Kitabı oku: «Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar», sayfa 5
İkinci Bölüm
Arap gözlerini açtığı zaman kendisini bir gemi içinde ve özellikle de melun çehreli adamlar arasında görünce bir kere fena hâlde ürktü.
Bizim Alonzo oldukça Arapça bilirdi. Zerno “Haydi bakalım Alonzo nöbet senindir. Efendinin hâlini, hatırını sor, sonradan bize tercümanlık edeceksin!” dedi. Gerçi Alonzo gayet yumuşak bir çehre ile yaklaştıysa da daha ağzını açmadan, Arap gayet pürüzsüz bir İspanyolca ile şu suretle söze başladı.
Arap: “Efendiler, ettiğiniz kardeşliğe nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.”
Arap’ın konuştuğu İspanyolca o kadar pürüzsüz ve özellikle de şivesi o kadar güzel idi ki hırsızların hepsi şaşıp kaldılar. Bu aralık Alonzo, Pietro’ya sokulup:
Alonzo: “Bu herif galiba Arap değil, İspanyol.”
Pietro: “Bah! De bakalım, bir cevahir daha yumurtla.”
Alonzo: “Yumurtlaması filan yok, âdeta İspanyol. Bu kadar pürüzsüz lakırtıyı Madrid kardinali bile söyleyemez. Şimdi anlarız ya!”
Sonra Alonzo, Pietro ve Zerno Arap’ın yanına sokulup, söze en evvel yine Alonzo başlar:
Alonzo: “Arkadaş ben senin için Arap değilsin, İspanyol’sun diyorum da Pietro inanmıyor.”
Arap: “Herkes istediği şeye inanmakta, istemediğine inanmamakta serbesttir.”
Pietro: (hakaretli bir tavırla) “Sanki kendini bize İspanyol mu satmak istiyorsun?”
Arap: “Şu saat alışveriş saati ise uyuşmak kolaydır.”
Alonzo: (gülerek) “Öyle ya, alışveriş saatidir. Hem biz pek kolay uyuşur adamlarız. Zaten alacağımızı aldık, bir ayaklarındaki çizmeler kaldı. Eğer vereceğimiz varsa onu da vermekten çekinmeyeceğiz.”
Pietro ile Alonzo ve Zerno baş başa vererek biraz konuştuktan sonra Zerno söze başladı.
Zerno: “Gerçi lisanın pek güzel ama yüzünde hiç İspanyol siması yok.”
Arap: “Siz necisiniz?”
Alonzo: “Efendim, biz sizin gibi müşterilerin malını rızasıyla da rızası olmayınca da alır, satar, öyle bir nevi tüccarız.”
Pietro: (Alonzo’ya) “Zevzekliği bırak!” (Arap’a) “Biz korsanız korsan.”
Arap: “Öyleyse ben Arap mıyım yoksa İspanyol muyum diye ne sorup yatıyorsunuz?”
Zerno: “Sanki Arap isen ve muteber bir ailedensen seni ailenin yanına götürüp beş on para bahşiş isteyeceğiz. İşte, muradımız budur.”
Arap: “Öyleyse emin olunuz ki bu muradınıza nail olamayacaksınız. Ben Arap değilim, İspanyol’um.”
Arap bu lakırtıları söyleyip silkindi, kalktı. Fakat gerek söz söyleyişinde ve gerek kalktığı zaman gösterdiği tavır ve vaziyette o kadar yiğitçe hâller görünüyordu ki hırsızlar hayran kaldılar. Üç hırsız baş başa verip biraz daha aralarında görüştükten sonra:
Pietro: “Senin adın nedir?”
Arap: “Hangisini soruyorsunuz? Şimdiki adımı mı yoksa evvelki adımı mı? Yoksa daha evvelki, yani asıl adımı mı?”
Alonzo: (gülerek) “Tuhaf, bir adamın birkaç gömleği olduğunu bilirdim ama birkaç adı olduğunu bilmezdim. Hem birkaç gömleği olan adam bile nadircedir.”
Arap: “Evet, benim birkaç adım vardı. Lüzumuna göre birkaç isim daha alabilirim.”
Pietro: “Öyleyse şu isimleri birer birer söyle bakalım.”
Arap: “Şimdiki ismim Hasan’dır. Bu isimden evvel adım Safatino idi. Daha evvelki adım, yani asıl ismim Turgo’dur.”
Pietro: “Alonzo’nun dediği gibi gerçekten tuhaf. Nasıl oldu da bu kadar ismi aldın?”
Arap: “Onu da mı söyleyeyim? Ben asıl Cadiz şehrindenim. Denizcilik mektebine girdim. Beş sene orada okudum. Tam son imtihanı verip zabit çıkacak iken hocalarımdan birisi bana hıyanet ederek zabit çıkartmadı. Beni iki sınıf daha aşağıya attı.”
Alonzo: (telaşla) “Ha, anladım! Vay, sen misin o?”
Arap: “Dursana! Ben de sabah hocamın odasına girip, belimdeki meçi yüreği üzerine sokup herifi öldürdüm.”
Alonzo: (gülerek) “Turgo, Turgo! Öyleyse ben seni bilirim be. Şu katil Turgo. Biz bu vakayı hep işitmiştik.”
Arap: “Evet, işte o adam benim. Derken firar ettim, beni tutamadılar.”
Alonzo: “Ama hapishaneden firar ettin. Önce seni tutmuşlardı. Öyle değil mi?”
Arap: “Öyle ya! Mektep içinde nereye kaçarım? Fakat hapishaneden kaçabilmek pek kolaydır. Ondan sonra ismimi değiştirdim ve Safatino namını alarak Portekiz’e gittim.”
Pietro: “İyi ya, hocanı niçin öldürdün?”
Arap: “Söyledim işte.”
Pietro: “Belki senin zabit olmaya gerçekten liyakatin yoktu.”
Arap: “Yok muydu? Yalnız armacılığı yahut yalnız güverte zabitliğini bilenleri zabit ediyorlardı. Bense bunların ikisini de bildikten sonra topçulukta dahi maharet peyda etmiştim. Vallahi öyle obüs atarım ki, tanesi düşman gemisini delip tam içine girince patlayarak darmadağınık eder. En büyük bir gemiyi iki topta parça parça ederim.”
Zerno: “Ee, sonra?”
Arap: “Sonrası beni her tarafta aramaya başladılar. Portekiz’e kâğıt yazıp beni hükûmetten istedikleri kulağıma değdi. Ben de kalktım Tanca’ya geldim. Biraz Arapça biliyordum. İsmimi Hasan koydum. Ben Türk’üm, o kadar iyi Arapça bilmem dedim. Hasılı, kendimi Müslüman tanıttım. Beni bir aktar yanına aldı. İki sene kadar ona hizmet ettim. Sonra Fas’ta bana bir dükkân açtı. Bu aralık kızını da verecekti. Nikâh filan ettiler. Hâlâ üstümde olan sırmalı elbiseler güvey elbiseleriydi. Sonra kim söylemiş, nereden işitmişler bilmem, benim Hristiyan ve İspanyol olduğumu öğrenmişler. Kızın hısmı, akrabası ve sair birtakım Müslümanlar beni öldürmeye yürüdüler. Ben de kayınpederimin atına binip firar ettim. Kaça kaça sizin gemiyi bulup can atmaya geliyordum. Nihayet atımla beraber düşüp kendimi kaybettim, işte şimdi gözlerimi açtım.”
Pietro: “Demek oluyor ki sen gerçekten İspanyol’sun.”Arap: “Hayır, o kadar da gerçekten İspanyol değilim. Anam İspanyol, babam Arap dönmesi imiş.”
Alonzo: “Ha, demek oluyor ki, sende onun için Arap çehresi var.”
Arap: “Onu bilmem. Fakat bildiğim kadar Arapçayı babamdan öğrendim.”
Üç hırsız yine baş başa verip yine bir hayli vakit konuştular. Arap ise etrafına bakıp kendisinin nasıl bir bela girdabı içine düşmüş olduğunu hesap ediyordu. Hırsızlar bir yanda müzakere etmekte olsunlar, bir taraftan da kimi tayfa gelip kendisini nasıl kurtarmış olduklarını hikâye ederek ondan sonra sekiz on kadar atlının daha geldiklerini, filanı anlatıyorlardı. Hırsızlar müzakereden sonra:
Zerno: “Ee, şimdi senin kararın nedir bakalım?”
Arap: “Ee, şimdi benim kararım…”
Pietro: “Elbette bir şey düşünüyorsun ya? Ne olabilir?”
Arap: “Ne düşüneyim? Üstümde başımda olan eşyayı aldınız.”
Alonzo: “Evet onları aldık, onlar bize helal olsun, değil mi?”
Arap: (tebessümle) “Öyle ya, fakat siz benim canımı düşmanlardan kurtardınız. Eğer beni şimdi öldürmeyip yaşatacaksanız elbette bir akıl da öğretirsiniz. Ben şimdi ne İspanya’ya gidebilirim ne Fas’a.”
Alonzo: (arkadaşlarına) “İşte, ben demedim mi? Bu da dediğim gibi çıktı. Herif bir yere gidemez ya? Nereye gitse kafasını keserler.”
Arap: “Vallahi kardeşler benim şimdi hiç aklım başımda yok. Beni öldürecekseniz öldürünüz. Öldürmeyecekseniz bana şimdilik hiçbir şey sormayınız. Yalnız bir şey veriniz de arkama giyeyim. Zira soğuktan donuyorum.”
Zerno: (Pietro’ya) “Ee, ne diyorsun arkadaş? Öldüreceksen öldürelim. Bırakacaksan bırakalım diyor. Herifin lakırtısı Allah için doğrudur.”
Pietro: (az düşündükten sonra) “Yok öldürmeyeceksiniz.”
Zerno: “Ben de öyle düşündüm ya! Öyleyse buna biraz giyecek, yiyecek verelim.”
Pietro: “Bende bir eski aba var, kamaradadır. Alonzo alsın da versin, başkasına karışmam. Hem de abayı iğreti veririm ha! Sonra bir kolayına baktığımız zaman abayı geriye alırım.”
Zerno: “Ben de iğreti bir pantolon vereyim.”
Alonzo: “Pekâlâ, Arap’ı bu gecelik bana misafir veriniz. Neyse biraz yedirelim, giydirelim de yarın her şeyin çaresine bakarız.”
Bu kararı cümlesi kabul ettiler. Alonzo aşağıya, kamaraya inip bahsi edilen eski aba ile eski pantolonu getirdi ki iğreti verilecek değil ihsan olunsa kabul edilemeyecek kadar eski ve mundar idiler. Bunları Arap’a giydirdiler. Alonzo kendi tarafından bir de kuşak çıkarıp herifin belini sımsıkı sardı. Bu hâlde alıp Arap’ı geminin lokanta tabir ettikleri mutfağına götürdü. Orada kaptanlar için iki çömlek kaynamakta olup miço dahi bir güvece kuru peksimet doğramaktaydı. Arap’ı ateşin karşısına oturttular. Kaynayan çömlekler içinde ne olduğu çıkan buhar kokularından anlaşılıyordu ki birisi kuru bakla, diğeri de kuru fasulye idi.
Alonzo, Arap’ın yanından ayrılmayıp kâh Arap’a başından geçenleri hikâye ettiriyor kâh kendisi arkadan gelen sekiz on atlıyı görünce kurt avını kaparcasına nasıl Arap’ı kapıp getirdiklerini hikâye ediyordu.
Bir aralık Alonzo’nun gözü miçonun doğradığı peksimetlere ilişip “Ha, bak, iyi ki aklıma geldi. Şu çömleklere biraz ziyadece su koy. Ben de sana iki peksimet vereyim de beraber ıslat. Artık bu akşam misafire bir ziyafet çekelim.” dedi. Ve miço bu teklif üzerine biraz mırıldandıysa da Alonzo yine “Kaptanlar darılmaz. Benim bugünkü hizmetlerim üzerine benden bir miktar bakla suyunu esirgemezler.” diye peksimet almaya gitti.
Bunların şu sohbetinden Arap anladı ki kaynamakta bulunan fasulye ve bakla reislere mahsus olup miço ise bu gibi şeylerin yalnız suyuna peksimetini haşlamakla faydalanıyor. Lakin malumatını biraz genişletmek için şöyle bir sual sordu.
Arap: “Tayfaların yemeği nerede pişer?”
Miço: “Tayfaların yemeği mi? Tayfaların yemeği mi olur?”
Arap: “O nasıl lakırtı?”
Miço: “Nasıl lakırtı olacak, tayfalara kuru peksimet, miçoya ıslanmış, kaptanlara da yemek pişer.”
Bu aralık Alonzo elinde iki peksimet olduğu hâlde geldi. Peksimetleri miçoya verip yine Arap ile konuşmaya başladı. O zaman Arap’ın sualleri üzerine Alonzo bu gemide bulunan hırsızların aylığı, yıllığı olmadığını ve her ne çalınırsa üç pay edilip, bir payı bir reise, diğer payı diğerine verilerek, üçüncü paya dahi bütün tayfaların ortak olduğunu ve şu hâlde tayfaların kendi paralarıyla peksimet alarak onu yediklerini ve kuru peksimet yedikleri hâlde yaşayamayıp daima kaptanlardan borç aldıklarını ve peksimeti ıslatarak yemenin miçoya mahsus bir saadet olduğunu etrafıyla anlattı.
Arap bu malumatı ne nazarla karşıladı, orası malum değil ya! Fakat ilk akşamlık olsun yiyeceği peksimetin, kıpkırmızı bakla suyuyla haşlanmakta olduğunu görünce biraz memnun olmuş bulunması lazım gelir. Şu kadar var ki kaynar suda haşlanmış olan böceklerin suyun yüzüne çıkması biraz mide bulandıracak hâlde idi. Miço bunları kepçe ile düşürüp itfa, ihraç edebildi.
Hasılıkelam Arap biraz ısınmış olduğu gibi yemek dahi hazırlanmış bulunduğundan ikisi beraber kalkıp Alonzo’nun yerine gittiler.
Alonzo’nun yeri geminin baş altı olup kaptanlar adamın akıl ve görüşlerinden daima etmekte bulundukları istifadeye mükâfat olarak oraya başka kimseyi koymazlardı. Çünkü baş altının ön tarafı kapalı olarak âdeta kamara gibi bir hâlde idi ki tayfaların bazısı ambarda, bazısı lokanta kulübesinin altına sokulup köpek gibi orada yatmaktaydılar. Alonzo bir yelken parçasını yere serip ikisi birlikte üzerine oturdular ve “Buyurun!” teklifiyle yemeğe başladılar.
Arap bir lokma alınca baklanın peksimet ile karışmış olan fena kokusu midesini bulandırıp hemen ağzından lokmayı çıkardı, attı. Alonzo bunu görünce “Zarar yok sidi, zarar yok. Yarın akşama kadar alışırsınız.” dedi. Ve kendisi harıl harıl yemeye başladı.
Arap, Alonzo’nun “sidi” tabirine ilişti ve “Bana sidi demekte mana ne? ‘Arkadaş’ diye hitap etsen olmaz mı?” deyince Alonzo bıyık altından bir tebessüm ederek: “Canım, demincek Arap değil miydin ya? İsmim Hasan’dır demiştin. İşte bu doğru sözünü kabul ettiğim için sidi dedim.” dedi, yine yemeğe devam etti. Fakat Arap’ın yüzü bir saniye içinde esas hâlini aldı.
Gerçi Hasan yemekten elini çekti ama hemen yirmi saate yakın aç bulunmak hasebiyle mutlaka bir şey yemek istiyordu. Alonzo’ya “Bana biraz kuru peksimet verir misin?” dediğinde, Alonzo “Senin peksimetini buraya kırmış olduğum hâlde tekrar peksimet vermek bizce fedakârlık addolunursa da ben senden peksimet değil, canımı bile esirgemem.” diye çıkarıp bir peksimet daha verdi ve “Vallahi başka yiyecek bir şeye malik olsam verirdim.” diye evvelki lakırtısını bir daha söyledi.
Arap bu peksimeti dahi kabul etti. Lakin Alonzo’nun riyakârane sözlerini kabul etmek istemeyerek “Beni kaldırıp denize atsalar arayıp soranı olmayan bir adam iken senin bana söylediğin sözleri alaya yoruyorum. Rica ederim bana bu alayları etme!” dedi. Fakat Alonzo garip tebessümlerini tekrar ederek “Şimdi herkes ayakta, sonra konuşuruz.” diye yine peksimet haşlamasını yemekle meşgul oldu. Hatta dedi ki: “Bak senin sayen ne kadar büyüktür ki bu akşam ben peksimeti kuru kuruya yemeyip bakla suyuyla haşlanmış olduğu hâlde yiyorum.”
Alonzo söylediği lakırtıları pek ciddi bir tavırla söylemekte olduğundan Arap artık bunları alaya yoramayarak, bu gibi sözlerin hâl ve mevki icabınca bir faydası olmadıktan başka zararı da olduğunu dikkate alarak sözü değiştirmek istedi:
Arap: “Bu gemi kimin malıdır? Şu, bugün senin yanında olan iki kaptanın malı mı?”
Alonzo: “Evet, onların malı.”
Arap: “Nerede yaptırmışlar? Çünkü güzelce bir teknedir.”
Alonzo: (yine garip bir tebessümle) “Yaptırmamışlar efendim, hazır almışlar.”
Arap: “Kimden?”
Alonzo: “İşte, hikâyenin bu ciheti fena ve gariptir ya… Efendim, bu tekne bir tüccarın malıymış. Bizim kaptanlar Pietro ve Zerno dahi bunun tayfalarından imişler. Bunlarla bir de Rum arkadaşları korsanlığa karar vermişler. Bir paskalya günü tayfanın ekserisinin karaya çıktığını fırsat bilerek içinde kalan bir iki kişiyi kestikten sonra demir alıp denize açılmışlar. Hareketleri Trieste’dendir. Sonra bu sulara gelmişler. Kaçak filan, kime rast geldilerse arkadaşlığa almışlar. Nihayet üç ortak pay hususunda uzlaşamamışlar. Pietro ile Zerno bir gece Rum’u birisi başından, diğeri ayaklarından yakalayıp denize atmışlar. Ondan sonra gemi ikisine kalmış.”
Arap: “Tuhaf şey be!”
Alonzo: “Ne kadar tuhaf derseniz deyiniz. Bir tuhafı da şu ki, şimdi kaptanlarımızın odaları birer demirli varil gibidir. Zira birbirine emniyet edemiyorlar. Gece yataklarına girdiler mi kapıları kapayıp öyle yatarlar ki artık hangisi diğerine kastetmiş olsa kapısını açıp da bir iş görmeye muvaffak olamaz. Gündüz de daima silahlı bulunurlar.”
Herif bu malumatı o kadar safça ve laubalice veriyordu ki, âdeta dünyada bu yoldaki geçimi dahi pek muvafıkmış gibi anlatıyordu. Yemeğini yiyip bitirdi. Sonra Arap ile beraber güverte üzerine çıkarak biraz gezindiler. Gemi enginde cayır cayır gidiyordu. Alonzo tayfalardan rast geldiği birkaç adama kaptanları sordu. Birisi yattığını, diğeri dahi yatmak üzere bulunduğunu haber verdiler. Biraz daha gezindikten sonra yine yerlerine gelip Alonzo kangal yatağı üzerine uzandı ve Arap için dahi eski tente ve yelken gibi şeylerden biraz yumuşakça bir yer yaparak yatmasını teklif etti.
Yattılar. Biraz da yattıkları yerde dereden tepeden söz söyleyip sonra seslerini kıstılar. Bir saat, bir buçuk iki saat kadar hiçbirisi ses çıkarmadı. Gemi içinde dahi ses seda kesilip yalnız kıç tarafında dümen nöbetçileri bulunan iki adamın yavaş yavaş konuştukları aralıkta bir işitiliyordu.
Alonzo, Arap’a “Uyuyor musun?” diye seslendi. Arap “Hayır, uyumuyorum!” cevabını verdi. Alonzo “Vah zavallı, hiç senin gözlerine böyle yerde, bu hâlde uyku girer mi?” diye kalktı, oturdu. Arap, herifin bu lakırtısından dahi manalar çıkarıp “Canım ben senin bu lakırtılarından hiçbir şey anlayamıyorum, maksadın nedir?” diye o da kalktı, oturdu.
Üçüncü Bölüm
Alonzo ile Arap kalkıp oturdukları zaman Alonzo hafif titrek bir ses ile “Hazır herkes uyudu, seninle biraz konuşalım. Ama geçecek konuşmalar üzerine kızıp hızlıca söz söyleme. Zira dümenciler uyanıktırlar.” dedi ve Arap da kabul cevabı vererek söze başlandı:
Alonzo: “Efendim, en evvel size şunu söyleyeyim ki bugün kaptanlara kıvırdığınız yalanları pek güzel kıvırdınız.”
Arap: (telaşla) “O nasıl lakırtı?”
Alonzo: “Güzel kıvırdınız dedim ya! Ben sizi baygın hâlde gördüğüm anda tanımıştım. Siz Hasan Mellah değil misiniz?”
Arap: “Ben bu ismi işitmiştim.”
Alonzo: “İşitmiş değil, siz Sidi Osman’ın büyük oğlu Hasan Mellah’sınız. Galiba beni, yani amcanız Sidi Hamdan’ın uşağı Alonzo’yu tanımadınız.”
Arap: “Dediğin adam ben olsam, ihtimal ki seni tanırdım.”
Alonzo: “Canım, kendinizi benden saklamaya mecbur değilsiniz. Gerçi bulunduğunuz mevkinin ne kadar müşkül olduğu nazarıdikkate alınırsa bu kadar ihtiyat göstermekte mazur görülürsünüz. Ancak ben sizin burada en büyük dostunuz olduğum hâlde benden dahi bu kadar çekinmenize sebep yoktur.”
Arap: “Ölümü gözüne almış bir adamın böyle bir çekinceye mecburiyetini görememekteyim.”
Alonzo: “Demek oluyor ki velinimetzadem olduğunuz hâlde kendinizi benden saklamakta inat edeceksiniz. Zararı yok, varınız, inat ediniz. Ben yine bildiğimden geri dönmem. İşte tekrar ederim ki siz Sidi Osman’ın büyük oğlu Hasan Mellah’sınız. Hatta size bu ‘Mellah’ lakabı Cadiz’de deniz okulunda okuduğunuz için verilmiştir. Bugün hikâye ettiğiniz adam öldürme meselesi doğru ise de katil siz değildiniz. O vakayı ben yine pederinizin dairesinde haber almıştım. Asıl katil bulunan Turgo sizin arkadaşınızdı. Katletme işini gerçekleştirerek firar ettiği zaman sizin de bu işten haberiniz olmak mülahazasıyla sizi de sorguya çekmişler. İşte mesele bundan ibaret iken sırf ölümden kurtulmak için bu fıkrayı çevirdiniz. Bense sizi tanıdığım anda kurtarmaya karar vermiş olduğumdan derhâl söylediklerinizi tasdik etmeye başladım.”
Arap: “Beni kurtarmak için ettiğin yardıma teşekkürler ederim. Bu hizmetle beni kendine borçlu etmiş oldun. Ben de hizmetin mükâfatını elimden geldiği kadar ifa ederim.”
Alonzo: “Dedim ya! Siz yine kendinizi inkârda inat ediniz. Ben sizi tanıdığım anda kurtarmaya karar vermiştim, dedim. Kararım gereğince de hareket ettim. Sizi soydular, yalnız ayağınızdaki çizmeler kalmıştı. Siz, baygın ve sersem olduğunuz için çizmeleri çıkaramayınca az kaldı ki ayaklarınızı dizlerinizden kessinler. Ben ne ettimse ettim. Evvela bu kazayı üzerinizden defettim. Sonra bunların âdeti, soydukları adama bir lokma ekmek vermesinler diye derhâl öldürmektir. Sizi de denize atacaklardı. Buna da çare buldum. Güya sizi ailenize bir bedel mukabilinde vermek için onları tamaha düşürdüm. Gerçi sizin bir daha Fas’a gidemeyeceğinizi bilirim ya… Ama o zamanlık bu kadar muvaffakiyet lazımdı. Nihayet siz kendinizi kurtarmak için Hristiyanlığa intikal edince bu kararınızı pek muvafık bularak onu kabul ettirmeye çalıştım. Hristiyan olduğunuz için değil, sadece gemici ve cesur bulunduğunuz için ölümden kurtuldunuz.”
Arap: “Evet, himmetinizin pek büyük mecburuyum.”
Alonzo: “Şimdi size deniz haydutluğunu teklif edecekler.”
Arap: (yüreği çarparak) “Haydutluğu mu?”
Alonzo: “Evet efendim, fakat sakın ha! Reddetmek şöyle dursun, naz bile etmeyeceksiniz. Zira demincek dediğim gibi, bunlar sizden bir lokma peksimet esirgedikleri cihetle sizi kaldırıp denize atmak, âdeta bir kediyi atmaktan ziyade bir ehemmiyeti haiz değildir.”
Arap: (çok üzülerek) “Güzel ama…”
Alonzo: (sözünü keserek) “Diyeceğinizi biliyorum. Fakat düşününüz ki bir korsan gemisindesiniz. Size ne teklif ederlerse kabul edeceksiniz diyorum. Zaten gemicilikte ve topçuluktaki maharetinizi ben de bilirim. Ama ‘Ben bu mahareti haydutluk yolunda sarf etmem.’ diyeceksiniz. Hakkınız var. Yine haydutluk yolunda sarf etmeyeceksiniz. Canınızı kurtarmak için sarf edeceksiniz. Yarın mı olur, ne vakit olur. Hasılı, size bu gemiye mensup olmayı teklif ettikleri zaman imtihan da isterler. Siz arma talimi, güverte manevrası, top atma hususunda malumatınızın bir örneğini gösterip bir kere kendinizi kabul ettirmeye çalışacaksınız. Ondan sonra canımızı kurtarmak, yani bu gemiden çıkmak yolunu ararız.”
Arap: “Demek oluyor ki, sen de bu eşkıyalık hâlinden memnun değilsin.”
Alonzo: “Acayip, siz hâlâ beni kalubeladan beri haydut zannediyorsunuz. Ben de buraya sizin gibi bir düşüş düştüm. Şimdiye kadar birkaç defa firar fırsatını buldumsa da tam emin olamadığımdan firar edemedim. Zira buradan firar dahi pek güçtür. Ancak şimdi sizinle birlikte, yani iki kişi olursam daha kolay kaçabilirim. Bir sandala binsek iki kişi kuvvetiyle kürek çekebiliriz.”
Arap: “Ben sana doğrusunu söyleyeyim mi?”
Alonzo: “Ben de doğruyu isterim.”
Arap: “Doğrusu şu ki, eğer bu haydutlar beni kabul ederlerse ben onlara sadakatle hizmet ederim. Zira yalan söylemek elimden gelmez. Arkadaşlıklarını kabul etmeyecek olsam hiç söz vermem.”
Arap’ın bu sözlerini Alonzo istihza tavrıyla karşıladıysa da bu meselede Hasan Mellah’ın ta bu derecelere kadar ihtiyat göstermesini her hâlde beğendi.
Alonzo: “Zarar yok. Varınız, siz bana bu kadar itimatsızlık gösteriniz. Şimdiki hâlde bana sizi kurtarmak için lazım olan şey, bu haydutlara arkadaşlık etmenizdir. Hem de lakırtınızdan anlaşılıyor ki kabul de edeceksiniz.”
Arap: “Başka çarem olmadığı için kabul edeceğim.”
Alonzo: “Ben bunların içine gireli bir sene oluyor. Bu müddet zarfında kendilerine hiç adam öldürtmedim. Yalnız bir biçare İtalyan’ın uzun uzadıya hastalığından dolayı daha vefat etmeden denize atılmasını bir türlü menedemedim, kendilerini dahi birkaç tehlikeden kurtardım. Lakin onları değil, hakikatte kendimi kurtarmaya çalıştım. Bunun için benden pek memnundurlar. Siz de bana uyarsınız. Görünüşte haydut olursunuz, aslında ise haydutları eşkıyalıktan menetmeye kendinizi Allah tarafından memur sayarsınız. Bakalım, elbette bir firar yolu açılır. Cenabıhak da bizi kurtarır.”
Bunlar sohbeti şu dereceye getirdikleri zaman Alonzo’ya derin bir sükût arız oldu. Arap ise zaten dalgın bir hâldeydi. Sükûtlarının süresi yarım saati geçtikten sonra Alonzo “Uykunuz geldiyse uyumalısınız. Kılınıza bir hata gelse vallahi kılınızın düştüğü yere kellemi bırakırım!” dedi. Fakat Arap “Hayır, gözlerime uyku girmiyor.” deyince “Öyleyse havanın soğuk olmasına aldırmayarak biraz yine güverteye çıkalım. Çünkü bu baş altını kendinize mekân olarak görmek canınızı sıkar. Güverte üzerinde bulunsanız ferah olursunuz.” diye Hasan’ı aldı, güverteye çıkardı.
Güverteye çıktıkları zaman Arap iplere ve direk merdivenlerine sarılarak yavaş yavaş bazı hareketlere başladı. Alonzo bunu görünce “Tamam, hazır kimse yok, biraz kollarınızı alıştırınız.” diye Hasan’a gayret vererek Hasan dahi daha serbestçe talim etmeye başladı.
Geminin üzerine, birisi orta yerde, birisi dahi kıçta olarak üç top yerleştirilmişti ki toplar her ne kadar sırf demirden idiyseler de yine güzel şeylerdi. Arap iplerce talimini bitirdikten sonra, baş taraftaki topun yanına gelip bir tomar alarak biraz da top talimi yaptı. Gerek ip taliminde ve gerek top taliminde gösterdiği ustalık örneğini Alonzo pek büyük buldu.
Talime dahi nihayet verdikten sonra küpeşteye dayanıp biraz vakit sustular. Sonra Hasan nerede olduklarını ve nereye gitmekte bulunduklarını Alonzo’ya sordu. Alonzo “Vallahi kuvvetlice bir doğu rüzgârı ile kalktık ama sonra sizinle meşgul olduğumdan nereye gittiğimize ve şimdi nerede bulunduğumuza dikkat edemedim. Haydi gidelim de dümencilere soralım.” dedi.
İkisi beraber kıça gittiler. İki dümen nöbetçisinin birisi uyumuş, diğeri dahi hiç doyduğunu kimsenin görmediği aç karnıyla uykunun tesirlerinden olarak ağzını bir karış açıp esnemekte bulunmuştu. Alonzo nereye gitmekte olduklarını ve şimdi nerelerde bulunduklarını sordu. Dümenci yine esneye esneye ve ağzından salyalarını akıta akıta tam kuzeydoğuya gittiklerini ve şimdi Afrika sahiline tahminen seksen mil mesafede bulunduklarını söyledi. Hasan dümenciden bu cevabı alınca “Öyleyse Gata Burnu’nun hizalarındayız.” dedi. Lakin doğu rüzgârlarıyla bu kadar aykırı gitmekte pek de tehlikeden uzak olmadığını sözlerine ekledi. Arap’ın bu lakırtısı üzerine dümenci tarafından edilen itiraz ve Arap tarafından verilen karşılık ile Alonzo’nun kendi düşüncesini söyleyişi bir hayli zaman geçmesine sebep oldu. O kadar ki doğu cihetinden şafak yeri ağarmaya başladı. Gerçi hâlâ Arap’ın gözüne uyku gelmez idiyse de zaten pek ziyade yorgun olduğu gibi, bu kadar uykusuzluk dahi sinirlerinin kuvvetini kesmiş bulunduğundan Alonzo ile beraber baş altına gelerek uzandığı zaman bayılmak nevinden olarak kendisinden geçmiş gitmişti.
Hasan’ı görünce Alonzo’nun dahi uykusu gelmişti. Lakin haydutlar tarafından velinimetzadesi hakkında henüz kesin bir karar verilmediğinden, şayet herifler Hasan’a bir fenalık düşünmesinler diye kendini tutarak uyumamaya lüzum gördü.
Hasan daldı, kaldı. Sabah açıldı. Biraz sonra güneş doğduysa da kuzey ve batı tarafında bulutlar nihayetsiz pamuk yığınları gibi beyaz beyaz yığılmış kalmış olmalarıyla, ortalığa her şeyden ziyade bunlar letafet veriyorlardı.
Biraz sonra her delikten bir haydut esneyerek ve gözlerini ovuşturarak ortaya çıktı. Bunların her biri birer kere Alonzo’ya başvurarak yeni esir hakkında havadis sorarlardı. Lakin Alonzo her birine bir cevap bularak ve fakat verdiği cevapların hiçbirisi diğerine uymayarak hepsine müdafaa gösterirdi.
Kaptanlara mahsus kahveden kesesine güvenenler sabahları birer fincan kahve içebilirlerdi. Tam miço dahi kalktıktan sonra Alonzo keyiflenmekten ziyade, gözlerinden akıp gitmekte bulunan uykuyu kaçırmaya medar olmak için bir fincan kahve içmek yolunda her fedakârlığı göze aldırdı. Miço kahveyi getirdi. Alonzo baş altı tarafına ve Hasan’a dönük olarak kahvesini içip bitirdi.
Bir de bu aralık kıç tarafındaki kamaranın kapısı açılıp Kaptan Zerno baş gösterdi. Gemi üzerinde bir kere baştan başa gezindi. Bu aralık dümencinin yanına varıp besbelli geminin seyir ve hareketi hakkında konuştu. Nihayet gözüne Alonzo ilişmekle “Sabah şerifleriniz hayrolsun Lostromo Alonzo!” diye bir iltifat etti. Lostromo unvanı gemilerde güverte zabitlerine verilir bir unvan olduğundan Alonzo kendisine böyle bir unvanla seslenildiğini görünce o gece kaptanlar arasında kendi lehinde bir söz geçmiş olduğunu anlayarak kendi terakkisi için değil, belki velinimetzadesini kurtarmak başarısını temin ettiği için pek ziyade memnun oldu.
Kaptan Zerno’nun daveti üzerine kalktı, yanına gitti.
Hâlbuki kaptan ettiği iltifatı yalnız lafla etmeyip Alonzo’ya bir kahve daha ısmarlamak suretiyle fiilen dahi ispat etti.
Lakin Alonzo kahvesini şimdi içtiği cihetle işbu ikram olunan kahveyi misafiri için alıkoydu.
Kahvenin misafir için alıkonması, misafir hakkında söz açılmasına yol açtı. Alonzo ise Arap’ın maharet ve malumatını pek ziyade methedip maharet ve malumatından pek ziyade de yiğitliğini görmüş olduğunu anlattıkça kaptan kendisini tasdik makamında durmadan başını salladı.
Bunlar bir hayli vakit şu suretle konuştular. Aradan bir saat kadar zaman geçtikten sonra Kaptan Pietro dahi kamarasından çıkıp yanlarına geldi ki bu hâlde üçü arasında Hasan için edilecek müzakere en ciddi müzakere olacak, verilecek karar dahi kesin bir karar olmak üzere kabul edilecekti.