Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar», sayfa 6

Yazı tipi:

Dördüncü Bölüm

Gemide haydutlar arasında Korsikalı bir herif vardı ki arkadaşları arasında tembellikle şöhret bulmuştu. Gerçi, öbür haydutlara nispetle bu herif tembel addolunabilirdi. Zira gece gündüz uykudan baş kaldırmayıp armaya çıkmaya korkar, dümen tutmayı bilmediği için ondan da uzak durur ve kürek çekmek için sandala indirilecek olsa âdeta kürek ile suyu kesmekte olduğu görülürdü. Bu adam Korsika’da bir gece içinde validesiyle pederini ve bir de küçük kız kardeşini katlederek firar etmekle bu haydutlara sığınmıştı.

Kaptan Pietro, Alonzo ile Zerno’nun yanına gelip de ne yaptıklarını, ne konuştuklarını sorarak yeni misafir hakkında bazı şeyler müzakere etmekte oldukları cevabını alınca ortağı Zerno’ya:

Pietro: “Dün akşam konuştuk ya, işte şu Korsikalı mundarı ipine oynatıp yerine yeni misafiri koyarız.”

Alonzo: “Korsikalı da kalmış olsa…”

Pietro: “Bizim burada tembel beslemeye vaktimiz yok!”

Zerno: (Alonzo’ya) “Yok, artık onun için nafile hiç rica etme. Kaptan Pietro’nun bu sözü haklıdır. Zaten yakayı ele verecek olsa idam olunacak değil miydi?”

Alonzo: “Canım, hangimiz yakayı ele versek idam olunmayacağız? Bunun için değil mi ki ta son nefese kadar çalışmaya cümlemiz mecburuz.”

Pietro: “Öyle ama Korsikalı dünya yüzünde yaşayacak adam değildir. Bir adam yediği ekmeğin hakkını çıkarmalı.”

Zerno: “Bu konuda ısrar etme. Dedim ya, Korsikalı gidecek. Zaten yeni misafir gelmemiş olsa bile yine gidecekti. Haydi, sen arkadaşını kaldır da ona bazı şeyler soralım.”

Alonzo: “O daha uykuya varalı iki saat oldu.”

Pietro: “Vesselam. Demek ki bir tembelden kurtulup birisine daha çatacağız.”

Alonzo: “Tembel mi? Uyansın da herifte mahareti gör. Dün on iki on dört saat hayvan sırtında alabildiğine yol yürümüş. Bu gece de sabaha kadar uyumadı.”

Pietro: “Yaya yürümemiş ya?”

Alonzo: “Allah aşkına bilmediğin şeyi söyleme. Hayvan insanı ne kadar yorar bilsen, böyle söylemezsin. Ömründe hayvana binmemişsin ki…”

Pietro: “Haydi diyorum, kaldır. İşimizi görelim de ondan sonra kendisine bir gün istirahat için izin veririz.”

Kaptanın bu sözü üzerine Alonzo daha ziyade naz gösteremeyerek kalktı, baş altına gidip Hasan’ı kaldırdı. Hasan uykudan uyandığı zaman birdenbire ürkeklik gösterince Alonzo kendisinin nasıl bir tehlikeli mevki içinde ve fakat ne kadar selamette olduğunu dört beş kelime ile anlatıp edilecek teklife dahi kesinlikle itiraz edilmemek tembihleriyle aldı, kaptanların yanına götürdü.

Arap gelince Alonzo kendisine ikram ettiği hâlde ertelediği kahveyi tekrar ısmarlamasını Zerno’ya hatırlatınca Zerno memnunen kabul ederek Hasan kahveyi içince uykudan ziyade yorgunluğunu kahve alıp oldukça aklı başına geldi.

Zerno: “Sana bir teklifimiz var arkadaş!”

Arap: “Görelim bakalım.”

Zerno: “Seni öldürmeyeceğiz. Fakat sen de bize arkadaş olmayı kabul edecek misin?”

Arap: “Beni öldürmediğiniz hâlde size arkadaş olmayı mecburen kabul edeceğim. Hatta ben istemeliyim. Çünkü nereye gidebilirim?”

Pietro: “Tamam, sen gemicilikte, filanda tam maharet dava ediyorsun. Eğer o kadar maharetin varsa bizimle arkadaşlığa dahi razı olursan uyuşuruz.”

Arap: “Evet, bende dava ettiğim kadar maharet vardır. Ben, evvela manevra hususunda maharet dava ediyorum. Bunu fena bir havada, fena bir mevkide gösterebilirim. İkincisi armada maharetim vardır. Bunu şimdi görürsünüz. Üçüncüsü dahi topçulukta maharet davasındayım. Şuradan denize bir varil atarız. Lüzumu kadar açıldıktan sonra ben gülle atarım, istediğiniz gibi vuramazsam ben utanırım.”

Alonzo: “Tamam! İşte herif davasını tekrar ediyor. Elbette ispatına da hazırdır.”

Pietro: “Hayhay! Görelim bakalım, işte gemi senin maiyetinde demektir.”

Bu lakırtı üzerine Hasan fırlayıp kalktı. Arkasındaki ağır abayı çıkarıp yalnız bir gömlekle arma talimine başladı. Baş taraftaki direğin ta babafingosuna kadar merdivenlerden değil yalnız çarmıklardan tırmana tırmana çıktı ki bu hüner o gemide bulunan haydutlarda değil beylik gemilerde bulunan armacıların bile pek çoğuna mahsus değildi.

Haydutlar bu mükemmel maharete şaşmakta olsunlar, Hasan diğer ipler üzerinde o kadar hareketler gösterdi ki Pietro ile Zerno büyük bir hayretle parmak ısırdılar.

Sonra Arap aşağı inip bu yoldaki mahareti üzerine fikirlerinin ne olduğunu kaptanlara sordu. İkisi birden yalnız boyunlarını büküp kendisini pek çok beğendiklerini söylemek için söz bulamadıklarını anlatmak istediler. Hasan “Müsaadeniz olursa üç topu dolduracağım. Denize bir varil atıp sonra topları nişan alarak üçüne birden ateş verdirince üç güllenin üçünü dahi isabet ettireceğim.” dedi. Pietro pek vakur ve inatçı bir adam olduğundan bunun imkânsız olduğunu iddia ederek “Sen bir topu nişan alırken, evvelki top geminin hareketiyle nişanı kaybeder.” dedi. Ancak Hasan “Ben zaten ilk topu tam nişan almayacağım, onu hesapla bir cihetle nişan aldıktan sonra dümeni kendi elime alacağım. Tam gemiyi hizaya getirince ateş ettireceğim.” dedi. Bu suretle imkânını Alonzo ile Zerno teslim ettiler. Fakat Pietro teslim etmedi. Nihayet Hasan kalktı. Topları birer istikamet üzerine nişan aldı ki her biri diğerine paralel denilecek istikamette olup güllelerin istikamet hatlarına verdiği meyil ile gülleler, birbirlerini tam hedef noktasında bulacaklardı. Bundan sonra dümen yekesine ince ipler ile birer bocurgat yapıp kendisi birinci topun yanında bulunduğu hâlde dümenin idaresine başladı. Bunun üzerine büyücek bir varili denize attılar. Tam yedi sekiz yüz metre kadar ayrıldıktan sonra birinci topu geminin istikametine uygun bir şekilde nişana getirip ateş kumandasını verince güllelerin üçü dahi varilin önüne düştüler. “Varili mahsus vurmadım, zira varil vurulmuş olsaydı üç güllenin bir yere vurduğu görülmezdi.” dedi.

Zerno bu maharet üzerine koşup Hasan’ın boynuna sarılarak alnından ve gözlerinden öptü. Pietro dahi bu muamelede Zerno’ya mecburen uydu.

Derken Kaptan Pietro, Korsikalının denize atılması için emir verdi; fakat elbisesinin yeni misafire verilmek için çıkarılmasını işaret etti. Haydutlar derhâl biçare Korsikalının üzerine yürüdüler. Hasan bunu görünce aklı başından gidip bu eşkıyalığın önlenmesini Alonzo’ya terk ile kendisi de kaptanların ellerine sarıldı. “Benim için bir adamın denize atılmasına asla razı olamam. Beni atınız da onu atmayınız!” diye yalvardı. Gerçi gerek Pietro ve gerek Zerno, Arap’ın bu ricasını kabul etmediler. Nihayet araya Alonzo dahi girip neticede, herifi denize atmayarak en evvel tesadüf edilecek bir karaya çıkarılmasına karar verildi.

Karar yalnız bundan ibaret değildi. Kaptanlar cenaplarının cömertlikleri tuttuğu için Hasan’a birisi bir aba diğeri de bir pantolon bağışladılar. Alonzo bu ara da tuhaflıktan geri durmadı. Dedi ki: “Zaten Korsikalıyı denize atmaktan murat da yeni misafire verilmek için arkasındaki gömlek ile ayağındaki pantolonu almaktı. İşte kaptanların cömertlikleri sayesinde o istek de yerine gelmiş oldu.”

Sözün kısası, Hasan haydutluğa kabul olundu. Hatta hangi tarafa gidilecekse karar verilmesi kaptanlara ait bir vazife olmak ve verilen kararın icabını yerine getirme durumu yalnız yeni arkadaşa kalmak suretleri dahi zikredildi.

Bundan sonra Hasan istirahat için arkadaşı Alonzo ile beraber baş altına gittiler. Bir de arkaları sıra miço gelip kaptanların yemeklerinden her nöbet yeni arkadaşa dahi birer sahan verilmesine karar verildiğini de müjdeledi.

Alonzo ile Hasan yalnız kalınca Alonzo “İşte sidi, canımızı kurtardık demektir. Bundan sonra namusumuzu kurtarmaya çalışırız. Lakin siz bu aba ile olamazsınız. Benim gömleğim ikidir. Arkamdaki gömlek daha yenicedir. Onu size takdim ederim. Ben ise diğer eski gömleği giyerim.” diye arkasındaki yamaları, filanı oldukça yolunda olan gömleği çıkarmaya başladı. Hasan, Alonzo’nun bu hediyesini memnuniyetle kabule hazırlandı. Bir de herif gömleği çıkardıktan sonra Hasan vücuduna dikkat etti ki göğsünde, memelerinin altından boylu boyunca bir kılıç yarası var. Yeni yara değil, kılıç yarası yeri var. Bu yeri büyük bir merakla temaşa edip “Hiç de bu kadar büyük yara tasavvur etmemiştim. Hem bunu nasıl vurdular? Arka üstüne yatmış olduğun hâlde mi? Yoksa yara değil midir?” diye sual etti. Alonzo ise bir yandan eski gömleğini giyerek diğer yandan Hasan’ın sualine şu yolda cevap verdi:

“Benim başımdan geçenler tuhaftır efendim. Bu yara kılıç yarası değil âdeta bıçak yarasıdır. Hem de babamın eliyle açılmış bir yaradır. Ben İspanya’da Murcia şehrinde doğmuşum. Lakin validemin nikâhlısı bulunan babamın sulbünden değil. Benim validem Cartagenalı bir gemicinin karısı imiş. Pek iffetli bir şeymiş. Sonra sulbünden olduğum tacir bir adam, Cartagena kasabasına giderek nasılsa o iffetli, ismetli hanımı baştan çıkarmış. Kadının kocası bir kere bilmem hangi taraflara gemi ile ticarete gidip iki sene kadar zaman, validem sevdiği herifin yanında bulunmuş. Bana ondan gebe kalmış. Fakat güya kabahat benimmiş gibi beni kendi memleketinde doğuramayıp Murcia’ya gelerek orada doğurmuş. Ondan sonra validem her yaz Murcia’ya hava değişimine gelip âşığını, yani benim asıl babamı, başka bir kadının sevdasıyla meşgul bulunca İspanyol kızlarının âdeti olduğu üzere çıkarıp âşığını vurmuş. İşte asıl babam bu yaradan vefat etmiş. Ben pek küçük olduğum için bu olayı layığıyla bilemiyorum. Lakin daha garibini ben gördüm. Sekiz dokuz yaşında vardım ki yine validem Murcia’ya gelip sütninemin evine misafir konmuştu. Meğer babam, yani validemin asıl nikâhlısı bulunan adam kimse, karısının bir piç doğurduğunu haber almış. Arkası sıra o dahi Murcia’ya gelmiş. Benim bunlardan ve anamın kocası kim olduğundan haberim yok ya. Bir de bir gün ben anamın kucağında iken içeriye ızbandut ayısı gibi bir herif girip validemle birkaç lakırtı ettikten sonra belinden koca bir bıçak çıkartarak evvela valideme vurdu. Sonra ben dahi göğsüm üzerinden soğuk soğuk bir şey geçtiğini duydum. Herif kaçtı gitti. Durum etrafa duyulunca etraftan koşup geldiler. Validemi cansız buldular. Bense ölmemişim. Meğer herif benim sol tarafımdan vurmak istediği hâlde, bıçak kaçıp göğsümün üzerinden sıyrılıp geçmiş. Beni papazların hastanesine götürdüler. Orada bakılıp iyi oldum. Şimdi düşünsen ki bunda benim ne kabahatim var. Kabahat sahibi validem. Dünyaya gelmek benim elimde miydi? Neyse, biz piç olmak cezasını çektik. Çektik değil, hâlâ da çekiyoruz. Çünkü validem vefat ettikten sonra artık ben bakıntısız kaldım. Serseri gezmeye başladım. Derken bir herif beni aldattı. Tanca’ya kadar götürdü. Orada İspanyol esiri diye sattı. Birkaç kapı değiştirdim. Nihayet sizin amcanız Sidi Hamdan’ın yanına satıldım.”

Alonzo’nun hikâye ettiği macera, ilk kitapta anlattığımız Alfons’un, kızı Cuzella’ya, annesinin öldürüldüğüne dair naklettiği fıkraya ne kadar benzediği dikkate alınırsa bizim koca Alonzo’nun, yine bizim koca Alfons’un öldürdüm zannettiği piç çocuk olduğu meydana çıkar. Fakat Hasan o fıkrayı bilmediği cihetle Alonzo’nun asıl mahiyetini takdir edemeyerek yalnız “Amcanız Sidi Hamdan’ın yanına satıldım.” sözüne dikkat edip “Sen birtakım Arap isimleri veriyorsun ama benim onlardan haberim yoktur.” diye acele gösterdi ve Alonzo ise “Siz kendinizi istediğiniz kadar inkâr ediniz, ben velinimetzadem hakkında borçlu olduğum hürmet, riayet ve hizmetten geri durmam.” cevabıyla karşılık verdi.

Hasan’ın Alonzo’ya gösterdiği bu emniyetsizlik bir günlük, beş günlük değildi. Sonuna kadar devam etmek için tertip olunmuştu. Lakin Alonzo’nun dahi Hasan’a gösterdiği hürmet ve riayet bir günlük, beş günlük değildi. Sonuna kadar devam etmek üzere tertip olunmuştu.

Korsan gemisi ilk ve ikinci günkü hızıyla giderek üçüncü gün sabahleyin İspanya kıyılarında bir burun göründü. Dümeni biraz daha kuzeye bükerek bahsi geçen burnu tuttular. Kaptan Pietro’nun emriyle bir sandal indirip Korsikalıyı bu sandala terk ettiler. Biçare Korsikalı giderken Hasan’a dönüp “Arkadaş ben sana can borçluyum. Bu borcumu unutmam.” dedi. Ne mühim borç! Ne mühim vaat! Oradan sandalın dönüşüyle gemi yine yelken kaldırıp rüzgâr dahi azıcık batıya yönelmiş olduğu cihetle, biraz doğu tarafına dümen oynatarak Mallorca’ya yol verildi. On sekiz saat seyir ve seyahatten ve yolda bazı adaları sağ ve sol tarafta bıraktıktan sonra Mallorca’nın güney sahiline vardılar. Hırsızlar için meçhul olmayan bir boş limana girip bıraktılar.

Gemi, ta martı çıkarıncaya kadar bu limanın içinde barındı. Bu müddet zarfında Hasan’ın nazarından geçen vakaları zapt etmek de mümkün ise de tafsili11 gerektireceği mütalaasıyla kaydından vazgeçildi.

Nisan başında denize çıkarak bir aralık Cezayir kıyılarına indiler. Lakin Cezayir korsanları kendilerinden kat kat üstün olduğu için oralarda takke kapalım derken külahı vereceklerini anlayıp Sebte Boğazı’na saldırdılar.

Tanca İskelesi’ne yanaşmışlardı. Yeni arkadaş tanınmak korkusuyla asla gemiden dışarıya çıkarmamaya mecbur oldu. Orada gemiyi bağladılar. Kumanyalarını alenen ve cephanelerini gizlice tedarik ederek mayıs sonlarında idi ki yola çıktılar.

Şurasını da hatırlatmaktan geri durmayalım ki Alonzo ile Hasan yakayı sıyırmak için Tanca’da fırsat aramışlardı. Lakin korsan gemisinden kurtulalım derken Arapların eline yakalarını teslim etmek korkusu, kararı menetmişti. Sözün doğrusu, kader bunları başka birtakım vukuata sevk etmekte olduğu için kaçamamışlardı.

Korsan kısmının nereye başvuracağı belli değildir. Bizimkiler dahi boş bir çabaymış gibi bu şekilde Akdeniz’e çıkarak yine Melile civarlarında bir Malta korsan gemisine tesadüf ve kaptanlar yekdiğerine ortaklık teklif ettilerse de Hasan “Bunlardan bize ne yardım olabilir? Biz kısmetimizi kendi maharetimizden aramalıyız.” yollu fikirlerini beyan etmesi üzerine büyücek bir ava muvaffak oldukları zaman, Maltızları12 ortak etmeyip yalnız kendilerinin faydalanmaları yolundaki tamahı, Zerno’dan ziyade Pietro’nun gözlerini bürümüş olduğundan Hasan’ın fikrine uyuldu.

Oralarda, aşağı yukarı bir iki gün daha geçirdikten sonra şiddetlice bir güney rüzgârı bunları kuzeye doğru sevk etmeye başladı. Bir aralık kaptanlar İspanya kıyılarından birisine çıkmak istediler. Ancak tayfalardan birisi “Mademki İspanya sahiline çıkmak istiyorsunuz, bari Cartagena’ya çıkalım. Bizim korsan olduğumuz alnımızda yazılı değil ya! Irz ehli adamlar gibi oraya çıkıp gerek limanda ve gerek şehir içinde bulduğumuzu çalar, çarparız. Özellikle orada Alfons namında pek zengin bir adam vardır. Konağı şehirden dışarıdaki bağlardadır. Onun konağına girmek, âlâ bir tüccar gemisine girmekten daha iyidir.” demiş olduğundan herifin bu görüşünü hepsi kabul ederek Cartagena’ya doğru dümen çevirdiler.

Beşinci Bölüm

Okuyucular, hikâyenin akışına dikkat etmekte iseler de korsan gemisini Cartagena’ya sevk etmekte bulunan güney rüzgârının orada birkaç günden beri esip hatta Sinyor Pavlos’u dahi getirmiş olan rüzgâr olduğunu anlarlar.

Korsan gemisi o gün akşama ve o gece sabaha kadar yol yürüdükten sonra, seher vakti Palos Burnu üzerindeki dağlar, uzaktan bir ince bulut gibi göründü.

Bu hâlde haydutların hepsi güverteye çıkıp bir danışma meclisi kurmuşlardı. En evvel Alonzo’nun teklifi üzerine, Kaptan Pietro bu nöbette yeni arkadaşın maharetini tecrübe etmek istedi.

Açıkça görülüyor ki bu tekliften Alonzo’nun muradı, Hasan’ı hırsızlığa sevk etmek olmayıp bir kurtuluş yolu aramaya sevk idi. Bu inceliği Hasan pekâlâ bildiği için pek küçük bir nazdan sonra dedi ki:

Arap: “Evet, giderim, gözümü budaktan sakınmam. Lakin kasabanın ne yollarını tanırım ne sokaklarını. Bana evvela bir rehber vermeli. Ondan sonra bir adamın konağına girmek, malum ya, en güç bir iştir. Yalnız bir tek adamın da harcı değildir. Oraya üç dört kişi gitmeliyiz.”

Zerno: “Elbette, ona şüphe mi ister! Sana üç arkadaş daha veririz. Hem senin silahın da yoktur. Sana bir de silah veririz.”

Alonzo: “Beraber gideceklerin birincisi benim.”

Pietro: (melunca bir tavırla) “Sen olmaz, sen olmaz.”

Alonzo: “Niçin?”

Pietro: “Artık bizi eşek mi zannediyorsun? Sen yeni arkadaş ile dost oldun. Orada ince eşyayı ipine oynatmak ha? Bunu bize yediremezsin. (Hasan’a dönüp) Bak delikanlı, bizde en ziyade aranılan şey sadakat ve tok gözlülüktür. Eğer çarpacağın şeylerden bir şey gizlersin de sonra meydana çıkarsa karışmam ha!”

Arap: “O zaman beni tutunca denize atarsınız.”

Zerno: “Hiç şüphe yok.”

Pietro: “Bak, işte, Alonzo’dan başka kimi istersen al.”

Herifin gösterdiği şu emniyetsizlik üzerine Alonzo kendisine biraz teminat vererek mutlaka Hasan ile beraber dışarı çıkmak için mırlandı ise de daha ziyade ısrar etmenin herifin emniyetsizliğinin artmasına sebep olacağını görerek sustu.

Bu esnada Zerno kamarasına inip çıkarak koca bir kama getirdi ve “Al işte bunu, ben bununla üç dört yiğidi öteki dünyaya göndermişim. Yiğit adam elinde olduktan sonra toptan, tüfekten âlâdır.” diye Hasan’a verdi. Kim bilir Hasan bu katl aletini nasıl bir nefretle eline aldı. Ama renk vermek imkânsız olduğundan dışından memnuniyet göstermeye nefsini zorladı.

Palos Burnu, karşılarında büyüdükçe büyümekteydi. Gide gide kavi bir liman dahi seçilmeye başladı. Derken kasabanın evleri ve limandaki gemiler fark olundu. Alonzo’nun çehresinden Hasan ile bir kelimecik dahi olsa konuşmak için binlerce iştiyak alameti görünüyor idiyse de haydutlara vesile, şüphe vermemek için Hasan’ın yanına bile sokulmaya muvaffak olamazdı.

Hasılı, limana girdiler. Demir atmak, yelken sarmak hizmetleri baş gösterdi. Hasan’ın armacılıkta olan mahareti münasebetiyle baş direğin babafingosuna kendisi çıkmıştı. Alonzo dahi gabya sereninde iken bir kolayını bulup Hasan’ın yanına kadar sokulup “Aman velinimetzadem, ben burada kalıyorum diye siz firar yolundan dönmeyiniz.” dedi. Ve Hasan birkaç lakırtı söylemeye davrandığı hâlde “Söylemeyiniz, haydutların şüphesini arttırırsanız fena olur. Siz başınızın çaresini arayınız.” cevabıyla yine gabyaya indi.

Yelkenler sarıldı. Güvertede dahi demir atılarak gemi artık yatmış idi. Hasan, Alonzo, Zerno ve Pietro yine bir araya gelerek müzakereye başladılar. Gündüz gidemeyeceği ortada olmakla gece yarısına doğru gidilmesi lazım olduğunu söyleştiler. Yeni arkadaş ile beraber gidecek olan üç kişiyi ayırdılar ki birisi bu kasabaya gelip Alfons’un konağına girilmesini düşünen herifti. Gündüz gözüyle gidilip bir kere konağın keşfine lüzum görüldü. O herif ile Hasan bir sandala binerek sahile çıktılar.

Sahilde gemici ve simsar türünden birkaç adama rast geldiler ki gemiciler “Hoş geldiniz!” resminden sonra nereden geldiklerini soruyorlardı. Hasan bunlara Cezayir’den geldiklerini cevaben söylüyordu. Simsarlar ise gemilerinde ne gibi mallar bulunduğunu sorup Hasan bunlara geminin boş olduğu, yük aramak için buraya geldikleri cevabını verdi.

Asıl görevlerinden kimseye renk vermemek için de rehberle beraber olan adamla kol kola verip iskeleye yakın bir meyhaneye girdiler. Oturup biraz etrafı temaşa ile beraber, birer kadeh de şarap ısmarladılar. Bu kabîl tayfalar meyhanede içki ısmarladıkları zaman parasını peşin vermek âdettir. Hasan para vermek istediyse de üzerinde para olmadığından arkadaşına teklif etti. Onun ise yanında topu topu bir bakır para bulunduğundan ve bu para ile ancak bir kadeh şarap alınabileceğinden meyhaneci “Sizi gidi köftehorlar sizi, iki kadeh şarabı içip de bir bakır vererek sıvışacaktınız ha! Tevekkeli parayı peşin almak âdetini koymamışlar!” diye kadehlerin yalnız birisini bırakıp diğerini aldı, götürdü. Gerçi, Hasan şarap içmeye muhtaç olmadıktan başka, tiksinirdi de. Lakin gemicilere mahsus olan bütün davranışları yerine getirmek gerektiğinden “Bir boş kadeh ver de bu şarabı arkadaşımla ortaklaşa içelim.” dedi. Ve meyhaneci boş kadeh getirdikten sonra bir kadeh şarabı paylaşıp içtiler. Meyhane âlemi bir saat kadar devam etmişti. Sonra Hasan ile rehber çarşıya çıkıp öteye beriye gezmeye başladılar. Hasan kavrayışındaki ve zekâsındaki mükemmellikle girdiği, çıktığı sokaklara o kadar dikkat ediyordu ki kasabanın haritasını alacak bir mühendis olsa ancak bu kadar dikkat ederdi. Hoş, Hasan dahi Cartagena haritasını âdeta hafızasına resmederdi ya!

Döne dolaşa bağlık eteğindeki Alfons’un konağına kadar vardılar. O gün konakta ziyafet mi vardı? Yoksa düğün mü oluyordu? Hasılı biraz kalabalık vardı. Bunlar uşağın müsaadesiyle, gezmek için bahçeye dahi girdiler. Zira gemici adamlar öyle bağdan, bahçeden mahrum oldukları için kırk yılda bir kere karaya çıktıkları zaman bir bahçeye girmekten kendilerini menetmezlerdi.

Bahçe içinde bir aşağı beş yukarı gezinerek konağın dört tarafını dıştan muayene ettiler. Kapının sağ tarafına düşen kenarı üzerinde büyük bir ağaç görüldü ki konaktan iki kat yüksek olup büyücek bir dalı dahi tam üst katın ilk penceresinden girmek için merdiven olabilirdi.

Bu keşfi bitirdikten sonra ahır dairesine ve uşakların odasına dahi uğradılar. Bu dairelerin konağa biraz uzakça olmaları matluba13 uygun görüldü.

Nihayet her tarafı görüp her şeyi gözden geçirdikten sonra kapıdan çıkarak dış avlu duvarlarına arka verilmek ile çıkılabileceğini ve öte taraftan atlanmak mümkün olduğunu dahi görüp sokaktan sokağa yine şehri gezmeye koyuldular. Bu gezip dolaşma, bu inceleme ve teftiş tam akşama kadar devam etmişti. Akşamüzeri gemiye döndüler. Pietro bir aralık bu kadar geç kalmış olmalarına darıldıysa da Hasan “Bir işe başladığımız zaman başa çıkarmak lazımdır. Biz yalnız konağı keşfetmedik, bütün şehri keşfettik. O kadar öğrendim ki şimdi şehrin haritasını ezbere çizerim. Ya, maazallah duyulursak nereye kaçacağımızı bilmeyip de hayvan gibi yakayı ele vererek sıra sıra asılalım mı?” deyince o melun haydudun yüzünde memnuniyet alametleri görüldü ve “Bizim yeni arkadaş, Alonzo’dan daha filozof.” diye Hasan’a bir de aferin verdi.

Hasan konağın pek zengin bir konak olduğunu ve hatta o gün tesadüfen konakta ziyafet olmasıyla uşakların yorgun bulunması isteklerinin yerine gelmesini kolaylaştıracağını hikâye ettikçe kaptanlar hayallerini bir kat daha genişleterek hiç olmazsa hisselerine biner taler düşeceğini kurarlardı. Bu memnuniyet üzerine akşam yemeğini Hasan ile birlikte yediler.

Bu aralık şunu da söylemekten geri durmayalım ki Kaptan Zerno, arkadaşı Pietro’nun kötü huyluluğundan şikâyet etmekte bulunduğu cihetle, Hasan’da bu kadar dirayeti, bu kadar şecaati görmesi üzerine, evvelce geminin üçte bir hissesine sahip olduğu hâlde, ahirete gönderilen arkadaşın yanına şu Pietro’yu dahi nasıl atmak mümkün olacağını Hasan’a danışmak ve bu işi yoluna korsa geminin yarısını olmaz ise de dörtte birini Hasan’a vermek gibi şeyleri düşünüyordu.

Hasılı, yemek yenildi ve hatta o gün satın alınan şaraptan birer, ikişer şarap dahi içildi. Yine daima girişilmiş olan iş üzerine fikir yürüterek gece yarısına ulaşıldı.

Hasan, kalkıp kaptanlara veda ederek üç arkadaşıyla sandala bindi. Hırsız küreği çekilerek bir su şıkırtısı kadar da ses seda vermeksizin karaya vardılar. Sandal içinde nöbetçi kalmak için bir fazla adam almışlardı. Bu adama nereden ıslık sesi gelirse cevap vermesini tembihle kendileri yola düzüldüler.

Sokaklarda kimseler yoktu. Dolayısıyla bir kişiye rast gelmeden Alfons’un konağına vardılar. Kapı kapanmış. Birisi Hasan’a arka vererek Hasan duvarı aştı ve öte taraftan kapıyı açıp arkadaşıyla birleşti. Kapıya on on beş adım mesafeye bir nöbetçi koydu ki kapıdan bir kimse girecek olursa hemen haber verecek ve arkadaşlar dahi bağ içinde kendilerini kaybedecekti. Bu nöbetçinin birisini dahi uşak ve ahır daireleri tarafına gönderdi. Kendisi dahi yalnız gündüz beraberinde gelmiş olan arkadaşını alıp sözü geçen ağacın dibine geldi.

Konağın bazı pencereleri arkasından pek zayıf ışıklar parlıyor idi ki bunlar artık herkesin uykuya varmış olduğunu ispat ediyordu. Hasan derhâl ağaca sarılmadı. Ağacın dibine oturup başını elleri arasına alarak bir müddet dalgın dalgın düşündü. Acaba neler düşündü? Bunu kimse bilmez. Şu kadar var ki arkadaşı “Canım ne bekliyorsun? Haydi bakalım!” dediği zaman Hasan “Sen bilmezsin, bir kere etrafı dinleyelim bakalım.”dan ibaret bulunan cevabını pek titrek bir ses ile vermişti. Eğer yanında hayduttan başka hâlden anlar bir adam olsaydı, Hasan’ın ağlamış ve hem de ziyadece bir üzüntü ile ağlamış olduğunu anlayabilirdi.

Herifin cevabını verdikten sonra Hasan yerinden kalkıp ağaca sarıldı. Şamatasızca çıkmak için pek yavaş hareket ediyordu. Lakin biraz yukarılara çıkınca artık ağacın ince dalları ziyade sallandığı cihetle, gürültüsünü menetmek mümkün olamıyordu. Bu hâlde Hasan bir kere daha irkildi. Dudakları arasından şu “Henüz haydut sayılmam, eğer tutulur asılırsam bari kurtulmuş olurum.” lakırtıları fırlayarak işine devam etti. Gündüz görmüş olduğu dal üzerinden yürüyerek tahmin ettiği gibi pencere yanına geldi. Camı açmak için hesaba başladı. Evvela itti. Cam açılmadı. Sürgülü olabileceğini hatırlayarak yukarıya doğru kaldırmaya çalıştı, kalkmadı. Mandal ile kapalı olmasın diye yokladı, karıştırdı, kurcaladı. Yine bir yolunu bulamadı. Nihayet camın duvar içine girer sürme olduğunu keşfederek evvela bir tarafa, sonra diğer tarafa itince cam küçük bir şamata ile açıldı. Bunun üzerine Hasan içeriden ne ses çıkar diye biraz daha bekledi. Hiçbir ses seda gelmediğini görünce pencereye sokulup başını uzatarak odanın içini gözden geçirdi.

Oda büyücek olup bir tarafında güzel bir kütüphane ve diğer tarafında yine kütüphane gibi güzel camlı bir dolap (müze) görülüyordu. Orta yerde bulunan masa üzerinde hafif bir kandil yanıyordu ki bu kandil odada insan dahi yattığını belli ettiği hâlde, dışarının karanlığından gözlerine bir derece kamaşma gelmiş Hasan, oda içinde yatak göremiyordu.

Zira yatak, zaten bir sapa cihetteydi. Hasan oda içine girmeye dahi cesaret etti. Pencereye abanıp vücudunun ağırlığını kolları üzerine vererek sıyrıldı, pencereden girdi. Odaya girince etrafı gözden geçirdi. Bir tarafta bir yatak ve yatağın içinde bir kız gördü. Elbette o anda yüreği hopladı. Güya kızı görmemiş ve pencereye dönerek aşağıda bulunan arkadaşa “Sen de konağın kapısı cihetine git, kimse çıkarsa haber ver.” dedi. Yine içeriye geldi, etrafı tekrar gözden geçirmeye başladı.

Meğer kız uyanıkmış. Hasan kızın gözlerini gördü. Yalnız Hasan mı? İkisi de birbirinin gözlerine değil, ta göz bebeklerine kadar baktılar…

Şimdi kıymetli okuyucularıma hatırlatmaya gerek yoktur ki Cuzella’nın yatağı içinde gördüğü hırsız, Alonzo’nun Sidi Osman’ın oğlu Hasan Mellah diye haber verdiği zat ve kız ise Cartagena zenginlerinden Alfons’un, Cadiz’de meşhur tüccar Pavlos’a varmak istemeyerek o geceyi türlü acılar içinde geçirmiş olan kızı Cuzella’dır. Eğer Hasan’ın arkadaşı bulunan Alonzo dahi arzuladığı gibi Hasan’la beraber gelmiş olsaydı, Cuzella’nın piç kardeşi dahi orada bulunacaktı ki hatta Alfons bile bu çocuğu validesiyle beraber öldürdüm zannediyordu.

(İkinci Kitap’ın Sonu)
11.Tafsil: Etraflı olarak bildirmek. (e.n.) 75
12.Maltız: Malta Adası’ndan olan, Maltalı. (e.n.) 76
13.Matlub: İstek, istenilen şey. (e.n.) 80

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
1 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6485-75-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre