ve faiz bir işletmede asla tavsiye edilebilir bir şey değildir.
Siz işinizi doğru yaparsanız, o işin büyümemesi mümkün değildir. İyi bir restoran açan bir insanın, o restoranı nerede açtığının önemi yok. Farklı bir lezzet, farklı bir hizmet ortaya koyuyorsanız, en mezbele yerde bile insanlar yemeğinizi yemek için kuyruk oluştururlar. İşi doğru düzgün, nitelikli yaparsanız, ürününüzün alıcısı sizi hiç ummadığınız bir yerde bulur. O yüzden acele etmeye gerek yok. Hormonlu büyümeye gerek yok. Nasıl 45 günlük tavuk, hormonlu ve zararlı ise faiz de hormonlu ve zararlıdır.
Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir.” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabb’inden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır (Allah onu affeder.). Kim tekrar (faize) dönerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır. Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez. (Bakara Suresi, 275-276)
HATA 09
Çek Kullanmanız
Soyut olan bir şeyi somuta, mücerret olan bir şeyi müşahhasa döndürmek manalı değil. Çek, bir tacirin en son her türlü teşebbüsü yaptıktan sonra ele alacağı bir enstrüman olmalı. Yoksa karpuz keser gibi çek kesmek, onu bir marifet addetmek, ilk başta çok lezzetli gelebilir ama acısı sonra çıkar.
Senet, çeke göre daha az mahzurlu bir değişim aracıdır. Vadesi itibarıyla, senette size üç gün opsiyon verilir. Protesto olduğunda 10-15 gün içinde ödeme yapma zemininiz oluşur. Bunun sarsıcı sonuçları olmaz.

Çek kullanma meselesi, kredi kadar tehlikeli bir mevzudur. Diyelim ki benden 100 bin lira alacağınız var. “Fazla sorun etme.” diyerek çalışma masamın çekmecesini açtım ve fiyakalı bir şekilde çıkardığım çeki, çok ileride bir tarihe imzalayıp önüne koydum. Senin için soyut bir alacak, somut bir alacağa dönüştü. Benim için soyut bir borç, somut bir borca dönüştü. Aradan günler geçti ve çekin ödeme günü geldi. Benim 90 bin liram var. 10 bin lirayı bulamıyorum. Sizi aradım, 90 bin lirayı hemen ödeyeyim, 10 bin lirayı da birkaç gün içerisinde dedim. “Ben o çeke güvenerek kredi kullandım.” diyerek kabul etmediniz. Bankaya götürdünüz ve çekin arkasını yazdırdınız. Çekiniz yazıldığı an, diyelim ki o anda piyasada tedavülde olan 30 çekiniz var; o çek karşılıksız çıktığı an, geri kalan 29 çek, 1 saat içinde o hesaplardan çıkar. Çünkü bütün çekler, bir hesaba kote edilmiştir. Çekiniz karşılıksız çıktığı an, bir sinyalizasyon sistemiyle 29 yere mesaj gider. Farklı bankalar olsa bile Takasbank bu çek karşılıksız diye mesaj gönderir. 29 çek aynı anda sistem dışına çıkar. Aynı gün ilgili ilgisiz herkes sizi arayıp “Bu çek yazılmış, bunu al, bana müşteri çeki ver.” der. Bu küçük çaplı bir iflasın başlangıcıdır. Artık alarm zili çalmıştır.
Bundan 5 sene evvel, bir çekin karşılıksız çıktığının Merkez Bankası kayıtlarına girmesi aylar sürerdi. Banka size bir düzeltme hakkı tanırdı. Siz o düzeltme hakkını yılda iki kere kullanırdınız. Ondan sonra çekiniz ödendi olarak Merkez Bankası kayıtlarına girer ve daha az sorun yaşardınız. Siciliniz bozulmazdı. Şimdiki dijital sistem çok farklı, çok hızlı. Diyelim toplam borcunuz 500 bin lira, 30 çek için bir anda 500 bin lirayı tedarik etmeniz veya birkaç gün içinde 500 bin liralık müşteri çeki bulmanız gerekir.
Her sektör kendi dinamikleriyle döndüğü için sizin çekinizin bulunduğu kişilerin yaşadığınız olumsuzluktan haberdar olması uzun sürmez.
Soyut olan bir şeyi somuta, mücerret olan bir şeyi müşahhasa döndürmek manalı değil. Çek, bir tacirin en son her türlü teşebbüsü yaptıktan sonra ele alacağı bir enstrüman olmalı. Yoksa karpuz keser gibi çek kesmek, onu bir marifet addetmek, ilk başta çok lezzetli gelebilir ama acısı sonra çıkar.
Senet, çeke göre daha az mahzurlu bir değişim aracıdır. Vadesi itibarıyla, senette size üç gün opsiyon verilir. Protesto olduğunda 10-15 gün içinde ödeme yapma zemininiz oluşur. Bunun sarsıcı sonuçları olmaz. Sizi hapis cezasıyla tecziye edecek bir değişim aracı değildir senet. Bir de çekin hapis cezası gibi bir yaptırımı vardır. İki defa karşılıksız çıkan çekteki miktar kadar adli cezanın ödenmesinden sonra, bu üçüncü kez tekrarlandığında hapis cezası söz konusu olur. Bu da sizin işlerinizi tümüyle yürümez hâle getirir. Onun için burada çek de kredi kullanmanın, hatta para basmanın farklı bir biçimidir. Siz kendi paranızı basmış olursunuz. Çok tehlikeli bir iş yaptığınızın farkında olmalısınız.
Hele bir adam hem kredi hem çek kullanıyorsa onun nerede ne zaman yalpalayacağı hiç belli olmaz; kendisini dramatik bir son beklemektedir. Zaten çekinizin karşılıksız çıktığı sistemde görüldüğü anda, ilk olarak kredi hesaplarınız tehlikeye düşer. Hemen kredi geri çağırmalar başlar. Kredide planınızı dönem faizi üzerine kurmuş iken adam pat diye bir ihtarname ile sizden kredisini bir hafta içinde ister. Ne yapacaksınız? Ki öyle bir hakkı da var. Sadece taksitli kredileri çağıramaz. Geri kalan her türlü ticari krediyi isteyebilir. Hükûmet edenlerin bankaları “Kredileri geri çağırdığınızı duyuyoruz.” diyerek tedip etmeleri bu sebepledir. Bir ihtarnameye bakar. Size ve şirketin ortaklarına verdiğim krediyi 7 gün içinde kapatın kardeşim der. Senin “Niye istiyorsun?” deme hakkın yok.
Konuya girerken de ifade ettiğim gibi çek, kredi kadar tehlikelidir. Kredide, iktisadi olarak her şeyini kaybetme ihtimaliniz var, çekte buna ilave olarak hapisle cezalandırılabilirsiniz. 10 adetli üç koçan çek, sizi bir ömür hapiste yatırmaya yeter. Karşılıksız çıkan çekinizle hapis cezasıyla karşılaşmanız; işinizi, ailenizi, her şeyinizi kaybetmeniz anlamına da gelir. Çek kullanmak hormonlu büyümenin, inorganik büyümenin bir şeklidir.
HATA 10
Ortaklık Yapmanız
Ortaklık; paylaşmak, müsamaha göstermek gibi bir sürü şey gerektirir. Ortağının her davranışı senin gözüne batarsa, onunla ülfet edemezsen ortaklığın devamı mümkün değil. Türkiye’de sağlıklı ortaklıklar olmuyor. Burjuvazi bile ortaklıkları devam ettiremiyor.

Beş kişi bir araya gelip bir şirket kurdunuz diyelim, buna anonim şirket denir; ama Türkiye’de ortak iş yapma, anonim davranma kültürü yok. Türkiye’de ortaklıklar asla ve kat’a uzun ömürlü olamıyor. Dünyada da çok ortaklılık fazla görülmüyor.
Batılılar, finansman sağlamak için güçlü borsalar kurmuşlar. Örneğin bizde her şirket kendini borsaya kote ettiremez. Şartları daha ağırdır. Amerika’da da her şirket kendini bir anda borsaya kote ettiremez; ama orada “melek yatırımcı”, “beyaz yatırımcı” gibi yatırımcı seçenekleri var. Kaynak daha fazla olduğu için onlarda finansman bulmak biraz daha rahat. Türkiye’de bir şirket üç yıl üst üste zarar etse Borsa İstanbul’da işlem görmesi mümkün değil. Ama gerek Londra’da gerek Pekin’de gerek Paris’te bu işler bizden daha kolay yürüyor. Ortaklık üzerinden kaynak bulma işi onlarda daha kolay.
Amerika’da birkaç şirket dışında, büyük şirketlerin çoğu ailelerindir. Bazıları ortaklık kurmuş aileler elindedir. Bizde böyle bir şey yok.
Ortaklık, paylaşmak, müsamaha göstermek gibi bir sürü şey gerektirir. Ortağının her davranışı senin gözüne batarsa, onunla ülfet edemezsen ortaklığın devamı mümkün değil. Türkiye’de sağlıklı ortaklıklar olmuyor. Burjuvazi bile ortaklıkları devam ettiremiyor. İlk kuşak şirketi kuruyor, ikinci kuşak büyütüyor, üçüncü kuşak ortaklığı bozuyor. Sabancı ailesi örneği ortadadır. Şimdilerde Sabancı Grubu üçe dörde bölünmüş durumda. Ailenin her ferdi kendi müstakil işine yoğunlaştı. Bu, taşrada daha seri ve daha hızlı bir şekilde meydana geldi. Ortaklık yapıp buradan iyi sonuçlar elde eden STFA Grubu’ndan başka kaç iyi örnek daha gösterilebilir? Küçük şirketlerde paylaşım daha da zordur.
Bizim insanımızın “Ben patron ve baş olmalıyım.” hayali vardır. Sokaktaki vatandaşın bile başbakanlıkla ilgili bir düşüncesi vardır.
Kolektif davranmak zor bir iştir. Ortağının seni mütemadiyen dengelediği hâller, “Ben bu işi daha kolay yaparım.” psikolojisine sürükler. Bu sebeple ortaklıklar uzun ömürlü olmuyor. Herkes bunu etrafında görür. Her yanlışı biz tecrübe etmeyelim.
HATA 11
Uzun Vadeli Mal Almamanız, Uzun Vadeli Mal Satmanız
24 ay vadeli mal aldıysanız 12 ay vadeli satmanız lazım. Eğer aldığınız vadeyle mal satarsanız kısa sürede teklersiniz. Kâr marjınız düşer, finansman maliyetiniz artar. İşi döndüremeyebilirsiniz. Tahsilatta sorunlarla karşılaşabilirsiniz.
Güvene dayalı bir ticaret yapılmış olsa maliyetlerin üzerine faiz binmemiş olur. O zaman da malı daha makul bir kâr haddi ile satmak mümkün hâle gelir. Bu durumda ortalama maliyet yüzde 25 düşer. Bu da sizi sektörünüzde daha rekabetçi hâle getirir.

Vade miktarı sektöre göre değişir. Bazı sektörlerde itimat telkin ederek, bazı sektörlerde bir yıl vadeli mal alarak bunu günlük nakit akışına çevirebilirsiniz. Mesela oyuncak, kırtasiye, bijuteri, kozmetik, mobilya ve bir kısım tekstil ürünleri gibi… Kozmetikte 18 aya, mobilyada 12 aya, bazen 24 aya uzanan vadeler var.
Adam size 24 ay vadeli mobilya veriyor. Basiretli bir tüccar olarak bu vadeyi 12 aya indirmeniz gerekmiyor. Vadeli mal alman, satıcının finans dengesini kurma stiliyle ilgilidir. Dolayısıyla benim hem sermayeye ihtiyacım var hem kaynak üreterek para kazanmam gerek. Böylece basiretli bir tüccar olarak borcumu ödemem lazım. Borcumu vermezsem mal alamam. Borcumu ne kadar düzenli ödersem piyasa kredim o kadar artar. Piyasa kredisinde de razı olunan şartlar ne ise iş ilişkisi o minval üzere yürütülür.
24 ay vadeli mal aldıysanız, 12 ay vadeli satmanız lazım. Eğer aldığınız vadeyle mal satarsanız kısa sürede teklersiniz. Kâr marjınız düşer, finansman maliyetiniz artar. İşi döndüremeyebilirsiniz. Tahsilatta sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Ürün satışında karşılaşacağınız sorun, karşı tarafa ödeyeceğiniz borçta sıkıntı yaşamanıza yol açar. Dolayısıyla basiretli bir adam, kısa vadeli mal satar, mümkünse peşin satar, ama alabileceği en fazla vade ile ürün alır. Siz 24 ay vadeli mal alırken yıllık maliyetlerinizden bir yıllık enflasyonu düşüyorsunuz. Amme yararına ticaret yapmadığınız için aldığınız malın üzerine bir kâr marjı koyup sattığınızda aynı zamanda bir sermaye elde ediyorsunuz. Bu sistemi doğru kullandığınızda başka hiçbir kredi aparatına ihtiyaç duymazsınız.
Doğru borçlanma modelleriyle sermaye temin etmeniz mümkün. Karşınızda malını satmak isteyen bir üretici var. Ama pazar bulamıyor. Siz o üreticinin malını satmak üzere bir şirket kuruyorsunuz. Sermayeyi de üretici tedarik ediyor. Bursa’da, Kayseri’de, Gaziantep’te bir mobilya firmasına gidip “Ben senin filan şehirde bayiniz olmak istiyorum. Beni tanımıyorsun. Ben sana ipotek vereyim. Sen bana bu ilin bayiliğini ver. Ben de seninle ticaretimi devam ettireyim.” diyebilirsiniz. Ortaya koyduğunuz bu modelde, ipotek edeceğiniz malınızın değeri 100 bin lira ise karşı taraf da size 200 bin liralık kredi açar. Karşı tarafa gayrimenkul ipoteği göstermeniz itimat verir. Açılmayacağını zannettiğiniz bütün kapılar açılır. Yani bankayla yapacağın işi, doğrudan işi yapan kişiyle yap. Böylece sermayeyi, malınızı satmak istediğiniz kişiden almış olursunuz. Bu meşru ve maliyetleri düşüren bir yöntemdir. Kredi faizi, üretim maliyetine bindiği için bizim imalat maliyetimiz yüksek olmak durumundadır. Tarlada bir lira olan domates, markette neden 8 lira? Çünkü her aracı, kendi kârını ve maliyetini aldığı fiyatın üstüne bindiriyor.
Üretici Ziraat Bankasından aldığı kredi sebebiyle, 75 kuruşluk domatese 1 lira diyor. Kabzımalın gözü dönmüş, ihtikâr yapıyor. Nakliyeci arabayı kredi ile almış. Kredinin maliyetini navluna yüklüyor. Domates, İstanbul haline girdiğinde ihtikâr yapan bir kabzımal tarafından satılıyor. O da maliyetini mala yüklüyor. Halden mal tedarik eden market doğal olarak kredi kullanıyor. O kullandığı krediyi maliyet olarak senden çıkarması lazım. Böylece birçok yerde maliyete yüksek faiz oranı biniyor. Bunları düşündüğümüz zaman, bu maliyetlerin artması normal. Oysa güvene dayalı bir ticaret yapılmış olsa maliyetlerin üzerine faiz binmemiş olur. O zaman da malı daha makul bir kâr haddi ile satmak mümkün hâle gelir. Bu durumda ortalama maliyet yüzde 25 düşer. Bu da sizi sektörünüzde daha rekabetçi hâle getirir.
Nietzsche, “Uçuruma bakma. Uçurum da sana bakar.” der. Her sektörde kendi sermayeni tahkim edecek kadar fırsatlar var. Sen krediye bakarsan ticareti kredi gözüyle görürsün. Türkiye’de PETKİM gibi, TÜPRAŞ gibi peşin para ile alışveriş yapan, tekel olan işletmelerin hâkimiyet kurduğu sektörlerin dışında hâlâ birçok sektörde fırsat yoğunluğu çok fazla. Zaten basiretli tüccar da bu fırsatları gören kişi olmalı.