Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Monte Kristo Kontu», sayfa 4

Yazı tipi:

“Yer hizasında.”

“Nasıl saklıyorsun?”

“Yatağımın arkasına düşüyor.”

“Hapishaneye girdiğinden beri kimse yatağını kımıldattı mı?”

“Hayır.”

“Hücrenin dışında ne var?”

“Bir dehliz var.”

“Nereye gidiyor bu dehliz?”

“Bir avluya.”

“Eyvah!”

“Ne oldu?”

“Yanılmışım. Planımdaki bir hata yanılttı beni. Bu yanlış çizgi beş metre fark etti. Kalenin duvarı diye senin duvarını deldim.”

“O duvar denize çıkar ama.”

“Ben de onu istiyordum. Denize atlayıp Daume yahut Tiboulen Adası’na yahut da doğrudan doğruya karaya yüzmeyi tasarlıyordum.”

“O kadar mesafeyi yüzebilir misin?”

“Tanrı bana o kuvveti verirdi ama şimdi hepsi bitti. Açtığın çukuru dikkatle ört. Artık kazma. Benden haber bekle.”

“Kim olduğunu söyler misin bana?”

“Ben… Ben yirmi yedi numaralı mahkûmum.”

“Bana güvenmiyor musun?”

Acı bir kahkaha duydu.

“Kaç yaşındasın sen? Sesin genç bir adamın sesine benziyor.”

“Yaşımı bilmiyorum. Çünkü buraya geldiğimden beri geçen zamanı hesaplamadım. 1815’te tutuklandığım zaman yirmi yaşımdaydım.”

“Yirmi yedi filan öyleyse. İnsan bu yaşta hain olamaz daha.”

Dantés, “Hayır!” diye bağırdı. “Parça parça doğrasalar ele vermem seni!”

“Yaşın bana güven veriyor. Geleceğim oraya. Bekle.”

“Ne zaman geleceksin?”

“Tehlikeyi bir düşüneyim de. Sana işaret veririm.”

“Gelmezlik etmezsin değil mi? Beraber kaçarız. Kaçamazsak da konuşuruz hiç olmazsa. Eğer gençsen senin arkadaşın olurum. Yaşlı isen oğlun olurum.”

“Pekâlâ. Yarına öyleyse.”

Dantés doğruldu. Taşı duvardaki yerine koydu. Yatağı önüne dayadı. O andan itibaren de kendini tamamıyla bu yeni saadete verdi. Artık bundan sonra yalnız kalmayacak, belki de hürriyetine kavuşacaktı.

O gece öbür mahkûmun, sessizliği ve karanlığı fırsat bilerek kendisi ile tekrar konuşacağını ümit etti fakat yanılmıştı. Bütüngece hiçbir ses duymadı. Ertesi sabah, zindancının sabah ziyaretinden sonra duvara üç defa vurulduğunu duydu.

“Sen misin?” diye sordu. “Buradayım.”

“Zindancın gitti mi?”

“Evet. Artık akşama kadar uğramaz. On iki saat serbestiz.”

Bir müddet sonra dökülen taş ve toprak sesleri duydu. Kazmaya başladığı geçidin dibinde bir delik açıldı. Bu delikten bir başın uzandığını gördü. Az sonra bir adam kendini delikten yukarı çekip hücreye girdi.

10

Dantés, uzun zamandan beri sabırsızlıkla beklediği arkadaşının boynuna sarıldı ve onu, iyice görebilmek için hafif bir ışığın girdiği pencereye doğru götürdü.

Mahkûm, saçları yaşlılıktan değil de ızdıraptan aklaşmış, oldukça kısa boylu bir adamdı. Delici gözleri; kalın, kırlaşmış kaşlarının altında kaybolmuş gibiydi. Hâlâ siyah olan sakalı göğsüne iniyordu. Bedeni ile değil de kafası ile çalışan insanlarda olduğu gibi ince yüzü kırış kırıştı. Elbisesi öyle feci bir şekilde yıpranmıştı ki ilk hâlini göz önüne getirmenin imkânı yoktu.

En aşağı altmış beş yaşında gösteriyordu. Fakat hareketlerindeki canlılık, bu tahminin gerçek yaşından değil de mahkûmiyetten ötürü olduğunu kanıtlar gibiydi.

Adam, Dantés’nin gösterdiği içten yakınlığa sevindi. Ruhundaki buzlar bir an erir gibi oldu. Hürriyete kavuşacağı yerde kendisini başka bir hücrede bulmanın acı hayal kırıklığına rağmen ona oldukça sıcak bir yakınlık gösterdi.

“Bakalım bu deliği senin zindancından gizlemek mümkün mü?” dedi.

Taşı yerine koydu.

“Çok biçimsiz çıkarılmış bu taş. Doğru dürüst bir aletin yok muydu elinde?”

Dantés hayretle, “Sizin var mı?” diye sordu.

“Ben kendim yaptım. Törpü hariç, bana lazım olan her şey var. Keski, kerpeten ve bir de manivela.”

Ona tahta saplı, sağlam, keskin bir bıçak gösterdi.

“Bu bıçağı nasıl yaptınız?”

“Yatak demirinden. Buraya kadar olan on beş metrelik geçidi hep bununla kazdım.”

Dantés dehşetle “On beş metre mi?” diye haykırdı.

“Evet, fakat bütün emeğim boşa gitti. Senin hücrenin önündeki geçit, asker dolu. Hiçbir kaçış yolu yok burada. Tanrı’nın dediği olur, ne yapalım.”

Yaşlı adamın yüzü mütevekkil bir hâl aldı. Dantés, senelerce besleyip kuvvet verdiği bir ümitten böyle filozofça umudunu kesen adama hayret ve takdirle baktı.

“Kim olduğunuzu söylemeyecek misiniz bana?” diye sordu.

“Artık sana bir faydam dokunamayacağı hâlde yine de merak ediyorsan söyleyeyim. Ben Rahip Faria’yım. İf Kalesi’ne 1811’de getirildim. Daha önce üç yıl Fenestella Kalesi’nde hapistim. 1811’de Piedmont’tan Fransa’ya nakledildim.”

“Neden hapsettiler sizi?”

“Çünkü 1807’de, Napolyon’un 1811’de yürürlüğe koymak istediği projeyi uygulamayı düşündüm çünkü İtalya’yı aciz, zalim, küçük kötü yuvalarhâline getiren prenslikler yerine Makyavel’in istediği gibi tek bir büyük imparatorluk istiyordum. Çünkü beni mahvetmek için görüşlerimi anlar görünen taçlı bir delide, aradığım Sezar Borjiya’yı bulduğumu sanmıştım!”

Dantés bir insanın böyle şeyler için hayatını nasıl tehlikeye atabileceğini anlamadı. Zindancısının fikrini paylaşmaya başlayarak “Siz yoksa o… O hasta rahip misiniz?” diye sordu.

“Deli demek istiyorsun değil mi?”

Dantés gülümsedi.

“Cesaret edemedim.”

Faria acı acı gülerek “Evet.” dedi. “Ben, o deli sandıkları rahibim.”

Dantés bir an sustu. Sonra “Kaçma fikrinden vazgeçtiniz mi?” diye sordu.

“Artık buna imkân olmadığını görüyorum. Tanrı’nın arzusuna aykırı bir şeye teşebbüs etmek ona isyan etmek olur.”

“Niye ümidinizi kaybediyorsunuz? İlk teşebbüste başarılı olmayı istemek Tanrı’dan çok fazla lütuf beklemek olmaz mı? Niçin başka bir yöne yeni bir geçit kazılmasın?”

“Yeni bir geçit mi? Sen açtığım bu geçidin nasıl meydana geldiğini biliyor musun? Aletleri yapmak için tam dört sene uğraştığımı biliyor musun? Granit gibi bir toprağı tam iki sene kazıp temizlediğimi biliyor musun? Kımıldatmada bile başarılı olacağımı sanmadığım taşları yerlerinden çıkardığımı biliyor musun? Bütün bu taş ve toprağı bir yere yığmak için bir merdiven duvarını deldiğimi ve şimdi duvarda bir avuç toz bile koyacak yer kalmadığını biliyor musun? Ve nihayet, tam işin sonuna geldiğimi düşündüğüm ve kendimde ancak işi bitirebilecek kadar kuvvet kaldığını hissettiğim bir sırada bütün bu çalışmaların heba olduğunu anladığımı biliyor musun? Yok, hayır, Tanrı benim buradan kurtulmamı istemediği için; hürriyetimi elde etmek üzere artık hiçbir şey yapmayacağım.”

Dantés, bir arkadaş bulmuş olma sevincinin, onun bütün üzüntüsünü paylaşmasına mâni olduğunu belli etmemek için başını önüne eğdi.

Faria devam etti: “On iki senelik hapishane hayatım boyunca dikkatle tarihteki bütün meşhur kaçışları düşündüm. Başarılı firarlar son derece nadirdir ve en ince teferruatına kadar düşünülmüş, sabırla hazırlanılmıştır. Bundan sonra bir fırsat kollayacağız. Eğer o fırsat gelirse istifade etmeye bakacağız.”

Dantés iç çekti.

“Siz bekleyebilirsiniz. Uzun çalışmalarınız sizi meşgul edebilmiş. Zihninizi işgal edecek işiniz olmadığı zamanlar da sizi teselli eden ümitleriniz varmış.”

“Ümit benim tek meşgalem değildi.”

“Başka ne yaptınız?”

“Yazı yazarım.”

“Kâğıt, kalem, mürekkep veriyorlar mı?”

“Hayır. Ben yapıyorum bunları.”

Dantés hayretle sordu: “Kâğıdınızı, kaleminizi, mürekkebinizi siz mi yapıyorsunuz?”

“Evet.”

Dantés ona hayranlıkla baktı. Fakat dediklerine inanmak çok zordu. Faria onun bu tereddüdünü sezdi.

“Hücreme gelirsen; hayatım boyunca yaptığım inceleme ve çalışmalarımın, bütün düşüncelerimin mahsulü olan kitabı sana gösterebilirim.” dedi. “Adı ‘İtalya’da Kurulabilecek Umumi Bir Krallık Hakkında Risale’dir.”

“Burada mı yazdınız?”

“Evet. İki gömleğe mal oldu bana. Kumaşı parşömen gibi düz ve katı yapan bir terkip keşfettim. Bize ara sıra verdikleri koca balıkların başlarındaki kıkırdaklardan da nefis yazı kalemleri yapıyorum.”

“Ya mürekkep? Mürekkebi nasıl yapıyorsunuz?”

“Hücremde vaktiyle bir ocak varmış. Ben gelmeden bir süre önce körletilmiş. Fakat uzun zaman kullanılmış olacak ki içi bir kurum tabakası ile kaplıydı. Pazar günleri bana verdikleri şarabın birazının içinde bir parça kurum eritiyorum. Mükemmel mürekkep oluyor. Yazının belirli bir yerine dikkati çekmek istediğim zaman da bir parmağımı hafifçe deliyorum ve o kısmı kanımla yazıyorum.”

“Bütün bunları ne zaman görebilirim?”

“Ne zaman istersen.”

“Şimdi.”

“Takip et beni.”

Dönüp yer altı geçidinde kayboldu. Dantés de onu takip etti.

İnsana pek zorluk vermeden aşağı doğru bükülen yer altı geçidini geçtikten sonra, geçidin, rahibin hücresine açılan öbür başına geldiler. Dantés hücreye girer girmez dikkatle etrafını inceledi. Hiçbir fevkaladeliği yoktu.

Rahibe, “Hazinelerinizi çok merak ediyorum.” dedi.

Faria gidip ocağın ağzındaki taşı kaldırdı. Dantés’ye bahsettiği şeyler burada duruyordu.

“Önce neyi görmek istersin?” diye sordu.

“İtalya’daki krallık hakkında yazdıklarınızı.”

Faria on santimetre eninde, otuz beş santimetre uzunluğunda; hepsi numaralı ve yazılı üç dört kumaş tomarı çıkardı. Yazı, Dantés’nin, Provanslı olduğu için, çok iyi anladığı İtalyanca ile yazılmıştı.

Faria, “İşte bunlar.” dedi. “Yirmi sekizinci tabakanın altına son kelimesini yazalı ancak bir hafta oldu. Bütün bu iş için iki gömlekle bütün mendillerimi kullandım. Eğer bir gün kurtulursam ve eğer İtalya’da bunu basmaya cesaret edecek birini bulursam meşhur olurum.”

Dantés’ye, yaptığı yazı kalemlerini gösterdi. Faria’nın bunları nasıl bir aletle bu kadar düzenli kesebildiğini anlamak için Dantés etrafına baktı.

Faria, “Bıçağı arıyorsun, değil mi?” diye sordu. “İşte. Bu benim şaheserimdir. Eski bir demir şamdandan yaptım.”

Bıçak, ustura gibi keskindi. Faria devam etti: “Geceleri çalışabilmek için lambam bile var.”

“Onu nasıl yaptınız?”

“Yemek için verdikleri etin yağını ayırıp eritiyorum. Böylece bir çeşit kandil yağı meydana getiriyorum.”

Dantés’ye lambasını gösterdi.

“Peki kibriti nereden buluyorsunuz?”

“Cilt hastalığım varmış gibi yaptım. Kükürt istedim. Verdiler.”

Dantés elindekileri masanın üstüne koydu Rahibin zekâsı ve azmi karşısında bunalarak başını önüne eğdi.

Faria, “Hepsi bu kadar değil.” dedi. “Bütün servetimi aynı yerde saklamak akıllıca bir hareket olmazdı. Bunu kapayalım.”

Taşı yerine koydular. Rahip, taşın üstüne toz serperek ayağı ile bastırdı. Sonra giderek yatağını çekti. Yatağın ardında, bir taşla çok iyi bir şekilde kapatılmış bir delikte, yedi buçuk ile on metre arasındaki bir uzunlukta ip bir merdiven vardı. Dantés merdiveni kontrol etti ve son derece sağlam buldu.

“Bu fevkalade merdiveni yapmak için ipi nereden buldunuz?” diye sordu.

“İlk olarak birçok gömleğimi, sonra da Fenestella’daki üç senelik mahkûmiyetim sırasında yatak çarşaflarının ipliklerini sökmek suretiyle onu yaptım. İf Kalesi’ne nakledilirken bir kolayını bulup iplikleri de yanıma aldım. İşime burada devam ettim.”

“Peki zindancılar çarşafların dikişsiz olduğunu fark etmiyorlar mıydı?”

“Sonra bu iğne ile tutturuyordum.”

Dantés’ye uzun, keskin ve ucunda hâlâ iplik olan bir balık kılçığı gösterdi.

“Önceleri demir çubukları söküp pencereden kaçmayı düşündüm. Bu pencere senin hücrendekinden genişçedir. Kaçacağım zaman biraz daha genişletebilirdim de. Fakat pencere bir iç avluya açılıyordu. Tehlikesi yüzünden bundan vazgeçtim fakat belki beklenmedik bir fırsat çıkar diye ip merdiveni sakladım.”

Dantés, ip merdiveni inceler gibi görünürken başka bir şey düşünüyordu: Bir türlü anlayamadığı kendi bahtsızlığının içyüzünü, o kadar zeki, marifetli ve anlayışlı olan bu adam aydınlatamaz mıydı acaba.

Faria gülümseyerek “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Bana hayatınızı anlattığınızı fakat sizin, benim hayatım hakkında daha bir şey bilmediğinizi düşünüyordum.”

“Senin kısa ömründe çok mühim olan ne olabilir delikanlı?”

“Hiç olmazsa büyük bir bahtsızlık var. Hiç hak etmediğim ve bazen yaptığım gibi bundan dolayı Tanrı’ya isyan etmeyi değil de buna insanların sebep olduğunu düşünmeyi istediğim bir bahtsızlık.”

Rahip, gizli yeri örtüp yatağı eski yerine iterek “Anlat bana öyleyse hayatını.” dedi.

Dantés ona; bir defa Hindistan’a, iki üç defa da Yakın Doğu’ya yaptığı seyahatler çerçevesi içindeki hayat hikâyesini anlattı. Nihayet son seyahatine gelerek Kaptan Leclére’nin ölümünü; onun ölmeden önce Elba Adası’na götürmesini istediği paketi; Elba Adası’nda mareşalin Paris’te Mösyö Noirtier’ye götürülmek üzere kendisine verdiği mektubu; Marsilya’ya gelişini; babasını ziyaretini; Mercédés’e olan aşkını; düğün ziyafetini; tutuklanmasını; sorguya çekilişini; adliye sarayında kısa bir zaman için alıkonuluşunu ve nihayet İf Kalesi’ne getirilişini anlattı. Bundan sonrasını, hatta ne zamandan beri tutuklu olduğunu bile bilmiyordu.

Sözlerini bitirdiği zaman Faria düşünceli düşünceli uzun zaman sustu. Sonra “Bir hukuk düsturu vardır…” dedi. “ ‘Suçluyu bulmak istiyorsan her şeyden önce cinayetin kime faydası dokunabileceğini bul.’ der. Bunun gibi, senin ortadan yok oluşun da kime faydalı olabilir?”

“Hiç kimseye. Ben mühim bir kimse değilim ki!”

“Öyle söyleme. Her şey birbirine bağlıdır. Sen Firavun’un kaptanı olacaktın değil mi?”

“Evet.”

“Güzel bir kızla da evlenmek üzere idin?”

“Evet.”

“İlk olarak senin Firavun’un kaptanı olmanı istemeyen kimse var mıydı?”

“Hayır. Bütün mürettebat beni severdi. Eğer kaptanlarını kendileri seçebilselerdi eminim ki beni seçerlerdi. Bütün gemide, beni sevmemesi için bir sebep gösterebilecek yalnız bir kişi vardı. Onunla bir defa kavga etmiştik. Bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için düello teklif etmiştim. Ama kabul etmemişti.”

“Tamam… Neydi bu adamın ismi?”

“Danglars. Geminin kâtibi idi.”

“Eğer geminin kaptanı olsaydın onu gemide tutar mıydın?”

“Elimde olsaydı tutmazdım. Tuttuğu hesaplarda hatalar vardı.”

“Peki. Kaptan Leclére ile olan son konuşma sırasında yanınızda başka kimse var mıydı?”

“Hayır, yalnızdık.”

“Biri bu konuşmaları duymuş olabilir mi?”

“Zannediyorum kapı açıktı. Durun durun… Evet, Kaptan Leclére bana paketi verdiği sırada Danglars kapının önünden geçti.”

“Galiba doğru yoldayız. Elba Adası’na çıktığın zaman yanına kimseyi aldın mı?”

“Hayır.”

“Oradan aldığın mektubu ne yaptın?”

“Evrakı mı sakladığım çantaya koydum.”

“Çantan yanında mıydı?”

“Hayır, gemide idi. Gemiye döndükten sonra çantaya koydum.”

“Adadan dönüp çantaya koyuncaya kadar ne yaptın mektubu?”

“Elimde taşıdım.”

“Yani gemiye döndüğün zaman elinde bir mektup olduğunu herkes gördü, değil mi?”

“Evet.”

“Danglars da?”

“Evet.”

“Şimdi beni iyi dinle ve hafızanı toplayarak hatırlamaya çalış; ihbar mektubunda ne dendiğini söyleyebilir misin bana?”

“Tabii. Üç defa okudum. Her kelimesi kafama kazınmıştır.”

Kelimesi kelimesine ihbar mektubunu okudu.

Rahip, omuz silkti.

“Gün gibi aşikâr. Bunu yazanın kim olduğunu daha o zaman tahmin etmemek için çok temiz kalpli olmak lazım. Danglars’nın el yazısı nasıldır?”

“Güzel bir yazısı vardır.”

“İhbar mektubu nasıl yazılmıştı?”

“Geriye doğru yatık bir yazı ile.”

“Bir dakika!”

Bir yazı kalemi alarak yazı yazmak için hazırlamış olduğu bir kumaşın üstüne sol eliyle birkaç satır yazdı. Dantés geri çekildi ve âdeta korkarak Faria’ya baktı.

“Hayret… Öbür yazıya ne kadar benziyor!”

“Demek ki ihbar mektubu sol elle yazılmış. Sol elle yazılmış bütün yazıların birbirine benzediğine dikkat etmişimdir. Şimdi gelelim ikinci soruya: Mercédés ile evlenmeni istemeyen kimse var mıydı?”

“Vardı. Onu seven Fernand adında bir Katalanyalı vardı.”

“Bu mektubu o yazabilir mi?”

“Hayır; o ancak beni bıçaklayabilirdi. Sonra mektupta yazılı olanların hiçbirini bilmiyordu ki o. Kimseye bahsetmemiştim bunlardan. Mercédés’e bile.”

“Fernand, Danglars’yı tanır mıydı?”

“Hayır… Evet evet… Şimdi hatırlıyorum. Evleneceğim günden iki gün önce onları meyhanenin çardağında beraber otururlarken gördüm. Danglars onunla samimi samimi konuşuyor, şakalaşıyordu. Fernand ise üzgün ve düşünceli idi. Yanlarında Caderousse adında, çok iyi tanıdığım bir terzi vardı ama Caderousse fitil gibi sarhoştu.”

“Şimdi bana teferruatlarla ilgili kesin bilgi vermen lazım.”

“Siz sorun bana; çünkü siz benim hayatımı benden çok daha açık olarak görüyorsunuz.”

“Tutuklanmandan sonra kim sorguya çekti seni?”

“Savcı yardımcısı.”

“Nasıl davrandı sana?”

“Çok iyi.”

“Her şeyi söyledin mi ona?”

“Evet.”

“Bu sorgunun herhangi bir safhasında, durumunda bir değişiklik oldu mu?”

“Evet. Bana Elba Adası’nda verilen mektubu okuduğu zaman, bahtsızlığımdan son derece üzülmüş bir hâl aldı.”

“Onun, senin bahtsızlığına üzülmüş olabileceğine emin misin?”

“Öyle sanıyorum. Çünkü bana gösterdiği yakınlığı kuvvetlendiricek bir şey yaptı. Mektubu gözlerimin önünde yakarak ‘Hakkındaki başlıca delil bu mektuptur. Gördüğün gibi onu da ortadan kaldırdım.’ dedi.”

“Bu, normal olmaktan uzak, çok asil bir hareket ama…”

“Öyle mi düşünüyorsunuz?”

“Eminim. Mektup kime yazılmıştı?”

“Mösyö Noirtier’ye. 13 Rue Coq Heron, Paris.”

“Savcı yardımcısının, bu mektubu yok etmekte şahsi bir çıkarı olamaz mı?”

“Mümkündür. Kendi menfaatim icabı olduğunu söyleyerek kimseye bu mektup hakkında bir şey söylemeyeceğime, bu adamın ismini ağzıma almayacağıma yemin ettirdi.”

