Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 4

Yazı tipi:

Rum Kayseri Konstantin, İslam milletinin perişanlığını fırsat bilerek yüz otuz sekiz senesinde büyük bir ordu ile İslam memleketlerine tecavüz ederek zorla Malatya’yı istila ve tahrip etmişse de sonra Mansur, kâfi miktarda asker göndererek Malatya’yı geri almış ve imar etmiştir. Horasan ahalisinden ve Ebu Müslim’in dostlarından, Kûfe’de bulanan ve tenasühe, yani ruhun bir cisimden ayrılır ayrılmaz diğer bir cisme gireceğine inanan kimselerden olup Râvendiye denilen fırka-i dâlleden (doğru yolu şaşırmış fırka) iki yüz kadarını Halife Mansur, yüz kırk bir yılında hapsedince diğerleri öfkelenerek toplanıp hapishanedeki arkadaşlarını salıverdiler. Mansur o zaman Haşimi Mahallesi’ndeki hilafet sarayında bulununca onun üzerine hücum ettiler. O da onları öldürdü. Kûfe ahalisi, Hazreti Ali sülalesi taraflısı olup, Mansur’un askerini inanç yönüyle bozduklarından zaten Mansur onlardan emin olmadığı hâlde bu olay üzerine tamamen Kûfe’den nefret ederek, merkezini başka bir yere nakletme fikrine düşmüştür.

Ebu Müslim’in katlinden sonra onun iyiliğini görmüş olanların, defalarca Horasan’da yaptıkları fitne ve başkaldırıları da Mansur bertaraf etmişti. Yüz kırk bir yılında Horasan valisi isyan edince Mansur çok sayıda asker ile oğlu Mehdi’yi gönderip isyanı bastırmıştır. Horasan valiliğini oğlu Mehdi’ye vererek doğu yönünden gönlü rahat olmuştur. Fakat Mansur’un en büyük endişesi, yukarıda olduğu gibi kendisinden çekinerek saklanmak üzere bulunan Muhammed İbni Mehdi İbni Abdullah ile kardeşi İbrahim İbni Abdullah olup, hilafet makamına geçtiği günden beri onları araştırmakta ve takip etmekteydi.

Yüz kırk yılının hac mevsiminde Mansur hac için Mekke’ye gittiğinde, Ebu Talib’in evladı için pek çok hediye dağıtmış olduğu hâlde Muhammed Mehdi ile İbrahim meydana çıkmadıklarından Mansur daha çok merak ederek babaları Abdullah İbni Hasan Müsenna’yı oğullarını ele vermek için sıkıştırdıysa da Abdullah gizleyip söylememe hususunda direndi. Mansur da onların arkalarına hafiye memurları düşürdü. Muhammed Mehdi de bundan haberdar olup ürkerek, kardeşiyle beraber Yemen tarafından savuşmuş, Aden’e ve oradan Sind’e (Batı Hindistan’da bir yer) gitmiş ve ondan sonra Irak’a ve ardından Medine’ye geçmişti. Sonra Muhammed Mehdi, Yenbu nahiyesine gelip bir müddet Cüheyne Dağı’nda bir mağarada arkadaşlarıyla birlikte saklandı ve ibadet ile meşgul oldu. Mansur, ondan haber alıp Cüheyne’ye gizli haberci gönderdi. Fakat Mansur’un hizmetinde bulunan bir Alevi de o tarafa gizli haber uçurunca Muhammed Mehdi, oradan kaçarak Medine’de gizlendi. Alevi taraftarları, onu imam kabul ettiklerinden, maddi ve manevi yönden kendisine yardım edenleri çoktu. Bundan dolayı Muhammed ve kardeşi böyle yer yer dolaşırlar ve hac mevsiminde çöl Arapları içine karışıp hac ederler ve ara sıra babaları ve çoluk çocuklarıyla görüşürlerdi. Hatta İbrahim’in zevcesi Rukiyye bu suretle hamile kalıp bir çocuk doğurmuştu. Mansur da bundan haberdar olarak fevkalade hiddetlenmişti. Çünkü Rukiyye’nin babası, Osman Zi’n-Nureyn (r.a.), torunlarından Muhammed İbni Abdullah İbni Ömer İbni Osman idi ki gayet güzel bir zat olup Dîbac diye tanınmıştı. Abdullah İbni Hasan Müsenna’nın ana tarafından kardeşi idi. İkisinin de validesi Fatıma binti Huseyn İbni Ali (r.a.) idi. Bu nedenle Resulullah’ın (s.a.v.) çocuklarına yakınlığı olduğundan Emevi Devleti devrinde onları himaye ederdi.

Abbasi Devleti devrinde Beni Haşim’in de onu himaye etmeleri insanlık ve mertlik icabı idi. Fakat Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim’in firarda bulunmaları sebebiyle Mansur’un Ali taraftarlarından şüphe ve tereddüdü var idi. Çok çalıştı, araştırma yolunda çok para sarf etti, sık sık Haremeyn (Mekke ve Medine) emirlerini azleder oldu. Yine de Muhammed Mehdi ile İbrahim’i ele geçiremedi. Nihayet Medine emîrliği için evlad-ı Resul’ün kadrini bilmez bir adam aradı. Ribah İbni Osman El-Murâ namında, alçak tabiatlı birini buldu ki Ravza-i Mutahhara’yı (Hz. Peygamber’in mescidini) yık desen tereddütsüz yıkabilecek bir şahıstı. Mansur ona mal verip Medine emaretini tevcih etti ve yüz kırk dört yılı ramazanında onu Medine’ye gönderdi. Kendisi de hac mevsiminde Mekke’ye giderken Medine’ye uğradı. Abdullah İbni Hasan Müsenna’yı, oğulları Muhammed ve İbrahim’in nerede olduklarını haber vermek üzere sıkıştırdı, o da gizlemek hususunda ısrar gösterdi. Bundan dolayı Mansur’un emriyle Ribah-i Murâ, Abdullah bin Hasan Müsenna’yı, oğlu Musa’yı, üç kardeşini ve kardeşlerinin çocuklarını hapsetti. Abdullah’ın diğer kardeşi Ali Âbid bin Hasan, kavmi içinde bulunmadığından ertesi gün, Ribah’ın yanına vardı ve “İhtiyacın nedir?” dediğinde, “Beni de kavmimle beraber hapsedesin diye geldim.” deyince Ribah onu da hapsetti ve evlad-ı Hasan’dan mahpus olanlar on bir kişiye yükseldi.

Ribah ise Mansur’a, “Ya emirü’l-müminin! Horasan halkı senin taraftarındır. Irak halkı da Ebu Talib ailesinin taraftarıdır. Amma Şam halkı Ali’nin en büyük düşmanıdır. Fakat Muhammed bin Abdullah Osmani, Şam halkını davet etse hiçbiri geride kalmaz.” demiş olduğundan, Mansur’un Dîbac hakkında da emniyeti kalmamış oldu ve hemen emretti, Ribah onu da hapsetti.

Gerçekten Şam ahalisi, Beni Ümeyye taraftarı idiler. Fakat Emevilerin ileri gelenlerinden kimse kalmadığından, Hz. Osman evladından Dîbac diye bilinen, daha evvel bahsi geçen Muhammed İbni Abdullah Osmani’ye muhabbetli olup, ellerinden gelse hilafete onu seçerlerdi. Fakat Emevilerin devri geçmiş olduğundan, Dîbac da evlad-ı Resul’e yakınlığı hasebiyle tehlikesizce yaşamaktayken, bu defa evlad-ı Hasan’ın hapsedilmelerinden dolayı o da yukarıda geçtiği gibi onlarla beraber hapse atılmıştır.

Mansur hemen Medine Kadısı İmran İbni İbrahim İbni Muhammed İbni Talha ile müçtehitlerin büyüklerinden İmam Malik bin Enes Hazretleri’ni hapishaneye gönderip Abdullah bin Hasan’a oğulları Muhammed ile İbrahim’in nerede olduklarının bildirilmesini teklif etti. Abdullah, Mansur ile görüşmek istedi. Mansur da oğullarını getirmedikçe kendisiyle görüşmeyeceğini bildirdi. Ondan sonra Mansur Mekke’ye gidip hac etti ve dönüşünde, Medine’ye uğramayıp Rebeze köyüne gitti. Adı geçen mahkûmların oraya getirilmesini emretti. Ribah da onları ayaklarında bukağı olduğu hâlde Rebeze’ye götürdü. Onlar bu suretle Rebeze’ye getirilirken Cafer-i Sadık Hazretleri perde arkasından onları görüp ağlar ve gözlerinin yaşları sakalından aşağı dökülür, “Bundan sonra Cenabıhak, Haremeyn’i muhafaza etmez.” der idi. Rebeze’de Mansur, Dîbac diye bilinen Muhammed bin Abdullah Osmani’yi huzuruna getirtti. Kızı Rukiyye’nin doğurmasından bahisle onu namusuna dokunacak surette azarladı. O da kendini savunmak isteyince Mansur hiddetlenerek adamlarına emretti, ona yüz kamçı vurdular. Çaresizin sırma gümüşü gibi beyaz olan vücudu kamçıların yara ve berelerinden simsiyah oldu ve bir gözüne kamçı isabet ederek aktı. Bu hâlde hapse iade ettiler. Ondan sonra Mansur Kûfe’ye giderken onları da beraber götürdü. Rebeze’den çıkıp da onların yanından geçerken Abdullah bin Hasan haykırarak, Mansur’a hitaben, “Ya Ebu Cafer! Biz Bedir Savaşı’nda sizden alınan esirlere böyle hakaret etmemiştik!” deyince Mansur, bu sözlere pek ziyade bozulmuş olarak geçip gitti ve Kûfe’ye vardıklarında onları zindana attı.

Mansur’un emniyeti, Horasan halkına münhasır iken bu defa Horasan Valisi Ebu’l Avn tarafından gelen yazıda Horasan ahalisi, Muhammed bin Abdullah işinin nasıl sonuçlanacağını bekledikleri için kendilerinden sakınmak gerektiği yazılı olduğundan, Mansur’un kan başına sıçradı. Hemen Muhammed bin Abdullah Osmani’yi öldürerek başını, evlad-ı Resul’den Muhammed bin Abdullah’ın başı olduğuna yemin edecek adamlar ile birlikte Horasan’a gönderdi. Tutuklulardan biri ki Abdullah bin Hasan’ın kardeşinin oğlu Muhammed bin İbrahim bin Hasan’dır. Gayet iyi, kalplerin sevgilisi, güzel sıfatlı bir zat olmakla beraber ona da Kûfe halkı, Sarı Dîbac derlerdi ve grup grup gelip onu seyrederlerdi. Bu da Mansur’un dikkatini çekti, onu iki direk arasına sıkıştırıp biçareyi işkence ile öldürdü. Çok geçmeden İbrahim bin Hasan, ondan sonra kardeşi Abdullah bin Hasan ve Ali bin Hasan da hapiste öldüler. Bir rivayete göre Mansur onları zehirleyerek yahut başka bir şekilde öldürmüştür. Kısaca Hasan’ın evladından pek azı kurtulup çoğu bu şekilde yok olmuştur.

Evlad-ı Ali ile evlad-ı Abbas öteden beri birlik hâlinde iken bu olaylar üzerine kanlı bıçaklı oldular. Medine Emiri Ribah da Mehdi’yi yoklayıp gözetlemeye fevkalade önem verirdi. Mansur ise yukarıda haber verildiği şekilde, Kûfe’den nefret ettiği için başkent yapmak üzere uygun bir yer aramakta olduğu hâlde Bağdat mevkisini seçti. Yüz kırk beş senesinde Bağdat şehrinin imarına başladı. Şöyle ki Halid bin Bermek’e şehrin hududunu çizdirdi ve dört kısma ayırarak, her kısmına ümeradan birer bakan tayin etti. Her taraftan işçi, sanat erbabı ve mühendisler getirttiği sırada tuğla ve kerpiç sayıp hesabını görme memuriyetini de mezhep sahibi İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’ne teklif etti. Önce onu kadı olarak atamak istediler. İmam Hazretleri kabul etmemiş olduğu hâlde bu geçici memuriyeti zaruri kabul buyurdu. Mansur önce vekillerini huzuruna getirerek kisranın sarayı ile Medayin’i bozup bunların yıkıntısını Bağdat’a nakletme hususunu istişare etti. Halid bin Bermek, “Ya emire’l-müminin, onlar İslam’ın işaretlerinden ve Arap fetihlerindendir. Onları görenler, kurucularının izalelerinin, dünyevi güç ile olamayıp, sadece din gücü ile olduğuna delil getirirler. Bununla beraber, Medayin’de Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri’nin musallası vardır.” diyerek onların bozulmasının münasip olamayacağını arz etmesi üzerine Mansur, “Ya Halid! Senin kavmin olan Acem’e meylin olduğu için muhalif görüşte bulunuyorsun.” diyerek hemen onların yıkımını emretti. Beyaz Saray’ın bir tarafını yıktırarak enkazını Bağdat’a naklettirdi. Fakat gördü ki enkazın yıkım masrafı ve nakliyesi yenilerinin bedelinden fazla oluyor. Hemen Halid’i çağırdı ve keyfiyeti bildirdi. Halid o zaman, “Ya emirü’l-müminin! Ben onların yıkılmaması görüşünde idim. Mademki işe başladın, artık yık. Zira, ‘Evvelkilerin yaptığını sonra gelenler yıkamıyorlar.’ derler.” demişse de Mansur’un amacı yalnız binanın inşa işinde tasarruftan ibaret olduğundan, Halid’in bu nasihatini de kabul etmeyip Medayin’in yıkımından vazgeçti. Bu suretle Bağdat’ın imarına büyük bir süratle gayret edilirken yüz kırk beş senesi ortalarında Muhammed Mehdi, halifelik davası ile Medine’de ortaya çıkmıştır.

Şöyle ki Medine Emiri Ribah, bütün eşrafı Medine’ye emirlik makamına getirerek, “Muhammed Mehdi’nin nerede olduğunu haber veriniz yoksa hepinizi öldürürüm!” diye tehdit ederken tekbir sedaları işitildi. Hemen Muhammed, yüz elli kişi ile gelip hapishaneyi açtı. Mahkûmları salıverip emirlik makamına girerek, Ribah’ı ve adamlarını hapsetti. Ondan sonra Mescid-i Şerif’e gitti, minbere çıktı, tesirli bir hutbe okudu. Medine’yi ele geçirdi. Medine ehli, Muhammed Mehdi’ye biat ederek, “Mansur’a karşı ayaklanmak caiz midir?” diye Medine imamı olan Malik bin Enes Hazretleri’nden fetva istediklerinde, “Caizdir.” diye fetva verdi ve gidip özel odasına kapandı.

Medine ehli de Muhammed Mehdi’ye biat ettiler. Kendisinin kardeşi Hasan bin Abdullah, Evlad-ı Ebu Talib’den ve meşhur kimselerden daha nice zatlar onunla beraber oldular. Hatta Hasan bin Zeyd bin Hasan bin Aliyyü’l-Mürteza, Mansur ile beraber iken oğulları Ali ve Zeyd de Muhammed Mehdi ile beraber idiler.

Muhammed Mehdi tarafından Mekke, Yemen ve Şam’a memurlar gönderildi. Mekke’ye giden memur, Mansur’un adamını kovarak Mekke-i Mükerreme’yi zapt etti. Ama Şam ahalisi onun memurlarına itibar etmedi. Zira Şamlılar öteden beri evlad-ı Ali’ye düşman idiler. Kûfe de Mansur’un elindeydi. Medine ahalisi ise Arap değildi. Bu nedenle Mehdi’nin maddi kuvveti azdı. Büyük ümidi Basra’da idi. Kardeşi İbrahim orada gizlenmiş bulunduğundan, kendisi Medine’de ortaya çıktıktan sonra İbrahim’e de ortaya çıkmasını haber etmişti. Ramazan ayı başında İbrahim ortaya çıkarak, insanları, kardeşi Muhammed’e biat etmek üzere davet edip Basra’yı ele geçirmiştir.

Mansur, askerlerinin çoğunu oğlu Mehdi ile Horasan’a sevk etmiş olduğundan yanında az asker vardı. O zaman aşağıda açıklanacağı şekilde imar ve inşasına teşebbüs etmiş olduğu Bağdat arazisini belirtmek ile meşguldü. Muhammed Mehdi’nin ortaya çıkışı haberini alınca çok telaşlandı ve sıkıntıya düştü. Hemen imar işlerini bir yana bırakarak Kûfe’ye gelip harp hazırlığına başladı. Veliahdı, kardeşinin oğlu ve Kûfe valisi olan İsa bin Musa’yı, dört bin askerle Medine’ye sevk etti. Ve “Muhammed öldürülürse ne âlâ, İsa öldürülürse o da âlâ.” dedi. Çünkü yukarıda açıklandığı üzere Seffah, onu veliaht tayin edip ondan sonra halife olmak üzere İsa’yı da ikinci veliaht tayin etmiştir. Mansur ise oğlu Mehdi’yi veliaht tayin etmek istedi. Bunun üzerine İsa’nın bir savaşta ölmesini arzu ediyordu.

Mansur öncelikle Muhammed Mehdi’ye mektup yazıp ona teminat verdi. Onu itaate davet etti, o da Hilafet bizim hakkımızdır. Siz de bizim taraftarlarımızla bu yolda davete icabet ettiniz. Sonra bizim hakkımızı gasp ettiniz! diye yazdı. Mansur ona cevap verdi. Fakat bu dereceye gelmiş olan bir meselenin haberleşme ile halli kabil olmadığından çaresiz işin ucu savaşa dayandı. İsa gidip Medine’yi muhasara etti. “Mescid-i Şerif’e giren, evinde inzivaya çekilen ve Medine’den dışarı çıkan emindir.” diye ilan etti. Ehl-i Medine’nin çoğu, çoluk çocuklarıyla beraber çıkıp birer tarafa savuştular.

Yüz kırk beş yılı ramazanının on dördüncü pazartesi günü İsa, askerini Medine üzerine yürüttü. Muhammed Mehdi de meydana çıkıp ikindi vaktine dek pek şiddetli savaştı. Bazı tarihçiler der ki: “Hz. Hamza’nın cenklerine en çok benzeyen cenk, o gün Muhammed Mehdi’nin yaptığı savaştır.” Askeri dağılıp yanında üç yüz kadar adam kalmışken onlarla iki defa İsa’nın askerini bozdu. Fakat İsa’nın bir bölük askeri Sel Dağı’na çıkıp oradan şehrin içine girerek Muhammed’in arkasını aldılar. Muhammed, o zaman İsa ordusunun kahramanı olan Hamid bin Kahtabe’yi kavgaya davet etti. Fakat Hamid ondan çekindi. Muhammed Mehdi ise her ne tarafa hücum eder ve çekinmeden saldırırsa karşısına gelenleri vurur, yere düşürürdü. Bu sırada biri sağ kulağının tozuna vurunca Mehdi diz çöktüğü zaman Hamid yetişip göğsüne vurdu ve yere düşürdü. Başını kesip İsa’ya getirdi. Hz. Ali’nin Zülfikâr’ı Muhammed Mehdi’nin yanında bulunduğundan İsa, Muhammed Mehdi’nin kesik başı ile beraber onu da Mansur’a gönderdi.

Hasan İbni Zeyd İbni Ali ki yukarıda olduğu gibi amcazadesi Muhammed Mehdi’nin aleyhinde bulunmasıyla Mansur’u şüphe ve vesveseye düşüren o idi. Bu defa Mehdi’nin kesik başı, Mansur’un huzuruna getirilince o da onun yanında bulunup fevkalade müteessir olarak kesik başa bakamadı. Fakat Mansur’dan korkusundan üzüntüsünü ona belli etmedi.

Yukarıda olduğu gibi Muhammed Mehdi’nin şehadetinde silah arkadaşlarından olan Osman İbni Muhammed İbni Zübeyr, Basra tarafına firar etmişti. Sonradan tutulup Mansur’un huzuruna getirilince, “Osman! Sen mi Muhammed’le beraber benim aleyhime ayaklandın?” dedi. Osman da “Mekke’de sen ve ben, ikimiz de Muhammed’e biat ettik. Ben biatime sadık kaldım, sen biatine hıyanet ettin.” deyince Mansur hiddetlenerek onu idam etmiştir.

Muhammed Mehdi’nin kardeşi İbrahim’in durumuna gelince… Yukarıda işaret olunduğu üzere yüz kırk beş yılı ramazanında o da Basra’da başkaldırarak halkı kardeşi Muhammed Mehdi’nin biatine davet etti, fakih ve bilgin din âlimlerinden büyük çoğunluğu ona uydu ve topluluğu çoğaldı. Hemen birer miktar asker göndererek Ehvaz, Fars memleketlerini ve Vâsıt beldesini zapt etti. Ramazan Bayramı’na üç gün kala kardeşinin Medine’de öldürüldüğünü haber aldı. Bunun üzerine sefer hazırlığını tamamlayıp, ordusunu tanzim ettikten sonra Kûfe üzerine yürüdü.

Mansur ise evvela Afrika’ya kırk bin ve oğlu Mehdi ile Rey tarafına otuz bin asker gönderip geri kalan askeri de İsa bin Musa ile Medine’ye gitmiş olduğundan, yanındaki asker bir iki bin adamdan ibaret iken Basra’da İbrahim’in başına yüz bin adam toplandığını haber alınca ne yapacağını şaşırdı. Geceleri gözüne uyku girmez oldu. Hemen her taraftan asker getirtmeye kalkıştı ve o zaman Medine’den Mekke’ye gitmiş olan İsa bin Musa’yı geri getirtti. Üç bin askerle Hamid bin Kahtabe’yi askerin öncülüğüne memur edip beş bin askerle de İsa bin Musa’yı İbrahim’e karşı gönderdi. Yüz kırk beş yılı, zilkadesinin beşinci pazartesi günü Kûfe’ye on altı saat mesafesi olan bir yerde iki taraf karşılaştı. İbrahim’in kuvveti çok olduğundan Hamid bin Kahtabe’nin, daha ilk karşılaşmada yenilmesi üzerine İsa’nın yanındaki asker de dağıldı. İsa canından bile ümitsiz olup, ancak namusuyla ahirete gitmek üzere yerinde sabit durdu. İşte o sırada Süleyman İbni Ali Abbasi’nin oğulları Cafer ve Muhammed, ansızın Basra askerlerinin arkasından ortaya çıkınca Basra askeri onları vurup imha etmek üzere geri döndüklerinde İsa’nın hezimete uğramış olan askeri de onların bu dönüşlerini hezimet sanarak, geri dönüp onların üzerine hücum edince Basralılar bozuldu. İbrahim, altı yüz kadar adamıyla meydanda yalnız kaldı. O sırada bir kaza oku gelip İbrahim’in boğazına saplandı ve adamları telaş ederek onun başına toplandı. Hamid İbni Kahtabe ise bu kargaşayı fırsat bilerek ileri hücum etmiş, İbrahim’in adamlarını dağıtmış ve İbrahim’in başını alıp İsa’ya sunmuştur.

Yukarıda olduğu gibi önce Hamid İbni Kahtabe’nin hezimeti haberi Mansur’a ulaştığında, İran tarafına firar etmek üzere hazırlanırken bu muzafferiyet haberinin erişmesi, kendisine taze hayat verdi. Ondan sonra Muhammed Mehdi ve İbrahim ile beraber ayaklanan ve onların ayaklanmalarına cevaz gösteren eşraf ve ulemayı araştırıp hapsederek, kimini kırbaçlatmış kimini katletmiştir. İşte o yolda mahpus olanlardan biri de mezhep sahibi İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’dir. Bundan dolayı Mekke Emiri İmam Malik İbni Enes Hazretleri’ni dahi kamçı ile şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Fakat ondan sonra İmam Malik Hazretleri’nin halk arasında şan ve şöhreti artmıştır. Mansur’un şiddeti, zamanındaki müçtehitlerin hakkı söylemelerine zarar getirememiştir.

Mansur’un, hukukun yerine getirilmesinde, şeriata tam bir teslimiyeti vardı. Hatta Medine Hâkimi Muhammed bin İmran’ın kâtibi Nemir’den rivayet edilir ki Mansur’un Medine’ye varışında deveciler yol ile ilgili ondan şikâyetle mahkemeye müracaat ettiler, hâkim bir celp çıkardı ve çağırmak için kâtibi Nemir ile Mansur’un veziri Rebia’ya göndermiş, o da götürüp Mansur’a vermiş. Mansur hemen, “Mahkemeye davet edildik. Bizimle beraber kimse gelmesin.” diyerek Rebia ile birlikte mahkemeye varmış, hâkim kalkmayıp kaftanına bürünmüş olduğu hâlde hemen devecileri davet ederek davalarını dinlemiş ve Mansur’un aleyhine hükmetmiş. Mansur, hâkimin adaletinden memnun olarak ona ihsan etmiş. İşte Mansur’un hakkın yerini bulmasına bu derece itinası vardı.

Fakat hükûmetinin nüfuzuna dokunan, mülk ve saltanatına dil uzatan kimse hakkında asla müsamaha göstermezdi. Hatta hâkimane sözlerinden biri şudur ki: “Hükümdarlar her şeye tahammül ederler. Fakat üç şeye tahammül etmezler ki sır verme, ailelerine saldırı ve mülk-ü saltanatlarına sövme hususlarıdır.” Mansur açıklandığı gibi Muhammed Mehdi ile İbrahim sıkıntılarından kurtulduktan sonra Bağdat’ın kurulmasını tamamlamaya başlamış ve Hicret’in yüz kırkıncı yılı içinde Bağdat’a taşınmış, ondan sonra daha iki üç seneye kadar imar işiyle uğraşmış, ondan sonra Bağdat şehri Abbasi Devleti’nin başkenti olmuştur. Yüz kırk altı yılında Alâ adında biri Afrika tarafından Endülüs yakasına geçerek siyahlar giydi ve Mansur’un adına hutbe okudu, başına çok halk toplandı. Fakat Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi onun üzerine gitti, İşbiliye yakınlarında iki taraf karşılaştı. Yapılan kanlı bir savaşta Alâ ve yedi bin kadar askeri öldü. Abdurrahman yine Endülüs’te bağımsız kalmaya devam etti. Veliaht olan İsa bin Musa, yukarıda olduğu gibi Muhammed Mehdi ve kardeşi ile yapılan savaşlarda çok iş görmüş ve çok şan kazanmış olduğundan Mansur ona fazlasıyla hürmet ederdi. Fakat oğlu Mehdi Muhammed’i İsa’ya takdim ile birinci veliaht yapmak istiyordu ve bunu ara sıra İsa’ya ima ediyordu. İsa, önceleri buna muvafakat etmediyse de Mansur gaddar bir adam olduğundan, onun zulmünden korkarak, yüz kırk yedi senesinde kendisini veliahtlıktan çıkardı, Mehdi bin Mansur’un veliahtlığını ilan etti.

Daha önce açıklandığı üzere Mansur, önce amcası Abdullah İbni Ali’yi hapsetmişti. Fakat hayatta olduğu sürece kendisinin zihni rahat bulunmadığından bu yıl onu temelleri tuzdan yapılmış bir odada hapsetmiş ve sonra su yürütmüş, temeller eriyince oda yıkılıp, Abdullah bin Ali ölmüştür. Yüz kırk sekiz senesinde Mansur’un devleti kuvvet buldu. Halkın zihninde heybeti arttı. Endülüs Bölgesi’nden, İslam memleketlerini mutlak hâkimiyeti altına aldı. Mansur dermiş ki: “Halifeler dört tanedir ki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir. Hükümdarlar da dörttür: Muaviye, Abdülmelik, Hişam ve bir de ben.”

Yüz kırk sekiz yılında Kürtler etrafa yayılarak memleketin asayişini bozduklarından Mansur, Halid İbni Bermek’i Musul Eyaleti’ne memur etmiş, o da fesat ve kötülük yapanları yola getirerek memleketin durumunu düzeltmiştir. On yıl sonra Kürtler yine bozgunculuk ve başıbozukluk yoluna saptılar. Mansur kendi yakınlarıyla konuyu müzakere ettikten sonra yine Halid’in o tarafa görevlendirilmesine gerek duyuldu. Halid ise o zaman hapiste idi. Zira Mansur onu hapsederek, büyük miktarda mal talep ederek onu zorlamakta idi. Mansur, hemen onu Musul valiliğine ve oğlu Yahya’yı da Azerbaycan valiliğine tayin etti. Halid, gidip yine Musul vilayetini ıslah etti. Oğlu Yahya da babası gibi sağlam, bilgili ve temkinli görüş sahibi bir zat olmakla görevini güzelce yerine getirmeye muvaffak olmuştur.

Mansur, çok fasih ve beliğ, hadis ve soy ilminde mahir, işlerinde basiretli idi. Ondan evvel imamlar, ilmî meseleleri ezber söyler ya da tertipli ve düzenli olmayan kitaplardan, başka kitaplardan rivayet ederlerdi. Onun zamanında hadis ilimlerine, fıkıh ve tefsire dair kitapların tasnif ve telifine başlandı. “Kelile ve Dimne”, “Kitab-ı Oklides” gibi Hintçe ve Yunanca kitaplar tercüme edildi. Önce kölemenleri mühim işlerde kullanan ve onları Arapların ileri gelenlerine takdim eden Mansur’dur. Sonra bu iş gittikçe çoğalıp ilerleyerek, Arapların iş başına gelmesi ve bunda ilerlemesi kesintiye uğramış ve bu yolla Abbasi Devleti’nde zafiyet meydana gelmiştir.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6862-39-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre