Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Reşit Hanadan ve Romancılığı»

Yazı tipi:

Eşim Yonca ve hocam İsmail Turan Kallimci’ye minnetle…


GİRİŞ

Kosova Türk edebiyatının önemli isimlerinden Reşit Hanadan’ın romanlarını inceleyeceğimiz bu çalışmada, ilk elde, yazarın yetiştiği edebî ortamın önemli olması nedeniyle Kosova Türk edebiyatı ele alınmalıdır.

Balkanlarda Türk varlığı çok eskilere dayansa da asıl önemli ve kalıcı ilişkiler Osmanlı ile birlikte başlamıştır. Balkanların çok uluslu yapısında bile bu ilişkiler yüzyıllar boyunca iyi ve huzurlu bir şekilde sürmüştür. Osmanlı’nın bu coğrafyadan çekilmek zorunda kalmasıyla bu barış ve huzur ortamı bozulmuştur. “Osmanlı’nın yüzyıllar boyunca egemenliği altında tuttuğu topraklarda barındırdığı, buna göre de kendinden saydığı; imparatorluk sınırları içinde geçerli olan yasaların tanıdığı ölçüde her türlü hak ve özgürlükten, koşul ve olanaktan yararlandırdığı; her alanda yaptığı yatırımlarla en az Anadolu’daki kadar rahat bir yaşama ve çalışma fırsatı tanıdığı, fakat buna rağmen, kendilerini maalesef Osmanlı’dan saymayan ulusların ihanetine uğrayıp Balkan Savaşları’nın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından bu diyardan tamamen el çekmesinden sonra, Balkanlardaki bütün diğer Türkler gibi Kosova Türkleri de, bu büyük darbenin ağır sonuçlarına ister istemez katılmak durumunda kalmışlardır.”1

Kosova Türkleri, Osmanlı’dan sonra, hem Sırpların hem de Arnavutların baskısı altında kimliklerini muhafaza etmek ve onurlu bir yaşam sürdürmek için büyük mücadeleler vermişlerdir. Osmanlı’dan sonra yönetimi ele alan Sırpların ilk yaptığı iş, bastırılmış Türk kinini açığa çıkarmak ve bölgedeki Türkleri karanlığa boğmak olmuştur. Sırpların bu yöndeki uygulamaları daha çok Osmanlı’dan kalan ve Osmanlı’yı hatırlatan her türlü kültürel kalıntıyı kazımaya yöneliktir. Dolayısıyla bölgedeki Türklerin verdiği mücadele de, ilk elde, Sırpların yadsıdıklarını yaşatmaya yöneliktir. Bunlardan bir tanesi de Osmanlı döneminden kalan edebiyat geleneğidir. Suat Engülü Kosova Türk Edebiyatı’nın şu üç dönemden geçtiğini ifade etmiştir:

1. Osmanlı Dönemi Kosova Türk Edebiyatı;

2. Balkan Savaşları’ndan sonra Kosova Türk Edebiyatı ve

3. Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı.2

Kosova Türk Edebiyatı’nın saptanan üç gelişim döneminden biri olan Osmanlı Dönemi Kosova Türk Edebiyatı, Mesîhî gibi güçlü bir şairi yetiştiren parlak bir dönemdir. Mesîhî’nin dünya dillerine aktarılan ünlü bahariyesinin yanında bir de “şehr-engîz”i vardır. “Bilindiği gibi şehr-engîz, bir şehrin güzellerinden ve güzelliklerinden söz eden mesnevî tarzında yazılmış şiirler anlamına geliyor. Klasik edebiyatın pek çok başka tür ve şeklin tersine şehr-engîz, edebiyat tarihine bizim kazandırdığımız bir türdür.”3 Mesîhî de bu türün ilk örneğini veren şairdir. Bu güçlü edebiyat az evvel sözünü ettiğimiz siyasal koşullar ve onun perdesi altında oluşan karanlık dönemde durma noktasına gelmiştir.

İkinci gelişim dönemi olan Balkan Savaşları’ndan sonra Kosova Türk Edebiyatı’nda da kayda değer bir gelişim yoktur. Bu dönemde karşımıza çıkan en önemli isim Hacı Ömer Lütfi’dir. “Kosova Balkan savaşları sonrasında modern dönemde tasavvufi şiirler yazan Hacı Ömer Lütfi’nin”4 Osmanlı’dan kalan bir şiir geleneğini temsil ettiği çok açıktır. Ancak Kosova Türk Edebiyatı’nda devrimsel bir şahsiyet olarak değil de büyük bir şair olarak yer alması ve kendisinden sonraki kuşaklara kapı aralayacak misyon yoksunluğu buradaki durgun edebî hayatta bir değişim yapamamıştır. Üstelik zaten karanlık olan edebiyat ortamı onun 1912’deki ölümüyle artık tamamen sessizliğe bürünmüştür.

Çağdaş Türk Kosova Edebiyatı’nın başlangıcı ise Hacı Ömer Lütfi’den çok sonra olacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından her ulus için eşit şartlar, temel hak ve hürriyetler parolasıyla yönetime gelen Tito, ilk yıllarında sözünü tutmamış ve bununla beraber Stalin ile yaptığı birliktelik sonrası büyük yaralar açmıştır. Bu birliktelik çok uzun sürmemiştir. Tito kendisini ve ülkesini Stalin’in güdümünden kurtarmak için bazı radikal kararlar almıştır. Bu kararlar sonucunda da 1948 yılında başlayan ayrılık ile birlikte 1953’te Stalin’in ölümüne kadar Sovyetlerle gerginlik yaşamıştır. Kosova Türkleri için 1948 sonrası bir umut olsa da verilen vaatlerin ancak 1951 yılının başlarında tutulması bütün umutların tükenmesine ve göçlerin yaşanmasına neden olmuştur. 1951 yılında Türklerin ve Türkçenin devlet tarafından tanınması buradaki edebî yaşantının üzerindeki o karanlık perdenin kalkması adına önemli bir gelişmedir. Bu tarihte kurulan “Doğruyol Kültür ve Güzel Sanatlar Derneği” Türk edebiyatı, dili ve kültürü için oldukça önemli bir gelişmedir.

1951 yılının Çağdaş Kosova Edebiyatı için önemli olduğu çok açıktır. Hatta bu yılı Çağdaş Kosova Edebiyatı’nın başlangıcı olarak kabul eden edebiyat tarihçileri de mevcuttur. Kanaatimizce bu tarih Çağdaş Kosova Edebiyatı’nın başlangıcı olarak görülemez. Çünkü bu tarihte, Çağdaş Kosova Edebiyatı için önem arz eden bir edebî canlılık yoktur. Biz bu dönemi, Çağdaş Kosova Edebiyatı’nın “habercisi” olarak görebiliriz. Nitekim “Doğru Yol” ile birlikte Türkçe eğitim ve kültürel aktivitelerdeki özgürlük hakkı sevindirici bir gelişmedir. Fakat kültürel bir ortamın oluşması için gerekli olan olanaklar da tam anlamıyla sağlanmış değilken 1953 yılındaki göç, bölgedeki kültürel canlılığı ciddi derecede etkilemiştir. Bölgedeki kültürel durgunluğun tek sebebi elbette göç değildir ve bu durgunluğun muhtelif nedenleri vardır. Bunlardan bir tanesi de edebiyat ile ilgilenen, geçmişten gelen edebî kültürü ileriye taşıyacak aydınların olmamasıdır. Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı uzun yıllar üretken bir sanatkâr sıkıntısı çekmiştir. Ayrıca Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nda karşılaştığımız sorunlar yalnızca bu kadarla sınırlı değildir. Denilebilir ki yalnızca Kosova Türk Edebiyatı’nın değil bütün “Yugoslavya’daki Türk edebiyatının karşılaştığı önemli meselelerden biri de ana dilin iyi öğrenilip doğru kullanılmaması problemidir. Ana dilden uzak olmak, etnik çoğunluğun dilleri çevresinde yaşamak, bu dillerle düşünüp Türkçe yazmak, zaman zaman önemli dil yanlışlarının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.”5 Görüldüğü gibi 1950’li yıllar Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı büyük sanat problemlerinin yatağıdır.

“Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatı’nda Şükrü Ramo, Mustafa Karahasan, Necati Zekeriya, Mahmut Kıratlı, Şevki Vardar, İlhami Emin, Hüseyin Süleyman gibi yazarların oluşturduğu 50’li kuşağın artık tamamen belirginleştiği, hatta bu kuşak yazarlarının Makedonya Türk Yazarlar Cemiyetini kurarak örgütlenmeye bile geçtikleri, oysa Çağdaş Kosova Edebiyatı’nda henüz ‘ilk kıpırdanmaların’ görülmeye başladığı bu yıllarda ortaya çıkan edebi çalışmalar, ‘edebiyatı derin uykusundan uyandırmaya’ yönelik bilinçli bir çabanın ürünü değildir.”6 Bu nedenle 1951 yılını doğrudan bir başlangıç olarak değil de bir başlangıcın habercisi minvalinde adlandırmak daha uygundur.

Öte yandan “Doğru Yol” tarafından ilk oynanan oyun olma özelliğini taşıyan Büyük Kapı Kızı ve onun yazarı Durmiş Selina’yı da anarak bu haberciliğin ileriki kuşak için umut verici olduğunu söylemek gerekir. Bu noktada Durmiş Selina’nın Bir Gözlü Anne ve Niçin Annem Halamı Sevmiyor adlı oyunlarının da önemli olduğunu vurgulamak gerekir.

Çağdaş Kosova Edebiyatı’nda tiyatronun yanı sıra öykü alanındaki gelişmeler de göze çarpmaktadır. 1950’li yıllarda yazdıkları ile Çağdaş Kosova Edebiyatı’nın gelişiminde öncü olan Süreyya Yusuf bu noktada anılması gereken ilk isimdir. Süreyya Yusuf, “sahip olduğu eğitici-yönlendirici yetenek sayesinde, özellikle altmışlı ve yetmişli kuşağın sahneye çıkmasında, son derece önemli rol oynamıştır.”7 Onun sahneye çıkması ile birlikte canlanan edebiyat kervanına sonraları da Nusret Dişo Ülkü, Naim Şaban ve Nimetullah Hafız katılmıştır.

Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nın gelişmesinde en önemli rolü hiç şüphesiz edebiyat dergileri ve gazeteleri oluşturmaktadır. 1951 sonrasında devletin resmî olarak destek verdiği basın-yayın kapsamında ilk olarak kendini gösteren “Doğru Yol” sonrasında yayın hayatına 1969’da başlayan “Tan Gazetesi” Kosova Türk nesri için bir sıçrayıştır. “1973 yılında Tan Gazetesi’nin yayını olarak toplum, sanat ve bilim dergisi olarak ‘Çevren’ yayın hayatına başlamıştır. 1979 yılında ‘Kuş’ çocuk dergisi yayın hayatına girer. Ayrıca Prizren’de ‘Esin’ kültür ve sanat dergilerinin yayınlanması Kosovalı Türkler açısından önem arz etmektedir.”8 Söz konusu dergi ve gazeteler ile birlikte Kosova Türk Edebiyatı’nda somut bir canlılık görülmüştür. Denilebilir ki, gazete ve dergilerdeki bu canlılık kimlik arayışına zemin hazırlamış, kolaylık sağlamıştır. 70 sonrasında yükselişe geçen Kosova Türk nesri, çocuk edebiyatı ile de her noktada mücadelesini sürdürmüştür. 1979 yılında yayın hayatına giren “Kuş” çocuk dergisi bunun bir göstergesidir.

Süreyya Yusuf’un 1974 yılında yayınladığı Ali Ağa adlı öyküsü Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı için oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bu tarihten sonra Süreyya Yusuf’un taşına basarak Çağdaş Kosova Türk Öyküsünü Enver Baki, Hasan Mercan gibi isimler ileri taşımıştır. Ancak 80 sonrasında ilk kitabı Yazgı ile Kosova Türk Öykücülüğüne biraz acemi olarak da olsa katılan Reşit Hanadan, 1985 yılında yayımladığı Duygu Tutsağı ile büyük bir katkı sağlamıştır.

Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nda roman kulvarı İskender Muzbeğ’in Tan Gazetesi’nde tefrika edilerek yayınlanan Yanan Sevgilerle romanı ile başlamış olsa da uzun bir süre bunun devamı gelmemiştir. Bu noktada Çağdaş Kosova Türk nesrinin roman kulvarında ilk ciddi adımın Reşit Handan tarafından Sel romanı ile birlikte atıldığını söylemek yanlış olmaz. Hanadan, o güne kadar ki edebiyat ortamında yapılmayanı yapmış ve ilk derli toplu romanı yayımlamıştır.

Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nın son döneminde karşımıza çıkan Genç Bay (1995), Türkçem (1999), Sofra (1999) ve Yeni Dönem (1999) gibi dergiler oldukça önemlidir. Ancak Reşit Hanadan’ın yayımladığı romanlar dışında beklenilen, arzu edilen coşkulu bir edebî istikrar halen sağlanamamıştır.

Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı’nda Prof. Dr. İrfan Morina, Prof. Dr. Nimetullah Hafız ve Prof. Dr. Tacide Hafız gibi önemli isimlerin antolojileri ve akademik eserleri Kosova Türk Edebiyatı için umut vermektedir. Ancak Kosova Türklerinin bölgedeki tarihi ve kültürel izleri düşünüldüğünde daha kalıcı, daha üretken ve devamlılığı olan genç yazarlara olan ihtiyaç da çok açıktır. Dileğimiz, burada yazılacak olan eserlerin ve seçkin Türk kültürünü temsil edecek üretken yazarların artmasıdır.

Siyasal koşulların toplumu olduğu kadar edebiyatı da derinden etkilediği bilinmektedir. Yalnızca siyasal koşullar değildir edebiyatı etkileyen; tarihsel, dinsel ve bireysel geçmiş de önemlidir. Bu noktada Lucien Goldmann’ın ürettiği ve yazınsal metni oluşturan “oluşumsal” yapıyı tümüyle ele alan modeli etrafında Reşit Hanadan’ın eserlerinin incelenmesinin ne kadar önemli olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Hanadan, romanlarını yazarken toplumunun belleğini de hesaba katmaktadır. Kosova Türklerinin yaşadıkları her türlü zorluğu onun eserlerinde görmemiz mümkündür.

Lucien Goldmann’ın “Oluşumsal Yapısalcılık” adını verdiği modeli, tıpkı Hanadan’ın romanlarında olduğu gibi, romanın sosyolojik yönüne de dikkat çekmektedir. Bu noktada önce edebiyat sosyolojisine sonra da Goldmann’ın modeline değindikten sonra Hanadan ve eserleri üzerine yoğunlaşılmıştır.

I. BÖLÜM

I. Edebiyat Sosyolojisi ve Lucien Goldmann’ın Oluşumsal Yapısalcı Eleştiri Metodu

Edebiyat, bu güne kadar pek çok araştırmacı ve yazar tarafından tanımlandı veya anlamlandırılmaya çalışıldı. Edebiyat üzerine yapılan tanımlar çeşitlilik gösterse de hepsinin ortak görüşü malzemesinin “dil”, kaynağının “yaşantılar” olduğudur. Örneğin Gürsel Aytaç, edebiyatı şöyle tanımlamaktadır: “Edebiyat, malzemesi dil, kaynağı yaşantılar ve hayal gücü olan bir yaratıcılık, başka bir deyişle sanat dalıdır.”9 Aytaç’ın da belirttiği gibi edebiyat bir sanat dalıdır ve tüm diğer sanat yapıtları gibi (müzik, tiyatro, resim vb.) içerisinde yaşantıyı yani toplumu barındırmaktadır.

Sanat, kendisini oluşturan temel dinamikler göz önünde tutulduğunda, öncelikle toplumsal bir ürün olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, sanatsal yaratının, içerisinden çıktığı toplumsal yapıyla birebir ilişki içerisinde meydana geldiği, geliştiği veya değiştiği ifade edilebilir.10 Sanat yapıtları, bünyesinde toplumun tarihini, ekonomisini, kültürel değerlerini, kısacası, kendi toplumunun sosyolojik yapısını barındırır. Sonuçta sanat yapıtını meydana getiren sanatçı da toplumun bir parçasıdır ve toplumun sosyal koşulları onun biçeminin oluşmasında etkin bir rol oynamaktadır.

Sanatçı, topluluklarının eylemlerini, yaşama ve davranış biçimlerini, giderek sanat anlayışlarını derinden etkiler. Düşünce tarihi açısındansa, yayımladıkları bildirilerde yalnızca sanat anlayışlarının temel ilkelerini değil, romantizm fütürizm, dadacılık, özellikle de gerçeküstücülükte olduğu gibi belli bir dünya görüşünü dile getirirler.11

Edebiyat, var olduğu günden bu yana, toplumsal koşullar doğrultusunda kendini güncellemiştir. Sosyal yaşantıya, tarihe etki etmiş her olay ve bu olayın sonucunda oluşmuş olan dönem, bir önceki dönemin edebiyat anlayışına başkaldırmış, onu yıkmış ve kendine özgü bir edebiyat anlayışı geliştirmiştir. Bu nedenle edebiyat-toplum ilişkisini incelemeye eğilirken toplulukların incelenmesi, araştırmacıya kolaylık sağlayacaktır.

Bir edebî eserdeki toplumsal olayların, olguların ve durumların sistemli bir şekilde değerlendirmesi yazın toplumbilimi, başka bir deyişle edebiyat sosyolojisinin alanına girmektedir. Edebiyat sosyoloğunun yaptığı bu değerlendirme, esasında, edebî eserdeki toplumsal olayların açıklığa kavuşturulmasından, açıklanmasından başka bir şey değildir. Fakat bunu yaparken, incelenen yapıtın bir edebiyat eseri olduğunu unutmamak gerekir.

Robert Escarpit bu konuyu şöyle açıklar: edebiyat sosyolojisi, edebî vakıanın kendine haslığını gözetmek zorundadır. Bu çeşit bir anlayış meslek adamına olduğu kadar okuyucuya, okuyucuya olduğu kadar geleneksel tarihçi veya tenkitçi edebiyat sosyolojisine görevinde yardımcı olacaktır. Bu konular, edebiyat sosyolojisine dolaylı olarak kalmaktadır: Ona düşen şey, bu konuları cemiyetin önemi nispetinde anlamaktır.12

Sosyolojik eleştirinin başlangıcını Vico’nun La Scienza Nuova (1725) adlı kitabında bulurlar çoğu eleştiriciler. Vico kitabının bir yerinde Homeros’u psikolojik ve sosyal açıdan yorumlamaya çalışmıştı. Sonraları Almanya’da gelişmeye başlayan bu tutum Herder’de daha da belirli bir hal aldı. Madame de Steal, De la Litterature considéreé dans ses raports avec lés instutions sociales (1800) eseriyle, sonraları, Fransa’da çok gözde bir yöntem sayılan sosyolojik yöntemi başlattı. Fakat bu yöntemi ilk defa Hippolyte Taine’in kullandığı kabul edilir.13

Mme de Steal, Türkçeye Edebiyata Dair adıyla çevrilen eserinin başında, “bu eserde, dinin, âdetlerin, kanunların edebiyat üzerinde, edebiyatın da din, adetler ve kanunlar üzerinde ne gibi tesiri olduğunu incelemeyi kendime hedef tuttum,”14 diyerek kitabın yazınsal bir eleştiri olmadığını, yazın toplumbilimi eleştirisi olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Taine de, edebiyat tarihini incelerken ırk, ortam ve dönemi göz önünde bulundurarak edebiyat sosyolojisine mütevazı bir katkıda bulunur. Taine yaklaşımı, edebiyat sosyolojisi açısından önemli olsa da, başarılı değildir. Berna Moran, Taine’in yaklaşımını açıkladıktan sonra bu üç kavramın kesinlikten uzak olduğunu, bu kavramların kabaca kullanıldığını belirtmektedir.15

Sanat yapıtlarının toplumbilimi açısından incelenme teşebbüsleri çok eski tarihe dayansa da, Taine örneğinde olduğu gibi, bu konuyu sistemli olarak ele alamadıkları, başka bir deyişle, bir inceleme metodu belirleyemedikleri için geçerli sayılmazlar. Nurettin Şazi Kösemihal bu teşebbüsleri edebiyat sosyolojisinin “habercileri” olarak görmektedir. Daha sonra da, onları iki kola ayırmaktadır: Birinci kolda: özellikle Mme de Steal’i (1766-1817), H. Taine’i (1828-1891); sanat toplum içindir görüşünü savunan ikinci kolda da Marx’ı (1818-1883), Engels’i (1820-1895), Belinski’yi (1812-1848), Saltikov Sçedrin’i (1826-1889), Çerniçevski’yi (1818-1889), Dobroliabov’u (1836-1861), Pisarev’i (1870-1868), Plekhanov’u (1856-1918), Lukacs’ı (1885-?), Lenin’i (1870-1924) vb. saymak mümkündür.16 Nurettin Şazi Kösemihal, bu açıklamaya ek olarak, yazın-toplum incelemesinin, yani edebiyat sosyolojisinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişmeye başladığını belirtmiştir. Bu gelişmelere ortam hazırlayan teşebbüsler içerisinde belki de en önemlisi toplumcu gerçekçilerdir. Edebiyat sosyolojisinin gelişmesinde, 30’lu yıllarda ortaya çıkan toplumcu gerçekçilerin rolü yadsınamaz.

Toplumcu gerçekçilik, aslında 1917 yılında kurulan Proletkült hareketiyle birlikte oluşmaya başlamıştır. “Burjuva değerlerinden arındırılmış, bütünüyle proleter bir kültür yaratma amacıyla kurulan bu örgüt, 1920’lerde yerini ‘Tüm Rusya Proleter Yazarlar Birliği’ne bırakarak, 1934’teki birinci kongresinde devletin resmi edebiyat ve sanat anlayışını deklare etmiştir.”17 Bu anlayışa göre sanatçılar; partinin isteklerini de göz önüne alarak eserlerine eğitsel bir hava katmalı, Çarlık Rusya’nın o karanlık yönünü ve etkilerini geride bırakarak yeni rejimin destansı romantizminin güzellemesini yapmalıydılar. Sanata yüklenen bu siyasi işlev, sanatın direkt olarak içeriğini etkilemiştir. Berna Moran’ın da belirttiği gibi, toplumcu gerçekçilik, sanatın ne olduğu sorusundan çok ne olması gerektiği sorusuna cevap verir. Olması gereken şey ise, toplumcu gerçekçiler için, sanatın ve edebiyatın siyasal mücadelede ideolojik ve kültürel yeniliklerin ifade edilmesi gerekliliğini üstlenerek tüm bu yenilikleri topluma belletmesidir.18

Öte yandan toplumcu gerçekçiliğin düşünsel içeriğinde edebî eserin üretim mantığı ve işlevi, edebî eserin sahip olduğu estetik yapının önüne geçmektedir. Çünkü amaç yeni rejimin herkesi kucaklayan ve işçiye önem veren tek doğru seçenek olduğunu göstermektir. “İdeolojik ve kültürel bağlamda ‘ajitprop’ bir çizgide ilerlemeyi hedefleyen bu doktrin, genellikle, edebiyatın sosyolojik ideolojiyi yayması, olumlu işçi tipi yaratması ve parti politikalarına angaje olması bağlamında tanımlanır ve bu çerçevede Marksist edebiyat eleştirisine dahil edilir.”19

Marksist düşüncenin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels’tir. Marks ve Engels, sanatın duyulara hitap ettiğini ifade eden Hegel’in görüşlerini takip etmişlerdir. Bu bakımdan Marksist düşünce felsefi anlamda Hegelci bir düşüncedir. Çünkü Marksist eleştiride edebî eserdeki çokanlamlılık ve belirsizlik göz ardı edilmiş; bunun yerine, söylenen ile kastedilenin aynılığına dayanan katı bir açıklık vurgulanmıştır. Buna bağlı olarak, özellikle Engels sanat ile ilgili düşüncelerinde tiplere ve tipik karakterlere vurgu yaparken, tam anlamıyla Hegelci açıklık düşüncesinden hareket etmiştir. Marksist estetik, geniş anlamda sanatın kavramsal yönünü öne çıkaran ve toplumcu bir sanat anlayışı benimseyen Hegelci estetiğin ürünüdür.20

Marksist eleştiri, sosyolojik eleştiri gibi genellikle bir sanat olayının nedenlerini araştırır. Ancak sosyolojik eleştiri bu nedenlerin çeşitli olabileceğini iddia ederken Marksist eleştiri ekonomik koşulları ve toplumdaki sınıf çatışmalarını esas alır ve olayı bunlarla açıklar. Örneğin, sanatın kökeninde işin yattığını, ilkel toplumların yaşamak için giriştikleri faaliyetlerden doğduğunu; romanın orta sınıfın güç kazanması sonucu ortaya çıktığını; sanat için sanat öğretisinin kapitalist düzende sanatçının toplumdan koparak kendini yabancı görmesiyle başladığını ve burjuva sınıfına karşı bu tutumun her şeyin satın alınabilir bir meta haline geldiği bu dünyada sanatçının meta üretmeme kararından doğduğunu gösterir. Kısacası; sanatın, sanat türlerinin, akımlarının, üsluplarının, ekonomik altyapı ve sınıf çatışmalarıyla ilişkilerini belirterek bunların nedenlerini ortaya koyar.21

Goerge Lukacs ve onun öğrencisi Lucien Goldmann, Marksist düşünceyi baz alarak bir edebî estetik oluşturmuşlardır. Onların çizdiği kuramsal çerçevenin ana ilkelerini Marksist felsefe oluşturmuştur. Edebiyat kuramcıları olarak Lukacs ve Goldmann roman sanatına yazınsallık dışında sosyal bir olgu misyonu da yüklemişlerdir. Bu yaklaşım iki kuramcı için de geçerlidir. Bu iki isimi Lukacs’tan başlayarak açıklayacağız.

George Lukacs, bir edebiyat kuramcısı olarak ünlü Roman Kuramı çalışmasıyla bilinmektedir. Bu eser, Lukacs’ın Marksist olmadan önce yazdığı bir “erken yapıt”tır. Bu eser ile daha sonradan yazmış olduğu eserler arasında -özellikle Çağdaş Gerçekliğin Anlamı– çok keskin farklar mevcuttur. Nitekim Lukacs da bu kitaba 1962’de yazdığı önsözde eseri tümüyle sahiplenmez. Yazar, bu eserde Hegelci bir felsefenin izinden edebî eserin sorunlarına eğilmiştir. Gerçi Lukacs, bu uygulamayı Hegel’den hareketle yapmış olmasına rağmen eserde Kierkegaard, Schelegel ve Goethe gibi farklı görüşlerin esintileri de mevcuttur. En genel deyimle Lukacs anlayışında, sanatıyla yazarın dünya görüşü arasında bir ilişki olmalıdır. “Yanlış bir dünya görüşüyle yazılmış bir eserin sanat değerinden kaybedeceğine inanan Lukacs, modern yenilikçi (avant garde) edebiyatı eleştirirken bunu kanıtlamaya çalışır. Lukacs’a göre yenilikçi edebiyat (Kafka, A. Miller, W. Faulkner, S. Beckett, J. Joyce) yanlış bir dünya görüşünden yola çıkmaktadır. İnsan sosyal bir hayvandır, oysa yenilikçi edebiyata göre insan doğuştan yalnız, toplum dışı, tek başına bir varlıktır. Başka insanlarla ilişki kuramaz.”22 Lukacs, yenilikçi edebiyatın psikolojik yönü ve yitik, tutunamayan, yalnız insan izleklerine (ya da kavramlarına) itiraz etmiştir. Lukacs, bu eserlerin yanlış bir dünya görüşüyle yazıldığını düşünmektedir.

Marksist eleştirinin Lukacs’tan sonraki en önemli temsilcilerinden birisi de kuşkusuz Lucien Goldmann’dır. Goldamann, edebî eseri açıklamak için geliştirdiği yöntemde eserin yapısını bir bütün olarak ele almış ve bu bütünü oluşturan teknik ve toplumsal yapıyı birbiriyle ilişkili olarak tasarlamıştır. Goldmann’ın ortaya attığı eleştiri metodundaki diyalektik ilişki de buradan gelmektedir. Lucien Goldmann, romanın bütününü, bütünü oluşturan parçalarla açıklamaktadır.

Sanatsal yapıtın ya da yapıt düşüncesinin oluşma aşamaları, yapıt içeriğinin vücut bulması, içerikle ilgili düzeltmeler, pişmanlıklar, ekleme ve çıkarmalar ile bunların nedenlerini kapsayan araştırmalardan, yapıtın bir ürün olarak tüketici konumundaki okur/izleyiciye ulaşması ve hatta onun tarafından değerlendirilmesi aşamalarına kadar tüm süreci ele alan, ilke ve yönetimini kendisinin belirlediği, eleştiri ve çözümleme yöntemine Lucien Goldmann oluşumsal yapısalcılık adını verir.23

Lucien Goldmann, bu yöntemiyle, “belirli bir toplumsal grup ya da sınıfa özgü, özellikle de felsefede açığa vurulan zihinsel yapıları belirleme amacı güder. Günlük bilinç, rastgele, şekilsiz bir şeydir; fakat bir sınıfın özel yeteneklere sahip bazı üyeleri –örneğin sanatçılar– bu karışık, düzensiz deneyimi aşıp, kendi sınıf çıkarlarını daha net bir diyagram halinde ifade edebilir. Goldmann, bu ‘ideal’ yapıya ‘dünya görüşü’ adını verir; bir toplumsal grubun düşüncesini ve sanatını sessizce şekillendiren ve onun kolektif bilincinin ürünü olan, zihinsel kategorilerin özgül bir düzenlenişi”24

Lucien Goldmann, dünya görüşü ve bunun sanat eserine yansımasını konusunu şöyle açıklamaktadır: Edebî yaratının incelenmesinde, tarihi maddecilik için temel öğe şu olguya dayanmaktadır: Edebiyat ve felsefe, değişik düzeylerde, bir dünya görüşünün anlamlarıdır, dünya görüşleri de kişisel değil toplumsal olgulardır.25

Goldmann’ın bir ayağı yapısalcılığa, bir ayağı da Marksist eleştiriye uzanan yöntemi birleşik bir bütünsellik oluşturmaktadır. Şimdi, Goldmann’ın bu eleştiri metodunu açıklanacaktır.

1.Suat Engülü. (1997). “Makedonya Türk Edebiyatı ve Yugoslavya (Kosova) Türk Edebiyatı”, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, s. 310.
2.Suat Engülü, a.g.e., s. 311.
3.Mustafa İsen. (1997). Ötelerden Bir Ses – Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akçağ Yayınları, s. 146.
4.C. Şanlı ve E. Jable. (2009). “Balkanlarda Türk Dili ve Edebiyatı”, I. Uluslararası Balkanlarda Tarih ve Kültür Kongresi 10-16 Mayıs Priştine Bildiriler Kitabı, Sakarya: Sakarya Üniversitesi, s. 49.
5.Mustafa İsen, a.g.e., s. 152.
6.Suat Engülü, a.g.e., s. 316.
7.Suat Engülü, a.g.e., s. 316.
8.C. Şanlı ve E. Jable, a.g.m., s. 49.
9.Gürsel Aytaç. (2009). Genel Edebiyat Bilimi, Ankara: Say Yayınları, s. 9.
10.Y. Z. Sümbüllü. (2006). “Kemal Tahir’in Romanları Üzerine Oluşumsal Yapısalcı İnceleme”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 1.
11.Nedim Gürsel. (2007). Başkaldıran Edebiyat, İstanbul: Doğan Kitap, s. 11.
12.Robert Escarpit. (1968). Edebiyat Sosyolojisi, Çev. A. T. Yazıcı, İstanbul: Remzi Kitapevi, s. 17.
13.Berna Moran. (2014). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 83.
14.Mme de Steal. (1997). Edebiyata Dair, Çev. V. H. Safiye Hatay, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s. 1.
15.Berna Moran, a.g.e., s. 83.
16.Nurettin Şazi Kösemihal. (1967). “Edebiyat Sosyolojisine Giriş”, Sosyoloji Dergisi, s. 2.
17.Erol Tanrıbuyurdu. (2010). “Marksist Edebiyat Eleştirisi ve Fethi Naci’nin Eleştiri Anlayışı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 61.
18.Berna Moran, a.g.e., s. 53.
19.Erol Tanrıbuyurdu, a.g.e., s. 61.
20.Mustafa Özsarı. (2014). “Edebiyat Sosyolojisi”, Eleştiri Kuramları, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 90.
21.Berna Moran, a.g.e., s. 87.
22.Berna Moran, a.g.e., s. 91.
23.Ayten Er ve İrfan Atalay. (2013). “Oluşumsal Yapısalcılık Bağlamında Sorunsal Kahraman ve Dünya Görüşü Kavramları: Bernard-Marie Koltés’in Batı Rıhtımı (Quaı Quest)”, Humanitas, s. 28.
24.Terry Eagleton. (2015). İdeoloji, Çev. Muttalip Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 152.
25.Lucien Goldmann. (1998). Diyalektik Araştırmalar, Çev. A. Arkay, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, s. 56.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6494-92-3
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap