Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «İdikut Roman», sayfa 4

Yazı tipi:

ELÇİLER

Ünlü komutan Tora Kaya, İdikut’un fermanı üzerine elçileri Turfan’da büyük hürmetle karşıladı, toy düzenledi. Sonra Utak ile Darbay’ı Beşbalık’a götürdü. Beşbalık’ta yaprak kımıldamıyordu, hava çok sıcak ve sıkıcıydı. Elçiler ve bindikleri atlar da çok terlemişti. Eyerlerin altında kilim olsa da atların tüm vücudu sudan çıkmış gibiydi. Hatta atların boynuna takılan taş boncuk, aslan tırnağından yapılmış muskalar, ata yüklenen çuval torba ve atın yelesi de ter içinde kalmıştı.

Misafirleri ağırlamak için Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya gibi devlet adamları saray meydanı önünde bekliyordu. İdikut Devletinin kurt başlı bayrağı saray tepesine dikildi. İdikut Uygurları arasında Bavurçuk Art Tekin’in nice yıllar önce İdikut hanı olmuş Bayançur, Eltekin, Bögü Tanrı kağan tarafından kabul edilen Şaman ve Mani dini ile Budizm beraber yaşamaktaydı. Bu yüzden Cengizhan’ın elçileri, Bavurçuk Art Tekin’in huzuruna girmeden önce Uygur ananesine uyarak İdikut’un bayrağı önünde eğildi. Uygurlar gibi dans etti. Taş ocakta yanmakta olan tütsüden atlayıp geçmek için hazırlandı. Tora Kaya yolda gelirken bu gelenekleri onlara anlatmıştı. Onlar bu hareketleri hiç şaşırmadan, tereddütsüz yerine getirdi.

Bavurçuk Art Tekin, uzak bozkırlardan gelen elçilerin İdikut’da gerçekleştirdiği bu dayanılmaz yolculuk hakkında kafa yorup düşünmeye başladı.

“Hayırdır?” diye kendi kendine fısıldadı İdikut tahtı etrafında dolaşarak, “Bunlar aydınlığın elçisi mi yoksa Uygur devletine gelecek felaketlerin işareti mi? Bende bir sıkıntı yok. Cengizhan neden bu kadar acele etti? Maksadı ne? Kıtan’a bizim vergi verdiğimizi bilse gerek. Elbette biliyor. İdikut, hiçbir vakit Cengizhan’ın düşmanı olmadı. Ticaretimiz canlandı. Moğol tüccarları Uygur at pazarına geldi. Çok değerli malları karşılığında Uygur atlarını satın aldı. Ticaret kapısı onlar için her zaman açık. Burada başka mesele, başka büyük bir maksat mı var acaba? Cengizhan ahmak değil, o bana ne gibi tuzak kurmayı düşünüyor? O bizim devletimizi seçerek neyi hedeflemiştir? Beşbalık, Türkistan’a açılan kutsal bir kapıdır. Öyleyse han buradan Müslüman devletlere geçmek için mi geliyor? Onun için Beşbalık’ın önemli bir güzergah, kilit bir şehir olduğu kesin!” düşünceleri kafasından geçti.

Bavurçuk Art Tekin böyle belli belirsiz düşüncülerle misafirleri ağırladı. Onları Cengizhan olarak görmediğinden her hangi bir şölen ya da eğlence düzenlemedi. Onlara devletin durumu, Moğol ordusu ve Cengizhan hakkında da fazla bir şey sormadı. Fakat onları bir hafta misafir etti. Utak ile Darbay devletimize döneceğiz dediği anda İdikut onlara izin verdi.

Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’ın mektubunu Tora Kaya, Bu-lad Kaya, Tarkan Bilge Kaya’ya anlattı ve “Ne yapalım? Ne cevap vereceğiz?” diye görüşmek için onları davet etti.

– Cengizhan bana öyle bir vazife yükledi ki; benim, sizin, devletimizin varlığı ve geleceği bu vazifenin yerine getirilmesine bağlıdır. Şimdi her birinizin bu mesele hakkında samimi konuşmanızı istiyorum. Fikriniz de kendi aklınız olsun! dedi.

– Ey kutlu han! Saygıdeğer düşünceli ve kibar hakanımız! diye söze başladı Tora Kaya, – Sizi akıl sahibi olarak yaratan Tanrıya yemin ederim ki bizim aklımız her vakit sizin aklınızın altındadır. Siz bizim önderimizsiniz. Aramızda böyle kararlarda sizden daha salahiyetli kimse yoktur. Siz bizim şan ve şöhretimizsiniz. Biz sizin ve yüce halkımızın yardımına muhtacız. Öyle olduğu takdirde de biz talebinizi yerine getirmek için bütün gayretimizi göstereceğiz. Bu çok önemli bir olay! İyi düşünmemiz lazım! diye bitirdi konuşmasını.

İdikut, Tarkan Bilge Kaya’ya döndü.

– Peki, sen ne dersin?

Tarkan Bilge Kaya bu meseleye cevap vermeye hazır ve hakanı ikna etmek için yeterliydi.

– Cengizhan’a karşı savaşmaya gerek yok. Çünkü o şimdi bize göre güçlü, şan ve şevketlidir. Bu yüzden bir mektupla elçi gönderelim, Cengizhan’la bir anlaşma yapalım. Vergiyi Kıtan’a ödemektense Cengizhan’a ödeyelim. Onlar için savaş, bizim içinse anlaşma faydalıdır. Güçlü düşmana tabi olmaktan başka çare yok. Onlar bize hile yapmaktadır, biz de hileye başvuralım. Sığınmak isteyenlere kapımızı açalım! Dedi.

Bulad Kaya sabırla bekledikten sonra,

– Ben şunu vurgulamak isterim, bizim gaflet uykusundan uyanıp gözümüzü açmamız gerek. Cengizhan’la ilişki kurmanın sakıncası var mı yok mu hepimiz iyi düşünelim, bu bizim kutsal görevimizdir. Ben bu meselede tereddüt ediyorum. Cengizhan’ın hilesine kanmayalım, kafamızı iyi çalıştıralım! diye konuştu.

– O bizim için büyük düşman! dedi Tarkan Bilge Kaya, Bulad Kaya’nın sözüne destek verip,

– Cengizhan, her hangi bir devlete uzak olsa da savaş açabilir, bu yüzden yaklaşma yolunu seçmiş gibi geliyor bana. Elçi gönderme yoluyla sırdaş olur, sırlarımızı öğrenip gerekli bilgileri aldıktan sonra fırsat kollayarak saldırır ki, onun getireceği felaket ve yaralar yüz yıllar boyunca giderilemez. Hiç olmazsa onunla düşmanmışız gibi davranmanızı istiyorum şehzadem! Şunu da ekleyeyim ki, onların bu ülkede bulunması Uygurlara mutsuzluktan başka bir şey getiremez! dedi.

Bavurçuk Art Tekin, Tarkan’ın bu sözlerini önemsemedi. Tora Kaya İdikut’un bu tarzını sezdiği halde çekinmedendüşündüklerini açıkça söyledi,

– Tarkan Bey doğru söyledi. Ben de bu fikre katılıyorum şehzadem! Yeter ki aşağılanmayalım, yerde sürünmeyelim!

Bavurçuk Art Tekin, bu üç müsteşarın Cengizhan hakkındaki fikirlerini doğru ya da yanlış diye kestirmedi. Ama Cengizhan’la irtibat kurmayı kendince doğru kabul etti.

– Halk telaşlansa ne olur? dedi Tarkan Bilge Kaya,

– İdikut halkınınun dikkatini çekip akıldan yoksun durumuna düşmeyelim, doğru yoldan sapmayalım. Üç dört günden beri Beşbalık halkı arasında İdikut’u Cengizhan işgal edecekmiş gibi söylentiler yayıldı.

– Ne demek istiyorsun? dedi İdikut, Tarkan’a öfkeyle bakarak.

– Ne var ki! Halk Yedisu’ya göç etmeye başlamış. Bugüne kadar İdikutlular korku nedeniyle Balasağun, Otrar ve diğer şehirlere göç etmektedir.

– Böyle çene çalmaya devam edersen çenen kopar, ağzın daılır! dedi Bavurçuk Art Tekin ve onun konuşmasını istemedi.

– Evet, yüce hakanım! Senin sormadığın bir şeyi söylediğim için af diliyorum! dedi ve yüzünden boncuk gibi terler akmaya başladı.

– “Yer çivisi dağ, halk çivisi bey!”, bunu unutma, sana lazım olur cenabı Tarkan’ım! diyen Bavurçuk Art Tekin bu sözünün ince manalarını Tarkan’a anlatmadı. Ama akıllı ve tecrübeli Tarkan,

– Ben bu göç hareketini durduracağım! dedi sorumluluk hissederek.

– Yer dağlarla, halk beylerle yerinde durur, çünkü halkı beyler yola getirecek değil mi?

Tarkan başını hafif salladı.

– Hiç kimse bir yere gitmesin! Bu fitneyi sokanlar kim? diye sordu Tora Kaya, Bulad Kaya’ya öfkeyle bakarak,

– O hain kim? Siz bulmazsanız ben bulurum!

– Devletimizi düşmandan nasıl koruyabiliriz? Yolu ne? Onun tek bir yolu var! O da Cengizhan’la müttefik olmak. Ben öyle düşünüyorum. Orhun Kağanı Pan Tekin’in dediği gibi, “Kim bugün yapacağı işini yarına bırakırsa parmağını ısırır.” Cengizhan’a düşmanlık taslayıp devletimizi kaybetmeyelim!

Bavurçuk Art Tekin hemen yazıcıyı çağırdı.

– Hemen! dedi yazıcı baş eğip, elini göğsüne koyup hanın ağzına baktı.

– Kâğıt kalem var mı?

– Var şevketlim! Yazıcı koltuğunun altına sıkıştırdığı kâğıt ile cebinden kalemini çıkarıp gösterdi.

– Buraya gel! dedi İdikut bir masayı gösterip. Yazıcı masaya doğru geldi ve

– Buyurun! dedi.

İdikut Cengizhan’a göndereği mektubu Moğolca yazdırdı.

– Moğolcayı nereden öğrendin? diye sordu İdikut gülümseyip.

– Öğreniyorum işte şevketli hakanım! diyen hattat biliyorum diye kesin cevap veremedi.

– Yaz! dedi parmağıyla kâğıdı işaret edip “Bendeniz han âlilerinin kudreti ve ahvalinden haber aldığım zaman Kıtan’la olan soğuk ilişkilerimize son verip, âlilerine arzumu izhar eylemeye karar verdiğimde han âlilerinin elçileri devletimizi teşrif ettiler. Bundan sonra tüm vatandaşlarla hizmetinizde bulunmaya hazırım!” İdikut Devletini temsilen, Bavurçuk Art Tekin parmağındaki altın yüzükten mührünü çıkartıp kâğıdın imza yerine bastı.

“Üçümüzden birini Moğollara elçi olarak gönderir belki!” diye düşünüyordu orada ayakta duran Tora Kaya, Bulad Kaya ve Tarkan Bilge Kaya’lar. Ama onların düşündüğü gibi olmadı. Bavurçuk Art Tekin kapıcı beyi çağırdı. O hemen İdikut huzurunda hazır oldu. Buyurun hakanım diye baş eğdi.

– Atay Sali huzuruma gelsin!

Üç müsteşar bir birine bakıp şaşırdılar. Kapıcı bey elini göğsüne koyup arkasına doğru yürüyerek nakışla süslenmiş ağır kapıyı hafifçe kapatıp dışarı çıktı.

“İdikut Devletinin Cengizhan’ın gazabına uğramadan sağlam kalmasını temenni ediyorum!” diyerek Bavurçuk Art Tekin aklını toparlayıp kendi kendine konuştu.

Bavurçuk, bir köşedeki altınla süslenmiş Budanın önüne gelip yalvarmaya başladı.

– İdikut devletini felaketten koru, bana sığınak ol!

Çok geçmeden kapıcıbaşı girip, Atay Sali’nin geldiğini söyledi.

Bavurçuk Art Tekin Budaya tapınmasını bitirdiğinde Atay Sali gelerek eğilip selam verdi.

– Emirle çağırmışsınız cenabı kutlu han! dedi Atay Sali sevinçli bir sesle.

Hakan, üstadını sıcak karşıladı ve önüne gelerek el sıkıp görüştü. Ötede kat kat süslü minderlerle döşenen huzuruna davet etti. Onlar burada teke tek rahat rahat konuşmaya başladı.

– Ben size çok saygı duyuyorum ve güvenirim! dedi Bavurçuk Art Tekin

– Sizin vatanımızın büyük meselelerine katkıda bulunmayı istediğinize inanıyorum.

– Kutlu hakanım! Ülkeme ebedi ömür diliyorum!

– Üstat! Sözünüzü çok beğendim, kalbimi derinden etkiledi. Siz olgun bir insansınız, başınızdan nice olaylar geçti, zorlukları aşabilen bir insansınız!

Bavurçuk Art Tekin, mektubu ona verdi ve okumasını buyurdu.

Bunları anlayan Ata Sali, – Cengizhan’a gitmem gerek, öyle mi hakanım! Eğer öyle buyurursanız harika bir şey olur! Büyük bir iş! Halk için şerefli bir iş! İdikut’u büyük bir felaketten kurtarmış oluruz. Bu güzel düşüncenizden dolayı kutlarım!

Bavurçuk Art Tekin, üstadından makul cevap aldıktan sonra onun mektubu korumasını, hiçbir şeyden korkmamasını, mektubu Cengizhan’ın bizzat kendisine vermesini, mektubun düşmanın eline geçmemesi için gerekirse Moğol elçilerinin aracılığı ve yardımına başvurmasını, Cengizhan’ın önünde fazla söz söylememesini özellikle tenbih etti.

Atay Sali, İdikut’un bu büyük ve kesin kararını cesaretle uygulamaya koymasına sevindi. Onun yüzünde beliren yorgunluk ve endişeleri de fark etti. Ona acıyan bir edayla,

– Kendinize çok dikkat edin ey mübarek insan! Siz büyük bir işi başardınız. İdikut halkının sonsuz saygı ve sevgisine mazhar oldunuz. Sizin bana olan sevginiz benim için her şeyden değerlidir. Sizin selamette olmanızı diliyorum. Bu şerefli teklifinizi kabul ediyorum ve vazifeyi yerine getireceğim! dedi.

– Biz acaba yanlış mı yapıyoruz üstadım? dedi Bavurçuk.

– Cengizhan ile dostluk kurmaya kararlı mısınız şakirtim!

– İradem güçlü, aldığım karar yanlış değil. Size iyi yolculuklar dilerim üstat! Yarın sabah yola çıkacaksınız!

– Baş üstüne!

– Cengizhan’ın sözünü unutmamak lazım!

– Aklımda tutarım. Bana yüklenen sorumluluğun ne kadar büyük olduğunun farkındayım!

Onlar vedalaştı. Atay Sali saraydan çıktı ve Gumatı mabedine gelip, rahiplere bir müddet burada olmayacağını bildirdi.

Bavurçuk Art Tekin ise bu işten emin oldu. Kendisini halâ beklemekte olan üç müsteşarın oturduğu toplantı odasına girdi ve Tora Kaya’ya emir verdi.

– Atay Sali’nin bineceği attan siz sorumlusunuz! Yaşı küçük, yorulmayan atlarımdan birini hazırlayın, binip denesin!

– Baş üstüne şevketli hakanım! Bu emrinizi yerine getireceğim! dedi baş eğip.

Atay Sali yola çıktı.

“Elçi göndermemiz doğru oldu diye düşünüyorum!” dedi. Sarayda tek başına kalan İdikut kendi kendine “Eğer elçi göndermeseydim Cengizhan ne yapardı acaba? Atay Sali’nin gitmesi Cengizhan’a olan büyük saygı ve mevcut vaziyete verdiğimiz önemdir. Hakan bunu anlar elbette. Ama Cengizhan’ın mektubuma güvenmemesi de muhtemeldir. Ne yapsam onun güvenini kazanabilirim? Batı Kıtan’a ödeyeceğim vergiyi durdursam, Kıtanlar devletimize saldırsa ne olacak? Cengizhan ise Kıtan İdikut savaşından yararlanarak bize istila seferi başlatırsa ne olacak? Hayır, bu düşünce doğru değil. Cengizhan’ın sihirli talebi ne? Elimden gelecek bir şey mi? Atay Sali döndükten sonra ne yapacağımız belli olur. Bu yanlış bir adım mı? Hayır! Hayır!” şeklinde muhakeme yaptı.

* * *

Cengizhan ise elçilerini bekliyordu. – “«Talihsiz biri, kuytuya sığınsa başına kum yağar.» sözünde belirtildiği gibi işi ilerlemeyen bir kağan değilim ben!” diye kendi kendini teselli etti. “Uygurlar devlet kurmuş, yönetim geleneğine sahip, büyük medeniyet yaratan kadim bir halktır. Moğollar hiçbir zaman onlarla savaşmamış, birbirini öldürmemiştir. Bavurçuk Art Tekin bunu bilmiyor mu? O babasına göre akıllı bir İdikut, hepsini biliyor, derinden anlıyor. Bu İdikut, Kıtan’a rehin oldu, kaçtı, Kıtan onun düşmanı oldu. Batı Kıtan benim de düşmanım. Bavurçuk Art Tekinle mesafemizi yaklaştıran şey, işte budur. Ben Bavurçuk Art Tekin’i bir deneyeyim. Eğer o dediğimi yaparsa hayatta kaldıkça onu koruyacağım!” diye Kerulen vadisinde bazen yaya, bazen atlı yürüyerek uzun uzun düşündü. Cengizhan elçilerini bu vadide görmedi. Atının gemini çekip birkaç defa durup batıya uzun uzun baktı. Gene kimseyi görmedi. Morali bozulup yüzünün rengi değişti. Elindeki gümüşle süslenen kırbacını havaya kaldırıp bindiği atın sağ yanına bir darbe indirdi. At bu darbeden irkildi ve ok gibi fırladı. Cengizhan bargâhtan çok uzakta olduğu halde nasıl olup da böyle hızlı döndüğünü anlayamadı. Attan inip sarı çadırına girdi ve Angurat Noyan’ı hemen çağırdı. Hakanın atını özel muhafızlardan biri teri kurusun diye tutup yürümeye götürmüştü, sonra sarı çadırın ötesinde bulunan özel bir dirseğe atı bağladı. At hâlâ kıpırdanıp taş gibi toynağını yere vurup toz kaldırıyordu.

– Sakin ol! dedi muhafız atın kalın yelesini okşayarak,

– Bana sert bakma, sana vuran ben değilim. İyi ki kırbaçla vurmuş, eğer bir yere takılmış olsaydın mızrağı sana saplardı, hançerle kanını akıtırdı! Şükret!

At bu sözü anlamıyordu, fakat kırbaç acısından kıpırdanıp duruyordu.

Cengizhan çabucak gelip, çadırın aşağısında oturan Angurat Noyan’a bağırdı ve ona karşı dikildi.

– Atlı asker göndermen lazımdı!

– Elbette cenabı kağanım! Bugün yine atlı asker gönderdim. Elçiler İdikut’tan çıkmış olsa bizimkilerle karşılaşır.

– Sen böyle mi düşünüyorsun? diye bağıran Hakanın boyun damarları kabardı.

– Evet, böyle düşünüyorum, bugün bir haber olacak!

– Neden bugün, şimdi bul! Şimdi! hâlâ kepekli başını kaşıyıp duruyor musun? Önüne çık, şimdi getir! “Köpeğin namusu olsa ayağını dişlemez.” dendiği gibi, sözü kestirip atmandan önce utan! Yanlış olsa da umudunu Tanrıya bağla!

– Ben elçileri karşılamaya çıkacağım! Angurat Noyan bu eleştirilere dayanamadı ve çadırdan çıkınca üç atı beraberinde götürüp, elçileri getirmeye gitti.

– Yılkı gibi yoldan şaşma! Yoksa hepinizi kovarım! diye bağırdı kağan.

Çadır dışındaki muhafızlar bunu duyunca tüyleri diken diken oldu.

Cengizhan’ın teveccühüne nail olmuş Angurat Noyan neden böyle azarlandı? Bunun nedenini sadece Cengizhan biliyordu. İdikut’tan gelecek haberin gecikmesi onu endişelendirmişti.

– Bavurçuk Art Tekin kibirli, küstah, akılsızsa bana kazık atar. Bu, “Eğer cesursan sınırımızdan geç bakalım!” anlamına gelir. Eğer o böyle düşünürse ben ve Moğollar için bir felaket olur. Evet! Ben, yiğit Bavurçuk Art Tekin’in kibirden sallanan ayağına pranga takacağım. Benim o Uygurlara gücüm yeter. Kadimde büyük hanlık olan devletinin mirası toprağa gömülür, hepsini yerle bir ederim. Dağ keçisi gibi tepelere çıktığını görelim bakalım… Savaşta düşman saflarını perişan eden yiğitlere ferman verirsem tahtı at toynağım altında kalır. Eğer sözüme kulak vermez de üzerine saldırsam ne olacak? Kalkan, mızrakla savaşalım mı, öyle yaparsak düşman yenik düşecek. Hayır hayır! Yedi kat gökten inen şeytan beni kandırma!” diye korkulu karmaşık düşüncelere daldı Cengizhan.

– Bu telaş nerden çıktı?

Ey Tanrım! Bavurçuk Art Tekin’in kalbine iyilik ver! Ben çok güçlüyüm ama Uygurlara asla istila seferi yapmayacağım. Ey Tanrım! Sözümü tutmazsam gazabına uğrayayım. Beni şimşek çarpsın, lanetin üzerimde olsun!

Cengizhan şimşekten, Tanrının gazabından çok korkardı. Onun bu defa Tanrı karşısındaki yeminine sadık olduğu sonradan Bavurçuk Art Tekin’le olan ilişkilerinde ifadesini buldu. Şimdi ise Cengizhan, sanki birisi yüreğini okla delmiş gibi sendeleyip durdu. Şu an Kerulen vadilerinde esen meltem onun ağır gövdesini hafifletmiş oldu.

Sarı çadır etrafındaki muhafızlar arasında birden kargaşa koptu, onlar her taraftan koşarak geliyordu. İki atlı atlarını hızla koşturup gelmekteydi. Cengizhan, çadır önüne geldi. Çadırı savaşçı askerler kuşatmıştı. Angurat Noyan Uygur devletinden gelmekte olan misafirler hakkında Cengizhan’a bilgi verdi.

– Geliyorlar kağanım! dedi Angurat Noyan, attan atlayarak yere diz vurdu

– İdikut’tan, Beşbalık’tan elçi geliyor!

–Azametli Yiğit! dedi Cengizhan onun omzuna hafifçe dokunarak, – Sonunda bulmuşsun! Aferin sana!

Kağan, müjde için çok sevindiğini ifade etti. Böyle ifadeleri önceleri çok nadir kullanmıştı. Ama o hiç kimseyi böyle telaşla beklememiş ve rahatsız olmamıştı. Şimdi endişelerini bir kenara bırakıp kendine geldi. Umut kıvılcımları aleve dönüşüp kalbini aydınlattı.

– Kaç adam? Bizimki mi? Yoksa İdikut’tan gelen adam var mı? diye sordu kağan.

– Uygur! Yalnız! diye cevap verdi Angurat Noyan gözünün çapağını çıkararak.

Cengizhan iki gündür göz kamaşma hastalığına yakalanmıştı, bazen at kuyruğundan yapılan bir ağı göz önüne takıyordu. Şimdi onu bıraktı, gözü aydınlandı.

– Hemen git! Muhafızlar saçma sapan konuşup o elçiyi rencide etmesinler! dedi kağan.

– Baş üstüne kağanım!

Kağanın düşündüğü gibi iki muhafız Utak ile Darbay’ın sözüne inanmayıp, Uygur’u kuşatıp, ondan soru sordu, giysileri ve eyerinin üstüyle altını araştırdı.

– Nereden geliyorsun? dedi esmer saçlı muhafız,

– Adın ne?

– Beşbalık’tan, ismim Atay Sali! İdikut Devletinden!

– Niçin geldin? Kiminle görüşeceksin?

– Ben İdikut elçisiyim! Kutlu Cengizhan’la görüşmek için geliyorum.

– İdikut! Ne demek İdikut? Otlak mı, çöl mü, dağ mı, ne? Yoksa İçecek bir şey mi?

– Yeter artık! Ahmak! Darbay ona kızdı, – Belki bizi de tanımıyorsun ahmak!

– Sus Kaplan baş! Tanımıyorum seni! Belki Uygur’un arasına sokulmuş bir hainsin! Şimdi söyle, kim olduğunu söylemezsen atın kuyruğuna bağlatıp cesedini kağana götüreceğim!

Utak’la Darbay birbirine, Atay Sali’ye ne diyelim diye bakıştı.

– Bıçak yahut zehirli ilaç var mı?

– Ara! dedi ses çıkarmadan duran Utak öfkeyle.

Muhafızlar sakince araştırmaya başladı, bir şey bulamadılar. Eyer ve kilimlere baktı, atların yele ve kuyruklarına da baktı.

Atay Sali’nin eyeri göz kamaştırıcıydı. Eyerin ön ve arkasını tutup baktılar.

– Bu sizde yapılır mı? diye sordu eyere göz diken kısa boylu muhafız.

– Evet, bizde, Beşbalık’da, İdikut Devletinde yapılır. Nasıl, beğendiniz mi bu eyeri?

– Evet, çok beğendik!

– O zaman al sana hediye ettim! dedi Atay Sali, yalandan.

– Bizde böyle eyerler çok!

O, Atay Sali’nin eyerini alıp kısa boylu atına taktı ve kendi eyerini Atay Sali’nin atına koydu.

– Şimdi sizi araştıracağım! dedi kısa boylu muhafız.

Utak ile Darbay ona Moğolca küfretti. Atay Sali’nin burada morali bozuldu. Bunun nedeni, biraz önce Atay Sali muhafızların önünden geçerken Bavurçuk Art Tekin’in mektubunu hemen Darbay’a vermişti.

– Bana Bavurçuk Art Tekin, “Mektubu iyi sakla! Kimseye verme, sadece Cengizhan’ın eline ver! dememiş miydi? Kafam dönmüş!” diye başını tuttu, “Ne yapmak gerek? Mektubu yırtıp atarsa ne olur? Bu salaklar öyle kötülük yapmaz diyemem!” diye düşündü.

Kısa boylu muhafız Darbay’a doğru okunu nişan aldı ve öbürüne emir verdi.

– Hemen ara! Sana dokunamaz. Eğer dokunursa okla yüreğinde delik açacağım!

Genç muhafız aramaya bir türlü cesaret edemeden titriyordu.

– Abi sen duymamış mıydın? diye şikâyet etti.

– Neyi?

– Önderimiz Angurat Noyan abim, “Hemen koşun, elçiler gelecek. Saçma sapan konuşmayın!”, demişti. Bunlar belki elçilerdir!

– Ara dedim ara! diye buyurdu, diğeri bu sözleri duymazlıktan gelerek, – Çabuk ol çabuk!

– Beni vur abi, arayamam! Bunları götürüp önderimiz Angurat Noyan’a teslim edelim! Bunlar gerçekten elçiler olursa yaptıklarımız için her ikimiz idama mahkûm oluruz. Bunu biliyorsun değil mi?

“Altın gümüşle süslü eyerle kemeri geri alacağım dersem ne derler?” diye düşündü Atay Sali ve onların geri verilmesini kesin bir dille istedi. Kısa boylu muhafız eyerini İdikut’un atı üzerinden alıp yere fırlattı ve

– Al bu eyerini! Ver benim eyerimi! Bu eyer kimin, biliyor musun aptal! Bu eyer hakanımız Bavurçuk Art Tekin’in. Sen bizi kim zannediyorsun? Kağanın huzuruna selametle varabilirsek hepsini tek tek anlatacağım. Siz haydut musunuz, hırsız mı? Yaptıklarınıza bakın, siz kağanın muhafızları değilsiniz.

– İdikut muhafızları, Utak ile Darbay’ı sıcak karşılamıştı, öyle değil mi?

– Hoş geldiniz, merhaba diye karşıladılar! Ya sizler? Kağana hepsini söyleyeceğim!

İki muhafız sus pus oldu.

– Sana dememiş miydim kaç kere! Bunları büyük kağanımız bekliyor. Biz onları çabuk götürmek yerine onları oyalıyoruz! dedi genç muhafız korkarak ve kızarak. Yine bir şey söyleyecekti, ama sözünü kesti ve

– Bak! Angurat Noyan da buraya geliyor! dedi.

Kısa boylu muhafız, Atay Sali’nin verdiği eyeri tekrar onun atına yerleştirdi, onun ata binmesine yardım etti ve

– Eyeri kendin verdin değil mi? diye Atay Sali’nin kulağına fısıldadı.

– Doğru, ben sana hediye ettim! Emin ol! Şikâyetim yok! dedi Atay Sali ve ona karşı birden kalbi yumuşadı.

Bunun nedeni, Utak ile Darbay olup biten her şeyi Cengizhan’a anlatacak. Gelmekte olan Noyan da bunları öğrenecek. Darbay gazabından ellerini kaldırıp durmadan gevezelenen muhafızın sağ ve sol yanağına bir kaç tokat attı.

– Tüh! Tanrı kahretsin sizin gibi salakları! diye saldırdı. Az önce kendini zorla tutmuş olan Utak ve diğer muhafızı tekmeleyip yere düşürdü, ağız ve burunlarından kan aktı.

– Eblehler!

Onlar Angurat Noyan’ı görünce hemen ayağa kalktı.

– Bizi dövdüler! diye şikâyet etti kısa boylu muhafız.

Akıllı Angurat Noyan buradaki herkesi süzdü, at ve eyerlere de bir baktı, sonra hepsiyle selamlaştı.

– Hepinize merhaba aziz misafirler! Cengizhan âlileri sizi bekliyor! Hadi gidelim! dedi sevinçle.

Kısa boylu muhafız, – Bizi bunlar… diye şikâyet etmeye başlayınca, Angurat Noyan, – Bırakın Eşekler! Çabuk gidin! Tembel herifler, Ben ne demiştim size! Şimdi kağan önünde sorguya çekileceksiniz!

Muhafızların tüyleri diken diken oldu. Dizlerinde can kalmadı ayakları üzengiye ulaşamadı. Bilhassa genç muhafız haksız yere öleceğini düşünürken dayanamadı, atın önünde dizlerini kucaklayıp ağlamaya başladı.

– Ben suçlu değilim. diye başını sallayıp, atına dizini vurdu.

– Bu böyle kötülük yapıyor diye bana gelip söylemen gerekti. Senin suçun işte burada! dedi Angurat Noyan yüzünü ekşitip,

– Ben seni uyarmıştım!

Genç muhafız endişeyle atına bindi, başını kaldırmadan onların arkasından yürüdü, yüreği çarpıyordu.

– O benim başımı döndürdü, yoldan saptırdı! diyerek eyer üzerinde sallanıp oturuyordu genç muhafız

– Işığı görmek istemiyorum Angurat Noyan, beni affet! Dikkatli olacağım, daha dikkatli!

– Doğru! Bu çocuk suçlu değil! dedi Darbay gencin feryatlarına dayanamayıp.

– Ona acıma! Affetmek yok, cezaya mahkûm bunlar!

Angurat Noyan’ın kararından dönmeyeceği kesindi.

– Güneşte çatlak yok, bende de dönmek yok! Bunu bil! Bunlar yabani kurt değil, aslan yavrusu da değil! Bunlar durmadan havlayan küçük köpekler!

Atı oynayarak yürüyordu.

– İşte aziz misafir! dedi Angurat Noyan,

– Sizin İdikut’tan geldiğinize çok memnun oldum. Mutluluktan neredeyse yüreğim göğsüme sığmayacak oldu. Biz sizi dört gözle bekledik. Sizi gönderen Tanrıma şükür! Bakın, bu uçsuz bucaksız otlak kağanın otlağıdır. Bu sınırsız gök kağanın asumanıdır. Kağanım açık asumanı görmek istiyor. Özellikle sizin Beşbalık’ın geniş arazi ve yaylağını görmek istiyor!

– Dileğiniz gerçek olsun! dedi Atay Sali,

– Kalbi pak büyük zata kapılarımız açıktır!

“Neden böyle konuşuyorum, ben İdikut muydum? Ağzımı yummam gerekiyor. İdikut beni uyarmıştı!” dedi Atay Sali kendi kendine. Cengizhan’ın huzuruna gelinceye kadar yeni bir söz söylemedi. Angurat Noyan kör gözünü silerek Cengizhan’ı övmeye hatta putlaştırmaya başladı.

Angurat Noyan, elçilerin gelişi hakkında Cengizhan’a malumat verdi.

– Her şeyden üstün Tanrıma şükür! Beşbalık’dan elçi göndermişsin! dedi. Kağan, sevinip ak çadırın içinde ileri geri yürüdü. En son kendini tutamayıp çadırdan çıktı.

– Buyurun! dedi çadırdan çıkan kağan.

Kağan, Atay Sali’yle sağ eliyle tokalaşarak görüştü. Atay Sali’nin önüne hemen bir yaşlı keçi getirdi. Ayağından kaldırıp yere düşürdü. Keçi meledi, sesi göğe yükseldi. Kasap, sapı yabani koyun boynuzundan yapılmış olan bir bıçağı alıp çıktı. O mantis gibi ince, kuru deri gibi sert bir adamdı. O keçiyi kesmeden karnını yarıp yüreğini sıkıca tutup bekledi.

– Size olan saygıdan! dedi Kağan. Sanki büyük bir hazine bulmuş gibi neşeliydi.

– Bu, bana değil büyük hakanımız Bavurçuk Art Tekin’e gösterilen bir saygıdır, kağanım! dedi Atay Sali elini göğsüne koyup.

Kağan güldü.

– Bu, Bavurçuk Art Tekin’e değil ilk misafirim olan size saygımdır!

– Aziz misafir neden geç kaldı? diye sordu Kağan, Angurat Noyan’a bakıp.

– Cenabı kağanım, aziz misafirlerimiz bizim aptal muhafızlar tarafından biraz baskı görmüş! deyip Angurat Noyan elçilerle muhafızlar arasında yaşanan olayları anlattı.

– Bu kadar sıkıntı görmüşsünüz öyle mi! Neredeyse Tanrı korumuş, şükür demek lazım!

Atay Sali ne diyeceğini bilemedi, iki muhafızın suratının beyaza dönüştüğünü fark etti. “Bunların kaderi ne olur acaba?” diye merak etti, onlara sürekli baktı. Kağan, Bavurçuk Art Tekin’e hiç benzemiyordu. Bavurçuk Art Tekin bir güneş, kağan ise ona tutulmuş bir aydı. O, öyle düşündü.

Cengizhan ay da değil, tam bir katil kesildi.

– Bunların kafasını çevir! Ömrünü kısalt! İşkence yap, derisini soyup al! Vücudunu parçalayıp çuvala sal, uzaklara at! dedi Kağan; uzun, şişman parmağıyla muhafızlara işaret edip. Sanki kendisi ceza uyguluyormuş gibi söylüyordu.

Angurat Noyan yan kılıcını asıp, el kılıcını kaldırıp bir muhafıza yol gösterip, onları tekmeleyerek döverek dışarı götürdü.

– Salaklar yine nerede olduğunuzu unutuyorsunuz! diye çizmeleriyle tekmeledi, çiğnedi

– Yürü, yürü, yürü diyorum!

– Hey Uygur! Beni kurtarsana! diye yalvardı genç muhafız

– Ben sana hiç dokunmadım değil mi? Tanrı buna şahit. Benim suçum yok!

Atay Sali sustu, fakat onlara acıdığını belirten bir göz teması oldu. “Tanrı bunu kabul etmez!” dedi o içinden “Katilmişsin! Neden bunu benim gözüm önünde yapıyorsun? Bu boşuna değil!” diye düşündü. O, kağanın daha ne olduğunu bilmiyordu. Bilse de ne yapabilirdi? “Bu, kağanın hatası mı? İşkence siyasetinin bir ifadesi mi? İradesini mi göstermek istiyor? Ya da ben çok güçlüyüm mü demek istiyor? Seni Tanrı yaratmışken, sen de bir şeyden korkuyorsun. Acaba neden korkuyor bu kağan? Suçları bir terazide ölçülürse ne kadar olur? Suçlarının ölçüsünü bilmenin Atay Sali’ye göre ne anlamı var? Katilleri hali hazırda yeterliymiş! Öldürüp tüketmek mümkün olmayan hırsız alçaklar çokmuş.” diye düşünürken ötede bir yerde yalvarıp yakınmakta olan genç muhafızın tüyler ürpertici acı sesleri buradan duyuluyordu.

– Siz bedbahtların cezasını çektirmek lazım. Kendi haline bakmadan Kaplan’ın bıyığını koparmak istiyorlar! Baş eğmezseniz hepinizi kılıçtan geçireceğim! diye bağırdı Cengizhan sanki sokak zorbaları gibi. Onun kabalığı Atay Sali’ye tuhaf gelse de Utay ile Darbay’a doğal geliyordu. Çünkü onlar böyle acımasızlık ve vahşiliği çok görmüşlerdi. Cengizhan her bir muhafız, komutan ve Noyan’dan disiplinli olmalarını, büyük yasada belirtilen talep ve vazifeyi yerine getirmelerini istiyordu.

Onun bu pespaye kişiliği Atay Sali’ye ters geldi. “Gerçekten bir inancın varmış!” diye ona lanet okumaya başladı “Göz kırpmadan iki cana kıydın!” diye düşündü.

“Ne düşündüğümü bilseydi gazabına uğrardım. O çiyana dokunmamalı. Adam öldürmekten çekinmeyen bir mahlûk o. Hiçbir şey görmedim, hiçbir şey duymadım. Ben bir misafir, elçi, yabancı elçi, işte hepsi bu!” diye içinden geçirdi.

Baş belası bu olaylar toz topraklardan veya zorluktan olmuş değil. Ama sanki kıvılcım yukarı mı uçuyor? İnsan kötülük üzerine mi doğmuş?

Biraz sonra Cengizhan; Atay Sali, Utak ve Darbay’ı kabul evi Sarı Çadıra davet etti.

Elçiler çekinerek çadıra girdi. Cengizhan ejderha tasviri nakşedilen altın tahtında oturdu.

– Kaderde görüşmek nasip oldu, öyle değil mi Uygur elçi?

– Evet, âlicenap kağanım! dedi. Bu cevap içten değildi.

– Utak! Sana teşekkürler! Darbay! Sana da teşekkürler! Vazifeyi tam yerine getiren becerikli adamlarsınız!

– Kağan için hizmet kılmaya canımız feda! dedi onlar sevinçle.

Atay Sali, sağ tarafta asılı kılıç, hançer, ok-yay, sapan, gürz gibi silahları görünce “Bu tür silahlarla nice adamın kafası koparılmıştır?” diye düşündü.

– Mektup nerde? diye sordu Cengizhan, ayı tabanı gibi elini uzatıp.

Kağan sözünü tekrarlamadı. Atay Sali buraya gelirken mektubu Utak’tan geri almıştı. Mektubu elbisesinin koynundan çıkarıp, taht önüne iki adım yaklaşarak iki eliyle kağana teslim etti.

“Tanrıma çok şükür, kendi elimle teslim ettim!” diye sevindi ve sırtından ağır bir yükü kaldırmış gibi hafif hissetti kendini.

Cengizhan mektubu aldı, evirip çevirip baktı. Tebessümle açılmış dudaklarını kıpırdattı. Sonra o saksağan tasviri nakşedilen ok ve yayını alıp yayını çekip okunu açık kapıdan fırlattı. Bu, kendisi tek başına otururken birisi hizmetime gelsin anlamına geliyordu. Sarı Çadırın kapı beyi hemen girip diz çökerek oturdu.

– Emir fermanınıza hazırım! dedi muhafız bey, gür sesiyle.

– Tatatunga hemen gelsin!

– Baş üstüne kağanım! deyip muhafız bey eğilerek kapıdan çıktı.

– Sizi? dedi kağan sıkılmış vaziyette oturan Utak ile Darbay’a keskin gözüyle bakarak, – Bavurçuk Art Tekin nasıl karşıladı?

– Sizin nam şerefiniz, şan şevketinizden Bavurçuk Art Tekin onur duydu ve bize kucak açıp ağırladı. Size olan güveni tamdır. Sizin İdikut’a iyilik yapmanızı istiyor! diye cevap verdiler.

– Peki, halkı ne diyor?

– Onlar Batı Kıtan’a düşmanlar!

– Bavurçuk Art Tekin’i davet edeceğim! Davet kabul görürse onu siz ağırlayacaksınız! Şimdilik Angurat Noyan’ın emri altında hizmet edeceksiniz! derken muhafız bey kapıdan eğilerek giriverdi.

– Kutlu Kağanım, emir fermanınıza binaen Uygur Tatatunga’yı kutlu huzurunuza getirdim!

₺60,19

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6494-46-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre