Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 12
Mutezid’in Oğulları Müktefî Billah, Muktedir Billah ve Kahir Billah’ın Zamanları
Yukarıda anlatıldığı gibi, iki yüz seksen dokuz yılı rebiülahirinde Mutezid ölünce oğlu Müktefî Billah tahta çıkarak fazilet ve adalet yolunu tuttu ve insanların sevgisini kazandı.
İki yüz doksan yılında Karâmita, Şam’ı kuşattı. Hayli mal alarak sulh yaptıktan sonra Humus beldesini istila etti. Hama, Ma’arra ve diğer beldeleri vurup ahalisini kılıçtan geçirdi. Onun üzerine Halife Müktefî tarafından sevk olunan asker, iki yüz doksan bir yılında Karâmita’ya galip gelerek intikam aldı. Bu sene Tarsus gazileri, Rumlar ile çok savaştılar ve Antalya beldesini fethederek, pek çok mal ve ganimet aldılar.
İki yüz doksan iki yılında Müktefî’nin askeri Şam ülkesini zapt ederek, Mısır’a yaklaştıklarında Mısır sultanı olan Harun İbni Humârveyh karşı çıkmışsa da askerleri içine ihtilaf ve ihtilal düşmüş, kendisini bir Mağripli mızrak ile vurup öldürünce halife askeri Mısır diyarını da ele geçirmiştir.
Fakat Mısır’da Halencî adlı bir asi çıkınca Şam Valisi Ahmed İbni Kiğlıg onu yola getirmek için Mısır’a gitti. Karâmita ise bunu fırsat bilerek, iki yüz doksan üç yılında Şam’a hücum ederek pek çok yerleri yağmaladı. Halife tarafından üzerlerine gönderilen askere galip gelerek, halife ordusunu yağmalayarak kuvvet buldularsa da sonra halife tarafından gönderilen çok sayıda asker, Karâmita’yı vurdular, kırdılar, gerektiği gibi intikam aldılar. O esnada İbni Râvendî diye bilinen zındık, ceza âlemine yolcu olmuştur. “Kadîbü’z-Zeheb”, “Kitâbü’l-Lâmi” ve “Kitâbü’z-Zümrüde” gibi küfür ve dinsizliğe dair birçok kitap telif etmiştir.
İki yüz doksan dört yılında Horasan ve Maveraünnehir hükümdarı olan İsmail Samani vefat ederek yerine oğlu Ebu’n-Nasır Ahmed İbni İsmail Samani tahta geçti.
Muktedir’in Tahta Geçmesi
İki yüz doksan beş yılı zilkadesinin on ikisinde Halife Müktefî Billah otuz üç yaşında iken vefat etti. Hilafet günleri altı sene, altı ay, küsur gündür. Onun yerine on üç yaşında bulunan kardeşi Muktedir Billah İbni Mutezid tahta geçmiştir.
İki yüz doksan altı yılında kumandanlar, kadılar ile toplanarak Muktedir’i yaşının küçüklüğünden dolayı tahttan indirerek, Mu’taz’ın oğlu Abdullah’ı Galibbillah unvanıyla hilafet tahtına getirdilerse de Muktedir’in sadık adamları ve taraftarları toplanarak savaşıp galip geldikten sonra Muktedir’i makamına iade ettiler. İbni Mu’taz’ı tutup hapse attıktan sonra bilahare öldürdüler.
Abdullah İbni Mu’taz, İmam Müberred’den ve İmam Sa’leb’den ilim almış, güzel şiirler yazan bir zattı. Şiirleri meşhurdur. Rivayet edilir ki: “Allah, beni halife yaparsa Beni Talib’i toptan yok ederim!” dermiş. Onlar da bunu işitip beddua ederlermiş. Vakıa halife oldu, fakat hilafet müddeti bir günden ibaret olduğundan bir şey yapmaya vakti olmadı.
Muktedir, bu sene Yahudilerin ve Hristiyanların memuriyetlerde istihdam olunmamalarını ve semerli hayvanlara binmemelerini emretti.
Ubeydiyyin Devleti’nin Ortaya Çıkışı
İki yüz doksan altı senesinde Fas dolaylarında Ubeydiyyin Devleti teşekkül etti ki ona Fatımi Devleti de denilir. İki yüz on iki seneden beri Afrika’da müstakil olarak hükmeden Beni Ağleb yıkıldı.
Şöyle ki Bâtıniyye’den İsmailiyye mezhebine inanan Şiilerden Yemen’e giden davetçiler insanları Muhammed soyundan Mehdi’ye biat etmek üzere davet ediyorlardı. Bunlardan bazıları da Mağrip diyarına gidip bazı kabileleri bu şekilde davet ederek bir hayli adam toplamışlardı. Ondan sonra San’a ahalisinden ve İsmailiyye mezhebinin davetçilerinin dâhilerinden Ebu Abdullah Şii, iki yüz seksen yılında batı ülkelerine gidip ve Kenâme Kabilesi içine girip bu daveti tazelemiş ve her taraftan Berberi aşiretleri gelip ona tabi olarak çoğalmaya başlamış idi. İşin başında Afrika hükûmeti ona ehemmiyet vermemişti. O da Tahert beldesine gidip daima ibadet ve taat ile meşgul olmuş, bir büyük mürşit gibi orada ikamet etmiş, her taraftan aşiretler grup grup gelip kendisine tabi olmuş ve şöhreti artmıştı.
Beni Ağleb’den iki yüz doksan yılında Afrika emiri olan Ziyadetullah’ın vezirleri hep Şii olduklarından Ebu Abdullah, Şiilerin kuvvetinin artmasından için için memnun olurdu.
Ziyadetullah ise zevk ve sefaya düşkün olduğundan idare işlerinin inceliklerini düşünmeye vakti yoktu. O esnada İsmailiyye’nin gizlenen imamı İsmail İbni Cafer-i Sadık torunlarından Muhammed İbni Abdullah, Hama’ya bağlı yerlerden Selemye beldesinde otururken vefat edince vasiyeti gereği oğlu Ubeydullah El-Mehdi onun yerine geçti. İsmailiyye Şia’sı davetçileri her tarafta halkı onun adına davete başladılar.
Ebu Abdullah-ı Şii de Mehdi’nin Mağrip’te ortaya çıkacağını ve çeşit çeşit kerametler göstereceğini anlatarak kendi yanına hicret edenlere ne mutlu diye ilan ederek insanları teşvik ettiği, Halife Müktefî zamanında yayılıp duyulduğundan, onun emriyle Ubeydullah-ı Mehdi aranmaya başlandı. O da oğlu Ebu’l-Kasım Muhammed ile birlikte kaçıp Trablusgarp’a varmış. Orada halifenin emri üzerine Afrika Emiri Ziyadetullah da onu aramakta ve takip etmekte olduğundan Mehdi, Trablusgarp’ta duramayıp Sicilmase’ye gitmişti. O zaman Sicilmase vilayetinde Beni Midrar’dan Elyesa hükümdar olup Ziyadetullah ise ona, “İşte Ebu Abdullah-ı Şii’nin, insanları biatine davet ettiği Ubeydullah-ı Mehdi budur. Onu tutup hapse atmak gerekir.” diye haber gönderdiğinden, Elyesa hemen Mehdi’yi ve oğlunu tutup hapse atmıştır.
Önceleri Ebu Abdullah-ı Şii’ye Beni Ağleb tarafından ehemmiyet verilmemişken onun kuvveti gittikçe artmakta olduğundan Ziyadetullah, onun üzerine kırk bin asker sevk etmişse de çarpışmada askeri bozulup dağıldı. Perişan olunca Ziyadetullah artık Afrika’da duramayıp yükte hafif ve pahada ağır mallarını alarak Mısır’a gelip Halife Muktedir’e durumu arz ettikten sonra hemen Mağrip’e döndü. Ebu Abdullah-ı Şii ile harbe başlaması ve Mısır valisinin de ona mal ve askerle yardım etmesi için Muktedir tarafından fermanlar gönderildi.
Mısır valisinin yardım etmede ağır davranması, Ziyadetullah’ın da muhtelif eğlencelerle, cümbüşlerle meşgul olup kötü alışkanlıklara müptela olması neticesinde artık Mağrip’e dönmekten vazgeçerek yerleşme maksadı ile Kudüs’e gelirken Remle’de vefat etmiştir. İşte Afrika’da iki yüz on iki yıl hüküm süren Beni Ağleb’in sonuncusu bu Ziyadetullah’tır. Beni Ağleb’in hükûmeti, kendi kendisini idare eden müstakil bir beylik ise de Abbasi hilafetine bağlı idi. Ama ondan sonra ortaya çıkan Ubeydiyye Devleti, maddi ve manevi anlamda bağımsız olmuş, Abbasi hilafetinin Mağrip ülkesiyle asla alakası kalmamıştır.
Şöyle ki Ziyadetullah’ın önceden geçtiği gibi kaçmasından sonra Ebu Abdullah-ı Şii, Afrika’yı istila etti. İki yüz doksan altı yılı ramazanında Sicilmase üzerine yürüdü. Elyesa karşı çıktıysa da bozguna uğrayarak kaçınca Ebu Abdullah, Sicilmase’ye girip Ubeydullah-ı Mehdi’yi ve oğlunu zindandan çıkardı. Onları atlara bindirip kendisi kabile reisleri ile beraber piyade olduğu hâlde insanlara, “İşte efendiniz!” diye Mehdi’yi göstererek sarayına götürdü. İmam ve halife olmak üzere insanları ona biat ettirdi. Mehdi adalet ve iyilikle insanlara muamele ettiğinden dolayı her taraftan halk onu sevmeye ve meyletmeye başladı. Mehdi’nin emriyle Elyesa takiple tutulup öldürüldü. Bu Elyesa, Sicilmase’de yüz otuz sene hükûmet süren Beni Midrar’ın sonuncusudur.
Yüz altmış yıl Tahert beldesinde hüküm süren Beni Rüstem’in hükûmeti de o sırada yok olmuştur. Beni Ağleb’e tabi olan Sicilya hükûmeti de tabii Mehdi’nin eline geçmiştir. Ubeydullah-ı Mehdi, kırk gün Sicilmase’de ikametten sonra iki yüz doksan yedi yılında Afrika’ya gelip etrafa emirlerini ve memurlarını tayin etti. Devletini teşkil edip bizzat devlet işlerini idareye başlaması Ebu Abdullah-ı Şii’nin kardeşi Ebu’l-Abbas’a ağır geldi. Kardeşini, “Sen işi elinden çıkardın, başkasına kaptırdın!” diye sıkıştırmaya başladı. Kardeşi ona nasihat ettikçe dinlemeyip, hatta bazı kabile reislerine, “Bizim biatine davet edildiğimiz Mehdi bu değildir.” demeye başlamış olduğu, Mehdi’nin kulağına gelince ikisini de öldürtmüştür. Abdullah, kardeşinin ateşine yanmış oldu. Bu da tecrübe ile sabittir ki bir hükümdarı tahta geçiren kimse o hükümdar elinde ölmüş ve perişan olagelmiştir. Sünnetullahi filalemîn… Üç yüz bir yılında Mehdi-i Alevi tarafından sevk olunan askerler, İskenderiye ve Feyyûm’u istila etmişlerse de Muktedir de Mağrip diyarı ile beraber Mısır Eyaleti’ni, kendisinin dört yaşındaki oğlu Emirü’l-Abbas İbni Muktedir’e verip, kaymakamlığını Munis Hâdim’e teslim etmiştir. Munis de muktedir bir komutan olduğundan, Mağribîlerle defalarca muharebe ederek onları Mısır diyarından çıkarmıştır.
Üç yüz üç yılında Mehdi, Mehdiyye beldesini inşa ederek onu kendisine başkent yaptı. Her ne kadar Mısır’ı alamadıysa da garp taraflarında hükûmeti genişlemekte ve kuvvetlenmekte idi.
Uzun zamandan beri başkenti Fas beldesi olarak Afrika’nın batı kısımlarına hükmeden İdrisîler Devleti de üç yüz yedi yılında yıkıldı. Daha sonra İdrisîlerden Hasan İbni Muhammed ortaya çıkıp İdrisîler Devleti’ni tekrar kurmaya çalıştıysa da İdrisîler Devleti bozulmaya ve yok olmaya yüz tuttu. Fas şehri elden gidip Mehdi’nin devleti yükselmekte olduğundan, Hasan İbni Hasan İbni Muhammed iki sene uğraşıp istediğini elde etmeye muvaffak olmadığından İdrisîlerin bütün Kuzeybatı Afrika’da hükûmetleri yok olmuş ve İdrisîlerin çoğunluğu Mehdi’nin yanına gitmiştir. Fakat içlerinden birisi dağlarda gizlenerek, otuz sene sonra çıkıp imameti geri almış ise de o da isteğine nail olamamıştır.
Mağrip’te Mehdi’nin kuvvet ve hâkimiyeti yukarıda anlatıldığı gibi yükselmekte iken Abbasi Halifesi Muktedir, Bağdat’ta zevk ve sefaya dalıp kadınların ve hizmetçilerin fikir ve arzularıyla hareket etmekte olduğundan devletin nizamı bozulmuş, valiler ve emirler yer yer istiklal davasına ve istibdada düşmüş idi. O esnada Necid diyarı ve Bahreyn, Karâmita’nın zorbalığı altında olup Irak ve Şam’a hasar ve zarar vermekte idi.
Şark tarafları ise Âl-i Saman elinde olup, Taberistan’da da bir İmamet-i Aleviyye vardı. Gerçi iki yüz seksen dokuz yılında Taberistan emiri olan Muhammed İbni Zeyd’in vefatında Taberistan Bölgesi de Âl-i Saman eline geçtiyse de Muhammed İbni Zeyd’in amca çocukları, Etrûş diye bilinen Hasan İbni Ali, Deylem dağlarında ikamet etmekteydi. Deyalime’yi İslam dinine davet ile meşgul olarak çoğunu Müslüman edip Deylem diyarında nice mescitler inşa ettirmişti. Deyalime’yi kendisine biat ettirmiş ve tabi kılmıştı. Kendisi zeydiyyü’l-mezhep idi, Müslüman Deylemîlerin civarındaki Âmul beldesi halkı zaten Şiiyyü’l-mezhep olduklarından Etrûş, o yönde de nüfuz ve kuvvet kazanarak, üç yüz bir yılında Taberistan’ı zapt etmiş, Taberistan imametini ihya ve iade etmiştir. Üç yıl sonra vefat etmiş, damadı olan Hasan El-Kasım El-Alevi, Dâ’î unvanıyla onun yerine geçmiştir.
O esnada Tarsus murabıtları, ara sıra Rum şehirlerine gaza ettilerse de Rumlar da İslam sınırlarına taaruz ve tecavüzden geri durmazlardı.
Üç yüz beş yılında kayserin sulh talebi ile Bağdat’a elçileri geldiğinde fevkalade gösterişli bir karşılama yapıldı. Bâb-ı Şemmasiye’den saraya kadar süvari ve piyadeler, yüz altmış bin asker ve onlardan sonra sırmalı elbiseler giyinmiş, dört bini ak ve üç bini siyah olarak yedi bin hadım ağası ile daha sonra yedi yüz perdedar saf saf dizilmiş ve Dicle Nehri’nde pek çok kayık ve sandal güzelce donatılmıştı. Saray duvarları üzerine yalnız sırmalı ipekten on iki bin beş yüz örtü örtülüp yirmi iki bin de döşeme serilerek tarif olunmaz surette tezyin edilmiş olduğu hâlde tamamı tezyinattan olmak üzere altından ve gümüşten sekiz dallı bir ağacın dalları üzerinde yapraklar ve kuşlar yapılıp, dallar kendiliğinden sallanırlardı. Kuşlar da sırayla öterdi. İşte böyle görenlere hayret verecek, çok acayip hünerler gösterilerek elçiler halifenin huzuruna kabul olundu. O zaman Bağdat’ın serveti ve halifenin şan ve büyüklüğü yüksek idi. Fakat devlette maddeten kuvvet kalmayıp, hilafet makamı sadece şan, itibar ve kuru bir gösterişten ibaretti. İş hep Türk emirlerin ellerindeydi.
Üç yüz altı yılında Mehdi tarafından karadan ve denizden Mısır üzerine sevk olunan çok sayıda asker, İskenderiye’den Cizre’ye kadar olan yerleri istila ettilerse de Tarsus donanması Afrika donanmasına galip olduğu gibi Munis Hâdim, Mısır’a giderek karada da zafer kazanınca Mağribîler yine geri dönmeye mecbur olmuşlardır.
Karâmita’nın durumuna gelince, bunlar, Necid diyarından çıkıp etrafa tecavüz ve taarruz ediyorlardı. Üç yüz on bir yılında Karâmita başkanı olan Ebu Tahir-i Cennâbî bir gece Basra’yı bastı. Basra emirini katledip şehri yağmalayarak birçok mal ve ganimetle hükûmet merkezi olan Hecr beldesine geri döndü. Ve on iki yılında hacılara saldırıp mallarını yağma ettikten sonra Kûfe’yi istila etti. Basra da yaptığını orada da yaptı. Üç yüz on dört yılında Halife Muktedir, Yusuf İbni Ebu’s-Sac adlı Karâmita emiri ile muharebe etmek ve Hecr’e kadar gitmek üzere memur ettiği İbni Ebu’s-Sac hemen çok sayıda asker ile Vâsıt’a gitti.
Hâlbuki üç yüz on beş yılında Rumlar, İslam memleketlerinin hudutlarına ve hudut boylarındaki memleketlere hücum ile Şemşat’ı vurup çok mal aldılar ve mescidinde çan çaldılar. Muktedir o tarafa da asker sevk etmek mecburiyetinde kaldı. Yine bu sene Ebu Tahir Karmatî, Kûfe üzerine yürüdü. İbni Ebu’s-Sac da kırk bin askerle onlara karşı gitti. Karâmita, yedi yüzü süvari ve sekiz yüzü piyade olarak hepsi bin beş yüz kişiden ibaretti ve bir rivayette iki bin yedi yüze ulaşıyordu. İbni Ebu’s-Sac, Karâmita’nın azlığını görünce, “Bunlar benim elimdedir. Hemen harbe girişmeden halifeye müjde mektubu yazınız.” diyerek düşmanı hakir görmek gibi büyük bir hatada bulundu. Karâmita ise gayet şiddetli hücum ve hamleler edince halife askeri bozuldu. İbni Ebu’s-Sac esir oldu. Ebu Tahir, Kûfe’ye girip pek çok ganimet aldı. Daha sonra İbni Ebu’s-Sac’ı diğer esirler ile beraber katletti. Bu dehşetli haber, Bağdat’a ulaşınca yöneticilerin ve halkın içine korku düştü ve bozgun asker, çırılçıplak Bağdat’a gelince Bağdatlıların telaşı arttı. Onun üzerine Muktedir, çok sayıda asker ile Munis Hâdim’i karşı güç olarak gönderdi. Bu arada Karâmita, Enbar beldesini istila etti. Halife askerinin birçoğu ise düşmana karşı çıkmadan savuşup firar etti. Kalanları karşılaşınca yenilgiye uğradılar. Bağdat ahalisinin içine korku düştü, kimi Hulvan’a kimi Hamedan’a firar etmek üzere hazırlandılar. Orduda bulunan Ebu’l-Hica İbni Hâmdân’ın uyarısı üzerine Fırat üzerindeki köprüler yıkıldığından, Karâmita beri yakaya geçemeyip Enbar’dan döndülerse de onlar da Fırat Vadisi’ndeki şehirleri yağma ettiler ve üç yüz on altı senesinde gelip Rahbe, Rakka ve Sancar beldelerini istila ettiler.
Bu esnada halifenin veziri Ali İbni İsa’ya, Bağdat’ta Karâmita mezhebinden bir şahsın Ebu Tahir ile haberleşmekte olduğu haberi verilince vezir hemen o şahsı çağırıp sorguya çekti. Şahıs itiraf edip dedi ki: “Benim Ebu Tahir ile görüşmem ancak şunun içindir ki onun Hak üzere olduğu, senin ve efendinin kâfir olduğunuz benim nazarımda sabit olmuştur. Bizim imamımız, İsmail İbni Cafer-i Sadık’ın evladından olup Mağrip’te bulunan Muhammed Mehdi’dir. Biz Râfiza ve İsnâ Aşeriyye gibi değiliz ki cehilleri sebebiyle bir imama müntazır olurlar.” Bunun üzerine Ali İbni İsa, “Sen bizim askerimizin içine fesat bırakmışsın. Şimdi onların içinde senin mezhebin üzere olanlar kimlerdir?” dediğinde, “Sen vezirlik işlerini bu akılla mı yürütüyorsun? Benden nasıl bir şeyler istiyorsun ki mümin bir kavmi kâfirlere teslim edeyim de onları katletsinler!” deyince o Karmatî, şiddetli şekilde dövüldü. Üç gün aç ve susuz kalarak helak oldu, ama mezheptaşlarını ele vermedi.
Deylem komutanlarından Esfâr İbni Şîrveyh adlı kişi o esnada çıkarak Merdavîc adlı şahsı kendisine komutan tayin edip Taberistan’ı istila etmiş ve Dâ’î unvanıyla Taberistan imamı olan Hasan İbni El- Kasım El-Alevi ile yaptığı muharebede, Hasan İbni Kasım’ın askeri bozguna uğrayıp kendisi de öldürülmüştür. Üç yüz on altı yılında Taberistan’daki Alevi imameti mahvolmuş, izi de kalmamıştır.
Fakat Esfâr, zalim ve gaddar bir şahıs olduğundan Merdavîc onun aleyhinde çıkıp onu öldürerek yerine geçmiş, birkaç yıl zarfında muktedir bir hükümdar olmuştur.
Yukarıda olduğu gibi Karâmita’nın Enbar’dan dönmeleri üzerine, “Muzaffer” diye lakap alan Emirü’l-Ümera Munis Hâdim, ordu ile Bağdat’a geldiğinde Halife Muktedir, askerin senelik tahsisatına iki yüz kırk bin altın zam yaptı. Hâlbuki haremin ve saray görevlilerinin, özellikle Muktedir’in annesinin tahsisatı zaten fazla olduğundan idare işinde sıkıntı çekilmekteyken bu türlü zamlara karşılık bulunamayacağı aşikâr idi. Devlet işleri çığırından çıkmakta, protokolden bazıları en büyük işlere müdahale etmekteydiler. İşte o esnada Muktedir ile emirü’l-ümera olan Munis Hâdim’in aralarında soğukluk çıkmış, askerî kuvvet ise emirü’l-ümera elinde olduğundan, Muktedir ondan korkuyordu. Bir diğerinin emirü’l-ümera tayin olunacağı haberi Rakka’da bulunan Munis’e ulaşınca, süratli bir yürüyüşle Bağdat’a gelip Şemmasiyye’de konakladı ve gidip halife ile görüşmedi. Halife tarafından, oğlu Emir Abbas İbni’l-Muktedir ile vezir İbni Mukle, Şemmasiyye’ye çıkıp Munis ile görüştü. Muktedir ile Munis birbirlerine güvenlerini kaybetmiş olduklarından, aralarında birçok haberleşme olduğu hâlde kayserin doğu başkomutanı, bir büyük ordu ile hareket ederek Ahlat ve Bitlis beldelerini istila etmiştir.
Üç yüz on yedi senesi başlarında zaptiye bakanı olan Nâzük, askeri ile Munis’in yanına gitti. Ebu’l-Hîca İbni Hâmdân da çok sayıda asker ile dağlık bölgelerden gelip Munis’e tabi oldu. Askerî bölükler de ona uyarak ayaklandı ve Muktedir’in sefahat ve israfından, hadimlerinin ve cariyelerinin devlet işlerine müdahalelerinden dolayı, yukarıda zikredilen yılın muharreminin on dördüncü cumartesi günü tamamı saraya gidip Muktedir’i tahttan indirerek kardeşi Muhammed İbni Mutezid’e biat ettiler, onu Kahirbillah diye lakaplandırdılar.
Pazartesi günü musafiye denilen piyade askeri cülus8 bahşişiyle bir senelik maaşlarını istediler. Nâzük, onları susturmak isterken onu ve Ebu’l-Hîca İbni Hâmdân’ı katlettiler. Kahir’i tahttan indirip Muktedir’i hilafet makamına iade ettiler. O sırada Ebu’l-Hîca’nın kardeşi, Hâmdânîler hükûmetinin merkezi olan Musul’a, diğer bazı emirler diğer taraflara firar ettiler. Muktedir de hazinelerde mevcut olan mücevher, eşya ve bazı hazine mülklerini ucuz ucuz satarak askerin bahşişlerini ödedi.
O zaman Horasan ve Maveraünnehir emirleri olan Beni Saman arasına büyük bir ihtilaf düştü. Birbirleriyle savaşmakta oldukları hâlde halifenin o tarafı düşünebilmek şöyle dursun, Rumlar Malatya, Diyarbakır vesair hudutlara hücum ettiği, Müslümanlar müdafaadan âciz kalarak feryat ile Bağdat’tan yardım istedikleri hâlde Halife Hazretleri onlara dahi yardım edemiyordu.
Üç yüz on yedi senesi hac mevsiminde Ebu Tahir Karmatî, Kurban Bayramı’ndan iki gün önce, Mekke-i Mükerreme’yi basıp hacıları bulundukları yerde, hatta Harem-i Şerif’te ve Beyt-i Şerif’in içinde katlederek mallarını gasp ve yağma ettiler. Çoğunun naaşlarını Zemzem Kuyusu’na attılar. Kalanları da Harem-i Şerif’te ve öldürüldükleri yerlerde defnedip hiçbirini yıkamadılar, namazlarını kılmadılar ve evlerin içine girip ehl-i Mekke’nin mallarını yağmaladılar. Ebu Tahir Karmatî bunca kötülüklere kanaat etmeyip, Kâbe-i Muazzama’nın örtüsünü alarak, askerine taksim ve tevzi etti. Hacer-i Esved’i yerinden sökerek hükûmet merkezi olan Hecr’e götürdü.
Karâmita, Şia azmanlarından olup, Mağrip’te hükümran olan Mehdi Ubeydullah-ı Alevi’nin davetini ortaya koymakta idiler. Bu şekildeki Harem-i Şerif’e yönelik ihanetlerinin haberi Mehdi’ye ulaştığında Ebu Tahir Karmatî’ye mektup yazıp ona hakaret ve lanet edince Ebu Tahir, Mekke ahalisinin mallarından ele geçirdiği bir miktar eşyayı geri vermişse de Kâbe örtüsü ile hacıların mallarını halk paylaşmış olduğundan dolayı toplanıp geri verilmesinin kabil olamayacağını açıklayarak özür dilemiştir. Hacer-i Esved ise yirmi iki sene kadar Karâmita elinde kalmıştır.
Yukarıda geçtiği üzere, piyade askeri Muktedir’i hilafet makamına geri getirmiş olduğundan, şımarıp her istediklerini devlete yaptırmak gibi yersiz davranışlarından dolayı gerek devlet adamları gerek diğer askeriye sınıfı bizar olarak üç yüz on sekiz senesi başlarında süvari askeri onlara üstünlük sağlayarak hepsini Bağdat’tan kovup dışarı çıkartmışlardır.
Üç yüz on dokuz senesinde Muktedir ile Munis Hâdim arasında yine düşmanlık başladı. Muktedir birini kendisine vezir etmek istediğinde, Munis ona mâni olarak diğer birini vezir ettirdi. Aralarındaki karşılıklı nefret ve korku ise yine şiddetlenince üç yüz yirmi yılı başında Munis, kölemenleri ve diğer bağlıları ile Bağdat’tan çıkıp Musul’a gitti.
Musul beyleri olan Beni Hâmdân, Munis’e karşı çıkmakla yapılan muharebede bozguna uğradıklarından Munis, Musul’u zapt etti. Beni Hâmdân’dan Rebia emiri olan Nasır İbni Hâmdân da Munis ile birleşerek gelip Musul’da ikamet etti. Etraftan bölük bölük askerler geldi ve Munis’in topluluğu çoğaldı. Sekiz dokuz ay kadar Musul’da ikametten sonra maiyetindeki askerle Bağdat’a doğru yola çıktı. Ona karşı Bağdat’tan çıkarılan asker ise Munis’in yaklaştığı esnada sıvışıp önünden savuşarak Bağdat’a doğru firar ettiğinden, Munis gidip Bâb-ı Şemmasiyye’de ordu kurdu. Halife askeri de onun karşısında durdu. Muktedir, Vâsıt’a gidip de Basra ve Ehvaz taraflarında asker toplamak istediğinde, veziri ve mabeyincileri onu bizzat harbe teşvik etti. Bu hususta ısrar ettiklerinden, o da Hırka-i Şerif kendi üzerinde olduğu hâlde fakihler ve hafızlar ellerindeki Kur’an-ı Kerimleri açıp onun önünde ve birçok halk etrafında yürüdü. Gönülsüz olarak ordusuna gider gitmez askeri dağıldığı sırada Megâribe’den bir grup gelip kendisini idam ediverdiler. Hilafet müddeti yirmi dört sene, on bir ay, on altı gündür. Cömert, insaniyeti olan, anlayışlı ve akıllı bir zat idi.
Fakat şehvete düşkün, müsrif, kararsız ve cariyelerine mağlup idi. Binaenaleyh, zamanında devletin temelleri sarsıldı. Kendisi de bu veçhile yok olunca, hemen Munis’in emriyle Muktedir’in kardeşi Muhammed İbni Mutezid getirilerek, şevval ayı sonlarında ona biat edilerek, Kahirbillah diye lakaplandırıldı.
Kahir, hemen görevden alma ve tayinler ile meşgul olup Ebu Ali İbni Makılle’yi de vezir atadı. Fakat Munis Hâdim, Kahir’den emin olamayıp Kahir’in veziri İbni Makılle, hacibi Belik ve onun oğlu Ali İbni Belik de Munis ile birlik olarak halifenin evini gözlem altına aldılar. Girip çıkanları sıkıca ararlar, hatta saraya girip çıkan kadınların bile yüzlerini açıp görürler idi. Kahir, bu duruma kızıp onların muhalifleri ile gizlice haberleşerek, üç yüz yirmi bir senesinde bir takip ile Munis, Belik’i ve onun oğlunu tutup hapse atarak bu baskılardan yakasını kurtarmıştır. Fakat Munis ve taraftarlarının tutulup idamı hususunda kendisine yardım etmiş olan bazı komutanları yemin ile temin etmişken sözünden ve yemininden dönerek, onlara da zulmettiğinden, diğer komutanlar şüpheye düşerek artık onun yemin ve teminine emniyet eylemez olmuşlar idi. İbni Makılle ise o kargaşada firar ederek kaçıp saklandı. Kıyafet değiştirip bazı komutanlar ile gizlice görüşerek danışmalarda bulundu, akla hayale gelmez hilelerle komutanlardan Sima adındaki emiri istediği gibi kandırmıştı.
Binaenaleyh, Sima, üç yüz yirmi senesi cemaziyelevvel ayının altıncı gecesi askerinden bir grubu kendisine uydurup gece Kahir’in sarayını kuşattı. Kahir ise gece çok içip sarhoş olduğundan, uyanıp kaçmaya çalışmışsa da Sima’nın adamları onu tutup hapse attılar. Muktedir’in oğlu Ebu’l-Abbas Ahmed’i hilafet tahtına oturtup onu Râzîbillah diye lakaplandırdılar. Kahir’in hilafet müddeti bir buçuk sene, sekiz gündür. Sima’nın muvafakatı ile Râzîbillah, Ebu Ali İbni Makılle’yi kendisine vezir atadı.