Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 3
Beni Ümeyye, öteden beri Beni Haşim’den ve özellikle Hz. Ali’nin evladından ürkerlerdi. Sonra Mervan İbni’l Hakem hanedanı arasına ihtilaf ve geçimsizlik girince birbirlerinden de ürker oldular. Hazreti Ali’nin temiz soyundan, o zaman insanların sevgisine en çok mazhar olan ve teveccühünü kazanan Cafer-i Sadık Hazretleri, hilafet davasında bulunmadığı için hilafet makamında bulunan Mervan müsterih idi. Hazreti Ali’nin biraderzadelerinden Abdullah İbni Muaviye’nin yukarıda geçtiği gibi hilafet davası ile ortaya çıkarak Fars bölgesini zapt etmiş olması ve yanına Beni Haşim’den pek çok zatları toplaması, Mervan için telaş sebebi olmuştu. Beni Abbas’tan hilafet davasına kalkışan olmadığı için Mervan’ın onlardan kuşkusu yoktu.
Her ne kadar yüzüncü yıldan beri Abbasi davetçileri, her tarafta halkı davet etseler de onlar, “Muhammed soyunda rızaya…” davet edip Abbasoğulları sözünü gizli tutarlardı. Bu defa Horasan’da Ebu Müslim’in halkı, İmam İbrahim-i Abbasi’ye davet ettiği ortaya çıkınca, Mervan yukarıda geçtiği şekilde İbrahim’i tutup hapsederek rakibini ortadan kaldırdığını zannetti. İmam İbrahim ise Hamime’de tutulduğunda kendi hayatından ümidini kesti. Kardeşi Seffah’ı veliaht tayin ederek millet işlerini ona bırakmış ve ona biat ve itaat olunmasını evlat, akraba ve yakınlarına tavsiye etmekle işi asıl sahibine teslim etmiş idi.
Nasır bin Seyyar, yukarıda geçtiği şekilde Mervan’ın kendisine yardım edemeyeceğini anlayınca Irak Valisi Yezid İbni Hübeyre’den yardım istedi. O da bir bahaneyle asker gönderemeyeceği cevabını verdi. Nasır İbni Seyyar, hemen Ebu Müslim’in topluluğunu dağıtmak üzere Horasan’da bulunan Arap kabilelerini birleşmeye davet etti. Çoğu onun bu çağrısına uydu. Fakat Ali İbni Kirmani, Ebu Müslim tarafından tutulunca kabilelerin ittifakı gerçekleşmedi.
Ebu Müslim kırk iki gün Sefidec köyünde kaldıktan sonra Mahuvan köyüne gidip orada ordusunu kurmuş, etrafına hendek çevirmiş, başkan ve kumandanlar tayin ederek işlerini yoluna koymuştu. Yüz otuz yılının başlarında, Ali İbni Kirman’ın ordugâhına vardı. Görüştüler, söyleştiler, birleştiler. Ondan sonra Ebu Müslim, Mahuvan ordugâhına gelip askerini deftere kaydettirdi. Yedi bin askere ulaştı. Günden güne onun kuvveti ve Nasır Seyyar’ın şaşkınlığı artmakta idi. Bir müddet bu şekilde geçtikten sonra Ebu Müslim’in talimatı üzerine Ali bin Kirmani, yüz otuz yılının rebiülahirinde Merv şehrinin bir tarafına girdi. Nasır İbni Seyyar ile savaşa başladığında diğer taraftan da Ebu Müslim bir miktar asker sevk ettikten sonra ordusuyla bizzat şehre girip idare merkezini zapt etti ve emirlik makamında oturdu. Hemen iki tarafa savaştan vazgeçmeleri için haber gönderdi. Ali İbni Kirmani gelip Ebu Müslim’e biat etti. Başka insanlar da biat etti. Nasır İbni Seyyar, hemen kaçarak Serahs’a, oradan Tûs’a ve oradan da Nişabur’a gitti. Ebu Müslim de Horasan şehrini ele geçirip hükmü altına aldı.
Yukarıda açıklandığı gibi Fars bölgesini alan, İsfahan’da oturan Abdullah İbni Muaviye’nin başına çok kalabalık toplanmıştı. Fakat inzibat ve intizamları olmadığından, Irak Valisi İbni Hübeyre tarafından sevk edilen askere karşı koyamayıp dağıldılar. Çoğu savaşamayıp esir oldular. Abdullah İbni Muaviye kaçarak Herat taraflarına varınca, Ebu Müslim tarafından Herat valisi olarak atanan Nasır Malik-i Huzâî ona adam göndermiş, soyunu ve gelişinin nedenini sormuş. O da soyunu açıklayarak, “Siz, Âl-i Muhammed’de rızaya davet ediyormuşsunuz. Onun için geldim.” demiştir. Muaviye ismi, Beni Haşim içinde kullanılır bir isim olmadığı hâlde Abdullah’ın babası Şam’da doğduğu zaman hilafet makamında bulunan Muaviye’nin emriyle Muaviye diye isimlendirildiğini anlatmış. Ebu Nasır ise bu isimden hoşlanmadığı hâlde, “Âl-i Muhammed’de rızaya…” şeklindeki belirsiz söz, Abbasoğulları şeklinde yorumlanmakla Ebu Talib soyundan gelen birinin hilafet davasıyla ortaya çıkışının kabulü, Haşimoğullarını ikiye ayıracaktır. Nice yıllardan beri uğraşılarak tesis edilmiş olan Abbasilere daveti bozabileceği düşüncesiyle Ebu Müslim’den aldığı emir üzerine Abdullah İbni Muaviye’yi idam etmiştir.
Yezid İbni Hübeyre, bu şekilde Fars bölgesini ele geçirdikten sonra Ebu Müslim’in hücumlarını defetmek için gerekli olan yerlere asker sevk ettiği sırada Harezm’e de bir başkumandan ile bir grup Şam askeri göndermişti. Hâlbuki geçen yıl, İmam İbrahim’in yanına gönderilmiş olan Kahtabe İbni Şebib’e, imam tarafından, düşmanlar ile savaşmak üzere bir sancak verilmişti. Bu yıl Kahtabe, Merv’e gelmiş olduğundan Ebu Müslim yukarıda geçtiği gibi Horasan’ı ele geçirerek her tarafa komutanlar ve memurlar gönderdiği sırada Kahtabe’yi de ordunun öncülüğüne görevlendirip emrine birçok sergerde vermişti.
Kahtabe, öncü askerler ile Tûs’a gitti. Karşı gelenler ile büyük bir savaş yaptı, muzaffer oldu ve ileri hareket etti. Nasır İbni Seyyar onu duyup Nişabur’dan kaçtı. Kahtabe gelip Nişabur’a girdi. Ramazan ve şevval aylarını orada geçirdikten sonra Cürcan üzerine yürüdü. Zilhiccenin başlangıcı olan cuma günü iki tarafın karşılaşması gerçekleşti. Orada pek çok Şam askeri vardı. Horasan halkı onlardan ürküyordu. Kahtabe, “Bana İmam İbrahim, bugün sizin kazanacağınızı müjdelemişti.” diyerek askerini cesaretlendirdi. Pek şiddetli ve kanlı bir muharebeye girişti. Şamlıların on bin kadarı ile başbuğları öldürüldü. Geriye kalanları hezimete uğrayarak perişan oldu.
Geçen yıl hac mevsiminde, Yemen’den gelen bir Harici kafilesi ansızın Arafat’ta görünüp hacılara dehşet vermiş ve hemen gelip Mekke-i Mükerreme’ye girmişti. Bu yıl safer ayında, Hariciler Medine-i Münevvere’ye gelince Medine valisi kaçtı. Hariciler de Şam’a doğru yürüdüler. Fakat Mervan tarafından gönderilen dört bin seçkin süvari, Yadil-Kura’da Haricileri karşıladı ve yapılan muharebede onları perişan etti. Kendisi Haricileri kahredip sindirerek, Mekke’ye ve oradan Yemen’e doğru hareket ededursun, beri tarafta Ebu Müslim’in sel gibi akıp gelen askerlerine engel olmak mümkün değil idi.
Rey tarafına gelmiş olan Nasır İbni Seyyar, yüz otuz bir yılı rebiülevvelinin on ikisinde seksen bir yaşında iken öldü. Kahtabe de Cürcan’dan hareketle gelip engelsiz ve zahmetsiz bir şekilde Rey şehrini ele geçirdi. Ebu Müslim de büyük ordusuyla Merv’den kalkıp Nişabur’a geldi. Kahtabe’nin oğlu Hasan gelip Hamedan’ı ele geçirdikten sonra Nihavend’i kuşattı. İbni Hübeyre, elli bin askerle Kirman’da bulunan İbni Dabâre’yi Kahtabe üzerine memur etti. Oğlu Davud’u da elli bin askerle gönderdi. İkisi birleşip mevcut maiyetleri yüz bin askere erişir olduğu hâlde Kahtabe üzerine yürüdüler. Kahtabe yirmi bin askerle onlara karşı gitti. Recep ayında, İsfahan taraflarında onlara kavuşarak birdenbire üzerlerine şiddetli bir şekilde hücum etti. İlk karşılaşmada Şam askeri bozuldu. İbni Dabâre öldürüldü ve ordusu perişan oldu. Böyle bir büyük orduda bulunan bunca mallar ve eşya tamamen Kahtabe’ye kaldı.
Kahtabe, yirmi gün İsfahan’da durduktan sonra Nihavend’i muhasara eden oğlu Hasan’ın yanına geldi. Şaban, ramazan ve şevval aylarında muhasaraya devam ederek mancınıklar kurup muhasara edilenleri sıkıştırdı. Asker ve halk çaresiz bir şekilde Nihavend’i teslim ettiler. Kahtabe tarafından dört bin askerle Musul tarafına gönderilen Ebu Avn-i Horasani, zilhicce ayında savaşarak Zur şehrini istila etti ve Musul bölgesine sahip oldu.
İbni Hübeyre’ye Şam’dan çok miktarda asker yardımı gönderilmiş olduğundan, çok büyük bir orduyla Kahtabe’ye karşı gidip Celûlâ’ya vardı. Eski hendek yerlerini açtırdı. Kahtabe ise oraya uğramayıp Hanikin tarafına geldi ve yüz otuz iki yılının muharrem başlarında, Dicle Nehri’ni geçerek doğruca Kûfe üzerine yürüdü. İbni Hübeyre hemen dönerek, Kahtabe’den evvel Kûfe’ye erişmek üzere o da Fırat Vadisi’ne yöneldi ve on beş bin askerden oluşan Şam birliğini ileri gönderdi. Kahtabe, Fırat kenarında bu birlik üzerine şiddetli bir hücum gönderdi, çok kanlı bir harp meydana geldi. Şam askeri bozuldu ve bozgun asker İbni Hübeyre’nin üzerine düşmekle o da bozulup silah, mal ve diğer eşyalarını terk ederek Vâsıt’a kaçtı. Bu kargaşalıkta Kahtabe de kaybolmuştu. Arandığı sırada cesedi bir kanal içinde bulundu. Oğlu Hasan babasının yerine geçip ordunun idaresini devraldı. İbni Hübeyre’nin hezimet haberi Kûfe’ye ulaşınca memleket altüst oldu. İbni Hübeyre’nin kaymakamı kovuldu, Kûfe şehri sahipsiz kaldı. Hasan İbni Kahtabe askeriyle gelip karşı konulmaksızın ve zahmetsizce Kûfe’ye girdi. Hemen Kûfe’de bulunan Abbasi davetçilerinin reisi olan Ebu Selemetü’l-Hallâl ortaya çıktı. Muhammed İbni Halid El-Kasrî’yi Kûfe’de kaymakam bıraktı. Kendisi Kûfe şehri dışında Hammâmü’l A’yen adındaki yerde ordugâhını kurdu. Etrafa memurlar gönderdiği sırada İbni Hübeyre ile savaşmak üzere Hasan İbni Kahtabe’yi de Vâsıt’a gönderdi.
Seffah’a Biat Edilmesi
Yukarıda geçtiği şekilde, Mervan memleketin dizginlerini tutmaktan âciz kaldığında, Emevi Devleti’nin çökeceği anlaşıldı. Bu durumda ise hilafetin Haşimoğullarına geçeceği tabiiydi. Haşimoğulları, Mekke’de toplanarak içlerinden kime biat edilmesi gerektiği hususunu kendi aralarında görüşürlerken, Mehdi ve Nefs-i Zekiyye diye lakaplanan Muhammed İbni Abdullah İbni Hasan El-Müsenna İbni Hasan İbni Ali İbni Ebu Talib hilafete en haklı ve en layık göründüğü için hepsi ona biat etmişlerdir. Abbasoğullarından Seffah’ın kardeşi olan Ebu Cafer Mansur İbni Muhammed Abbasi’nin de o mecliste bulunduğu ve Muhammed Mehdi’ye biat ettiği rivayet edilmiştir. Gerçekten Muhammed Mehdi gündüzleri oruçlu ve geceleri namazda olan pek yiğit, övgüye layık, güzel ahlaklı bir zat olduğundan hilafete ehil ve müstahak idi. Abbasi davetçileri, Muhammed soyunda rızaya davet edegeldiler. Hâlbuki Muhammed soyu denildiğinde zihinlere Fatıma evladından biri geliyordu. Şu hâlde Emevi Devleti’nin çöküşünde Muhammed Mehdi’nin hilafeti beklenen ve kararlaşmış gibiydi.
Ebu Müslim ise yukarıda olduğu gibi Abbasi davetini ilan edip halkı İmam İbrahim Abbasi namına davet etmek için ortaya çıkmış olduğundan adı geçen Mekke meşvereti hükümsüz kalmıştı. İmam İbrahim bu sırada Horasan Hapishanesinde ölmüş ve bir rivayete göre Mervan tarafından zehirlenmiş ise de vasiyeti gereğince kardeşi Ebu’l Abbas Es-Seffah onun yerine geçmiştir. Mervan sonradan Seffah’ın da hapsini gerekli görmüş ve haberci göndermişse de Seffah, daha önce oradan savuşmuştu. Şöyle ki Seffah; büyük kardeşi İmam İbrahim’in vasiyeti üzere kendisinden sekiz yaş büyük olan ağabeyi Ebu Cafer-i Mansur, kardeş çocukları, amcaları, amca çocukları ve diğer ev halkıyla birlikte, gizlice Hamime’den çıkıp Kûfe’ye gitmiştir.
O zaman Harran’da Mervan ve Irak’ta Yezid İbni Hübeyre gibi kuvvetli iktidara sahip bir vali var iken Beni Abbas’ın Kûfe’ye gelmesi çok tehlikeli bir hareket idi. Fakat Allah’ın himayesi ile yüz otuz iki yılı safer ayında sağ salim Kûfe’ye vardıklarında, Horasan halkından olan taraftarları, Hammâmü’l A’yen ordusunda idiler. Ordu komutanı da Muhammed soyunun veziri denilen Ebu Selemetü’l-Hallâl olup işlerin yürütülmesi onun elindeydi.
Ebu Seleme, Beni Abbas’ı bir evde oturtarak vekil ve komutanlardan bile kırk gün kadar gizledi. Horasan vekillerine, “İmam ne yaptı?” diye soranların kimine, “Henüz gelmedi.” kimine de “Acele etmeyiniz, onun çıkmasının zamanı değildir. Zira Vâsıt henüz fetholunmadı.” yollu boş özürler söylemiş. Meğerki İmam İbrahim’in vefatını duyduktan sonra niyetini değiştirerek hilafeti Hz. Ali’nin çocuklarına verme fikrindeymiş.
Orduda bulunan Şia taifesinden bazıları ise bir yolunu bularak duruma vâkıf oldular, on kadar reisleri Kûfe şehrine gelip gizlice İmam Ebu’l Abbas Seffah ile görüşmüşlerdir. Halifeliğini tebrik etmiş, ellerini ve ayaklarını öpmüşlerdir. Ebu Seleme buna vâkıf olunca o da ister istemez gelip Seffah’ın hilafetini tebrik etmiştir. Bu zamana kadar Ebu Müslim’e, “Emir-i Âl-i Muhammed” denildiği gibi Ebu Seleme’ye de “Vezir-i Âl-i Muhammed” denilirken bu muamelesinden dolayı Abbasi davetçileri nezdindeki nüfuz ve haysiyetini kaybetmiş, Seffah, ona kin bağlamıştır.
Yüz otuz iki yılı rebiülevvel ayının on ikinci cuma günü, sabahleyin bütün halk silahlanıp saf bağladı ve imamın çıkışını bekledi. Seffah da hanedan üyeleriyle beraber atlara binerek gelip camiye girdi. Minbere çıktı, uzun bir hutbe okuduktan sonra umumi biat gerçekleşti. Ondan sonra Seffah, amcası Davud İbni Ali’yi kaymakam olarak Kûfe’de bırakıp kendisi Hammâmu’l A’yen ordusuna gitti.
Mervan, önce yüz yirmi bin askerle Harran’dan çıkıp Zûr şehrinde bulunan Ebu’l Avn üzerine hareket ettiğinden, Ebu Seleme de Ebu’l Avn’a yardım için üç bin asker göndermişti. Seffah, bu defa kardeşinin oğlu İsa bin Musa’yı Vâsıt’a, İbni Hübeyre’yi kuşatan Hasan bin Kahtabe’nin yardımına, Yahya bin Cafer bin Sümam bin Abbasi’yi Medayin’de bulunan Hamid bin Kahtabe’nin yanına ve Ammar bin Yasir’in torunu Ebu’l-Yekzan Osman’ı Ehvazda bulunan Bessam bin İbrahim’in yanına gönderdi. Bu sırada, “Ehlibeytimden Mervan ile savaşa kim gidecek?” demiş ve bir rivayete göre, “Her kim giderse benden sonra halife odur.” diye teşvik etmiş. Hemen amcası Abdullah İbni Ali, “Ben giderim.” demiş. Onu da çok sayıda asker ile Şehr-i Zûr’a göndermiş. Bir iki ay kadar Hammâmu’l A’yen ordusunda kaldıktan sonra şehre gelip hükûmet konağı olarak Belde-i Haşimiyye şehrindeki valilik köşkünde karar kılmış ve hilafet bu şekilde Beni Ümeyye’den Beni Haşim’e geçmiştir.
Mervan’ın Bozguna Uğraması ve İdam Edilmesi
Şehr-i Zûr’a gönderilen Abdullah İbni Ali, Şehr-i Zûr ordusuna varmış, başkomutan olan Ebu’l Avn Horasani onu fevkalade bir hürmet ile kabul ederek başkomutanlık karargâhını eşyasıyla beraber ona takdim edip kendisi başka çadıra geçmiştir.
Mervan, yukarıda geçtiği gibi yüz bin kadar askerden oluşan bir ordu ile Şehr-i Zûr üzerine yürüyüp Zap Nehri’ne vardı, ordu kurdu. Abdullah İbni Ali de Ebu’l Avn ile beraber ona karşı durdu. Mervan, her ne kadar harp işlerinde mahir ve tedbirli bir adam ise de talihi aleyhine dönmüş olduğundan bu sefer yaptığı tedbirler hep yanlış neticeler verdi. Askeri çok ise de ordusunda tam tesirli maneviyat yoktu. Cemaziyelahir ayı başlarında Zap Nehri üzerine köprü kurdu ve sanki belasını arayarak karşı yakaya geçti. Abdullah bin Ali ile Ebu’l Avn ise yirmi bin gönüllü ile şiddetle hücum ettiklerinde Mervan’ın ordusu bozguna uğradı. Mervan kaçarak nehri geçip köprüyü kırdı. Askerlerin birçoğu kılıçtan geçti ve daha fazlası nehirde boğuldu. Ordusunun bunca mal, silah ve diğer eşyaları hep Abdullah bin Ali’nin elinde kaldı. Bu hezimetten sonra Mervan, Musul’a geldi. Fakat Musul halkı onu kabul etmeyip, “Ey bozuk, ey kötü adam! Allah’a hamdolsun ki senin devlet ve saltanatını yok etti ve bize peygamberimizin ehlibeytinden halife verdi!” diyerek Mervan’a sövdüler. Mervan, bu acı sözleri işitince Dicle’den öbür tarafa geçerek Harran’a gitti.
Mervan, Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen Ca’d bin Dirhem’den ders almış olduğundan Ca’dî diye lakaplanmıştı. Bunun üzerine bu defa Musul halkı, Mervan’a sövmek anlamında Ca’dî diye hitap etmişlerdir.
Abdullah bin Ali, Ebu’l Avn ile birlikte Harran’a doğru hareket ettiğinde Mervan, Humus’a ve oradan Şam’a gitti. Abdullah onu takip ederek Harran ve Menbic yoluyla Humus’a giderken kendisine yardım için Seffah tarafından gönderilen dört bin askerle kardeşi Abdüssamed bin Ali, Kınnesrin mevkisinde ona ulaştı. Humus’a vardıklarında halk ona itaat etti. Abdullah hemen Şam üzerine hareket edince Mervan, orada bir kaymakam bırakıp kendisi Filistin’e çekildi. Abdullah bin Ali, Şam Ovası’na vardığında diğer kardeşi Salih bin Ali sekiz bin askerle Seffah tarafından onun imdadına yetişti. Hemen Şam’ı her taraftan muhasara ettiler. Ramazanın beşinci çarşamba günü yürüyüş ile Şam şehrine girdiler ve pek çok adam öldürdüler. Abdullah bin Ali, on beş gün Şam’da kaldıktan sonra Filistin tarafına geçti. Mervan da oradan Mısır tarafına kaçtı. O esnada Abdullah bin Ali’ye, kardeşi Salih bin Ali’nin, Mervan’ın takibine gönderilmesi için Seffah’ın emirnamesi gelince, Salih bin Ali yeteri kadar asker ile Mısır’a gitti. İleri sevk etmiş olduğu süvariler, Mervan’ı Busayr Kilisesi’nde buldular ve üzerine hücum ederek vurup öldürdüler. İşte Şam’da bin ay hüküm süren Emevi halifelerinin sonu budur.
Hulefa-i Raşidin’in hilafetleri zamanında hakiki anlamda halifelik teşkil edilmiş, ondan sonra öyle faziletli bir hükûmet oluşturulamamıştı. Oluşturulsa halk ondan hoşnut olmazdı. Ümmetin büyüklerinden birçoğu Emevi Devleti’nin batıp da Hulefa-i Raşidin Devri’nin2 geri gelmesi arzusunda idiler. Hâlbuki Emevi Devleti, yukarıda olduğu gibi battı ve Abbasi Devleti ortaya çıktı. Fakat mülk ve saltanat devirlerinde Abbasi halifeleri de aynı yoldan gittiler. Böyle şeyler zamanın gereklerindendir. Her bağın bir çağı ve her yasağın bir izni vardır. Cihanda Allah’ın kanunu budur.
Sonuç
Ümeyyeoğullarının çoğu, heva ve heveslerine uyup ancak iyilik ve bağışlarla halkın kalplerini kazanırlardı. Sonra cimrilik yolunu tuttular, devletin menfaatlerini kendilerine hasrettiler. İnsanlar da onlardan yüz çevirdi. Bundan sonra Velid’in açıkça fısk-u fücura düşkünlüğü, İslam milletinin ondan nefret etmesine ve tahtından indirilerek öldürülmesine sebebiyet verdi. Bu hadise sebebiyle de hükûmetin bağları çözüldü ve Mervan, işlerin yürütülmesinden âciz kaldı. Sonunda Emevi Devleti yıkıldı. Hilafet ve saltanat Abbasoğullarına intikal etti.
Bu suretle Emevi Devleti’nin yerine geçen Abbasi Devleti, Emevilere katliam yapıp, benzeri görülmemiş, fevkalade muamelelerde bulunarak Beni Haşim’in öcünü almaya kalkıştı. Böylece Abdullah İbni Ali, Şam’da Emevilerden pek çok adam öldürdü. Hatta bir gün yemek için sofrasına kabul ettiği doksan kişiyi sopalar ile idam ettirdi ve üzerlerine sofra kurdu. Henüz bazıları can çekişmekte ve hırıltıları işitilmekteyken onların üzerinde kendisi ve adamları yemek yiyordu. Hatta Abdullah bununla da gönlünü ferahlandıramayıp Şam’da Emevi halifelerinin kabirlerini açtırdı. Bulduğu ceset ve kemikleri ateşte yakarak küllerini göğe savurdu. Kardeşi Süleyman İbni Ali de Basra’da Beni Ümeyye’den eline geçenleri öldürdü ve naaşlarını sokaklarda gezdirdi. Daha sonra meydanlarda bırakıp köpeklere yedirdi. Ebu Müslim’in tutup öldürttüğü adamların sayısı ise altı yüz bine erişmiştir. Bu suretle Emevilerden sayısız adamlar öldürülmüş ve öç alma işinde ifrata kaçılmış ve aşırı gidilmiştir.
Emevilerin kılıç kalıntıları etrafa dağılmış, Endülüs’e kadar gidebilenler kurtulmuş ve oradaki Beni Ümeyye taraftarlarına katılmışlardır. Endülüs Bölgesi uzak ve denizaşırı olup, oraya Abbasi Devleti’nin eli yetişmediğinden onlar Abbasilerin biatinden hariç kalmıştır. İşte o sırada Mervanoğullarından Abdurrahman İbni Muaviye İbni Hişam İbni Abdülmelik, Suriye’den kaçarak şurada burada dolaşıp batı taraflarına vardı. Berberi kavminden bir grubun içinde gizlendi ve ondan sonra Endülüs Bölgesi’ne geçince, yüz otuz sekiz yılının rebiülahirinde kendisine biat edildi, Endülüs’te müstakil bir Emevi Devleti kuruldu. Fakat gerek kendisi gerek oğulları emirü’l-müminin unvanını almayıp, emir unvanıyla lakaplanırlardı. Emevi halifeleri zamanında Arap kavmiyetçiliği devam etmişti ve bütün Müslümanlar bir devlete tabi idi. Fakat ümmetin salihleri, Emevilerin tavırlarından, tutumlarından nefret ederlerdi. Şia grupları ise hilafetin Beni Haşim’in hakkı olduğu inancında bulunup, insanları gizlice Beni Ümeyye aleyhine galeyana getirmekte ve kışkırtmakta oldukları hâlde Beni Haşim’den hangi şubenin hilafete daha layık olduğunda ihtilaf içindeydiler. Çoğunluk Hz. Ali’nin çocuklarını tercih ettikleri hâlde bazıları Hz. Hasan’ın ve bazıları Hz. Hüseyin’in çocuklarına meyilli idi.
Yukarıda açıklandığı gibi Emevi halifelerinin sonuncusu olan Mervan’ın hilafet devrinin sonlarında Emevi Devleti’nin batmak üzere olduğu, gidişatından anlaşılmıştı. Bu durumda ise hilafetin Haşimoğullarına geçmesi tabii olduğundan yukarıda olduğu gibi Haşimoğulları Mekke’de danışma meclisi toplayarak, meşveretle hilafete Hz. Hasan’ın evladından Muhammed Mehdi’yi seçmiş, tamamı ona biat etmişlerdir. Seffah’ın kardeşi Mansur da o mecliste bulunmuşsa da Ebu Müslim, İmam İbrahim Abbasi’ye daveti bildirip çıkmış, askerî kuvvet de onun elinde olduğundan hilafetin diğer tarafa çevrilmesi güçleşmişti.
Mamafih Kûfe’de Muhammed soyunun veziri unvanını alan Ebu Selemet’ül Hallâl, İmam İbrahim’in vefat ettiğini haber alınca halifeliği Hz. Ali’nin çocuklarına verme fikrine düşerek Seffah’a biat etmeyi epey ertelemişti. Fakat onun yanında bulunan ve Ebu Müslim’in dostlarından olan Horasan vekilleri, bu konuda ona muvafakat etmeyip Haşimoğullarının müşavere ile vermiş oldukları kararın tersine ve Şiilerin çoğunun görüşlerine aykırı olarak hemen İmam İbrahim’in kardeşi Seffah’a biat etmişlerdir.
Beyan edilen açıklamaya nazaran Abbasilerin hilafeti, Ebu Müslim’in askerî kuvveti sayesinde teşekkül etmiş bir devlet olup, Ebu Müslim’in askerlerinin çoğu ise Arap asıllı olmayan İran ve Turan halkından idi. Batı memleketlerinde dahi Berberi kabilelerinin fazlalığı ve kuvvetleri vardı. Sonuçta doğuda ve batıda Arap kavmiyetçiliği bozulmaya yüz tutmuştu. Abbasi Devleti, Haşimilik esası üzerine kurulmuş olduğu hâlde Haşimoğulları ve onları tutanların çoğunluğu hilafete Muhammed Mehdi’yi daha haklı ve layık görmekle Abbasoğullarının hilafetine karşı idiler. Bu nedenle Abbasoğulları da Hz. Ali’nin evladını çekemediklerinden daha önce nasıl ki Ümeyyeoğulları, Haşimoğullarına düşman iseler, Abbasoğulları da sonra Hz. Ali’nin evladına düşman oldular. Bilhassa Muhammed Mehdi nezdinde vesveseleri galip geldi, o da onlardan emin değil idi.
Harici gruplar da zaman zaman isyan ederek Abbasi Devleti’ni meşgul etmekte idiler. Abbasi halifeleri, aşağıda açıklanacağı şekilde başlangıçta kendi hükûmetlerini sağlamlaştırma ve takviye ile meşgul oldukları hâlde sonradan sefahate düştüklerinden, bütün İslam memleketlerini tek idare altına alamadılar. Daha önce açıklandığı üzere Kûfe’de başkomutan bulunan Ebu Selemetu’l-Hallâl, hilafeti Hz. Ali’nin evladına vermeye kalkışmakla itham edildiğinden dolayı Seffah ona kin bağlamış ve durumu Ebu Müslim’e haber verince o da Ebu Seleme’nin katlini istemiştir. Yüz otuz iki yılı içinde Ebu Seleme, bir gece hilafet merkezinden kendi evine giderken, Ebu Müslim’in elebaşlarından biri onu katletmiş, ertesi gün, “Hariciler tarafından öldürülmüş.” diye ilan edildi. Ebu Seleme, Irak’ta Abbasi davetçilerinin başkanı olduğu gibi, Süleyman bin Kesîr de Horasan’da vekillerin birincisi olup, hatta İmam İbrahim öncelikle Horasan emîrliğini ona teklif etmişken kabul etmediği için Horasan emîrliğini Ebu Müslim’e tevcih etmiştir. Ebu Müslim’in, onun yardımıyla evinden çıkmış olması nedeniyle İbni Kesîr’in Horasan’da pek büyük nüfuzu vardı. Ebu Müslim ise kendi başına hükmetme fikrinde olduğu için onu çekemezdi. Süleyman İbni Kesîr ise kendi yaşıtlarından olan Ebu Seleme’nin idamına itiraz ettiği için Ebu Müslim de bu bahane ile hemen Süleyman İbni Kesîr’i katletti. Kanaatimce bir büyük rakipten kurtuldu. Hâlbuki başına gelecek felakete örnek göstermiş oldu.
Seffah’a biatten evvel, daha önce açıklandığı üzere Ebu Seleme tarafından gönderilen Hasan İbni Kahtabe, Vâsıt’ta İbni Hübeyre’yi muhasara etmişti. İbni Hübeyre, on bir ay dayandı. Mervan’ın katledildiğini haber alınca halkı Hz. Hasan evladından daha önce adı geçen, Muhammed Mehdi’ye davet etmek istedi ve kendisine mektup yazdı. Fakat cevabı gecikince İbni Hübeyre teslime mecbur oldu ve gelip Seffah ile görüştü. Önce Seffah ona iltifat etti. Fakat sonra İbni Hübeyre de diğer Emevi emirleri gibi idam edilmiştir. Seffah, yukarıda olduğu gibi hilafet tahtına geçişinden sonra Horasan ve Taberistan’ı ve bağlısı olan Deylem ile Cibâl mıntıkalarını, Ebu Müslim’e verdiği sırada Fars bölgesini de amcası İsa bin Ali’ye verdi. Divan-ı haraç üzerine, yani maliye bakanlığına da Halid İbni Bermek’i memur etti.
Bermek, Belh’te Nevbehar adlı ateşgede hizmette bulunarak kavmi arasında pek muteber bir adammış. Oğlu Halid, İslam ile müşerref olmuş ve Ebu Müslim tarafından pek mühim işlerde istihdam edilmişti. Hatta Ebu Müslim, Kahtabe’yi İbni Hübeyre üzerine sevk ettiğinde Halid de onunla beraber olup, orduda isabetli görüş ve tedbirinden istifade edilmişti. Sonra vezir oldu ve sonra evlat ve torunları da Abbasi Devleti’nde en üst rütbe ve makamları elde ettiler.
İşte bunlara Bermekiler denilir. Seffah’ın amcası İsa bin Ali, emir olarak Fars’a gitmiş ise de Ebu Müslim, bütün doğu beldelerini benimsemiş olduğundan özel talimatla göndermiş olduğu Muhammed bin El-Eş’as daha evvel Fars’a varmış ve İsa’yı savıp göndermiştir.
Seffah, şurada burada zuhur eden asi ve Haricileri kahredip dağıttı. Vâsıt’ı da fethettikten sonra Şam ve Irak’ta kendisine karşı gelen, sıkıntı veren kalmamışsa da mülk ve saltanatında tamamıyla müstakil değil idi. Zira Ebu Müslim ile haberleşip müşaveret etmedikçe bir mühim işi kestiremezdi. Horasan nakiplerinden olup, Seffah’ın veziri bulunan Ebu Cehm İbni Atıyye, Ebu Müslim tarafından görevlendirilen bir casus idi. Seffah’ın yanında bulunan askerlerin çoğu ve kumandanları dahi Ebu Müslim’e Seffah’tan ziyade muhlis ve sadıktılar.
Bir de Ebu Müslim’in babası olan Selit’in annesi, Abdullah bin Abbas (r.a.) Hazretleri’nin cariyesi olduğu hâlde Selit’i doğurmuş ve Abdullah ona zina cezası uygulamış, Selit’i köle olarak kullanmış iken Selit’in, bir aralık Abdullah’ın sülbünden doğmuş olduğunu iddia ile Ali bin Abdullah’a çok eziyet etmiş olduğu tarih kitaplarında yazılıdır. Mademki vaktiyle Selit öyle bir dava söylemiş, oğlu Ebu Müslim’in de Abbasoğullarından olmak iddiasıyla hilafet davasına kalkışmasından korkulmaz değildi. Kısacası Abbasoğulları, Ebu Müslim’e dair şüphe içindeydiler. Hatta Seffah’ın kardeşi Mansur, bir aralık Müslim’in öldürülmesini teklif etmişken Seffah kendi devletinin kurulmasına sebep olan bir kahramanın idamı derecesine kadar gidememişti. Seffah’ın Kûfelilere güveni olmadığından, bir müddet Kûfe’de ikametten sonra Hire’ye naklolundu. Daha sonra yüz otuz dört yılı zilhiccesinde Enbar’a naklolunarak orada ikamet eder oldu.
Yüz otuz beş yılında Ziyad İbni Salih Maveraünnehir’de isyan etti. Ebu Müslim askerle Merv’den çıkıp onun üzerine hareket ederek Âmil beldesine vardı. Suba İbni Numanil-Ezdî de beraberinde idi ki Seffah onu Ziyad’a göndermiş ve bir fırsat bulup da Ebu Müslim’i öldürmesini emretmişti. Ebu Müslim bunu anlayınca Suba’yı Âmil’de hapsetti ve kendisi Salih’in üzerine gitti. Hâlbuki Ziyad’ın maiyetindeki askerler isyan ile dağılmış olduklarından, Ziyad bir köy muhtarının evine kaçmış, muhtar da onu öldürerek kesik başını Ebu Müslim’e getirmiştir. Bu suretle Maveraünnehir sıkıntısı bertaraf edilmiş oldu. Fakat Seffah ile Ebu Müslim arasındaki emniyetsizlik daha da arttı.
Yüz otuz altı yılında Seffah, kardeşi Mansur’u Hicaz emiri olarak tayin etti. Ebu Müslim de bu yıl Seffah’tan izin alarak Hicaz tarafına gidip Mansur ile birlikte hac etti. Ebu Müslim, insanlara çok bahşişler verir, yollarda kuyular kazdırır ve birçok hayrat yaptırırdı. Onun gösteriş ve kudreti yanında Mansur pek küçük görünürdü. Bu da kendisine zor gelirdi.
Seffah ise zilhiccenin on üçüncü günü yaklaşık otuz yaşında iken vefat etti. Kendisinden sonra kardeşi Ebu Cafer-i Mansur bin Muhammed ve ondan sonra kardeşinin oğlu İsa bin Musa bin Muhammed halife olmak üzere hayatta iken onları veliaht tayin etti, sözleşmeyi yazıp mühürleyerek İsa’ya vermiş idi. Vefatında İsa, Mansur adına insanlardan biat aldı ve durumu Mansur’a yazdı. Mansur ise hacdan dönmüş olduğundan İsa’nın isteği yolda kendisine ulaştı. Ebu Müslim ile diğer halk da ona biat ettiler.
Tamamlayıcı olarak açıklandığı üzere Abbasoğulları, Nefs-i Zekiyye’den, yani Muhammed Mehdi İbni Abdullah’tan şüpheleniyorlardı. O da onlardan ürkmüş idi. Bu defa hac mevsiminde Beni Haşim gelip Mansur ile görüşmüş olduğu hâlde Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim İbni Abdullah onun yanına uğramadılar. Mansur, bundan şüphelenerek Beni Haşim’e birer birer durumun esasını anlamak için sordu, çoğunluğu, “Nefs-i Zekiyye, nasılsa sizden ürkmüş ve can korkusu ile kaçmış, ondan size bir zarar gelmez.” gibi sözlerle özür beyan eylemişler. Fakat Hasan İbni Ali evladından Hasan İbni Zeyd İbni Hasan İbni Ali, Mansur’a, “Nefs-i Zekiyye’den emin değilim, fırsat bulunca senin üzerine kalkar.” demiş. Mansur da ondan sonra Muhammed Mehdi ile kardeşi İbrahim’i yoklama ve gözetlemekten geri kalmamıştır. Hâlbuki bu defa hilafetin kendisine verilmesiyle onları unutturacak büyük bir sıkıntıya rast gelmiştir.
Şöyle ki Abdullah İbni Ali, bu yıl mükemmel bir ordu ile Bizans şehirlerine gaza edip elinde büyük kuvvet bulunduğundan hilafet davasına kalkışması akla geliyordu. Bundan dolayı Mansur, endişe ve telaş içinde idi. Durumu Ebu Müslim’e açtığında, Ebu Müslim, “Ben ona kâfiyim. Onun maiyetindeki askerin çoğu Horasan halkındandır. Onlar bana ondan daha ziyade sadıktırlar.” diyerek Mansur’a teselli verdi. Ebu Müslim’in biati Mansur’a büyük bir kuvvet olduğu hâlde bu şekilde yardım edeceği vaadini almakla müteselli olarak Ebu Müslim ile beraber Kûfe’ye geldi. Minbere çıktı, vaziyete uygun bir hutbe okudu. Ondan sonra Enbar’a gitti ve Seffah’ın hazinelerini teslim aldı.
Amcası Abdullah İbni Ali ise Seffah’ın vefatıyla Mansur’a biat olunduğunu haber aldığı gibi hilafet hakkının kendisinde olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp ordusuyla Harran’a ve onradan Nusaybin’e gitti, etrafına hendek çevirdi. Ebu Müslim de onun üzerine hareket etti. Abdullah’ın süvarisi daha çok ve ordusu silah ve diğer bakımlardan daha mükemmel olduğundan Ebu Müslim, bazı harp hilelerine teşebbüs ederek Abdullah’ın maiyetindeki reislerden bazılarını celbetti. Aralarında pek çok harp olayları geçti. Nihayet yüz otuz yedi yılının cemaziyelahirinin ortalarında, Abdullah bin Ali bozguna uğrayıp Basra’ya kaçarak orada saklandı ise de sonradan Mansur onu ele geçirip hapsetmiştir.
Abdullah bin Ali ordusunda bulunan bütün mallar Ebu Müslim’in eline geçince Mansur onları deftere kaydetmek üzere Ebu Müslim’in yanına özel haberci gönderdi. Ebu Müslim hiddetlenerek ve “Bize can için emniyet olunuyor da mal için emniyet olunmuyor mu?” diyerek Mansur’a sövdü ve az kaldı haberciyi öldürüyordu. Mansur’un zaten Ebu Müslim’e güvencesi olmadığı hâlde bu tavrından müteessir ve endişeye düşmüş olarak hemen Mısır ve Şam eyaletlerini Ebu Müslim’e vererek, Hilafet merkezine yakın olmak üzere Şam’da ikamet et, Mısır’a dilediğini gönder, diye emirname yazdı. Ebu Müslim ise emniyeti kalmamış olduğu hâlde, Halife bize Mısır ve Şam’ı vermiş, Horasan da bizim ya! diyerek Horasan’a gitmek üzere El-Cezire’den hareket etti. Mansur, bundan haberdar olunca ürktü ve hemen Enbar’dan Medayin’e gitti. Ebu Müslim’i oraya çağırdı, o da çekindi. Mansur, Beni Haşim’in ihtiyarlarından bazı itibarlı zatları göndererek Ebu Müslim’i ikna etti. Bu cihetle Ebu Müslim, ordusunu Hulvan’da bırakıp üç bin askerle Medayin’e geldi. Mansur’un huzuruna girdi. Tatlı tatlı sohbet ettiler. Ertesi gün Ebu Müslim yine hilafet makamına vardığında, Mansur’un gizlemiş olduğu cellatlar aniden çıkıp Ebu Müslim’i öldürdüler. İşte bu suretle Mansur hilafet işinde istiklal bulmuştu. Fakat yukarıda işaret olunduğu üzere Abdurrahman-ı Emevi, Endülüs’te bir müstakil devlet teşkil edince Endülüs, Abbasoğullarının hükmünün dışında kalmıştır.