Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar», sayfa 8

Yazı tipi:

Üçüncü Bölüm

Babası çıkıp gittikten ve ayaklarının sesi dahi kaybolduktan sonra, Cuzella kütüphaneye sokulup kapısını açmaya başlamıştı. Besbelli, yine Hasan ile dertleşecekti. Ancak uzaktan uzağa peyda olan yeni bir ayak patırtısı buna engel oldu.

Patırtı yaklaşa yaklaşa oda kapısına kadar geldi ve Öğretmen Marie ses vermekle Cuzella dahi kapıyı açıp öğretmenini içeriye aldı.

Marie: “Daha elbisenizi giymemişsiniz.”

Cuzella: “Bizim başımıza gelenleri işittiniz mi?”

Marie: (ızdırapla) “İşittim ya, işittim ya! Hizmetçiniz söyledi. Ne kadar meraklandım. Bir de kale kapısı yanından geçerken, üç tane de darağacı hazırlandığını görmeyeyim mi?”

Cuzella: “İşte, bize gelen haydutlar içindir.”

Marie: “Anladım ya, anladım ya! Aman ya Rabbi, kim bilir ne kadar korkmuşsunuzdur.”

Cuzella: “Kim, ben mi?”

Marie: “Öyle ya, herif sizin odanıza buradan girmiş diyorlar. Şu pencereden girdi, değil mi?”

Cuzella: “Evet, oradan girmiş diyorlar ama ben hiç korkmadım.” Marie: “Nasıl korkmadınız?”

Cuzella: “Aradılar, taradılar, kimseyi bulamadılar. Kimse olmadıktan sonra niye korkayım?”

Marie: “Ne kadar cesursunuz.”

Cuzella: “Ama sonra bir ürküntü geldi. Sizi de mahsus…”

Marie: “Yazmışsınız ya işte.”

Malum vaka üzerine bir yandan konuşulup diğer taraftan da Cuzella elini yüzünü yıkadı ve her günkü elbisesini giyindi. Sonra ikisi karşı karşıya oturup konuşmakta idiler. Derken, uşak görüşmek için izin istemekle, Cuzella, herifi içeriye almak istemeyerek kendisi çıktı. Biraz sonra gelip:

Cuzella: (dik bir sesle) “Herifleri uyuşturmuşlar.”

Marie: (yüreği çarparak) “Asmışlar mı?”

Cuzella: “Çoktan.”

Marie: “Vah, vah, vah! Niçin ederler de niçin asılırlar?”

Cuzella: “Ee, herkes bir ümidi arkasında her belaya uğrar. Emel denilen şey, görünüşte emel ise de hakikatte elemdir.”

Marie: “Öyledir kızım, öyledir. Ah, dünyada ümitsiz, emelsiz bulunmak ne kadar iyidir ama elden gelmiyor.”

Cuzella: “Şimdi mesele o değil. Bizim nişan meselemiz en ziyade ehemmiyet aldı.”

Marie: “Hangi nişan meselesi? Reddettinizdi ya?”

Cuzella: “Ah, meğer biz reddedememişiz. Pavlos diz üstüne çöktüğü zaman ona saygı gösterip, kolundan tutup kaldırmıştım. Meğer bu hareket arzusunu kabul etmek demekmiş.”

Marie: “Ee, siz reddettim dedinizdi?”

Cuzella: “Sonra Pavlos yine yüzüğü takdim edince reddettim. Babam bu hâli küçümseme sayarak özür dilememi talep ediyor. Hâlbuki özür dilemek, nişanı kabul etmek olmayacak mı?”

Kütüphane içinde bu lakırtıları işiten Hasan Mellah’ın ne hâllere girmiş olduğunu mülahazadan uzak tutmamalıdır.

Marie: “Şimdi ne yapacaksınız? Artık kabule mecbur olacaksınız öyle değil mi?”

Cuzella: (yanı başından resmi alıp göstererek) “Bu varken ben Pavlos’a varabilir miyim?”

Marie: “A kızım, artık cansız bir resme mi varacaksınız?”

Cuzella: (tebessümle) “Hayır, kilisede cansız resimlere tapıyoruz ya, ben de buna tapacağım.”

Marie: “Sus Allah’ı seversen, onlar muhtıradır.”16

Cuzella: “Bu da muhtıra olsun.”

Kız bu sözleri fevkalade bir rahatlıkla söyledikten sonra birdenbire yüzünü asıp:

Cuzella: “Siz benim dostum olsanız, beni sevseniz, benim saadetimi isteseniz böyle söylemezdiniz.”

Marie: “Üç şart koydunuz ki ben, üçü de bendedir diye iftihar edebilirim. Sizin dostunuz olmasam başka kimin dostu olabilirim? Sizi sevmesem sizin saadetinizi istemezdim…”

Cuzella: “Ya niçin bu resme ehemmiyet vermiyorsunuz? Pavlos’a varmaya beni mecbur ediyorsunuz?”

Marie: “Dedim ya, bu bir resim. Pavlos, gerçi bu kadar değil ama ne kadar zeki, cerbezeli, zengin bir adam.”

Cuzella: “Ben farz ediyorum ki bu resim daha cerbezeli, daha zengin.”

Marie: “Farz ile, hayal ile yaşayacaksanız güzel!”

Cuzella: “Ne yapayım? Şimdilik öyle yaşıyorum. Hem neler hayal ettim, bilseniz gülersiniz.”

Marie: “Söyleyiniz bakalım.”

Cuzella: “Gülersiniz diyorum.”

Marie: “Ne zararı var? Ağlayacağımıza gülelim.”

Cuzella: “Pencereden hırsız girmiş demiyorlar mı? Herkes dağıldıktan sonra yatağıma girip resmi elime aldım. Hayal ettim ki buraya hırsız gerçekten giriyormuş. Ben de girdiğini görüyormuşum.”

Marie: “Korkudan çıldırmak işten bile değil.”

Cuzella: “Hayır korkmamışım, ses de çıkarmamışım. Hırsız her tarafa bakındığı sırada beni görmüş.”

Marie: “Uykudadır diye sesini çıkarmaz.”

Cuzella: “Bilakis gözlerimin açık olduğunu da görmüş.”

Marie: (yürek çarpıntısıyla) “Aman ya Rabbi, yoksa hırsızı böylece gördünüz mü?”

Cuzella: “Görsem herif kaçabilir miydi? Ben size hayalimi tasvir ediyorum.”

Marie: “Bir tasvir ediyorsunuz ki âdeta olmuş gibi.”

Cuzella: “Herif beni uyanık görünce ne yaparım? Aman, canımıza kıyma da ne istersen al, git derim.”

Marie: “Öyle ya, hırsız bu.”

Cuzella: “Meğer herif hırsız değilmiş.”

Marie: “Ya!..”

Cuzella: “Bu resmin sahibi imiş.”

Marie: “Deme Allah’ı seversen.”

Cuzella: “Canım hayal bu ya.”

Marie: “Of! Yüreğimi oynattınız. Ne kadar da ciddi hayal ediyorsunuz…”

Cuzella: “Derken, herif iki diz üstüne çöküp bana aşkını ilan etmiş.”

Marie: “Artık o zaman kim bilir ne kadar zevk duymuşsunuz.”

Cuzella: “Şüphe mi edersiniz ya? Hem bakınız, dahası var. Ah, hayal âlemi ne geniştir. Hırsız bana demiş ki: ‘Benim buraya böyle hırsız kıyafetinde gelişim, şayet tutulursam beni hırsız diye assınlar da tek Cuzella’nın odasına bir âşık girmiş demesinler diyedir.’ ”

Marie: “Çok ince fikir.”

Cuzella: “Böyle bir adam Pavlos’tan daha dirayetli, daha fedakâr sayılır ya!”

Marie: “Ressam bu resmi istediği yolda tasvir etmiş olduğu gibi siz de ahlakını istediğiniz yolda hayal edebiliyorsunuz.”

Cuzella: (tebessümle) “Ya zenginliği?”

Marie: “Zenginmiş de ha? Elbette, hayal bu ya? İstediğiniz kadar mal veriniz.”

Cuzella: “Pavlos’tan birkaç derece ziyade. Nihayet birbirimize vaatler vermişiz, teminatlar vermişiz. Kıyamet!”

Marie: (şaşırmışçasına) “Ne güzel hayal! Her hayal böyle olsaydı.”

Cuzella: “Marie!”

Marie: “Buyurunuz.”

Cuzella: “İş hayalden ibaret ya! Ya ben bu hayale hakikat kadar vücut verip de bu gece sabahlara kadar gözlerime uyku girmemişse ne dersiniz?”

Marie: “Bu kadar uzak bir hayale vücut verişe hayret ederim.”

Cuzella: “Ah, Marie’ciğim, Marie’ciğim, aşkın ne olduğunu bilirseniz…”

Marie: “Vay, o ne? Sizden garip bir kelime işittim. Aşk filan diyorsunuz.”

Cuzella: “Şüphe mi ediyorsunuz?”

Marie: “Şüphe değil hayret ediyorum.”

Cuzella: “Niçin, siz beni odundan mı yapılmış sandınız?”

Marie: “Hayır ama bir kimseye alakanız olduğunu bilmiyordum.”

Cuzella: “İşte, alaka ettiğimi söyledim ya!”

Marie: “Vay, bu resme mi alakanız var?”

Cuzella: “Daha hâlâ anlayamadınız mı?”

Marie: “Anlamıştım ya, fakat şimdi bütün bütün emin oldum.”

Cuzella: “Yok ama size bunu sordum. Ya bu hayale vücut vermişsem siz ne yapardınız?”

Marie: “Ben ne yapardım? Hayalinizin kuvvetine şaşardım.”

Cuzella: “Of, istediğim gibi söylemiyorsunuz.”

Marie: “Nasıl söyleyim ya?”

Cuzella: “Bu resim sahibiyle izdivacıma yardım etmez miydiniz?”

Marie: “Aa! Korkarım siz aklınızı bozuyorsunuz. Bir hayal üzerine bu kadar şüphesizce davranış…”

Cuzella: “Canım, hayal meyal sizin nenize lazım? Siz de hayal olarak cevap veriniz.”

Marie: “Pek iyi, madem siz bu kadar âşıksınız, ben de sizin dostunuzum. Elbette elimden geldiği kadar, daha ziyade bile yardım ederdim.”

Cuzella: “Ama sizin bu hayaliniz benim kadar kuvvetli mi bakalım?”

Marie: “Değilse bile kuvvetli farz ediniz. Hayal değil mi?”

Cuzella: “Şimdi bu gece gelen hırsız, bu resmin sahibi ve benim âşığım olsa da birbirimizle vaatleşmiş olsak izdivacımıza yardım ederdiniz ha?”

Marie: “O kadar ihtimalleri bir yere toplayabiliyorsunuz da benim size bu kadar dost olduğumu niçin bütün bu ihtimallerin içine katmıyorsunuz?”

Cuzella: “Dedim ya, eğer sizi kendime pek sadık dost kabul etsem…”

Marie: “Allah Allah!”

Cuzella: “Pek iyi, yemin eder misiniz?”

Marie: “Hazreti İsa buyurmuştur ki ne Allah’ın ismine ne kendi ismine ne göklere ne yerlere yemin etmeyelim. Yeminimiz ‘evet’ yahut ‘hayır’ olsun.”

Cuzella: “Demek oluyor ki şimdi sizin evetlerinizi hep yemin olarak kabul edeceğim.”

Marie: “Evet, fakat vallahi size bir hâl olmuş. Hiç de dünyada bu kadar âşıkane hayal görmedim.”

Cuzella: (ciddi bir tavırla) “Yok ama verdiğiniz sözü hayal olarak vermeyeceksiniz, ciddi olarak vereceksiniz.”

Marie: “Sizinki ciddi ise benimki de ciddidir.”

Cuzella: “Pekâlâ, işte büyük bir şükranlıkla söylüyorum ki benimki hayal değil ciddidir.”

Cuzella bu lakırtıyı söyler söylemez Marie’nin kolundan tutup kütüphane kapısına götürür. Kapıyı açıp bir sıra kitaplardan birkaçını kaldırarak Hasan’ı gösterir. Marie çocuğu görünce büyük bir hayretle “Ay!” diye haykırmak isterse de Cuzella ağzını kapayıp tekrar kütüphaneyi kilitler. Sonra aralarında geçen sözleri ciddi bir tavırla bir daha tekrar ettikten ve Marie’den vaadi dahi ciddi olarak aldıktan sonra, yine kütüphaneye gelip Hasan’ı bir daha görürler. Hasan dahi Marie ile birkaç lakırtı konuşur ve bu işte kendilerine edeceği hizmetten dolayı teşekkür ettikten başka, istediği kadar mükâfat dahi vadeder.

Marie, Hasan’ı bu sıkıntılı yerden çıkarmak lazım olduğunu Cuzella’ya hatırlatmıştı. Gerçi Cuzella’nın pek ziyade merakından dolayı razı olmamak istediyse de Hasan küçük bir emir yazıncaya kadar çıkmasını rica etmekle müsaade gösterdi.

Çocuğu çıkardılar. Cuzella gündüz gözüyle bir daha temaşa edince ve Marie dahi bakınca gerçekten tam elde bulunan resmin sahibi olduğu anlaşılmıştı. Bu kadar güzel ve necip bir vücudun, bu pelaspuş17 bir hâlde olmasına Marie hayret etmedi değil. Lakin dönen fırıldağı artık iyice bildiğinden hayretini yendi. Hasan ise gayet güzel bir İspanyol hattı ile Pavlos damgası bulunan kâğıda emrini yazıp da yine imzayı Pavlos koyunca Marie işte o zaman şaşırdı. “Bu ne, bu imza kimin imzası?” diye uzun uzadıya suallere kalkışacaktı. Cuzella “Ben size bunları sonra anlatırım.” diye suallerin önünü aldı.

Hasan emri yazıp bitirdikten sonra Marie’ye “Efendim, bu emri büyücek bir sarrafa götürüp mazmunu gereğince parayı alırsınız. En evvel bir kat elbise isterim.” dediyse de Marie “Siz burada hangi elbiseyi giyseniz uyamaz. Hem de ben buraya mensup olduğum hâlde, Pavlos imzasıyla böyle bir emri götürürsem, bir sahte emrin benim elimle gitmesi Sinyor Alfons için de iyi değildir. Ben size bir kat rahip elbisesi getireyim, siz o elbiseyi giyip artık her istediğinizi yaparsınız.” dedi.

Marie’nin bu çekingenliği yersizdi. Fakat ahvali kendisine uzun uzadıya anlatmaya vakit olmadıktan başka, Hasan rahip elbisesini daha ziyade işe yarar bulduğundan Marie’nin görüşünü kabul etti.

Nihayet çocuğu yine dolaba koydular. Cuzella ile Marie tekrar sohbete başladılar. O zaman Cuzella, Marie’ye, Pavlos demenin ne demek olduğunu anlattı. Bu hâlde Marie evvelki görüşünün yersiz olduğunu kendisi dahi anladı ise de rahip elbisesiyle her işin daha layıklı bir yolda görüleceği kararlaştırılmış olduğundan bu karar bozulmadı.

Sözün kısası, Marie bir saate kadar geleceği vaadiyle gitti. Bu bir saat vakti Cuzella ile Hasan, yine öteden beriden konuşarak geçirdiler. Ve konaktan çıktıktan sonra nasıl ve ne vasıta ile haberleşeceklerini ve birbirlerini nasıl görüp hasret gidereceklerini söyleştiler.

Marie geldi. Rahip elbisesini tamamıyla getirdikten başka fazla olarak bir de ustura getirmişti. Hasan hepsinden çok bunu beğendi. Cuzella’nın tuvalet takımları başında tıraş olarak elini, yüzünü dahi yıkadıktan sonra giyinip güzel bir rahip oldu ki tarif kabul etmez. Bir kere bu kıyafete girdikten sonra sandalyenin birisi üzerine geçip yan geldi, oturdu ve rahat rahat konuşmaya başladı.

Cuzella: “Artık gitmelisin?”

Hasan: “Nereye?”

Cuzella: “Aman, nerede, nasıl kendini kurtarıp işimize muvaffak olacaksan oraya gitmelisin.”

Hasan: “Güçlük bir kere bu kıyafete girinceye kadardı. Şimdi isterse pederiniz de gelsin beraber konuşalım. Ben Marie’nin ahbabı değil miyim ya? Manastırdan kalkıp özel olarak kendisini görmeye gelmemiş miyim?”

Marie: (gülerek) “Öyle ya, artık kim isterse gelsin.”

Cuzella: “Gerçekten de öyle. Ne kadar da dirayetlisin.”

Sözün kısası, âlemde her suizanna, her şüpheye, her bela ve musibete siper demek olan rahip cübbesi sayesinde Hasan, sevgilisi Cuzella ile doya doya ve fakat daha doğrusu doyamaya doyamaya görüşüp nihayet kalktı. Hiçbir şeye aldırmadan divanhaneden geçip büyük merdivenden inerek konağın kapısından çıkarken Alfons’a rast gelip papazca bir selam verdikten sonra çıktı, gitti.

Alfons içeriye girip de kızı Marie ile görüştüğü zaman, bu rahibi dahi sormuştu. Marie “Benim eski ahbabımdan, pek güzel bir adamdır. Manastırdan gelmiş, beni burada haber almasıyla buraya kadar gelip Cuzella ile de görüştü.” cevabını verince bu cevap muhatabı susturmuştu.

Alfons kızına, haydutların asıldığına dair havadisi verdikten başka, limanda bir haydut gemisi olduğunu ve yakayı ele vermeden kaçtığını ve mutlaka tutulan haydutların bu gemiden olup konaktan kaçan herifin verdiği haber üzerine kaçmış olduklarını dahi söyledi ki bu sözler kızına bir tebessüm vermişti. Bu haberleri verdikten sonra Alfons’un birinci işi pencere altındaki sözü geçen ağacı kestirmek ve ikinci işi de alt katta olduğu gibi, konağın üst katı için de demir parmaklık ısmarlamak oldu.

Dördüncü Bölüm

“Sinyor Alfons’un konağına deniz hırsızları girmiş. Üçünü tutmuşlar, asmışlar, birisi kaçmış. Limanda bulunan gemileri dahi ertesi sabah erkenden firar etmiş. Aman ya Rabbi, ne cesaret?” gibi lakırtılar birkaç gün Cartagena ahalisini meşgul etmişti. Alfons ise hemen her sabah, her akşam nişan meselesinden ve Sinyor Pavlos’tan özür dilenmesi durumundan dolayı Cuzella’yı sıkıştırmaktan geri durmuyordu. Lakin bir iki gün sonra, öyle bir durum ortaya çıktı ki onun sebep olduğu telaş, nişan ve özür meselesini dahi unutturdu.

Şöyle ki:

Bir gün ikindiüzeri Sinyor Pavlos, kayınpederi olacak Alfons’un konağına geldi. Alfons orada bulunmadığından kendisine özel olarak adam gönderip babası gelinceye kadar kızının yanında bulunmak isteyeceği zannolunur idiyse de hiç böyle bir arzuda bulunmadı.

Alfons’un odasında bir aşağı beş yukarı geziniyor ve aralıkta bir de aynaya bakarak saçlarını karıştırıyordu. Bu gibi telaşlar bazen hayırlı işler için edilir ama o gün Pavlos’ta görülen telaşın öyle hayırlı bir iş için olmadığı, zaten lokma gözlerinin fal taşı gibi açılıp burnunun, kulaklarının dahi kabarmasından anlaşılıyordu.

Derken Sinyor Alfons çıkageldi.

Alfons: “Vay efendim, sefalar getirdiniz.”

Pavlos: (hiddetlice) “Allah ömürler versin efendim!”

Alfons: (hiddetin farkında olarak) “Niçin Cuzella’nın yanına gitmediniz, yoksa giyiniyor mu? Böyle tekellüflere hacet yok ama çocuktur.”

Pavlos: “Şimdiki hâlde bu gibi teklifler, tekellüfler ile uğraşmaya hiç vaktim yok.”

Alfons: “Ne o, bir perişanlık eseri gösteriyorsunuz?”

Pavlos: “Perişanlık ki perişanlık. Bu memlekette Pavlos ikileşmiş, haberiniz yok mu?”

Herifin bu lakırtısına Alfons ne mana verebileceğini düşünerek bir müddet başını göğsüne indirdi. Sonra güya düşündüğü şey hatırına gelmiş gibi büyük bir ehemmiyetle başını kaldırarak:

Alfons: “Cuzella başkasını mı seviyor diyorsunuz? Çünkü ‘Pavlos ikileşti.’ sözünden bu anlaşılıyor.”

Pavlos: “Evet, orası da var ya! Fakat doğrusu Pavlos ikileşti.”

Şu giriş ile Pavlos, Cadiz’de bu namla ticaret eden zaten beş kişiden oluşan, yani “Pavlos ve Ortakları” namıyla bir kumpanyanın reisi olduğunu, kısacası geçen gece Hasan’ın Cuzella’ya vermiş olduğu malumatın hepsini Alfons’a hikâye etti.

Alfons: “Ee, ne zararı var? Varsın öyle olsun.”

Pavlos: “Evet ama Üçüncü Pavlos buraya gelmiş. O adam gerçi kumpanyamızın azasıdır. Lakin bu dünya yüzünde ya o ya ben demektir.”

Alfons: “Niye?”

Pavlos: “Niye olduğunu sormanız lazım değil. Onun selameti benim ölümümde, benim selametim onun ölümündedir.”

Alfons: “Acayip!”

Pavlos: “Evet, biraz acayiptir. Daha acayibini isterseniz bu zat, kerimeniz Cuzella’yı seviyor.”

Alfons: “Nasıl sevmiş?”

Pavlos: “Orasını bilmem. Bildiğim şu ki o Cuzella’yı, Cuzella onu, yani ikisi birbirini seviyor. Hatta konuşmuşlar bile.”

Alfons: “Korkarım bu bir düşman iftirası olmalı.”

Pavlos: “Hayır efendim, hayır. Ben işi birinden haber aldım.”

Alfons: “Üçüncü Pavlos’u buralarda gördünüz de mi?”

Pavlos: “Benim onu görmem ihtimali var mıdır? O da bana hiç kendisini gösterebilir mi? Buraya bir rahip ile beraber gelmiş. Benim burada muamelem olan bir sarrafa bu rahip ile emir gönderip para aldırmış. Ben o rahip ile konuştum. Rahip, arkadaşının sırlarını bana söyledi.”

Alfons: “Nasıl söyleyebilir ki, hem böyle bir tesadüf…”

Pavlos: “Tesadüf değil. Buraya Üçüncü Pavlos gelmiş olduğunu ve yanında, filan kıyafette bir rahip bulunduğunu bana sarrafım haber verdi. Ben de rahibi özellikle bulup sordum. Herif beni tanımadığı cihetle hepsini söyledi.”

Alfons: “Hayır efendim, hayır. Siz boş yere telaş ediyorsunuz. Hatta Cuzella’yı sahiden sevse bile buraya gelmek için refakat ettiği rahip neden bilsin?”

Pavlos: (yürek çarpıntısıyla) “Canım niçin böyle söylüyorsunuz? Ben olanı biteni haber aldım diyorum. Daha ister misiniz? Rahip buraya, sizin konağınıza girmiş. Cuzella’nın odasına girmiş. Cuzella ile konuşmuş. Hatta Cuzella’nın öğretmeni Marie dahi orada imiş. Söylettim diyorum efendim, söylettim. Herifi âdeta sorguya çektim.”

Alfons: (birdenbire aklına bir şey gelmiş gibi bir tavırla) “Anladım, anladım. Bu rahip genç, güzelce bir şey değil mi?”

Pavlos: “Evet, sakalı, bıyığı tıraşlı. Gözü ağrıyormuş da gözlerinin üstüne kadar bir siyah canfes bağlamış.”

Alfons: “Benim gördüğüm zaman gözleri ağrımıyordu.”

Pavlos: “Siz onu nerede gördünüz?”

Alfons: “Burada.”

Pavlos: (yürek çarpıntısıyla) “Burada, konağınızda, değil mi? O rahip işte.”

Alfons: “Evet ama o herif sizin rakibinizin arkadaşı değil. Bizim Marie’nin ahbabı imiş. Manastırdan gelmiş de kendisini araya araya burada bulmuş.”

Pavlos: “O habislerin hepsi birbiriyle ahbap değil, âdeta kardeş, kız kardeştirler. Artık Marie’den de emin olmayınız.

Alfons: “Canım, kız benim değil mi, istediğime veririm.”

Pavlos: “Öyle ama el oğlu alır. Hem de size şunu da haber vermeliyim ki bu herif Müslüman’dır.”

Alfons: (yüreği ağzına gelerek) “Müslüman mıdır? Müslüman ise kızımı nasıl alacak?”

Pavlos: “Onlar alırlar. Çünkü dinsiz olanlardan başka Yahudilerden ve Hristiyanlardan da kız alabilirler. Yalnız kendileri için kâfir kızları şiddetle haramdır.”

Alfons: “Güzel ama ben verebilir miyim?”

Pavlos: “Kızınız herifi seviyormuş diyorum, seviyormuş! Evlilik de vaat etmiş. Herif mutlaka alır. Ona Hasan Mellah derler. Fas’ta Sidi Osman’ın oğludur.”

Alfons: “Sidi Osman’ın oğlu ha! (büyük bir ehemmiyetle) Öyleyse belanın pek büyüğüne çatmışız. O herifin oğlu dahi mutlaka kendisi gibidir.”

Sidi Osman ismi Fas’a yakın olan mahallere yıldırım gibi aksetmiş olduğundan Alfons her şeyden ziyade kızına taarruz eden adamın Müslüman olması bir yana, Sidi Osman’ın oğlu olmasına ehemmiyet vererek bu konuda pek kuvvetli bir tedbire lüzum gördü.

Alfons: “Ee, bu müşkülün çaresi?..”

Pavlos: “Bu müşkülün çaresi kolay. Bu herif şimdi Fas hükûmetinin eline geçse parça parça paralar.”

Alfons: “Ee!”

Pavlos: “Gidip bizim mutasarrıfı görürsünüz. Eğer bu herifi tutup Fas devletine teslim ederse Fas tarafından alacağı büyük mükâfattan başka, benim tarafımdan da istediğiniz kadar rüşvet teklif edersiniz.”

Alfons: “İyi ama bir mutasarrıf bu işi yapabilir mi? Onu devlet makamına kadar arz etmeli. Çünkü bir yabacıyı yerine teslim etmek…”

Pavlos: “Biz bu herife eşkıya nazarıyla bakarız. Eşkıyadandır diye teslim ettiğimizi icap eden yerlere yazarız.”

Alfons: “İşte, bak öyle olur.”

Damat ile kayınpeder biçare Hasan aleyhinde bu kararı verdiler ve bunun nasıl ve ne yolla icrası mümkün olacağını dahi konuştular.

Alfons, damadına o kadar teminat verdi ki Pavlos mutlaka kızı kendisine verip başka birisine vermeyeceğinden emin oldu. Bu vaat, Pavlos’un elemlerini gidermeye yaradı. Alfons, her ne kadar Cuzella’yı bir daha göstermek istediyse de Pavlos böyle perişan hâliyle Cuzella’yı görmenin uygun olmayacağından bahisle artık dönmek için izin istedi ve kalktı gitti.

Pavlos gittikten sonra Alfons başka hiçbir şeye bakmayıp çıldırmışçasına bir hiddet ve gazapla kalktı, kızının odasına gitti.

Hatta yoklamadan gitti.

Alfons: “Anladım efendim meramınızı!”

Cuzella: (fütursuzca) “Neyi?”

Alfons: “Pek güzel bir lakırtı. İşte, Üçüncü Pavlos namında bir Müslüman’ı seviyormuşsunuz.”

Cuzella: (büyük bir cesaretle) “Müslüman olduğunu bilmem. Fakat inkâr da etmem. İftiharla söylüyorum ki Üçüncü Pavlos’u seviyorum. Sizin Beşinci Pavlos da üç dört yüz bin taler sermayesiyle kendisine başka bir zevce bulsun.”

Alfons: “Ne halt eder?..”

Cuzella: “En evvel, en sonra söyleyeceğim söz budur! İşte, ben bu haltı ettim! Bunun üzerine beni annemin yanına gönderebilmek de sizin elinizdedir!”

Kız bu lakırtıyı o kadar cesaretle söyledi ki Alfons kim bilir nasıl kötü bir niyetle gayet şiddetli bir hareket etmişti. Fakat birdenbire yine bir durgunluk gösterip kızın yüzüne bir an baktıktan sonra tersine persine dönüp odadan çıktı, gitti.

Zanneder misiniz ki pederinin gösterdiği çılgınlık Cuzella’ya bir nevi tesir edebildi? Asla! Yalnız Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğu hakkında pederinin verdiği malumat biraz zihnini meşgul etti. Biraz değil gittikçe arta arta bir hayli meşgul edebildi. Pek çok şeyler düşündü. Lakin ne düşündüğünü burada kaydedemeyiz. Zira ne düşündüğünü kendisi dahi bilmiyordu. Bir saniye içinde bir türlü, diğer saniyede onun tersine düşünüyordu.

Kızcağız işin bu cihetini Marie ile birlikte müzakere etmek için, rahibeye bir hizmetkâr göndermek istedi. Ancak giden hizmetkâr tam konak kapısından çıkarken Alfons görüp men ile avazı çıktığı kadar haykıra haykıra “Asıl fesat o rahibe olacak kaltak değil mi? Onu bir daha burada görmemeliyim! Vallahi pek fena ederim!” dediğini Cuzella işitince işte o zaman işe ehemmiyet verdi.

Cuzella’nın o akşamki, o geceki hâli acınacak kadar bir hâl idi. Bir hâle geldi ki kızcağız ne babasının tehdidine ve ne de Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğuna ehemmiyet vermeyip yalnız Marie’den ümit ettiği yardımdan mahrum kalacağı cihetle üzülüyordu.

Gece sabaha kadar uyumadı dersek hata etmemiş oluruz. Zaten yetmiş iki saat kadar müddet içinde, belki yetmiş iki dakika kadar da gözlerine uyku girmedi. Hasan’ın resmini elinden düşürmeyip bu resme bakıyor, bir de hırsızın girmiş olduğu pencereye gözlerini çevirip âdeta çocuğun hayali içeriye giriyor zannediyordu.

O gece şafakla beraber hizmetçisi Angelino’yu bir davetname ile Marie’ye gönderdi. Angelino, pederinin şiddetini bildiği cihetle ilk önce biraz tereddüt göstermişti. Fakat Cuzella “Ne olursa olsun, isterse beni öldürsün, mutlaka götürmeli.” diye her şeyi göze aldırarak ısrar etmesiyle kız dahi çarnaçar götürdü.

Marie geldi. Alfons henüz yatağında bulunduğu cihetle ona görünmeden Cuzella’nın odasına girdi. Cuzella her şeyden evvel olan biteni Marie’ye hikâye edip Hasan aleyhinde verilen karardan haberi olmadığı cihetle onu haber verememişti. Marie, Alfons’un kendi aleyhindeki şiddetine hayret etti. Fakat bu şiddetin dahi mutlaka Pavlos tarafından gelmiş olacağını kestirerek o da ona karşı düşmanlığa hazırlandı.

Marie: “Hepsi güzel, hepsi kolay. Fakat Üçüncü Pavlos’un Müslüman olduğuna ne dersiniz?”

Cuzella: “Ah Marie’ciğim, ona hiçbir şey diyemiyorum. Nazarımda dinlerin cümlesi, insanları bir tanrının ibadetine davet ediyor ki yeri göğü, bütün âlemi o tanrı yaratmıştır. Hiçbir din yoktur ki yüce Tanrı’yı bizden az takdis etsin. Hiçbir din yoktur ki yüce Tanrı’ya bizden az yalvarsın. Dinlerin cümlesi iyilikleri tavsiye, kötülükleri menetmiyor mu?”

Marie: “Öyle ama Müslümanlık bizim dinin aleyhindedir?”

Cuzella: “Bana rahmetli Sipros bunun aksini söylüyordu. Bir din diğerinin aleyhinde olamaz. Bir politika erbabı, diğer politika erbabının aleyhinde olur, derdi. Müslümanlar, Protestanlık kadar dinimizin aleyhinde kıyam ettiler mi? Hâlbuki biz Protestanları yine de tekfir edemeyiz. Ne hacet? Rahmetli derdi ki Müslümanlar dahi Hazreti İsa’yı tanırlar.”

Marie: “Gerçi hakkınız var, tanırlar. Lakin nikâhınız…”

Cuzella: “Marie’ciğim, dinden maksat nedir? Cenabıhakk’a ve öteki inanacak şeylere inanmak ve onları takdis etmek değil mi? Ben nerede olsam bunu yaparım. Hristiyanların başka milletten kocaya varmalarına gelince, bunların da birincisi ben olacak değilim. Endülüs tarihinde az İspanyol kızının esamisi görülmez ki Müslüman kocaya varmıştır. Hem de Müslümanlar, eğer karıları Hristiyan ise dinlerine asla müdahale etmezler. Ondan sonra şark tarafında İstanbul imparatorları bile Osmanlı prenslerine kız vermiştir. Bu hâl Fransa’da dahi vukuya geldi. Hasılı, Hasan mı Pavlos mu diyeceğiz, beni seven adam muhabbette devam ettikten sonra, ona, o kadarcık nazım geçmez mi ki bana itikaden taarruz etmesin?”

Marie: “Elbette taarruz etmez.”

Cuzella: “Hatta ismimi bile değiştirmez. Nihayet ben bu Arap’ı seviyorum, çıldırıyorum. Ben onun için canımı bile feda etmeyi göze aldırıyorum. Artık onun Müslüman olması ve benim Hristiyan olmam bu muhabbeti menedemez. Sen şimdi git. Kendisini gör. Babamın şiddetini haber ver. İşin bir kolayına baksın.”

Marie: “Nasıl kolayına baksın, bakalım?”

Cuzella: “O bilir. Nasıl bakarsa baksın. Ben yalnız emirlerine muntazırım. Haydi diyorum, haydi, sen git. Zira şimdi babam uyanırsa iş fena olur.”

Marie bu meselede yalnız dostu, öğrencisi, filanı Cuzella’nın arzusuna hizmet etmeyi göze aldırıp kızın din hususundaki fikir hürriyeti ve itikat genişliğine biraz canı sıkılmış ve ona bu hâlin rahmetli öğretmeninden geldiğini dahi anlayıp tek âdet yerini bulsun diye, ona da bir “Huda taksiratını affeylesin!” demiş idiyse de Müslümanların evlendikleri Hristiyan kızlara dince taarruz etmedikten başka hatta zevcesinin dinini muhafazaya bile gayret ettikleri hakkında bazı kitaplarda gördüğü fıkralar da hatırına gelerek zaruri ses çıkarmamıştı. Marie gittikten sonra Cuzella bir küçük düşünceye vardı. Yarım saat kadar başı göğsü üzerinde kalıp nihayet kalktı ve tatmin olmuş bir tavırla odasının içinde gezinmeye ve kitaplarını gözden geçirmeye başladı. Bu düşünce ile verdiği karar ise hiç şüphe yoktur ki şu idi:

Âşığım beni mutlaka kaçırmaya mecbur olacaktır. Ben de kaçarım. Babamın şiddetini başka türlü menetmek mümkün değildir. Elbette kaçarım. Âlemde macerası olan biri de ben olayım.

İnsan bir kere âlemde macera sahibi olmayı ve baba evinden de ayrılmayı göze aldırırsa ne kadar rahatlar? Özellikle henüz on beş on altı yaşında bulunan bir kızın bunu göze aldırması, ölümü göze aldırmak kadar bir şeydir.

16.Muhtıra: Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere. (e.n.) 99
17.Pelas-puş: Eski abaya, çula bürünen, fakir. (e.n.) 103

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
1 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6485-75-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre