Kitabı oku: «İdikut Roman», sayfa 2
– Kim o? diye sordu Bavurçuk endişeli bir tavırla ve elini üstadın omzuna koydu.
– Söyle, kimmiş o?
– Yeni baş Tarkan! Yangıntar!
Bavurçuk biraz sakinleşip
– Demek ki, burada casuslar var. Onlar benim geldiğimi ve ordu kurmakta olduğumu duymuş!
– Evet şehzadem! İyen Tömür’e bu haberi aktaranlar var. Muhterem şehzadem, Yangıntar seni öldürecek mi? Yoksa elini ayağını bağlayıp götürecek mi? Seni götürürse beni de götürüp darağacına çekecek galiba? dedi rahip.
Bavurçuk Art Tekin sükunetini korumaya çalışarak, – Üstadım, sabretmen gerek! diye cevap verdi.
– Yeni askerler sana tam baş eğmedi, bunu biliyorum! diye mukabele etti rahip.
– Üstat! Ben hepsini biliyorum. Neticede askerleri kendime riayet ettireceğim. Şimdilik onlar beni, ben onları denemek aşamasındayız! dedi Bavurçuk.
– Evet! Şimdi ben ne yapacağım? dedi Atay Sali ve ellerini bağlayıp bir emir bekliyormuş gibi durdu.
– Sen, Hayır İhsan Mabedine git. Gelenler beni sorarsa askerlerle beraber Yargol sahilinde olduğumu söyle. Yangıntar isterse benim yanıma gelsin!
– Peki, öyle söyleyeyim şehzadem! diyerek rahip ibadethaneye doğru gitti.
Bavurçuk Art Tekin, Turfan-İdikut surlarının dışında üzüm, şeftali ve kayısıyla bezenmiş bahçeli güzel bir evde oturuyordu. Evde üstüne zırh, başına miğfer giydi. Atay Sali’nin hediye ettiği, kılıfı altın ve renkli mücevherlerle bezenmiş, adeta bir sanat eseri olan kılıcını yanına bağladı. Yanısıra güzel yapılmış sadağını astı. Ok ve yayını aldı. Coşkulu adımlarla avluya çıkıp atına bindi. Yalkundağ tepesindeki mabet harabelerinde, Kumdağ’da, karız vadilerinde, Bezeklik mağaralarında yaşamakta olan, Tuyuk Bin Evleri, yani Buda mağaraları altından akan ırmak kıyısında çadır kurup bekleyen askerlerini toplayıp onları Yargol çarşısına götürdü.
Şehzade bugün askerlerini bir kez daha denedi. Şehzade, topladığı bu askerlere Yargol altındaki büyük nehir sahilinde, çalılar arasında, mağara üzerinde bir birleriyle kılıç kullanma ve mızrak atma talimine başladı. Sonra atlarından inip birebir dövüşme talimine geçtiler. Derken İdikut hakanının gönderdiği Yangıntar Tarkan az sayıda askerle geldi.
– İdikut askerleri! Biraz istirahat edin! Hepiniz çalılardan çıkıp Yargol tepesinde sıraya geçin! diye emir verdi Bavurçuk Art Tekin. O Yangıntar’a selam vermeden kendi askerleri önünde tepeye çıkıp, at üzerinde mağrur bir edayla durdu. Askerler hemen sıraya dizildi. Bavurçuk Art Tekin Beşbalık’tan gelen askerler ile başlarındaki kişiyi tanıtmadı. Oldukça yüksek bir ata binen kısa boylu bir bey atını şehzadenin önünde ileri geri koşturup, sonra durdu.
– Bu zatı âlileri kutlu İdikut İyen Tömür tahtının paha biçilmez cevheri, Tarkanı! diye övmeye başladı.
Tarkan, atta kibirli bir şekilde oturarak Bavurçuk’a aşikâre sövmeye başladı.
– Ben âli zat kutlu İyen Tömür’ün kutsal fermanıyla geldim. Bavurçuk Art Tekin âli zatın gönlünü kırdı. “Bavurçuk benim oğlum değildir!” dedi cenab. Bu bir kaçak haydut! Kıtan ile dostluğumuzu bozan bir hain! Kıtan şimdi bize çok kızıyor, bize savaş açmaya hazır. Siz ona güvenmeyin! Ben şimdi onu tutuklayıp döneceğim. Beşbalık’ta zindan başı beni bekliyor. Zindanda senin yerin hazır!. İdikut hanı adına sizi uyarıyorum! Bize asker, ordu gerekmez! Dağılınız, herkes kendi işine baksın! dedi ve Beşbalık’tan gelen askerlere, – Bavurçuk’u tutuklayın! Haini tutuklayın! diye emir verdi.
İki asker kelepçe ve zincirleri alıp Bavurçuk Art Tekin’e yaklaştılar.
– Attan kendin inecek misin yoksa biz mi indirelim? dediler, dalga geçerek.
Bavurçuk Art Tekin attan inmedi. Tarkana sövmedi. Sakince durdu ve askerlerine döndü, – İdikut’un kaderi bunların elinde. Yani devletin geleceği bunların gücüne, kahramanlığına, kısacası halkın bu evlatlarına bağlıdır. Sana ordu gerekmez, cenabı İyen Tömür’e de. Ama bana gerek. Zindanda yatmakta olan Tora Kaya’ya, Bulad Kaya’ya gerek. Aç kalmış ve giysileri yok kimselere, yeni İdikut devletine ordu gerek! Seni uyarıyorum, bundan böyle İdikut kukla bir hakan değildir.
– Bırak şimdi, gevezelik etme! İn attan! diye bağırarak iki asker iki taraftan koşturup geldi.
Şehzade attan indi, önünde dimdik duran iki askerin boyunlarından tuttu ve güçlü eliyle boğup biraz sonra bıraktı. Onlar bayılmıştı, yere düştüler. Bavurçuk ıslık çalan ok ve yayını Tarkan’a yöneltti ve onun atını öldürdü. Diğer askerler dehşete kapılarak atlarını geri çevirdiler, arkalarına bakmadan kaçtılar. Askerler, – Kutlu Yiğit! Bavurçuk çok yaşa! diye bağırıp her tarafı inlettiler.
Yükselen yüzlerce ses Turfan şehrinden de geçti. Bavurçuk Art Tekin bundan hoşnut oldu ve şükretti.
Bavurçuk kendisinin kurmuş olduğu bu ordunun cesurluk, kahramanlık ve cengâverliklerini bir gün kendine göstereceğine inanıyordu. Ama şimdilik bu halleri görmedi. Şehzade çevik bir şekilde atına binip askerlerine yöneldi.
– Vatandaşlarım! Ben adam öldürdüm! dedi sesini yükseltti, sesinde hiçbir korku yoktu, yine eskisi gibi soğukkanlıydı. Ama suratında haşyet vardı, – Cenabı İyen Tömür’ün ‘saltanat tacının pahasız cevheri’
Tarkan’ın kafasını koparttım. İdikut babam beni affetmez. Belki de Kıtan’a tekrar sürgün eder. Belki derimi yüzüp içini samanla doldurup tulum yapar. Ceza çok. Ben yalnız kaldım! Ama vatan ve onun mutluluğu için her bir canın her yerde her zaman kendini kurban etmeye hazır olması gerek. Ben sizden öyle bir mertlik bekliyorum. Bugün ben memleketim olan Beşbalık’a tek başıma gidiyorum. Ama siz hazırlıklı olun! Zırh, miğfer, sadak, ok, yay, mızrak, kılıç, kalkan ve baltaları yanınızdan asla ayırmayın! Bu mübarek vatanı, İdikut devletini korumak bizim kutsal görevimizdir. Şimdi ekmek başkalarının ağzında, giysi başkaların üzerinde, biz ise aç ve çıplağız! diye konuştu.
Ne var ki askerler onun sözüne bir türlü kulak asmadı.
– Elveda vatandaşlarım!
Bavurçuk Art Tekin kendini teskin etmeye çalışsa da bu ayrılık, belki onlardan ebedi ayrılık acısı yüreğini sızlattı.
Beni takip etmeyin!
Askerler şaşırıp bir birine baktılar. Şehzade ise bindiği atı mahmuzlayıp bir iki kırbaç vurdu…
Ertesi gün rahip Atay Sali’yle vedalaştı.
– Başını tehlikeye sokuyorsun, nasıl bir durumla karşılaşacaksın bilmem? İyen Tömür ahmak olsa da hilekar ve kurnaz bir adam. Aklından geçeni dile getirdiğinde dikkat et. Ölürsen de halk önünde öl. Halk seni görsün! Budamız seni korusun!” diye öğüt veren Atay Sali’ye, – Elveda üstadım! Senin iyilik ve yardımını hiç unutmayacağım! dedi Bavurçuk.
– Bırak bu lafları! Abartıyorsun! İyiliği senden bekliyorum. Burhan Budalarımız seni ölümden korusun! Kendine iyi bak! diye mukabele etti rahip.
– Ya ölüm ya görüm! dedi Bavurçuk ve alaca başlı aygırının yönünü Beşbalık’a çevirdi.
O, ok gibi fırlayıp gözden kaybolduktan sonra Atay Sali,
– Seni ölümden kurtaracağız! dedi ve elini salladı,
– Biz de gideceğiz!
Aradan bir gün geçtikten sonra Atay Sali, sabahleyin Bavurçuk’un askerlerinin önüne düşüp Beşbalık’a doğru hareket etti.
ESRARENGİZ ORDU
Bavurçuk Art Tekin beş büyük kapısı olan Beşbalık surlarını dolaşmadan, kendisinin iyi bildiği, hakana mahsus olan içteki şehir kapısı önüne gelip durdu. Kapı muhafızları asık suratıyla kılıç ve mızraklarını çıkarıp sordular.
– Kimsin?
Bavurçuk yüzünü gösterdi.
– Ben Bavurçuk Art Tekin, şehzade! Neden beni tanımadınız? diye bağırdı
– Aç şu kapıyı!
– Bavurçuk! Bavurçuk Art Tekin gelmiş! dediler ve mızraklarını indirdiler.
– Sizi öldü diye haber getirdi bir haberci!
– Öldüm ve dirildim! dedi Bavurçuk dalga geçip
– Han sarayına girmem gerek!
– Bizde böyle bir yetki yok. Kapıcı başını çağırayım!
Genç muhafız kapıyı azıcık aralayıp içeri girerek kapıcı başını getirdi. Muhafızlar sessiz beklemekteydi. Kapıcı başı uzun boylu, dal gibi ince, saçını kazıtmış bir adamdı. Bavurçuk’u görünce kaşlarını çattı, gözleri kızarıp dudakları mosmor kesildi. Sadece yüzünde değil vücudunda bile bir damla kan yokmuş sanki kemikten ibaret gibi soğuk ve kaskatı bir adamdı. O, aniden Bavurçuk’un elini tutmaya yeltendi ama Bavurçuk çevik bir hareketle onun elini ters çevirdi. O uzun ayağını vücuduyla beraber hareket ettirip darbe indirmeye çalışırken Bavurçuk da ayağıyla hızlıca darbeyle karşılık verdi. Kapıcı başı kılıcını çıkardı, Bavurçuk onun elmas nakışlı kılıç tutan koluna bir tekme indirdi. Kapıcı başının kolu sızladı parmakları fitil gibi yumuşayıp avucunda hiç güç kalmayınca kılıç yere düştü.
– Yeter artık! dedi Bavurçuk hiddetten başı dönmüş şekilde kapıcı başını sert bir şekilde uyarıp
– Ben seninle dövüşmeye, kılıç oynamaya gelmedim. Cenabı zat İdikut babam İyen Tömür huzuruna geldim. Eğer sözüme kulak vermezsen kafanı keserim. Şimdi git, ona söyle, bana izin versin! dedi.
Kapıcı başı Bavurçuk Art Tekinden korktu.
Gururu kırılmış, gözleri açılıp kalmıştı.
– Tamam, şehzadem, tamam! diyerek geri dönüp içeriye doğru yürüdü.
Kapıcı başı beklenmedik bu olayı İyen Tömür’e detaylıca anlattı. İyen Tömür sanki ateşe ayak basmış gibi irkildi. Bir şey söylemek istedi ama elini göğsüne koyup birden bire yığılıp kaldı. Biraz sonra yüzüne kan geldi, kesilmiş nefesi tekrar canlandıktan sonra gür bir sesle bağırdı.
– Girsin! Ne bekliyorsun! Hemen girsin!
– Baş üstüne, hakanım!
Kapıcıbaşı el bağlayıp geriye çekildi.
– Haberci yalan söylemiş! diye düşündü hakan öfkelenip, – O haini bulup darağacına çekmek lazım. Evet, hemen idam etmek lazım. Bavurçuk’u da idam etmek gerek! diye söylendi.
Bavurçuk Art Tekin girdi ve babasının önünde baş eğip diz çökerek oturdu. Uzak süren ayrılıktan sonra İyen Tömür başını çevirip oğluna dik dik baktı. Ama oğlu babasına özlemle bakıyordu.
Yumuşak bir sesle mırıldanıp
– Seni özledim baba! dedi.
– Bırak! diye haykırdı! Babasının gözleri çakmak çakmaktı.
– Ben senin baban değilim! dedi hiddetle.
Bavurçuk, babasının rahmet ve şefkatini değil, katilin cezasını vermesini bekliyordu. Babasının ne düşündüğü belli oldu. Ne olursa olsun Bavurçuk, babasından vazgeçmedi ve ebediyen vazgeçmeyecekti. Ama Bavurçuk kendi derdini, babasının izlediği yolun halkı çıkmazlara sokacağını anlatmaya çalıştı.
– Sözümü reddetme baba! Bu benim seninle son görüşmem ve son sözümdür. Ben kendimi bir aslan olarak görürüm. Sana göre benim boynumda zincir vardır. Ama bunu kalbim asla kabul etmez. Bu bir gerçek. Herkesin sığınacak bir kutsal ağacı olurmuş, seninki karaağaç, rahmetli annemin ise ceviz ağacı… Evet, benim ağacım ise halktır. Ben ona sığınırım… Ben intikam almaya, kin beslemeye gelmedim. Seninle devlet davası gütmeyi kendim için bir noksanlık görmüyorum. Sen beni affetmeyeceksin, bunu biliyorum. Halk senden neler beklemişti, biliyor musun? Bilmiyorsun. Hatalarını, kusurlarını düzeltmezsen bu halk seni asla bağışlamaz. Sen bu devletin kötü bir rehberi olduğunu hiç düşündün mü? Her şeyi fenalığa dönüştürmüşsün. Devlet içinde asalak beyler çoğalmış.
Bavurçuk Art Tekin’in sözünü hiç dinlemeyen İyen Tömür onun sözünü kesti.
– Benim değersiz cevherim Tarkan’ı gördün mü?
– Gördüm, onu öldürdüm.
Buna inanmayan İyen Tömür bir kahkaha attı, gözlerinden yaş geldi.
– Ha ha ha! Pah! Pah! Onun gibi bir aslanı öldürmüş! Bu lafına hiç inanmam. Hepsi yalan! Hepsi boş laf! Ancak, Kıtan’dan kaçıp geldiğin doğru. Kan döküleceği de doğru.
Bavurçuk Art Tekin kendini tuttu.
– İnsan için tac giymek şart değil. Evet, sen onun farkında değilsin. Halbuki namus ve vicdan sahibi olmak, millete karşı kendi sorumluluğunu bilmek şarttır. Ben rehine verildim. Bu benim için hakaret. Kaçtığım doğru! Onlara direnebilen gücümüz, ordumuz var. Bundan böyle Kıtan, İdikut’un düşmanıdır. Sen artık Kıtan’la teke tek savaşacaksın… Şimdi çağır! Zindancıbaşını çağır!
İyen Tömür sustu ve ona baktı, sonra zindancıbaşını çağırdı. Adam sallana sallana girdi ve kazan gibi göbeğine ellerini koyup, ciddi bir tarzda emir bekledi.
– Bavurçuk’un el ve ayaklarını bağla! Götürüp Zindana at! Yarın halk önünde darağacına çekilsin! Ben de göreceğim, ben olmadan öldürmeyin. Bu çok tehlikeli bir hain! Dikkat et! Kaçmasın!
– Baş üstüne! Emrinizi yerine getireceğim! dedi zindancıbaşı el bağlayıp. Adamın suratı karardı. Gözakı, ölmüş öküzün gözü gibi büyüdü ve neredeyse yuvasından çıkacak gibi oldu.
– Yürü, önüme düş! diyerek Bavurçuk’un arkasına geçti.
– Baba! Babacığım! dedi Bavurçuk Art Tekin ve dışarı yürürken rol yapar gibi durup arkasına döndü, babasının bu fermanını kabul etmiş gibi göründü. Atay Salinin fikriyle Bavurçuk Art Tekin’in fikrinde bir benzerlik yaşandı.
– Ne yazık ki ölümümü üstadım göremeyecek, askerlerim göremeyecek, görselerdi, ne güzel olurdu.
İyen Tömür, bir elini altın kemerine dayayıp perişan bir halde nereye bakacağını bilemeden şaşkın bir halde kaldı. Odaya bir sessizlik çöktü. Bu sükûnet sanki hakikatin üstünlüğünü ilan ediyormuş gibi geldi ona…
Ertesi gün Beşbalık’ta bunaltıcı bir hava vardı. Bavurçuk Art Tekin’in ellerine kelepçe ve ayaklarına pranga takılmıştı. İki cellât onu sürükleyerek geliyordu. Bavurçuk Art Tekin’i görmek için Beş-balık sokaklarında ve şehir surlarında büyük bir kalabalık oluşmuştu. İşte infaz vakti geldi. İyen Tömür halkın önüne çıktı. Bavurçuk Art Tekin, kara bulut gibi gelmekte olan askerleri gördü. Öleceğim diye ağlamadı, aksine sevincinden gözlerine yaş doldu. Askerlerin önünde Atay Sali geliyordu. Onlar ipleri sarkmış darağacını kuşattılar. Askerlerin zırh, miğfer, kılıç, mızrak, kalkan ve baltaları güneş ışığında parlıyordu. Bindikleri atlar huysuzlanıp, başlarını silkeleyip, kişneyip, yerinde oynayıp duruyordu. Bunlar neden buradalar? Bu olay İyen Tömür’ü telaşa düşürdü. Ama bunun sebebini Bavurçuk’u idam ettikten sonra soruşturmayı uygun buldu. O başını salladı. Zindancı başı biraz öne çıkıp endişeyle bekleyen halkın önünde fermanı okudu.
– Kutlu İdikut İyen Tömür’ün fermanı! diye okumaya başladı ve herkesin yüreğine korku saldı, yüksek sesle okumaya devam etti.
– Kıtanlardan kaçan hain, İdikut’un tarkanını öldüren katil Bavurçuk Art Tekin darağacına çekilip cezalandırılsın! dedi ve biraz durakladıktan sonra imza ile ferman sahibini okuyuverdi.
– İmza, İdikut İyen Tömür.
Ortalık derin bir sessizliğe büründü. Herkesin gözü Bavurçuk Art Tekin’e dikildi. Başına miğfer, üzerine zırh giymiş İki cellât gelip Bavurçuk’un ellerindeki kelepçe, ayaklarındaki prangayı boşalttı. Kaçmasını önlemek için boynuna kement geçirdi. Başını bir kara tahtaya soktu. Bavurçuk Art Tekin birden haykırdı, – Elimde sesli ok ve yayım yok! Varsa bana verin, ne olur! Kendi kendimi hedef alacaktım. Atmıyor musunuz? dedi mağrur halde askerlerine.
Askerler bu defa da Bavurçuk Art Tekin’in fermanını dinlemedi. Bu yüzden Bavurçuk Art Tekin kendi kendini öldüremedi. Aksine onlar nice bin ok ve yayla İyen Tömür’ü hedefe aldılar.
– Kutlu Yiğit! Bavurçuk Art Tekin! İdikut Bavurçuk! diye haykırdı askerler.
Bavurçuk Art Tekin’in başına geçirilmiş kara bir maske vardı, etrafında neler olduğunu göremiyordu. O sadece sesli ok ve yayın ıslığını duydu ve endişeye kapıldı. Kendisinin keşfettiği sesli ok ve yay kendi yüreğini delmedi, acı vermedi. “Kimi hedef aldı acaba?” diye merak etti. Boynundaki kement ve yüzünü kapatan maskeyi birisi çözdü.
– Hemen, şimdi! diyen sesten bu kişinin üstadı Atay Sali olduğunu anladı.
– Kim öldü?
– İyen Tömür! İdikut!
Bavurçuk Art Tekin’in vücudunu bir titreme kapladı, sonra çocuk gibi sesini koyverdi ve ağlamaya başladı.
– Ah babam! Onu neden öldürdünüz?
– Halkın hükmü böyle! dedi Atay Sali ve onu çocuğu gibi bağrına bastı, kıvırcık saçlarını okşadı
– Bundan böyle senin baban da annen de halktır! diyerek teselli etti.
Ötede bir yerde, ıslık çalan okun isabet ettiği İyen Tömür uzanmış yatıyordu. Yanında kimse yoktu. Bavurçuk Art Tekin titreyen ayaklarıyla oraya, babasının cesedi yanına adım adım yaklaştı, açık kalmış gözlerini usulca kapattı. Cesedini yavaşça kaldırıp kucağına aldı ve hasretle yüzünü onun yüzüne değdirdi, bağrına sıkıca bastı. Yaş dolmuş gözlerini yumdu. Üç dört asker gelip darağacını ateşe verdiler. Zindancıbaşı askerlere uzun uzun yalvardı, yakındı, feryat etti, sonra sesi kesildi.
Atay Sali, Bavurçuk Art Tekin’in yanına gelip,
– Sabret, çok üzülme. Bu adam kendi kabrini kazmış. Bak, cenabı Bavurçuk Art Tekin! diyerek eliyle işaret etti
– Başını çevir, o tarafa bir bak, işte geliyor!
Bavurçuk Art Tekin başını kaldırıp baktı. Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka gibi muhterem zatlar geliyordu.
– İşte senin yiğitlerin! Onları kurtardılar! dedi Atay Sali.
Bavurçuk Art Tekin bir şey demedi. Giysileri yıpranmış, sakal bıyıkları uzamış, toprak rengine bürünmüş masum insanlar Bavurçuk Art Tekin’le görüşüp, baş sağlığı dilediler ve mateme iştirak ettiler. Akıllı bir adam olan Tora Kaya, – Sen hiçbir şeyden korkmayan cesur bir aslansın, boynun bükülmesin! Halk seni bekliyordu. Kendi derdinden daha büyük bir dert var! O da halkın derdidir. Onların bağımsızlık ve hürriyet derdi var. Biz seninle beraberiz! Biz seninle olmaktan şeref duyuyoruz! dedi.
Bavurçuk Art Tekin onun güzel söz ve düşüncelerinden memnun oldu. Aslında İdikut onu aydınlatmıştı…
Bavurçuk Art Tekin babasını Beşbalık kabristanına değil başka bir yere ya da rahmetli annesinin yanına defnetmeyi düşündü. Babası için bir yün gömlek dokuttu, ayağına kilimden bir çorap giydirdi. Tabip ve eczacıları getirip, ebedi saklansın diye babasının cesedini mumyalattı ve onu Astana kabristanlığına törensiz bir şekilde gömdü.
Kabir taşına “İdikut İyen Tömür, Halk gazabının kurbanı” diye yazıldı.
GİZLİ DERT
Bavurçuk Art Tekin İdikut Devletinin İdikutu olarak tahta geçti, bu sebeple yapılan kutlama töreninde İdikut halkı şöyle dedi, – Türk sülalesinden İdikut olan hakanımız, hanımız, efendimiz, halkın amiri, Tanrı temsilcisi İyen Tömür’ün oğlu Bavurçuk Art Tekin’den biz çok memnunuz. Tanrı onu yüceltsin. Ona uzun ömür versin ve mutlu yaşatsın. Ona eşsiz bir saltanat ve istikrar versin. Onun toprağını genişletsin ve zenginleştirsin. İdikut halkı onun hayır ihsanı ve iyiliğinden yıldız gibi parlasın, saadet bulsun. Onun gayesi gerçekleşip Uygurlar huzur bulsun. Tanrı onun gazabına uğrayan düşmanlarını zelil ve perişan etsin!
Bavurçuk Art Tekin İdikut devletine İdikut olduktan sonra halkın durumunu yakından öğrenmek için uzun bir yolculuğa çıktı. Tora Kaya ve Tarkan Bilge Buka da ona eşlik etti. İdikut’un atlı muhafızları eşliğinde yola çıktılar. Turfan halkı ve onların toprağı nice yıldır soğuk ve şiddetli rüzgâr, kar fırtınası ve yağmur görmemişti. Yazın İdikut’ta insan tahammülünü aşan aşırı sıcaklar oluyordu. Özellikle bu sene insanlar hep bodrumlarda yaşadı. Kuşlar uçsa kanatları yandı. Bu yüzden bu yerlerde dolaşan hayvanlardan ceylan, ak samur, yabani eşek, Tibet öküzü, kuşlardan ise kartal, şahin, çakırdoğanlar Turfan civarında gezinip duruyordu, hepsi Tanrıdağ sularına susamış da hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden su arıyor, su bulunca hep beraber başlarını sokup su içiyordu. İdikut Bavurçuk Art Tekin’e refakat eden devlet erbabı da subaşına gelip durdular. Bindikleri atlar, ağzına takılan gemler çıkartılmamasına rağmen dudaklarını suya gömmüş adeta suyu sömürüyorlardı.
Tanrıdağ, tepesinde güneş doğmadan önce çobanlar tabak kuyruklu kara koyunlarını bu tarafa doğru sürüp geliyordu. Suya yaklaştıklarında onların sürü sahibi oldukları anlaşıldı. İdikut onların ceketlerinin sırtına sarı sırma iple gül ve ağaç desenleri işlendiğini fark etti, bu onların özel bir işareti olsa gerek. Çobanlar bu sıcaklara alışmış olmalı ki hiç terlemiyordu. Yüzleri, kara taş gibi parlıyordu. Ellerinde sopa, omuzlarında ok ve yay vardı. Onlar selamlaştıktan sonra hakanın sol tarafında oturdular ve avuçlarına su alıp yüzlerini yıkadılar. Bu garip misafirlere kimsiniz, nerden geliyorsunuz diye sorulmadı. Onlar sadece kendi işine bakan dürüst adamlardı.
– İdikut devletinin hakanı, Bavurçuk Art Tekin adlı bir yiğitmiş, doğru mu? Duydunuz mu? dedi bir çoban İdikut’a bakmadan yüzünü yıkarken. Sudan bir iki avuç ağzına aldı ve çalkaladıktan sonra bir tarafa tükürdü, sözüne devam etti, – Babasını kendisi öldürmüş! Cesur bir adammış. Babasını öldürmesi kötü bir şeydir. Ama o yiğit, Kıtanlara karşı hareket ediyormuş. Duyduğuma göre, babası onu Kıtanlara rehine olarak göndermiş. Biz kış olsun yaz olsun Turfan’a hiç giremeyiz, bu dağ, otlak, sulak vadilerde yaşayan insanlarız.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakilere sakin olun mesajını vermek için başını hafifçe salladı ve güldü. Tora Kaya, Tarkan Bilge Buka kendilerini tuttular ve onlara sıcak baktılar. Muhafızlar da Bavurçuk Art Tekin’in “Sakın bir şey yapmayın!” mesajı veren işaretini anladılar ve kılıçlarını kılıfından çıkarmadılar. Bavurçuk Art Tekin çobanları biraz daha dinleyip sonra kendini tanıtmayı düşündü.
– Koyun çok, otlatmak da zor değil ama bu işte zorluk çıkaran bir şey var. Hiç hoşuma gitmiyor. dedi çoban.
– Onu öğrenebilir miyiz? diye sordu İdikut ona gülümseyerek bakıp. Çoban sinirlenerek yerinden kalktı ve bu garip yolcuya sert baktı.
– Bir olan Huda’ya et, ekmek, altın gümüş gerekmez. Ama yerdeki hudalar; hakanlar, serseriler; altın gümüş, et, at, sığır… hepsini alıp götürür yer! Namussuz vicdansızlar! Ejderha! Huda’ya yemin ederim ki, gerçekten ejderhalar! Bak kardeşim! Bunlar boş laf değil, hepsi gerçek! Ben yetmiş yaşını geçtim. Ömrüm sürü otlatmakla geçiyor. Sürülerim Kıtan’a gidiyor. İdikut halkının açları yok mu? Aç kalmıyor mu? Hayır, açları çok! Onlar neden et yemesinler? O alçaklar bizden koyun, Beşbalık’tan at toplayacaklar! Neden topluyorlar? Neden Kıtan’a veriyorlar? İşte bunu anlamıyorum. Ben bu defa Kıtan’a hiçbir hayvan vermeyeceğim!
– Vereceksin diye zorlarlarsa koyunlarımı Tuyuk Bezeklik dağ vadilerine ya da Yargol vadisine süreceğim. Bunu da bilerek yaptım diye yeni hakanın huzuruna gideceğim. Onun gazabına uğrasam da gam değil.
Bavurçuk Art Tekin halk arasında Kıtan’a ilişkin gerginlik ve nefretin uyandığını bu çobanın samimi sözlerinden anlayıp çok memnun oldu. Onun omuzundan tutup gülümseyerek, – Kıtan’a hiçbir hayvan vermemeniz doğru bir tavır!
Çoban bu açık sözlü adamın kim olduğunu merak edip sordu.
– Akıllı adama benziyorsun! Sen kimsin?
– Ben İdikut! Bavurçuk Art Tekin!
O yerinden sıçrayıp dizlerini döverek kendini tutamadan kâhkaha attı ve sopasıyla İdukut’u dürttü.
– Bavurçuk Art Tekin’in yolundan git! Sende bende öyle talih nerede! Sen belki abdal yahut dervişsin? Ey ahmak! İdikut böyle dolaşır mı? Subaşında, koyun arasında benim gibi zavallıyla sohbet eder mi? Ahmak! Kafan olsa da aklın yokmuş senin! Dervişliğini yap! Eğer hakan senin gibi halk arasında dolaşıp halkın sıkıntısını ve derdini kendi gözüyle görmüş, şikâyetini duymuş olsaydı benim sevdiğim İdikut olurdu.
Bavurçuk Art Tekin her ne dese de ona kendisinin gerçekten İdikut olduğuna inandıramayacağını anladı ve onun elini sıkarak, – Beni yazda Beşbalık’tan, kışın Turfan’dan bulabilirsiniz! diyerek vedalaştı.
Çoban yine inanmadı.
– İdikut’ta kalender dervişler çoğaldı. Belki tekrar burada görüşürüz! diyerek İdikut’u dervişe benzetip alay etti. O, abasını sürüyüp beş on adım yürüdü, atlarını mahmuzlayıp uzaklaşan adamlara bakarak düşündü.
– Bir düşün ki, öyle güler yüzlü, samimi bir adam derviş değil, tüccar değil, o zaman kim? Muhafızları çokmuş! İdikut diyor! Hayır! Bunlar Tilavet Mabedine giden zavallı rahipler olsa gerek.”
Çoban derin düşüncelere daldı, abasının geniş kolunu sallayarak onların arkasından bakakaldı.
Çobanın açık sözü ve fikirleri İdikut’un aklıda kaldı. Bu gizli yolculukta her türlü kişiyle yapılan görüşmelerde İdikut’un üzülmesinden korkan ve çok mahcup olan Tora Kaya bu tür yolculuğun devam etmesinin şimdi gereksiz olduğunu İdikut’a usulca anlattı.
– Cenabı âli zat Bavurçuk Art Tekin! dedi biraz duraklayıp,
– Böyle yolculuk yapan bir hakanın birden bire saraydan ayrılmasını halk bilmese gerek. Yoksa şimdi olduğu gibi anlaşmazlık ortaya çıkar. Ben sizi yanlış yola sevk etmişim. Halk bizim halkımız olsa da düşman yabancıdır… Bundan kaygılanıyorum.
– Bazılarının bilmiş, bazılarının bilmemiş olması daha iyi diye düşünüyorum muhterem serdar! dedi İdikut nezaketle, – Korku ve endişeyle bu devleti yönetemem.
Tora Kaya, Tekin’in bu güzel cevabını beğendi ve bu konuda bir daha ağzını açmadı.
– Yine dolaşalım! dedi Bavurçuk Art Tekin merakla, – Duymaktansa görmek, dokunmak daha iyidir! diye konuştu.
O, Astana kabristanının yanındaki Turfan kabristanlığına doğru yürüdü. Beraberindekiler onu takip ettiler. Bavurçuk Art Tekin çok büyük bir üzüm teveğinin yanına geldiğinde alaca kır atından yere atladı. Muhafızlar onun atını bir ağaca bağladılar. Diğer iki devlet adamı Bavurçuk Art Tekin’in arkasından girdiler. Üzüm teveklernin ötesinde buğday harmanı vardı. Yanındaki birçok çuvala buğday doldurulmuş ve bir tarafa yığılmıştı. Geniş ve uzun üzüm teveklerinin altında serin bir hava vardı. Gölgelikler temiz süpürülmüş, her şey yerli yerinde, gölgeliğin bir tarafında ise marangozluğa ait aletler asılmış duruyordu. Burada saçları bembeyaz yaşlı bir karı koca bir şeylerle meşgul oluyordu. Kocası kalburla buğday ayıklıyordu, karısı ise at kuyruk ve yelesinden yapılmış elekle un eliyordu. Koyu renkli bir sepette meyveler sebzeler duruyordu. Ocakta yemek, tencerede ekmek pişiriliyordu. Su kabağında soğuk su vardı. Ahşaptan yapılmış teknede elenmemiş unun yarısı duruyordu. Kazan başında kavak kütüğünden güzelce oyulmuş, tam ortasına çubuktan bir sap geçirilmiş kova ve onun gibi kaplar bir şeylerle doldurulmuştu.
Başına takke giymiş yaşlı koca, bu yabancı misafirleri görünce elindeki kalburu henüz elenmemiş çerçöp dolu buğday üzerine fırlattı ve toz toprakla bulanmış ellerini yıkayıp, beyaz gömleğinin eteğine sürdü. Sık sakal ve bıyığını okşayarak, uzun boylu, gövdeli bu gençlere baktı. Bu yabancı kişiler gülümseyerek yaşlı kocaya doğru yaklaşıyordu. Selamlaştıktan sonra yaşlı koca sordu, – Siz nerelisiniz? Buraya neden geldiniz? Burada ne arıyorsunuz?
Yaşlı çiftçi bu sorularla onları tanımak istedi,
– Buyurun, içeri girin, oturun!
– Ben Beşbalık’ta doğdum! diye kendini tanıtmaya başladı Bavurçuk Art Tekin, bu defa kendini gizlemedi
– Adım Bavurçuk! İdikut Devletinin hakanı. Sizin durumunuzu öğrenmek için geldim.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakileri tanıtmadı. Onlar da hiç konuşmadan hanı dinlediler.
Yaşlı çiftçi başını sallayıp gözlerini yumup kahkaha attı. Gülmekten kendini tutamayıp yaşlı karısının yanına giderek bir şeyler söyledi, karısı da güldü. Sonra dönüp, kirlenmiş takkesini elinde sıkıca tutarak,
– Buyurun hakanım! buyurun! Yukarı geçin! Sıcak ekmek yiyin çay için! dedi.
Misafirler eski bir minder üzerinde oturdular.
Ak yağlık takmış yaşlı karı temiz kâselere çay döküp, kocasının yanına gelerek yufka ekmekleri böldü. Kocasına, fısıltıyla, bu ekmekleri onların kâselerine koymasını söyledi ve oradan yavaşça uzaklaştı. Misafirler bir birine manalı manalı baktılar. Adet gereği Bavurçuk Art Tekin çaydan birazcık içti, diğerleri ondan sonra içmeye başladılar. Onlar keyifle oturuyordu. Yaşlı koca, kendisini İdikut diye tanıtan kişiye sürekli bakıyor, binbir türlü düşünce kafasını karıştırıyordu.
“İdikut diyor! Hakan diyor! Altın taç takmayı sen de arzu ediyormuşsun! Huda’nın toprağında kimler doğmuyor? Ama yeter ki kendini ve başkalarını kandırma!” diye düşünen yaşlı adamın gözü misafirlere dikilmişti. Bavurçuk Art Tekin’in İdikut olduğuna hiç inanmadı. Kendinden söz etmeye başladı.
– Ben yaşlandım! Gücüm tükendi ama şükrediyorum! dedi. Bavurçuk Art Tekin’e dönerek, – Bir şey sorarsan cevap vereyim ama sizin gibi yalancı değilim!
– Tarlanız var mı? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.
– Var ama karnımız aç!
– Neden?
– Buğdayı Kıtan’a vereceğiz. Gördüğünüz şu çuvallardaki aşlık Kıtanlara gidiyor. Bana kalanı işte yerde duruyor. Yaşamak gerek, o yüzden üzüm de satıyorum!
– Niye Kabristanlığa bitişik ev yaptırdınız? diye sordu İdikut.
– Ölülere diri adam gerek! Onları gözetliyorum, koruyorum. Burada İdikut’un önceki kutsal ataları yatıyor. İdikut İyen Tömür de burada. O hakandan bize iyilik gelmedi. Kıtanlara gerek, hakana gerek diye elde ettiğimiz her şeyi tastamam aldı götürdü. Bize bir şey bırakmadı. Bugün İdikut olmuş kişi doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayrıt edebilse, iyilere ödül kötülere ceza vermeyi becerebilse güzel olur diye düşünüyorum. Duyduğuma göre o han, memleketten memlekete dolaşıyormuş. Umarım halk arasında saygı ve şeref bulur! İdikut’umuzun ömrü uzun, hanlığı ebedi olsun! dedi.
Biraz durdu ve Bavurçuk’a,
– Sen kendini iyi bir insan zannediyor musun? diye sordu ciddi ciddi bakarak.
Bavurçuk Art Tekin durakladı. Halk ve devletin önünde büyük hizmetleri başarmadan, “Evet ben iyi bir insanım!” demeye cesaret edemedi.
– Rahat ol! Kimse kendine ben iyi ya da kötüyüm diyemez ki. Han da öyledir! dedi yaşlı koca.
– Ben Beşbalık’a gittiğimde İdikut’a bir mektup yazıp ne gördüm ne duydum, hepsini anlatacağım!
– Okuyan adam nur gibidir. İlim, kalbini aydınlatır. Mektup yazacak mısın? dedi. Mektup yazacağına inanan yaşlı koca
– Yazarsan şöyle yaz!
“Halkının umudu Bavurçuk!
Haset şifasız bir derttir. Hasetten sakınmak gerek! Halk durup dururken zulme maruz kalmasın. Hanın sözü ve ameli doğru olsun! Sarayda hatun kızlar cariyeler azalsın! Sefahat düşkünlüğü olmasın, bizi ara. Gelip bizi bir gör. Senin göz nurun halktır!”
– Tamam, şimdi sen Beşbalık’a vardığında Bavurçuk Art Tekin hakanımıza bu mektubu ilet!
Bavurçuk Art Tekin bu sözleri duyunca ferahladı. Elini göğsüne koyup teşekkür etti.
– Hoşçakal amca! Seninle görüştüğüme memnun oldum. Doğru söylüyorsun, Bavurçuk’un göz nuru halktır. Bunu unutmamak gerek!
Bavurçuk Art Tekin gene yoluna devam etti. Bu defa pamuk tarlasını gezdi. Gökten bulut parçaları inmiş gibi görünen pamuklara hayran oldu. İpek dokumacılarıyla tanıştı, ipek böceklerini gördü. İpek çekip güllü ipek yapanların maharetlerini merakla seyretti. Turfan şehrinin kadın ve kızları ipek dokuma hünerinde mahirmiş. İpeğin çeşitli renkleri göz kamaştırıcıydı.
Bavurçuk Art Tekin bu küçük ama görkemli atölyede bir hayli dolaştı. Kızlar Bavurçuk’u kuşattılar. Tatlı sözlü, güzel kızlar,
– Vergi için mi geldiniz? diye gülmeye başladılar.
Bavurçuk Art Tekin onlardan hemen sordu.
– Bir yılda kaç top ipek ödemek zorundasınız?
– Üç yüz bin top ipek! Fermanda böyle yazılmış.
– Kime veriyorsunuz?
– Kıtanlara, kime olacak! diye söylendi kızlar.
– Biz Bavurçuk Art Tekin’in emriyle buraya geldik. Bundan böyle Kıtan’a bir top ipek bile verilmesin! Bavurçuk Art Tekin’in fermanı böyle! dedi.