Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 2
BEŞİNCİ BÖLÜM ABBASİLER
Geçen kısımlarda yazılanlardan anlaşılacağı gibi Arap kabileleri içerisinde en şereflisi olan Kureyş Kabilesi; on sülaleye ayrılmıştı. Bunlardan Abd-i Menaf’ın oğlu Haşim’in soyundan gelen Beni Abdü’l-Muttalib ile Abd-i Menaf’ın oğlu Abd-i Şems’in soyundan gelen Beni Ümeyye’nin nüfuz ve haysiyetleri fazla olduğundan, Kureyş’in diğer sülaleleri bu iki soyun başkanlığını kabul etmede tereddüde düşmemişlerdir. Emeviler nüfus bakımından kalabalık, kavmiyetçe de kuvvetleri daha fazla olduğu hâlde Abdü’l-Muttalib’in Zemzem Kuyusu’nu keşfetmesi ve meşhur Fil Yılı’nda Mekke başkanı olması gibi nedenlerden dolayı Haşimilerin şan, şeref ve haysiyyeti artmıştı. Kısacası Kureyş’in en şereflisi ve kuvvetlisi olan bu iki sülale, başkanlığa layık olma konusunda birbirlerine rakip idiler. İkisi ittifak edince diğerleri onlara uyarlardı.
Muhammed’in (s.a.v.) nübüvveti, Beni Haşim içinde zuhur edince Haşimilerin şeref ve haysiyeti arttı. Akrabalık gayreti gütmenin yerine İslam kardeşliği geçti. Hicret’ten sonra Medineli sahabe Müslümanlar (ensar) da bu kardeşliğe dâhil olunca İslam’ın şan ve şöhreti arttı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hicretinde Beni Haşim’in çoğunluğu Medine’ye hicret ettiğinden, Mekke, Beni Abd-i Şems’in elinde kaldı. Bedir Savaşı’nda onların ileri gelenleri öldüğünden Emevilerden Ebu Süfyan Mekke’nin başkanı oldu.
Mekke’nin Fethi sırasında Ebu Süfyan ve oğulları, İslam ile müşerref oldular. Fakat akrabalık gayretkeşliği geride kalmış olduğundan, onlar şeref ve meziyet bakımından İslam’da öncelik sahibi olan seçkin ashaptan geride kaldılar. Ebu Süfyan ise peygamberlik güneşinin kendilerinden doğmuş olması hasebiyle Beni Haşim’in ve Beni Ümeyye’den daha az olan diğer sekiz sülalenin üstünlüğünü çekemezdi. Bundan dolayı Teym’den Hazreti Ebubekir’s-Sıddık’a biat olunduğu zaman Ebu Süfyan, Beni Teym’in sayısının azlığından söz ederek Hz. Ali’ye biat etmek istemişti. Fakat Hz. Ali (r.a.) kabul etmedi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) de Adiyoğullarının sayısına itibar etmeyip, bu soydan olan Hz. Ömer’in (r.a.) İslam’daki öncelik ve haysiyetine, iktidar ve ehliyetine bakarak onu halifeliğe aday olarak gösterdiği zaman ilk önce biat eden Hz. Ali (r.a.) olmuştur.
Hazreti Ömer’in (r.a.) vefatından sonra halife seçimi, şûraya havale edilince, müşaveret sırasında hilafet, Beni Ümeyye’den olan Hz. Osman (r.a.) ile Beni Haşim’in en üstünü olan Hz. Ali (r.a.) arasında gidip geldiği hâlde hakem olan Abdurrahman İbni Avf’ın, Hz. Osman’ı (r.a.) tercih etmesi de Beni Ümeyye’nin nüfusunun çokluğundan değil idi. Çünkü akrabalık gayretkeşliği terk edilmiş ve unutulmuştu. Hz. Osman’ın (r.a.) halifeliği sırasında akrabası olan Eme-vi valileri, fazlasıyla mevki, makam ve memuriyetleri ele geçirdiler, buraları kötüye kullanmaya başladılar. Haşimoğulları bu durumdan hoşnut kalmadılar. Zahitler ve ehl-i Kur’an ise Hz. Osman’a (r.a.) itiraz eder oldular. İşte o sırada Şia grubu ortaya çıkarak hilafetin Haşimoğullarına ait olduğu inancıyla, halkı Hz. Osman (r.a.) aleyhinde tahrik edip kışkırtmaya başladılar. Bu suretle büyük bir fitne çıkaran zorbalar, Hz. Osman’ı (r.a.) şehit ettiler. Bunun üzerine Hz. Ali’ye (r.a.) biat edildi. Fakat Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye Şam’da bir sancak beyi iken Hz. Osman’ın (r.a.) hilafeti zamanında bütün Suriye’ye vali olup pek çok servet ve kuvvet kazanmıştır. Bütün Emeviler, Mekke ve Medine’den kaçanlar onun etrafında toplanmış olduğundan Hz. Ali’ye (r.a.) biatten kaçındı.
Sıffin Savaşı’nın neticesinde işi hakemlerin çözmesine karar verildiğinde, zahit ve ehl-i Kur’an’dan bir grup o kararı ret ile Hz. Ali (r.a.) aleyhine başkaldırdı. Hz. Ali (r.a.), zamanının çoğunda bu Hariciler ile uğraştı. Sonunda bir Harici onu şehit edince, oğlu Hz. Hasan’a biat edildiyse de o zamana kadar Muaviye Şam’da yerleşip kökleşmiş ve insanlar da kavmiyetçilik gütmeye döndüklerinden Muaviye Irak üzerine yürümüş, geçen kısımda açıklandığı gibi Hz. Hasan hilafetten çekilmiş ve bütün halk Muaviye’ye biat etmiştir. Muaviye İbni Ebu Süfyan, işte bu şekilde Şam’da ezici kuvvete sahip bir devlet kurdu. İslam memleketlerinde emirlerini yürüttü. Fakat iki topluluk ona karşı idi. Biri hem Hz. Osman’a (r.a.) hem de Hz. Ali’ye (r.a.) buğzeden Hariciler güruhu, diğeri Hz. Ali’ye (r.a.) muhabbette aşırı giden Şia güruhu. Muaviye, Haricileri ezici kuvvetiyle vurup cezalandırmakta ve Haşimoğullarını da ikram ve iltifatlar ile idare etmekteydi.
Oğlu Yezid zamanında ortaya çıkan Kerbela faciası üzerine Müslümanlar, Emevi Devleti’nden nefret eder oldular. Yezid’in ölümünden sonra oğlu küçük Muaviye’ye biat edildiyse de Muaviye halkın genelinin kendilerinden nefret eder olduğunu görünce halifelikten istifa ederek köşesine çekildi. Çok geçmeden öldü ve Emevi Devleti’nin birinci kısmı olan Süfyaniyye şubesi onunla son buldu.
O zaman Mekke’de Abdullah bin Zübeyr’e biat edildi. Yalnız Şam bölgesi bunun dışında kalmış idi. Şam halkının birçoğu İbni Zübeyr’e tabi olmuş ve meyletmişken, muhalifler topluluğu üstün gelerek Mervan bin Hakem’e biat ettiler. İşte Emevi Devleti’nin ikinci kısmı olan Mervaniye şubesi bu suretle meydana çıktı. Fakat Mervan, hilafet işinde tam bağımsızlığını kazanamadı. Ondan sonra oğlu ve halefi olan Abdülmelik, Abdullah bin Zübeyr’e üstün gelerek bağımsızlığını kazandı. Abdülmelik’in hükûmeti, zalimane ve pek zorbaydı. Haccac bin Yusufü’s-Sakafi gibi bir zalimi halkın başına bela etti. Bütün doğu taraflarını onun eline teslim etti. Asiler ve Hariciler çoğaldı. Haccac da peş peşe savaş ve darbelerle meşgul oldu. Şiiler ise gizlilik perdesi altında hazırlanarak fırsat kolladılar.
Sicistan valisi olan Abdurrahman bin Muhammed bin Eş’as El-Kindi, Haccac’a karşı ayaklandı. Ordusuyla gelip Fars ve Irak’ı istila etti, Haccac ile defalarca savaştı. Yanında asker ve halktan iki yüz bin kadar adam toplandı. Irak’ın âlim ve hukukçularının çoğu da onunla beraber idi. İçlerinde büyük müçtehitler vardı. Seksen ikinci hicri yılında ittifakla Abdülmelik’i indirerek Abdurrahman’a biat ettiler.
O zamana kadar halifeler hep Arap kabilelerinin en şereflisi olan Kureyş Kabilesi’nden olup Kureyşi olmayan bir emirin hilafet makamına seçilmesi uzak bir ihtimal olarak görünürken, Abdülmelik’in istibdadından ve Haccac’ın zulmünden halk o kadar bıkmıştı ki Yemenli bir küçük kabile olan Kinde Kabilesi emirlerinden birine biat ediverdiler. Abdülmelik ise birbiri peşi sıra Şam’dan asker göndererek Haccac’a yardım ettiği için işin sonunda Haccac galip gelerek Abdülmelik hilafet makamında kaldı. Abdülmelik’in oğlu ve halefi olan Velid’in zamanında birçok yer fethedildi. Birçok hayırlı ve güzel şey yapıldı. İslam dairesi çok genişledi. Fakat Haccac’ın doğu tarafında zulüm ve adaletsizlikleri devam etti. Ashabın bazı seçkinlerine, müçtehit ve âlimlerin büyüklerine yapmadığı eza ve cefa kalmadı. Sonunda Irak’ın en büyük din âlimi ve salih insanı olan Said bin Cübeyr gibi bir büyük zatı öldürdü. Ondan sonra kendisi de rahat yüzü görmedi. Çok geçmeden hesap vereceği ahirete gitti. Ondan sonra Velid de öldü. Onun halefi ve kardeşi olan Süleyman bin Abdülmelik, diğerlerine göre insaflı ve cömert bir kişi idi. Fakat ilimlerin gizliliklerine vâkıf, içi ve dışı tertemiz olan Ebu Haşim Ali’yi çekemeyerek zehirletti. Bu da Emeviler aleyhinde, halkı Abbasilere biate çağırmaya bir sebep oldu.
Süleyman’ın vefatıyla amcasının oğlu Ömer bin Abdülaziz halife olunca birdenbire Hulefa-i Raşidin yolunda adaletli bir icraat ortaya koydu. Pek çok kötü âdetin ortadan kaldırılmasına özen gösterdi. Şam halkından başka bütün İslam memleketlerinin halkı, Emevi Devleti’nden nefret ederek yıkılmasını arzu ederken, onun güzel ahlakı, halkın fikirlerinin olumlu yönde değişmesine vesile olmuş ve Emevi Devleti’nin devam etmesi hakkında güzel ümitler oluşmuştu. Fakat her türlü kötülüklere alışmış olan Beni Ümeyye’nin valileri, onun bu adaletli tutumundan hoşnut kalmadı ve akrabası kendisini zehirletti. Onun yerine geçen Yezid bin Abdülmelik ise heva ve hevesine uyan bir adam olduğu için varını ve ömrünü zevk ve sefaya harcayarak tüketti.
Onun yerine geçen Hişam İbni Abdülmelik oldukça zararsız bir kişiydi. Fakat mal toplama konusunda kendisini helak edecek kadar hırslı idi. Komutanları ve valileri dahi kendisine yaranmak için mal toplamakta şiddet gösterirlerdi. Özetle o zamanda Emevilerin mal toplamaktan başka bir düşünceleri yoktu. Hırs ve tamahlarının derecesini açıklamak için o zamanda meydana gelen dine girme olaylarını açıklayalım.
Dine Girmeler
Ömer İbni Abdülaziz (r.a.) Hazretleri’nin adaletli devrinde İslam’a girmeler çoğaldı. Özellikle Horasan halkından pek çok kişi Müslüman oldu. Cizye (gayrimüslimlerden alınan vergi) geliri epeyce azaldı. Bazı insanlar tarafından, “Birçok halk, sırf cizyeden kurtulmak için grup grup Müslüman oluyor. Onları sünnet ile imtihan et.” diye Horasan Valisi Cerrah’ı uyarınca o da yeni Müslüman olanların sünnet ile imtihan olunmalarını hilafet makamına arz edip izin istedi. Ömer bin Abdülaziz Hazretleri, “Allah, Muhammed (s.a.v.) Hazretleri’ni halka davetçi gönderdi, sünnetçi göndermedi.” diyerek, yüzüncü senenin içinde Cerrah’a cevap gönderdi. Bundan sonra onu Şam’a çağırarak görevden aldı ve yerine başka vali atadı.
Yüz iki senesinde Afrika valisi olan Yezid bin Ebu Müslim, Hristiyan veya Yahudi olup da İslam ile şereflenerek şehirlere gelip yerleşen o mühtedileri köylerine döndürerek, İslam’a girmeden önce verdikleri cizyeyi eskisi gibi toplamaya başlayınca halk ayaklanarak Yezid’i öldürüp ondan öncekini onun yerine getirdiler. O zaman hilafet makamında bulunan Yezid bin Abdülmelik’e de Biz senin itaatinden çıkmadık, lakin Yezid bin Ebu Müslim, bize karşı Allah’ın ve Müslümanların razı olmayacağı zulümleri yaptı. Biz de onu öldürdük ve senin eski emirini makamına iade ettik, diye bildirdiler. Yezid bin Abdülmelik de Ben Yezid bin Ebu Müslim’in yaptığına razı değilim, diye cevap yazdı. Halkın tayin ettiği emiri yerinde bıraktı. Fakat halk yüz buldu ve hükûmet otoritesine halel getirilmiş oldu.
Hişam’ın hilafeti zamanında ve yüz on senesinde Horasan Valisi Eşres, Maveraünnehir halkını İslam dinine davet için Salih İbni Tureyf ile Rebi İbni İmran’ı memur ettiğinde, İbni Tureyf, “Ben bu görevi Müslüman olanlardan cizye alınmamak şartıyla yerine getiririm.” dedi. Bu ise dinin bir gereği olduğu için Eşres kabul etti. İbni Tureyf ve İbni İmran çıkıp Semerkant’a gittiler ve halkı İslam’a davet ettiler. Semerkant ve çevresinden pek çok kişi İslam dinine girdiler. Fakat bundan dolayı hazine gelirinde çokça eksilme meydana geldiği Semerkant defterdarı tarafından bildirilince, Eşres hemen Semerkant valisine gönderdiği yazılı emirde, Maveraünnehir halkından çok kimselerin İslam’a rağbet için değil, ancak cizyeden kurtulmak için Müslüman oldukları haberi alındı. Sen sünnet olan, namaz kılan ve Kur’an’dan bir sure okuyan kimselere bak. Cizyeyi ancak onların üzerinden kaldır, dedi.
Yine Semerkant’tan Eşres’e, Birçok halk Müslüman olup mescitler inşa ettiler. Ne yapalım? diye bildirildiğinde, Şimdiye kadar haraç aldığınız adamlardan yine haracı alınız, diye yazılı emir gönderildi.
Bunun üzerine Ömer İbni Abdülaziz’in talimatına aykırı olarak Müslüman olanlardan cizye alınmaya başlandı. Onlar da cizye vermekten kaçındı, İslam’a giren yedi bin kadar kişi Semerkant civarında toplandı. Davetçileri olan İbni Tureyf ve İbni İmran ve diğer bazı kişiler onlara yardım için çıkıp onlarla birleştiler. Daha sonra Eşres tarafından asker gönderilerek İslam’a girenler sıkıştırılınca birçoğu dinden çıkarak savuştular ve Türk hakanına iltica ettiler.
Hakan ile bir büyük savaş kapısı açıldı. Arap’ın ileri gelenlerinden pek çok kişi öldü. Neticede hakan, İslam beldelerine girerek Semerkant ve Buhara’yı kuşatıp Arapları zorladı. Hâlbuki Hicret’in yüzüncü yılından beri halkı Abbasilere biat için davet edenler, yani Muhammed İbni Ali Abbasi’nin ayarlamış olduğu davetçiler, Horasan’da halkı gizlice Emevi Devleti aleyhine çağırmakta idiler.
O sırada Eşres’in görevden alınması gerçekleşti. Hâlbuki kendisinden sonra göreve gelenler de meydana gelen iç ve dış karışıklıkların üstesinden gelemediler. Sonunda Horasan valisi olan Nasır İbni Seyyar âlim ve faziletli bir zat olduğundan ve Ömer İbni Abdülaziz’in tavsiyelerini de dikkate alarak, yukarıda geçtiği gibi Eşres’in dine girenler üzerinde bırakmış olduğu haracı kaldırdı. Heyecana gelmiş olan kamuoyunu bir dereceye kadar teskin edinceye dek Maveraünnehir seferleriyle uğraştı. Hâlbuki Horasan halkı, gizlice, gruplar hâlinde Abbasilere biat çağrılarına uymakta olduklarından, dış savaşlarla uğraşacak zaman değildi.
Doğu şehirleri, böyle karışık bir hâldeyken batıdakiler de çeşitli karışıklıklarla çalkalanıyordu. Şöyle ki Tanca valisi düşüncesiz bir şahıs olup Berberilerin Müslüman halkını tutsak sayarak, beşte birine devlet tarafından el koyup onları köle yapmaya kalkışınca, yüz on yedi yılında halk ayaklanmıştı. O sırada Hariciler de türeyip içlerinden Ukâşe adında biri, emirü’l-müminin unvanını takınmış olduğundan, Hişam oraya çok sayıda asker göndermiş, pek şiddetli çarpışmalar olmuş ve iki taraftan çok sayıda kişi ölmüştü.
Emevilerin doğuda ve batıda görülen uygunsuz icraatlarından dolayı Emeviye Devleti’nin değeri düşmekteydi. İşte bu durumlar, Abbasilerin çağrılarınn değer kazanmasına önemli bir sebep olmakla beraber bu manada konunun açıklanması gerekir. Fakat öncelikle Şiilerin imamet hakkındaki görüşlerini aşağıda geçeceği gibi kısaca açıklamakta yarar var.
Şia’nın İmamet Hakkındaki Görüşleri
Kelam âlimlerinin büyük kısmına göre hilafet gibi imamet de din ve dünya işlerinde genel başkanlık demektir. Bu nedenle Müslümanların işlerini gören kişiye Müslümanların imamı ve Hazreti Peygamber’in halefi denir ki halk arasında hakkın yerini bulması, yol ve geçitlerin güven altına alınması, sınırların korunması yanında ümmetin daha başka işlerini de görür.
Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali sırayla halife ve imam olmuşlardır. Ama gizlenmiş ve bir köşeye çekilmiş olan bir kişi her ne kadar aranan özellikler kendisinde bulunsa ve imamete hak kazanmış dahi olsa, Müslümanların işlerini görmek için bizzat seçilip tayin edilmedikçe bu manada ona imam ve halife denilmez. Ama sözlükte kendisine uyulan her kimseye imam denir.
Fakat Şiiler, halife ile imamın arasını ayırarak farklı görürler. İmamın “masum”, “Haşimi” ve “Alevi” (Hz. Ali sülalesinden) olması gibi bazı hususları şart koşarlar. “İmamın bilfiil ümmetin işlerini görmesi şart değildir.” derler. Şu hâlde imamet ve hilafet, ancak Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan’da birleşmiştir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’da hilafet bulunup imamet bulunmaz. Hz. Hüseyin İbni Ali’de ise İmamet bulunup hilafet bulunmaz. İmamet bahsinde Şiiler, birçok fırkalara ayrılmış olup aralarında çok anlaşmazlıklar vardır.
Zeydiyye fırkası; Hazreti Ali’yi bütün ashab-ı kiramdan üstün tutmakla beraber, üstün olanın hilafetini caiz sayarlar. Bu nedenle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilafetlerini kabul ederler. Daha önceki bölümde açıklandığı gibi yüz yirmi iki yılında Zeyd İbni Zeyne’l-Abidin ve bir yıl sonra oğlu Yahya öldürülmüşlerse de Zeydiyye mezhebi devam edip gelmiş, hâlen Yemen’de San’a ve çevresi bu mezheptedirler.
Ama Şeyhayn, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den yüz çeviren Şiiler ki onlara Rafiziyye ve imamiyye denilir; onlar da İsnâ Aşeriyye (on iki imama tabi olanlar) ve İsmailiyye fırkalarına ayrılmışlardır.
İsnâ Aşeriyye fırkası imameti on iki kişiyle sınırlandırır ki Hazreti Ali İbni Ebu Talib, oğulları Hasan, Hüseyin ve ondan sonra Zeyne’l-Abidin İbni Hüseyin, Muhammed Bakır İbni Zeyne’l-Abidin, Cafer-i Sadık İbni Muhammed Bakır, Musa’l-Kâzım İbni Cafer-i Sadık, Ali Rıza İbni Musa’l-Kâzım, Cevad diye bilinen Muhammed Naki İbni Ali Rıza, Naki İbni Muhammed Takiy, Hasan Askerî İbni Ali Naki ve sonra Muhammed Mehdi İbni Hasan Askerî’dir.
Bu on iki imamın beşincisi olan Muhammed Bakır’ın vefatı geçen bölümde anlatılmış, diğerleri de bundan sonra anlatılmak üzere kararlaştırlmıştır. On ikincisi olan Muhammed Mehdi, yeri gelince anlatılacağı üzere küçük iken Samarra’da kaybolmuştur. İsnâ Aşeriyye fırkası, onun o zaman gizlendiğine ve hâlâ hayatta olduğuna inanırlar ve onun ortaya çıkacağı günü beklemektedirler. İran halkı şu anda bu mezheptendir.
İsmailiyye fırkası, “Cafer-i Sadık’tan sonra imametin, onun büyük oğlu İsmail’e geçmesi gerektiğini, İsmail ise babası sağ iken hayatını kaybettiğinden, imametin onun oğlu Muhammed’e ve ondan çocuklarına geçtiğini ifade ederler. İsmailiyye’nin imamları gizli olduğundan bu Muhammed İbni İsmail’e Muhammed Mektûm derler. İsmailiyye’nin itikatları küfre sebep olduğu ve başkalarından gizli tutulduğu için kendilerine Bâtıniyye denilir. Bunlar da ikiye ayrılmış olup, bir fırkası imameti, Muhammed Mektûm’dan Abdullah İbni Mehdi İbni Muhammed El-Habib İbni Caferi’l-Musaddık İbni Muhammedi’l-Mektûm İbni İsmail’e kadar götürürler. Bunlar, Afrika’da bir Şii devleti kuran Ubeydiyyûndur. Diğer bir fırkası da imameti Yahya İbni Ubeydullah İbni Muhammed Mektûm’a kadar götürür. Bunlar Karâmita’dan bir gruptur. Bu Karâmita’nın uydurduğu yalanlardandır. Zira Muhammed Mektûm’un Ubeydullah adında bir oğlu bilinmemektedir.
İmamiyyenin bir fırkası da “Hazreti Ali’den sonra imam, onun oğlu Muhammed İbni Hanife’dir. O hâlen hayattadır ve Mehdi-i Muntazar1 odur.” derler. Bazıları da İbni Hanife’den sonra imametin Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) çocuklarına geçtiği inancındadırlar. Bazılarının nazarında Muhammed İbni Hanife’den sonra imamet, onun oğlu Ebu Haşim Ali’ye geçmiş, o da geçen bölümde işaret edildiği gibi ve bundan sonra da açıklanacağı üzere imameti, Muhammed İbni Ali Abbasi’ye bırakmıştır. O da etrafa davetçiler gönderip halkı gizlice davete başlamıştır.
Abbasilere Çağrının Yayılması
Daha önce geçen bölümde açıklandığı üzere Muhammed İbni Hanife’nin oğlu Ebu Haşim Ali, doksan dokuz yılında Şam’dan Hicaz tarafına döndüğünde, zehirlenerek köyünde vefat ettiği zaman imameti, Beni Abbas’tan Muhammed İbni Ali’ye bıraktı. Ondan sonra hilafet işinin Abbasoğullarına geçeceğini açıkladı. Bu konuda ne yapılması gerektiğini bildirdi. Bu sırrın gizli tutulması için uyarıda bulunmuştur. Irak ve Horasan halkından yanında bulunan Şia grubuna da hilafetin Abbasilere geçeceğini bildirmiş ve bundan sonra Muhammed İbni Ali’ye başvurulmasını tavsiye etmiş idi. Bunun üzerine Muhammed İbni Ali Abbasi, yüz senesinin başlarında çevreye davetçiler gönderdi, bu davetçiler hükûmetten sakınarak, gizlice davete başladılar. Bunlar imamlarını ele vermemek için onun ismini açıklamayarak “Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelende rıza…” deyip biat etmek üzere insanları davete başladılar. İmam Muhammed İbni Ali için on iki vekil ve ondan sonra yetmiş kişiyi seçtiler. Muhammed bin Ali de onlara özel talimat göndermişti.
“Âl-i Muhammed’de rıza…” sözü her ne kadar belirsiz bir tabir ise de halka, özellikle Emevilerden nefret edenlere hoş geldi. Halk birbiri ardınca bu çağrıya uydu. Yüz iki yılı içinde bu davetçilerden bazıları Horasan’da yakayı ele verip tutuklanarak hapsolunmuşlarsa da kendilerinden bir ipucu alınamayınca bazı ileri gelenler tarafından bağışlanmaları talep edilip serbest bırakılmışlardır.
Yüz dört yılında İmam Muhammed bin Ali Abbasi’nin Seffah adındaki oğlu yeni doğmuştu ki Abbasilere biate çağıranlardan bir grup Hamime’ye gelmişti. Muhammed bin Ali, oğlu Seffah’ı on beş günlük iken çıkarıp onlara göstererek, “İşte imamınız budur. İş onun elinde tamamlanacaktır. Siz de o zamana ulaşıp düşmanlarınızdan intikam alacaksınız.” demiş. Onlar da Seffah’ın ellerini öpmüşler ve Horasan’a dönmüşlerdir.
Bu şekilde Abbasilerin daveti doğu tarafında yayılmakta iken imamın Alevi olmasını şart koşan Şiiler, Beni Abbas’a biati kabul etmezlerdi. Bunun üzerine İmam Muhammed İbni Ali, yüz dokuz senesinde Ebu Muhammed Ziyad’ı davetçi olarak Horasan’a gönderirken ona talimat verdiği sırada, “Nişaburlu Galib adındaki kişiden sakın! Zira o, Fatıma’nın çocuklarına sevgide aşırıdır.” diye nasihat etmişti.
Ebu Muhammed Ziyad, Horasan’a ulaşıp Beni Ümeyye’nin zulmünden bahsedince Galib de Beni Ümeyye aleyhinde bulunduğundan, onunla konuşmuş ise de Alioğulları ile Abbas’tan hangisinin daha üstün olduğuna dair münakaşa ederek ayrılmıştır. Abbasilerin daveti ise günden güne itibar kazanmaktaydı. Ebu Muhammed Ziyad bazı arkadaşlarıyla birlikte hükûmet tarafından tutulup öldürüldüyse de onların yerlerine başkaları geçti, Abbasilerin daveti aksamadan devam etti. Yüz on üç yılında Muhammed bin Ali, Horasan’a bir grup davetçi göndermiş, içlerinden bazıları tutulup öldürüldüyse de diğerleri görevi devam ettirmekle iş gittikçe önem arz etmekteydi.
Yüz on altı yılında Horasan halkından Haris İbni Süreyye adında biri Emevi Devleti aleyhine isyan ederek siyahlar giydi ve halkı kitap ile sünnete, Abbasilere biat edilmesini isteyenlerin davet ettiği Âl-i Muhammed’de rızaya davet etti. Belh’e gidip başına altmış bin kadar adam topladı. Horasan vilayetinin bir kısmını zapt etti. Üzerine Horasan valisi tarafından çok sayıda asker sevk edildi. Taharistan’a gitti ve hakan ile ittifak etti. Horasan Emîrliği, bir taraftan iç karışıklıklar ile uğraşırken, bir taraftan da hakan ile savaşmak zorunda kaldı. İşte bu sırada Abbasi davetçilerinden birçoğu ele geçirilip bazıları öldürülmüş ise de çoğu aşiretlerinin hatırına serbest bırakılmışlardır. Abbasi davetçileri böyle saman altından su yürütür gibi doğu taraflarını basmaktayken yüz yirmi dört senesinde Muhammed İbni Ali Abbasi vefat etti. Vasiyeti gereği oğlu İbrahim onun yerine imam olup nakipler ona müracaat etmeye ve kendilerine bağlı olan Şia gruplarının zekâtlarını toplayarak ona göndermeye başladılar. Bu sırada Abbasi soyundan olan Ebu Müslim adındaki delikanlı da imamın mektuplarını taşıyarak Horasan’a gidip gelirdi. O esnada Hişam gibi tedbirli ve güçlü bir halifenin vefatı, Emevi Devleti’nce büyük bir kayıp sayılmış olduğu hâlde, yerine geçen Velid’in israf ve fuhşa düşkünlüğü, İslam kamuoyunda, Emevi Devleti’ne karşı bir nefrete sebep oldu. Bunun üzerine Velid’in halifelikten indirilip öldürülmesi ise Emevi Devleti’ne karşı en çok sadık olan Şam halkı arasına ayrılık düşürdü. Bu durum diğer eyaletlere de sirayet edince her yerde hükûmetin otoritesine zarar getirdi.
Emevi Devleti’nin bu şekilde durumunun karışık olması, Abbasi davetçilerine epeyce itibar kazandırdı. Bu suretle Mervan İbni’l-Hakem hanedanı arasına ayrılık ve nefsaniyet girince işin sonunda, geçen bölümde açıklandığı gibi Mervan İbni Muhammed İbni Mervan yüz yirmi yedi yılının başlarında saltanat tahtına oturur oldu. Fakat çözülmüş olan düğümü bağlayamadı, yani dağılmış olan hükûmet unsurlarını toplayamadı. Zira Mervan’ın tahta çıkışı esnasında Abdullah İbni Muaviye İbni Abdullah İbni Cafer İbni Ebu Talib hilafet davasıyla meydana çıktı. Üzerine gelen askerlerle muharebe sırasında bozuldu ise de gidip Hulvan, Cibal, Hamedan, Rey ve İsfahan beldelerini alarak İsfahan’ı hükûmet merkezi yaptı ve başına pek çok insan topladı. O sırada Humus halkı isyan edince Mervan gidip orayı ıslah etti. Lakin Şam Ovası halkı da isyan edip Şam’ı muhasara edince Mervan oraya gitti. Bu sırada Filistinliler isyan edince Mervan o tarafa koştu. Filistin tehlikesini bastırdıktan sonra Karkisiya’ya gidip Irak’ta ortaya çıkan Hariciler üzerine asker göndermekle uğraşırken, Hişam İbni Abdülmelik’in oğlu Süleyman, Kınnesrin’de hilafet davasına kalkıştı. Mervan, Karkisiya’dan dönerek Kınnesrin üzerine yürüdü. Meydana gelen kanlı savaşta Süleyman’ın altı bin askeri öldü. Geri kalanı perişan bir hâldeydi, kendisi Tedmür’e kaçtı. Irak’taki Haricileri sindirmek için Mervan o tarafa yöneldi.
O zaman Endülüs’te de karışıklık vardı ancak Mervan’ın o tarafa kulak kabartmaya hâl ve vakti yoktu. Bu karışık durum Abbasi davetçilerine itibar kazandırmaktaydı.
Şöyle ki yüz yirmi yedi senesinde Horasan başkanlarından Süleyman İbni Kesîr, Lâhız İbni Karata ve Kahtabe İbni Şebib, Mekke’ye gidip orada İmam İbrahim ile görüştü. Şialarından topladıkları iki yüz bin dirhem ile yiyecek ve eşyayı ona ulaştırdıklarında, onun emriyle Horasan’a gidip gelmekte olan Ebu Müslim de beraberindeydi.
Kûfe’de Abbasi davetçilerinin başı olan Ebu Selemetu’l-Hallâl, İmam İbrahim’in o taraftaki veziri makamında idi. Doğrudan doğruya imam onunla haberleşmekte olduğu gibi Horasan’da da vekillerinden birinin emir olmasını uygun görüp, valiliği önce Süleyman İbni Kesîr’e ve ondan sonra İbrahim İbni Mesleme’ye teklif etti. Onlar kabulden kaçınmış olduklarından bunun üzerine imam da Horasan valiliğini Ebu Müslim’e verdi ve yazılı bir emir ile onu Horasan’a gönderdi. Horasan’da ise o zaman gruplar ortaya çıkmıştı, Horasan Valisi Nasır İbni Seyyar, kendisine karşı olan güruh ile uğraşmakta idi.
Kısacası Horasan böyle bir karışıklık içinde ve Fars tarafları yukarıda olduğu gibi Abdullah İbni Muaviye elinde idi. Mervan, Irak’ta durmadan ortaya çıkan Hariciler ile uğraşıp ne yapacağını şaşırmıştı.
İmam İbrahim, Horasan bölgesinin durumunu sorup öğrenmek için Ebu Müslim’i davet etmiş olduğundan, yüz yirmi dokuz yılının cemaziyelahirinde Ebu Müslim, nakipler ile birlikte “Hacca gidiyoruz.” diyerek Horasan’dan hareket etmişti. İmam ise davetin ilan edilmesi için zamanın gelmiş olduğunu kararlaştırarak, Ebu Müslim’e mektup yazıp, Hemen daveti ilan et ve yanındaki malları Kahtabe ile bana gönder, diye emretmiş ve Horasan davetçilerinin başı durumunda bulunan Süleyman İbni Kesîr’e de bu mealde bir mektup göndermişti. Ebu Müslim, Kumis’te iken bu mektuplar kendisine ulaşınca hemen yanındaki eşya ve malları Kahtabe ile imama gönderdi. Süleyman İbni Kesîr ile görüşüp, imamın mektubunu kendisine verdi. Şaban ayında Horasan Eyaleti’nin merkezi olan Merv tarafında bir köye gitti. Taharistan, Belh ve Harezm gibi mühim yerlere vekiller gönderip, ramazan ayı içinde insanları, Abbasoğullarına biat etmek üzere açıkça davet etmelerini emretti. Ramazan başlarında, Merv şehrine dört saat uzaklıkta olan Sefîdec köyüne gidip Süleyman İbni Kesîr’in evine vardı. Etrafa davetçilerini yaydı. Daveti kabul edenler, birbiri ardı sıra gelip toplanmaya başladılar. Horasan Valisi Nasır İbni Seyyar ise muhalif olan kimseler ile savaş hâlinde çarpışıp duruyordu.
İmam İbrahim tarafından Ebu Müslim’e Zill ve Sehâb isminde iki sancak gönderilmişti. Ebu Müslim, ramazan sonlarında Zill’i on dört ve Sehâb’ı on üç arşın uzunluğunda birer mızrağın uçlarına bağladı. Gerek kendisi gerek Süleyman İbni Kesîr, onun oğulları ve kendisine tabi olanlar hep siyah giydiler ve gece ateşler yakıp etrafa kaldırdılar. Hemen etrafta Abbasoğullarını tutanlar toplandılar. Sancaklar dikildi ve bayram gününde Süleyman İbni Kesîr, Ebu Müslim’in açıkladığı gibi bayram namazı kıldırdı.
Şöyle ki bayram namazından sonra hutbe okumak sünnet-i seniyye iken Emevi halifeleri hutbelerde ümmetin bazı büyüklerine sövmeye başladıklarından, halk bayram namazı kıldıktan sonra dağılıp, onların hutbelerini dinlemez oldu. Onlar da hutbeyi bayram namazından önce okumayı âdet hâline getirdiler. Ebu Müslim, bu defa hutbeyi bayram namazından sonra okutup Emevilerin o bidatini ortadan kaldırmıştır.
Ondan sonra Ebu Müslim, Nasır İbni Seyyar’a davet içeren bir mektup yazdı. Nasır ona cevap yazmayıp hemen azatlısı Yezid’i bir miktar askerle Ebu Müslim’in üzerine gönderdi. Ebu Müslim de ona karşı bir miktar asker gönderdi. Savaş sırasında Yezid’in askeri bozuldu ve kendisi yaralı olarak tutulup Ebu Müslim’in huzuruna getirildi. Ebu Müslim, onun yaralarını tedavi ettirdi ve serbest bıraktı. Ancak bundan sonra kendisiyle savaş yapmayacağına dair ondan söz aldı. O da efendisi olan Nasır’ın yanına gitti ve Ebu Müslim ile cemaatini övmeye başladı, “Vallahi onlar namazı vaktinde, ezan ve kametle kılıyorlar. Kur’an okuyorlar ve Allah’ı çok zikrediyorlar. İnsanları Resulullah (s.a.v.) Hazretleri’nin dostluğuna davet ediyorlar. Onların emri, yükselecek zannederim. Sen benim efendim olmasan buraya gelmeyip onların yanında kalırdım.” dedi.
O sırada, Abbasoğulları taraftarlarından Hâzm İbni Hüzeyme, Nasır İbni Seyyar’ın Merv-Rûz şehrindeki memurunu geceleyin öldürerek, Merv-Rûz’u zapt etti. Fetih müjdesi ile oğlu Hüzeyme’yi Ebu Müslim’e gönderdi. Her tarafa Ebu Müslim’in ünü ve şöhreti yayılır oldu. Her yerde onun faziletlerinden bahsedilir ve pek çok insan gelip onunla görüşür oldu.
Nasır İbni Seyyar, bu duruma kayıtsız kalmıyordu. Fakat halkı, Ebu Müslim ile görüşmekten de menedemiyordu. Zira büyük bir muhalif fırkanın başkanı olan Kirmani ile savaş durumundaydı. İkisi de Merv şehri dışında karşı karşıya ordularını kurup çevrelerini hendekle çevirmişlerdi. Hâlbuki uzun zamandan beri arka arkaya meydana gelmiş olan savaşlardan dolayı iki taraf da zayıf düşmüştü. Ebu Müslim’in başına ise bir ay zarfında ikisine de üstünlük sağlayacak kadar asker toplanmıştı. Kendisi tarafsız bulunup iki tarafa da eğilim göstermekteydi. O sırada Ebu Müslim tarafından gönderilen bir komutan, Nasır’ın Herat’taki memurunu kovarak Herat şehrini zapt etmişti.
Nasır İbni Seyyar ile Kirmani, Ebu Müslim’e karşı ittifak lüzumunu hissetmekte idiler. Nasır’ın daveti üzerine barış şartlarının müzakeresi için Kirmani, yüz atlı ile şehrin içine girdi. Nasır, bu sırada bir fırsat bulup Kirmani’yi öldürdü. Fakat Kirmani’nin oğlu Ali, babasının yerine geçti. Rebia’nın kabileleri ve Yemen kendi tarafında olduğu hâlde Ebu Müslim tarafına eğilim gösterdi.
Nasır İbni Seyyar ise Ebu Müslim’in günden güne artmakta olan kuvvetinden korku ve endişe ederek öncelikle yardım için Mervan’a takdim etmiş olduğu yazıda, Ebu Müslim’in ortaya çıkışını ve insanları, İbrahim İbni Muhammed İbni Abbasi’ye davet ettiğini belirtti. Askerinin çokluğunu açıklayarak, araya, Mervan’ın ırk gayretini tahrik edecek tesirli beyitler sıkıştırmıştı. Arz etmek istediklerinin özeti şudur:
Kül altında ateş ışığı görüyorum. Alevlenmesi de yakındır. Kavmin akıllıları, o ateşi söndürmezse bedenler ve başlar onun odunu olur. Bilmem ki Ümeyye uyanık mıdır, yoksa uykuda mıdır? Eğer kavmim uykuda ise onlara de ki kalkınız, çünkü ayaklanma vakti yaklaştı.
Mervan’ın o zamanki karargâhı Harran şehri idi. Hemen Belka’daki emiri marifetiyle İmam İbrahim’i Hamime’den koruma altında getirip, Harran Hapishanesinde hapsettirdi, kendisi pek çok sıkıntı içinde bulunduğundan Nasır İbni Seyyar’a cevaben yazdığı emirnamede ona yardım edemeyeceğini anlattı.