Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 11
Sahibü’z-Zenc’in Öldürülmesi
Muvaffak, yukarıda anlatıldığı gibi, Sahibü’z-Zenc’in karargâhı olan Muhtâre’yi zapt ettiyse de Sahibü’z-Zenc, ihtiyaç olursa iltica etmek üzere tahkim ettiği mevkilere çekilerek güçlü bir şekilde savunma yaptı. Muvaffak da o habisin şer ve zararını kökten temizlemek üzere büyük hazırlıklar ile meşgulken; İbni Tolun’un kölesi ve onun tarafından, Humus, Halep ve Rakka valisi olan Lü’lü önce geçtiği gibi efendisine gücenerek bazı şartlar ile Muvaffak’a tabi olduğundan büyük ve mükemmel bir ordu ile Rakka’dan hareket etti. İki yüz yetmiş senesi muharreminin başlarında Muvaffak’ın yanına vardı. Muvaffak, ona ve maiyetindeki kumandanlara fevkalade hürmet gösterdi. Bu suretle kuvveti arttı. Karadan ve nehirden, zenciler üzerine hücum ve şiddetle saldırdı. Safer ayı içinde gayet kanlı muharebeler vuku buldu. Lü’lü ile yoldaşlarının fevkalade şecaat ve maharetleri görüldü. Nihayet bir gün Sahibü’z-Zenc denilen habisin öldürüldüğü sevindiren haberi yayıldı. Acaba doğru mu denilirken Lü’lü askerinden bir köle atını teperek süratle gelip Sahibü’z-Zenc’in başını Muvaffak’a takdim etti. Herkes büyük bir sevinç ile şükür secdesine vardı.
Habisin askerinden pek çoğu kılıçtan geçirildi. Kılıç artıkları da eman isteyip teslim olarak on dört buçuk yıldan beri uzayan zenci sıkıntısı, nihayet buldu. Bütün insanlar, Muvaffak’ın övücüsü ve duacısı oldu. Zencilerin şerrinden yukarıda geçtiği gibi Bağdat’a iltica etmiş olan köylerin halkı da yerlerine gidip yerleştiler.
Karâmita’nın Ortaya Çıkışı
Yukarıda anlatıldığı üzere, zencilerin Basra tarafını işgal ettikleri sırada Kûfe taraflarında da Kırmıt adında bir dinsiz, ortaya çıkıp çöl bedevilerinden aklı ve dini olmayan birçok kişiyi saptırarak sapık mezhebine sokmakta olduğu hâlde gidip Sahibü’z-Zenc ile görüşmüştü. Kendisine tabi olan yüz bin ahali ile zenciler birleşirse büyük kuvvet hasıl olacağını söylemişti. Fakat Sahibü’z-Zenc haricilerin azgınlarından olup Kırmıt ise hulule inanıp Allah’ı inkâr derecesine varan gulât-ı Şia’dan (azgın Şiiler) idi. Aralarında fikrî uyuşma olamadığından dolayı Kırmıt, yine Kûfe tarafına dönerek, kendi batıl mezhebini yaymak ile meşgul olup bedevilerden ve sefillerden birçok halk ona tabi olmuştur ki bunlara Karâmita denilir. Bu defa, yukarıda geçtiği gibi zenci sıkıntısı bertaraf olmuşsa da yedi sekiz yıl sonra zencilerden kat kat daha alçak olan Karâmita güruhu Kûfe tarafında baş göstermeye başlamıştır. Dünya hâli böyledir. Belaların biri batar, biri çıkar ve çok defa sonraki evvelkiyi unutturur yahut ona rahmet okutturur.
Mutemed’in Bazı Hâlleri
Muvaffak, daha önce açıklandığı üzere zencilerin kötülüklerini ortadan kaldırma işinde başarılı olarak şan ve itibarı bir kat daha fazlalaştı. Fakat halifenin idari işlerden el çektirilerek Vâsıt’ta tutulması dedikoduya sebep olduğundan Mutemed, bu yıl şaban ayı içinde, Samerra’ya döndürüldü. Bağdat’a vardığında güya Halife Mutemed, elinden yetkileri alınmamış gibi önünde askerle Zaptiye Bakanı Muhammed İbni Tahir, harbe (kısa mızrak) elinde olduğu hâlde yürüdü. Bu ise insanlara bir gösterişti. Mutemed’de halife unvanından başka bir şey yok idi.
Tamamlayıcı Bilgi
Lü’lü’nün yukarıda anlatıldığı gibi bu muharebelerde çok yararlı işler yaptığından Muvaffak, gerek ona gerek kumandanlarına pek çok ikramlarda bulundu. Fakat iki sene sonra onu hapsedip sıkıştırarak dört yüz bin altınına el koymuştur. Ve ondan sonra biçarenin üzerine talihsizlik çöküp gittikçe fakir olarak bir müddet sonra İbni Tolun’un torunu zamanında, bir köle ile Mısır’a gitmiştir. Esirü’d-Din der ki: “İşte boş akıl ile iyiliği inkârın meyvesi budur.”
Hasan İbni Zeyd ve Ahmed İbni Tolun’un Vefatı
Yirmi seneye yakın Taberistan’da imam ve bağımsız olarak hükümran olan Hasan İbni Zeyd El-Alevi aleyhi rahmetu’l-bârî iki yüz yetmiş senesi recebinde beka âlemine göçünce kardeşi Muhammed İbni Zeyd, Taberistan’a hükümdar oldu. Yine bu yıl Mısır ve Şam hükümdarı olan Ahmed İbni Tolun da Antakya’da vefat etmiştir.
Şöyle ki Tarsus o zaman hudut boylarında oturan murabıtların merkezi olup gaziler fırsat buldukça Rum ülkesine gaza ederlerdi. Bu defa içlerinden Bâzmâr adlı görevli isyan edip, Ahmed İbni Tolun’un oradaki mutasarrıfını kovunca İbni Tolun ordusuyla Adana’ya gidip Bâzmâr’ı itaate davet ettiyse de kulak vermediğinden İbni Tolun, gidip Tarsus’u muhasara etti. Bâzmâr, Tarsus Nehri’ni yarıp su akıtarak, İbni Tolun’un ordusunu suda boğdu. Az kalsın bütün askerleri yok olacaktı. Kış mevsimi olduğundan İbni Tolun, artık orada durmayıp ordusuyla geri dönerek, Antalya’ya gitti. Mukadder olan ecelinin gelmesiyle beka âlemine göçtü. Yerine oğlu Humârveyh geçti.
Ahmed İbni Tolun, hayırsever, dindar biriydi ve âlimleri severdi. Yirmi altı sene süren hükümdarlığı zamanında çok hayırlar yapmış ve çok iyiliklerde bulunmuştur. Yafa Kalesi’ni de o bina etmiştir. Rahmetullahi aleyh.
İki yüz yetmiş bir yılında merhum İbni Tolun’un oğlu Humârveyh ile Muvaffak’ın oğlu Ebu’l-Abbas Mutezid arasında bir büyük muharebe meydana gelmiştir.
Şöyle ki İbni Tolun’un vefatı üzerine Musul ve El-Cezire Valisi İshak İbni Kündac ile Enbâr, Rahbe ve Fırat yolu valisi olan Muhammed İbni Ebu’s-Sac, tamah edip Şam şehirlerini ele geçirmek üzere Muvaffak’tan izin ve yardım istediler. O da onlara ruhsat vermekle beraber oğlu Ebu’l-Abbas’ı kâfi miktarda askerle Şam tarafına gönderdi. Üçü birleşip Şam’a doğru gittiler. Humârveyh’in askerini vurup dağıttılar ve Şam’ı işgal ettiler. Bozgun asker Remle’de toplandı. Ebu’l-Abbas onları takip ediyordu. Humârveyh ise pek büyük bir ordu ile gelip Remle dışında ordusunu kurdu. Ebu’l-Abbas, askerini düzene koyarak harbe hazırlandığı sırada Humârveyh de askerini düzene koyarak bir grup ile Said-i Eyser adlı emiri pusu için hazırladı.
Ebu’l-Abbas’ın sol tarafı pek şiddetli bir şekilde hücum edince Humârveyh’in sağ tarafı bozuldu. Humârveyh ondan evvel muharebe görmemiş olduğu için ürküp kendisi gibi birtakım tecrübesiz gençlerle kaçarak soluğu Mısır’da aldı. Ebu’l-Abbas da iş bitti zannıyla onun çadırına kondu. Askeri de ordu yağmasına koyuldu.
Said-i Eyser ise pusudan çıkıp Humârveyh’in kalan askerleri de ona katıldı. Hemen parolalarını söyleyerek ordu yağmasıyla meşgul olan Iraklılar üzerine kılıç üşürdüler. Ebu’l-Abbas da Humârveyh döndü zannıyla firar etti ve arkasına bakmayıp Şam yolunu tuttu. İki ordu da emirsiz kaldı. Irak askerinin çoğu kırıldı ve kalanı esir oldu.
Said-i Eyser Mısır’a müjdeci gönderdi. Humârveyh mahcup oldu, fakat memnun kaldı. Allah tarafından meydana gelen zafere şükrederek esirlere güzel muamelede bulundu. “İsteyen hizmetimizde kalsın, isteyen Irak’a dönsün.” dedi. Onların kimisi Mısır’da kaldı kimisi Irak’a geri döndü.
Ebu’l-Abbas daha önce açıklandığı gibi Remle’de savaş meydanından kaçarak, Şam’a geldiğinde Şamlılar onu kabul etmediğinden Tarsus’a geldi. Sonra Bâzmâr da onu Tarsus’tan kovmakla Bağdat’a geri dönmüştür. Mısır askerleriyle hiçbir engel ve zahmete uğramaksızın Fırat Vadisi’ne kadar inip tamamıyla Suriye’yi zapt etmişlerdir. Daha sonra Humârveyh birçok hediye göndererek Tarsus’ta murabıtların başı olan Bâzmâr’ı da tutarak kendisine biat ettirmiştir.
İbni Kündac ile İbni Ebu’s-Sac, yukarıda anlatıldığı üzere Şam Seferi’nden El-Cezire’ye döndüklerinde birbirleriyle müttefik iken aralarında çıkan rekabet ve düşmanlıktan dolayı, İbni Ebu’s-Sac ondan ayrılıp Humârveyh’e tabi oldu. İki yüz yetmiş üç yılında onun adına hutbe okudu. Humârveyh de ona ve onun maiyetindeki askere birçok hediye gönderdi. Şam tarafına hareket ederek, Bales’te İbni Ebu’s-Sac ile görüştü. Bundan sonra İbni Ebu’s-Sac, Rakka’ya gidip İbn-i Kündac ile muharebe ederek ona galip geldi ve bütün El-Cezire ile Musul’u işgal etti. Oralarda da Humârveyh adına hutbe okudu.
İki yüz yetmiş bir yılında halife askeriyle Sicistan, Kirman ve Horasan hükümdarı olan Amr İbni El-Leys Es-Saffâr arasında muharebe vuku bulmuştur.
Şöyle ki Horasan hacıları Irak’a geldiklerinde, Halife Mutemed’in huzuruna çıkarıldıklarında; Mutemed onların yanında Amr Saffâr’a alenen lanet ederek onu Horasan’dan azlettiğini söylemişti. Onun üzerine minberlerde Saffâr’a lanet okundu. Bu da Muvaffak’ın görüş ve tedbiri idi. Çünkü Mutemed, hilafet unvanına haiz olarak hutbelerde adı zikrolunmakta ise de yetkileri elinden alınmış olduğundan, kendisince Muvaffak’ın emellerini gerçekleştirebilmek için böyle bazı kişilere lanet okumaktan başka bir işi kalmamıştı.
Bu defa Horasan valiliği Zaptiye Bakanı Muhammed Tahir’e verildi. Onun tarafından vekil olarak Râfi’ İbni Herseme Horasan valisi yapıldı. Muvaffak’ın veziri Said İbni Muhalled de Amr Saffâr ile savaşa memur oldu. Rebiülevvel ayı içinde halife askeriyle Amr Saffâr arasında bir şiddetli muharebe meydana geldi. Amr Saffâr’ın on beş binden ibaret olan askeri bozuldu. Fakat bununla Saffâr’ın kuvvetine zarar gelmedi. Zira onun asıl kuvveti Sicistan’da idi.
Horasan valiliği ise evvelki büyüklük ve ehemmiyette değildi. Zira Horasan valileri önceleri bütün Şark taraflarının hükümdarı olup zaptiye vekâleti makamı da onların uhdesine verilmiş olduğundan, erkân-ı devletten biri onların tarafından vekil olarak zaptiye bakanı olurdu. Taberistan’da bir Alevi imamlığı çıkınca orası Horasan’dan ayrıldı ve Saffâr’ın çıkışıyla Sicistan müstakil bir devlet oldu. Sonra da Maveraünnehir’de Âl-i Saman meydana çıkıp oraya da Horasan valilerinin hükmü geçmez oldu.
İki yüz yetmiş dört yılında Muvaffak, bizzat Amr Saffâr ile harp etmek üzere Fars’a gitmişse de Kirman ve Sicistan’ı istilaya muvaffak olamadığından Irak’a geri dönmüştür. Yetmiş beş yılında oğlu Ebu’l-Abbas’ı bir yere memur ettiğinde Ebu’l-Abbas “Ben Şam’dan başka yere gitmem. Zira emirü’l-mümininin bana verdiği Şam Eyaleti’dir.” deyince Muvaffak hiddetlenerek onu hapsetti.
Muvaffak, yukarıda anlatıldığı gibi Amr Saffâr’ın hakkından gelemediği için onunla uyuşmaya mecbur olarak iki yüz yetmiş altı yılında Bağdat zaptiye bakanlığı makamını Saffâr’a verip o da kendi tarafından Ubeydullah İbni Abdullah İbni Tahir’i zaptiye bakanı olarak atadı. Kısaca maddi olarak hükmü olmayan bir teşrifat muamelesiyle barışmış oldular.
İki yüz yetmiş beş yılında Muvaffak vefat edince Türk beyleri toplanarak oğlu Ebu’l-Abbas İbni Muvaffak’ı, Mutezid Billah lakabıyla isimlendirerek veliahtlığını Mutemed’e imza ettirdiler ve onu babasının yerine geçirdiler. Ebu’l-Abbas Mutezid de işlerin idaresini, hür ve müstakil olarak eline alarak amcası Mutemed’i eskisi gibi yetkisiz bir durumda bırakmıştır. Fakat aradan çok zaman geçmeden Mutemed ölmüştür.
Şöyle ki Bağdat’ta iki yüz yetmiş dokuz yılı recebinin on dokuzuncu gecesi Mutemed Alellâh İbni el-Mütevekkil çok yiyip çok da şarap içtiğinden geceleyin vefat etti. Ertesi gün veliaht olan Ebu’l-Abbas Mutezid Billah İbni’l-Muvaffak İbni’l-Mütevekkil, kadıları ve ileri gelenleri toplayarak, Mutemed’in naaşını muayene ettirdikten sonra defnolunmak üzere Samerra’ya gönderdi ve o gün Mutezid’e biat edildi. O zaman Mutemed’in yaşı elli sene altı aya ve halifelik müddeti, yirmi üç sene, altı aya baliğ olmuştu. Mutezid o sırada Mısır ve Şam sultanı olan Humârveyh’in Katru’n-Nedâ adlı kızını zevce olarak alınca bu defa Mısır’dan bir büyük memur ile büyük miktarda hediyeler geldi.
Fakat Humârveyh, Şam’da iken Mısır’daki haremindeki uşaklarının her biri birer cariyeyi kendisine eş gibi dost olarak almış oldukları Humârveyh’e ihbar edilince, hemen bu hususu tahkik etmek için Mısır’daki cariyelerden bazılarının Şam’a gönderilmesini Mısır’daki kaymakamına yazdı. Yakın adamlarından olan hizmetçiler ise bu işin meydana çıkmasından korktuklarından dolayı aralarında birleşerek iki yüz seksen iki yılı zilhiccesinde; geceleyin Humârveyh’i yatağında iken öldürerek kaçmışlardır. Ertesi gün emirler toplanarak, Humârveyh’in büyük oğlu Ceyş’e biat ettiler. Ceyş ise henüz yaşça büluğa varmamıştı. Alçaklardan kendisine yaklaşanların sözlerine kandı. Babasının emirleri hakkında pek ziyade kötü muamelede bulunarak onları kovmakla korkuttuğundan dokuz ay beylik makamında bulunduktan sonra iki yüz seksen üç yılında Mısırlı askerler isyan ettiler. Ceyş’i öldürüp küçük kardeşi Harun İbni Humârveyh’i tahta geçirdiler.
Fakat o da işlerin idaresinden âciz bir çocuk olmakla Mısır’ın işleri günden güne bozulmuş ve emirler arasında fikir ayrılıkları meydana gelmekle çok geçmeyip memleket bağları tamamen çözülmüştür.
O sırada Mutezid, minberler üzerinde Muaviye’ye, oğluna ve babasına lanet okunmasını emredip bu hususa dair her tarafa gönderilmek üzere ayrıntılı bir ferman müsveddesi kaleme aldırdı. Fakat bazı yakın adamları, “Bu ferman, her tarafta ilan olunursa Alevilere kibir ve gurur gelir, zaman zaman sultana isyan ederler. Halk arasında fitneye sebep olurlar.” diye nasihat edince Mutezid bu azminden vazgeçmiştir.
Tarsus hudutlarında oturan murabıtlar, daima karada ve denizde cihat ile meşgul olup bağlı bulundukları Mısır hükûmeti tarafından da kendilerine yardım edilirdi. İki yüz seksen üç yılında Tarsus’ta karışıklık ortaya çıktı. Fakat Ümmü Dünya’nın karışıklığı ise daha fazla olduğundan Tarsus halkı tarafından Halife Mutezid’e müracaat edilerek onun tarafından bir vali tayin edilmesi istenmekle Mutezid de İbni İhşid’i Tarsus valisi olarak atamıştır.
Mısır beyleri arasında devam edegelen anlaşmazlıktan dolayı Mısır ve Şam sultanı olan Harun İbni Humârveyh işlerin idaresinden âciz kalarak Kınnesrin, Halep ve Avâsım eyaletlerini bıraktı. Geri kalan Şam sancakları ile Mısır kıtasında hilafet tarafından vekil olarak mutasarrıf oldu. Bunlar için halife hazinesine yıllık dört yüz elli bin altın vermek üzere eniştesi olan Halife Mutezid’in himayesine müracaat ettiğinden Mutezid, iki yüz seksen altı yılında Kınnesrin’e gidip Halep ve bağlısı yerleri ve Avâsım Eyaleti’ni Harun’un memurları elinden teslim almıştır.
Horasan Valisi Râfi İbni Herseme daha önce isyan ettiğinden dolayı Mutezid, Sicistan ve Kirman Emiri Amr Saffâr’ı Horasan valisi atayarak onun üzerine musallat etmişti. Saffâr, onun üzerine hareket edip onunla hayli muharebe ederek Horasan’ı zapt etmekle beraber işin sonunda, Râfi’yi öldürmeyi başararak, kesik başını Mutezid’e göndermiş ve Maveraünnehir vilayetinin de topraklarına katılmak üzere uhdesine verilmek üzere istediğinden; iki yüz seksen yedi yılında Mutezid, Maveraünnehir Eyaleti’ni de Saffâr’a verdi ve kendisine kaftan giydirdi. Saffâr, Nişabur’da iken bu verme emriyle kaftan kendisine ulaştı.
İsmail İbni Ahmed Samani ise Maveraünnehir’de bağımsız olarak hükmetmekte olduğundan Saffâr onun üzerine bir ordu sevk etti. Bu ordu Âmul’e vardığında İsmail Samani, Ceyhun Nehri’ni geçip hücum ederek Saffâr’ın askerini vurup perişan ettikten sonra Buhara’ya döndü. Saffâr, hemen hazırlığını bitirerek bizzat ordusuyla Belh’e vardı. İsmail Samani yine nehri geçip onun üzerine saldırarak ordusunu bozdu ve Saffâr kaçarken tutuldu. İsmail, onu alıp Semerkant’a götürdü. Sonra kendi ricası üzerine Mutezid’in yanına gönderdi. Mutezid bu olaydan haberdar olunca Saffâr’ı kötüleyerek İsmail’i övmeye başladı. Saffâr, Bağdat’a geldiğinde Mutezid onu hapsetti. Onun elinde bulunan memleketleri İsmail Samani’ye verdi. İsmail hemen Horasan şehirlerini zapt etti. Kısacası Yakub Saffâr’ın Beni Tahir’e yaptığı muameleyi kardeşi Amr Saffâr da aynı şekilde Âl-i Saman’dan gördü ve doğu taraflarının hükümdarlığı Âl-i Saman’da kaldı.
Taberistan emiri olan Muhammed İbni Zeyd El-Alevi, Saffâr’ın esir olduğunu işitince İsmail Samani, Horasan’ın zaptına kalkışmaz zannı ile hemen iki yüz seksen dokuz yılında çok miktarda asker toplayarak Horasan’ı zapt etmek üzere ileri hareket etti. İsmail Samani’nin askeriyle şiddetli bir muharebeye tutuşup askeri hezimete uğramış ve kendisi de yaralanıp bir iki gün sonra vefat etmiştir. Bu suretle Taberistan da Samanoğullarının eline geçmiştir.
Fakat Muhammed İbni Zeyd’in amca oğullarından, Etruş diye bilinen ve Nasırlilhak diye lakap verilmiş olan Hasan İbni Ali ibnu’l-Hasan İbni Ömerü’l-Alevi, Deylem diyarında ikamet edip müşrik olan Deylemlileri İslam dinine davet ederek pek çoğunu İslam ile şereflendirip yeniden birçok cami inşa etmiştir.
Karâmita grupları ise o esnada etrafa hasar vermekteydiler. Şöyle ki iki yüz seksen altı yılında Karâmita güruhu, Bahreyn’de çoğalarak, Katîf’e gelip hayli kan dökmüşler. İki yüz seksen yedi yılında Basra’ya doğru tecavüze başlamışlar. Mutezid tarafından gönderilen askerleri vurup perişan etmişler idi.
Kûfe bölgeleri Karâmita’sı içinde Ebu’l-Kasım Zikrveyh İbni Mihrveyh adında bir şahıs, İsmail İbni Cafer-i Sadık evladından olmak iddiasıyla ortaya çıkıp, Karâmita da onu şeyh diye lakaplandırarak, Urban’dan bir grup iki yüz seksen dokuz yılında ona biat ettilerse de Mutezid tarafından peyderpey üzerlerine asker sevk edildi. Vuruşup öldürüldükleri için Zikrveyh’in arkasına düşüp, Kûfe tarafından savuşup Şam arazisine gitmişlerdi. Harun İbni Humârveyh tarafından Şam valisi olan Togaç İbni Cef tarafından gönderilen askerlere defalarca galip gelmişlerdi.
Kûfe yöresinde yayılan Karâmita’nın reislerinden Ebu’l-Gavvâr adlı şahıs tutulup Mutezid’in huzuruna getirildi. Mutezid, “Bana haber ver ki Allah’ın ve peygamberlerin ruhları sizin cesetlerinize hulul edip de sizi hata ve yanlışlıklardan korur ve sizi iyi işlere muvaffak kılar diye inanır mısınız?” dediğinde, Ebu’l-Gavvâr ona cevaben, “Hele şuna bak! Ruhullah bize hulul ederse sana ne zarar verir ve iblisin ruhu hulul ederse sana ne faydası olur? Böyle malayaniyi sorma. Sana ait olan şeyleri sor.” deyince Mutezid, “Bana ait olan hususta ne dersin?” diye sordu. Ebu’l-Gavvâr, “Derim ki Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etti. Babanız Abbas sağdı. Hilafeti talep etti mi, yahut ashab-ı kiramdan biri ona biat etti mi? Ondan sonra Ebu Bekir, hilafeti Ömer’e vasiyet etti. Abbas’ın makamını bilirken ona vasiyet etmedi ve onu şûraya dâhil de etmedi. Sahabe, bu şekilde sizin ceddinizi hilafetten uzaklaştırmışken siz ne hakla hilafete müstahak oluyorsunuz?” deyince Mutezid hiddetlenerek onu işkencelerle katletmiştir.
İleri Gelen Zevatın Vefatları
Muhaddislerin önderi olan İmam Buharî aleyhi rahmetü’l-bârî hazretleri iki yüz elli altıncı yılda, Semerkant’a iki saat mesafesi olan bir köyde en yüksek cennet katına yolcu oldu. Tercüme-i hâli tafsilatıyla yazılsa büyük kitap olur. Şöhreti ise söze ihtiyaç göstermez.
İlm-i hadiste en muteber altı kitap olup, “Kütüb-i Sitte” diye meşhurdur. Onların birincisi “Câmi-i Sahih-i Buharî”dir ki muhaddisinin “Kitabullah’tan sonra kitapların en sahihi, ‘Sahih-i Buharî’dir.” diye övdükleri kitab-ı şeriftir. İkincisi İmam Müslim-i Nişaburî’nin “Sahih”idir. İşte bu ikisine Sahiheyn denir. Diğer dördü “Sünen-i İbni Mâce”, “Sünen-i Tirmizî”, “Sünen-i Neseî” ve “Sünen-i Ebu Davud”dur.
Rivayet edilir ki İmam-ı Buharî, Nişabur’a vardığında, İmam Müslim onunla görüşüp onun hadis ilminde olan bilgisinin yüceliğine hayran olarak İmam Buharî’ye, “Ya üstaze’l-esâtiz, ya seyyide’l-muhaddisîn, ya tabîbe’l-hadis!7 Dur senin iki ayağını öpeyim.” demiş, Buharî’nin vefatına kadar ondan ayrılmamış ve ulum-ı hadiste onun ikincisi olmuş ve İmam Buharî’den beş sene sonra vefat etmiştir. Rahmehullahu rahmeten vasi’ah.
Beni Musa diye bilinen üç kardeş, yani Muhammed, Ahmed ve Hüseyin ki ulum-ı riyaziyyede (matematik ilimlerinde) devrin âlimlerinden üstün idiler. Bunların içinde en fazla meşhur olan Muhammed İbni Musa iki yüz dokuz yılında vefat etmiştir. Rahmetullahi aleyh.
Yine bu yıl İmam Hasan El-Askerî İbni Ali Nakî İbni Muhammed Takî Hazretleri yirmi sekiz yaşında iken beka âlemine göçtü. İmamiyye’ye göre on iki imamın on birincisidir. On ikincisi de onun küçük oğlu Muhammed Mehdi İbni’l-Hasan El-Askerî’dir ki babasının vefatından beş sene sonra yani iki yüz altmış beş yılında dokuz yaşında iken Samerra yer altı yoluna girip kaybolmuştur. İşte İmamiyye fırkası, onun oradan çıkmasını beklemekteler. Radıyallahü anhüm ve an abâihimü’l-kirâm.
Beni Ağleb’den Afrika emiri olan Muhammed İbni Ahmed, iki yüz altmış bir yılında vefat etmekle yerine emir olan kardeşi İbrahim İbni Ahmed, Sicilya Adası’na geçip uzun müddet gaza ederek büyük zaferlere mazhar olmuştur. Yine bu sene sofiyyeden, meşhur zahit Ebu Yezid El-Bestâmî (k.s.) vefat etmiştir.
Müçtehitlerin büyüklerinden, züht ve takva ehlinden, zahirîlerin imamı olan Davud İbni Ali El-İsfahanî iki yüz yetmiş yılında vefat etmiştir. Allah bol bol rahmet eylesin. Gerek kendisi gerek onu taklit eden fukaha, zahirî diye isimlendirilmişlerdir. Zira ayet, hadis ve diğer rivayetlerin zahirî manasını alıp rey ile tevilden kaçınırlardı. Vaktiyle birçok halk, bu mezheb-i zahirîye tabi olmuşlardı. Daha sonra amelde dört mezhebe uyularak diğer mezhepler unutulduğu gibi Davud Zahirî’nin tabileri de tükenmiştir.
Hadis ilminin büyüklerinden ve “Kütüb-i Sitte” ashabından, daha önce adı geçen İbni Mâce rahimehullahu rahmeten vasi’ah, iki yüz yetmiş üç yılında hayat defterini kapatmıştır. Yine bu sene Endülüs emiri olan Muhammed İbni Abdurrahman El-Emevi vefat etmiştir. Otuz üç erkek evladı kaldı. Vefatında oğlu Münzir’e biat olunduysa da iki sene olmadan o da vefat ettiğinden, yerine kardeşi Abdullah İbni Muhammed’e biat olundu. Rahmetullahi aleyhimâ.
Tarsus Sınır Muhafızı Bâzmâr ara sıra Rumlarla harp eder ve Rum diyarına gaza edip çok içerilere gider ve pek çok esir ve ganimet malı alıp gelirdi. İki yüz yetmiş sekiz yılında yine Rum diyarına girerek gaza edip yaralı olarak dönerken yolda vefat edince yerine İbni Acîf geçti. Mısır ve Şam emiri olan Humârveyh de onu Tarsus beyliğinde alıkoydu ve kendisine pek çok mal göndererek yardım etti.
Halife Mutemed’in vefat yılı olan iki yüz yetmiş dokuz yılında “Kütüb-i Sitte” ashabından ve İmam-ı Buharî’nin talebelerinden, daha önce adı geçen İmam Ebu İsa et-Tirmizî vefat etti. Rahimehullahu rahmeten vasi’ah. Yine bu sene Maveraünnehir emiri olan Nasır İbni Ahmed Samani vefat edip yerine kardeşi İsmail İbni Ahmed Samani geçti. Nasır-ı Samani akil ve mütedeyyin bir zat idi. Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerine olsun.
İki yüz seksen altı yılında dil bilgisi âlimlerinden ve İmam Mâzinî’nin talebelerinden, meşhur İmam Müberred vefat etti. Allah kabrini ferahlatsın.
Mısır ve Şam Emiri Humârveyh’in kızı ve Halife Mutezid’in eşi Katrü’n-Nedâ, iki yüz seksen yedi yılında ahiret âlemine göçtü. Allah rahmet etsin.
İki yüz seksen dokuz senesi rebiülevvelinde Halife Mutezid Billah, Bağdat’ta vefat edince oğlu Ali Müktefî Billah’a biat olundu. Mutezid’in hilafet müddeti dokuz sene, dokuz ay, küsur gündür. Allah’ın rahmet ve mağfireti üzerine olsun.