Faria düşünerek “Noirtier… Noirtier…” diye söylendi. “Etruria kraliçesinin sarayında Noirtier adında birisini tanımıştım. İhtilal sırasında Girondin idi… Seni sorguya çeken savcı yardımcısının adı neydi?”

“Villefort.”

Faria kahkahalarla gülmeye başladı.

“Vah zavallı delikanlı! Bu adam sana yakınlık gösterdi değil mi?”

“Evet.”

“Mektubu gözlerinin önünde yaktı ve Noirtier adını ağzına almayacağına sana yemin ettirdi ha?”

“Evet.”

“Bu Noirtier’nin kim olduğunu biliyor musun?.. Savcı yardımcısının babası.”

Dantés, “Babası mı?.. Babası mı?..” diye söylenerek ayağa kalktı.

Yerinden fırlamasına mâni olmak ister gibi başını ellerinin arasına alan Faria tekrar etti: “Evet babası. Noirtier de Villefort.”

Dantés’nin kafasında bir şimşek çaktı ve o zamana kadar belirsiz ve karanlık bir şekilde kafasında yer etmiş olan şeyler, gün ışığına çıkmış gibi aydınlandı. Sorgu sırasında Villefort’nun tutumunda meydana gelen değişiklik, imha ettiği mektup, kendisine ettirdiği yemin, âdeta yalvaran sesi; hepsi tekrar Dantés’nin gözlerinin önüne geldi. İnleyerek sarhoş gibi bir an sendeledi. Sonra kendi hücresine giden geçide koştu. Bir taraftan “Yalnız kalıp bunların hepsini düşünmem lazım.” diye bağırıyordu.

Hücresine gidince kendini yatağına attı. Akşam, zindancı hücreye girdiği zaman Dantés’yi, gözleri sabit bir noktaya dikili, yüzü gerilmiş, bir heykel gibi sessiz ve hareketsiz buldu.

Göz açıp kapayacak kadar kısa bir an sürmüş gibi gelen bütün bu dalgınlık saatlerinde Dantés korkunç bir karara vararak dehşetli bir yemin etti.

Nihayet bir sesle kendine geldi. Faria, akşam yemeğini beraber yemeleri için onu hücresine davet ediyordu. Dantés onun peşinden öbür hücreye gitti. Yüzündeki sert, kesin ifade bir karara vardığını gösteriyordu. Faria gözlerini ona dikerek “Sana geçmişini aydınlatmak için yardım ettiğim için üzgünüm.” dedi.

“Niçin?”

“Çünkü sana, daha önce kalbinde yer etmemiş olan bir hissi aşıladım. İntikamı.”

Dantés gülümsedi.

“Başka şeylerden bahsedelim.”

Rahip ona bir müddet daha baktı, üzgün üzgün başını salladı, sonra Dantés’nin isteğine uyarak başka şeylerden bahsetmeye başladı.

Yaşlı mahkûm, bilgili konuşması ile kendisini dinleyenlerin ilgisini daima uyanık tutabilecek biri idi. Buna rağmen kendisinden hiç bahsetmiyor, hiç kendi bahtsızlığından konuşmuyordu. Dantés onun her sözünü hayranlıkla dinliyordu. Bir müddet sonra “Bildiklerinizi bir parça da bana öğretin.” dedi. “Hiç olmazsa benden sıkılmanızı önlemek için yapın bunu. Bana öyle geliyor ki benim gibi cahil ve basit biri ile arkadaşlık etmektense yalnız kalmayı tercih edersiniz.”

Faria gülümsedi.

“Bu doğru değil oğlum. İnsan bilgisi sınırlıdır. Sen de benim gibi matematik, fizik, tarih ve üç dört dil öğrenmiş olsaydın bildiklerimi sen de bilirdin. Bütün bildiklerimi iki yılda sana öğretebilirim.”

“İki yılda mı? Bütün bunları iki yılda öğrenebileceğime inanıyor musunuz?”

“Her şeyi öğrenmene lüzum yok. Esaslarını öğrenmen yeterli.”

Dantés’nin eğitimi için iki mahkûm o akşam bir program hazırladılar. Ertesi günden itibaren de bu programı tatbik etmeye başladılar. Dantés’nin müthiş hafızası; işlek, keskin bir zekâsı vardı. Kafasının matematiğe yatkın olması hesap işlerini kolaylıkla çözmesine faydalı oluyor, bütün denizciler gibi şiirden zevk alması öbür dersleri öğrenmesini kolaylaştırıyordu. Zaten İtalyanca ve Doğu’ya yaptığı yolculuklar dolayısıyla biraz da Yunanca biliyordu. Bu iki dilin yardımı ile kısa zamanda öbür dillerin yapısını da öğrendi. Altı ayda İspanyolca, İngilizce ve Almanca konuşmaya başladı. Günler geçiyordu… Fakat her geçen gün o kadar öğretici oluyordu ki bir sene sonunda Dantés bambaşka bir insan hâlini aldı.

Faria’ya gelince; Dantés ile olan bu meşguliyeti kendisini oyalamasına rağmen her geçen gün biraz daha durgunlaşıyordu. Kafası daima belirli bir düşüncenin etkisi altındaymış gibiydi. Zaman zaman dalıyor, farkında olmadan iç çekiyor, birdenbire kalkarak hücrede bir aşağı bir yukarı dolaşmaya başlıyordu. Bir gün yine böyle dolaşırken birdenbire durdu.

“Ah, nöbetçi olmasaydı!” diye bağırdı.

Dantés heyecanla “Kaçmak için bir çare mi buldunuz?” diye sordu.

“Evet ama nöbetçinin kör ve sağır olması lazım.”

Dantés, rahibi korkutan kararlı bir sesle “Gerekirse kör ve sağır olur!” dedi.

Faria bağırdı: “Hayır! Kan dökülmemeli!”

Dantés konu hakkında konuşmak istiyordu. Fakat Faria başını salladı ve bu hususta başka bir şey söylemedi. Üç ay daha geçti. Faria bir gün “Kuvvetli misin?” diye sordu.

Dantés cevap vermeden keskiyi aldı, ikiye büktü, sonra tekrar, düzeltti.

“Başka hiçbir çare kalmayıncaya kadar nöbetçiyi öldürmemeyi kabul ediyor musun?”

“Evet. Yemin ederim.”

“Öyleyse planımızı tatbik edebiliriz.”

“Ne kadar sürer?”

“En aşağı bir yıl. Planım şu.”

Çizdiği bir krokiyi gösterdi. Bu, kendilerine ait iki hücre ile aradaki geçidi gösteriyordu. Geçidin ortasından, bir nöbetçinin aşağı yukarı dolaştığı dehlizin altına çıkan bir tünel kazacaklardı. Sonra dehlizin zeminini döşeyen iri, yassı taşlardan birini yerinden oynatacaklardı. Bu taş nöbetçinin ağırlığına dayanamayacak ve asker, alttaki geçide yuvarlanacaktı. O zaman Dantés askeri yakalayarak bağlayacak, ağzını tıkayacak ve iki mahkûm dehlizdeki pencerelerin birine çıkıp ip merdivenin yardımı ile duvardan inerek kaçacaklardı.

Dantés, gözleri ışıldayarak ellerini çırptı. Plan o kadar basitti ki başarılı olmamasının imkânı yoktu. Aynı gün çalışmaya başladılar.

Bütün bu işler bir seneden fazla sürdü. Bu arada derslere de devam ediyorlardı. Bir buçuk sene sonra kazı bitti ve üstlerinde nöbetçinin ayak seslerini duymaya başladılar. Şimdi bütün yapacakları aysız, karanlık bir geceyi beklemekti. Döşeme taşının vaktinden önce düşmesine mâni olmak için temelde buldukları küçük bir kirişi de destek yaptılar. Dantés tam desteği koyma işini bitirmiş ki kendi hücresinde kalmış olan Faria’nın ızdırapla inlediğini duydu. Çabucak geri döndü. Rahip yere uzanmış yatıyordu. Yüzü bembeyazdı. Yumruklarını sıkmıştı. Alnında ter damlaları birikmişti.

Dantés, “Aman Tanrı’m!” dedi. “Ne oldu size?”

Faria, “Benim sonum geldi!” diye inledi. “Dinle beni. Kötü, belki de sonu feci olan bir hastalığa tutulmak üzereyim. Krizin yaklaştığını hissediyorum. Hapsedildiğim ilk sene de böyle bir kriz geçirmiştim. Bunun sadece bir ilacı vardır. Hücreme koş, yatağın ayağını kaldır. Ayağın içi boştur. Bu boşlukta, yarıya kadar kırmızı bir sıvı ile dolu küçük bir şişe bulacaksın. Getir bana o şişeyi. Hayır hayır! Zindancı beni burada görebilir. Bana yardım et de hâlâ biraz kuvvetim varken hücreme gideyim.”

Dantés, Faria’yı dikkatle yer altı geçidinden geçirerek hücresine götürdü. Yatağına yatırdı.

Buzlu sudan çıkmış gibi tirtir tireyen Faria “Teşekkür ederim.” dedi. “Kriz geliyor. Şimdi kataleptik bir nöbete tutulacağım. Adalelerim donacak. İrade ve hissim kaybolacak. Belki ağzım da köpüklenir, vücudum çırpınmalar içinde sertleşir, bağırırım. Eğer bağırırsam sesimi duymalarına mâni ol. Çünkü beni başka bir hücreye kaldırırlar ve sonsuza kadar ayrılırız. Eğer beni tamamıyla hareketsiz, ölü gibi soğumuş görürsen o zaman -ama ancak o zaman- kenetlenmiş dişlerimi bıçakla ayır ve o sıvıdan sekiz, on damla ağzıma akıt. Belki kurtulurum.”

“Belki mi?”

Tam o sırada Faria “İmdat imdat!” diye bağırdı. “Öl… Ölü…”

Kriz öyle ani ve öyle şiddetli gelmişti ki Faria sözünü tamamlamaya imkân bulamadı. Gözleri büyüdü, ağzı çarpıldı, yanakları morardı, kıvrıldı, ağzı köpürdü ve bağırdı. Dantés Faria’nın dediğini yaparak bir battaniye ile bu feryatları boğmaya çalıştı. Krizin bu faslı iki saat sürdü. Son bir çırpınmayla vücudu buz gibi soğudu, beyazlaştı ve katılaştı. Dantés bıçağını alarak Faria’nın kenetlenmiş dişlerini dikkatle araladı. Ağzına on damla kırmızı sıvıdan damlattı. Beklemeye başladı.

Aradan bir saat geçti. Faria’da en ufak bir kımıldama yoktu. Dantés başını elleri arasına almış ona bakıyordu. Nihayet rahibin yanakları hafifçe pembeleşti. Hep açık olan gözlerine bir canlılık geldi. Hafifçe inleyerek kımıldadı.

Dantés, “Kurtuldunuz kurtuldunuz!” diye bağırdı.

Faria daha konuşamıyordu. Fakat belli bir endişe ile elini kapıya doğru uzattı. Dantés dinledi ve zindancının yaklaşmakta olan ayak seslerini duydu. Hemen fırladı yerinden. Geçide girerek taşı yerleştirdi ve kendi hücresine döndü. Hemen ardından kapı açıldı. Zindancı onu her zamanki gibi yatağının üstünde oturur buldu. Zindancının ayak sesleri dehlizde kaybolur kaybolmaz Dantés ağzına bir lokma bir şey koymadan Faria’nın hücresine döndü.

Rahibin aklı başına gelmişti. Fakat hâlâ bitkin bir hâlde yatıyordu.

“Seni bir daha görebileceğimi sanmıyordum.” dedi.

“Niçin göremeyesiniz? Öleceğinizi mi sanmıştınız?”

“Hayır. Kaçman için her şey hazırdı. Kaçacağını umuyordum.”

Dantés hırsla kıpkırmızı oldu.

“Siz olmadan mı?” diye bağırdı. “Bunu yapabileceğime inanıyor muydunuz?”

“Yanıldığımı şimdi anladım. Ohhh öyle bitkin, öyle perişanım ki!..”

Dantés Faria’nın yanına oturup elini ellerine alarak

“Kuvvetiniz yerine gelecek.” dedi.

Faria başını salladı.

“Bundan önceki kriz yarım saat sürmüştü. Krizden sonra da açlık duymuş ve yardımsız kalmıştım. Hâlbuki şimdi kolumu bile kımıldatamıyorum. Üçüncü bir kriz beni ya öldürür yahut da felç bırakır.”

“Hayır hayır üzülmeyin, ölmeyeceksiniz. Üçüncü bir kriz gelse bile siz burada olmayacaksınız ve biz, sizi burada olduğu gibi yine kurtaracağız. Hatta buradan daha iyi şartlar içinde. Çünkü mümkün olan en iyi tıbbi bakımı göreceksiniz.”

Yaşlı adam, “Kendini aldatma dostum.” dedi. “Şu geçirdiğim kriz, benim ömrüm boyunca hapishaneden çıkamamama sebep olacak. Çünkü ben artık hiçbir zaman yüzemem. Bu kola artık ebediyen felç indi. Yalnız şu an için değil; ebediyen. İnan bana, daha krizi geçirdiğim andan beri böyle bir neticeyi bekliyordum. Çünkü bütün ailemde vardır bu hastalık. Büyükbabam da babam da üçüncü krizde öldüler. Meşhur Doktor Cabanis bana bu ilacı verirken benim de sonumun onlar gibi olacağını söyledi.”

“Doktor yanılmış olabilir. Kolunuzdaki felce gelince; hiç önemi yok. Sizi sırtıma alır öyle yüzerim.”

“Sen denizci ve iyi bir yüzücüsün oğlum. Eminim ki sırtında böyle bir yük olan kimsenin elli kulaçtan fazla yüzemeyeceğini bilirsin. Hayır, ben burada kalıp kurtuluşumu bekleyeceğim; o da artık ölümden başka bir şey olamaz. Sen kaç, kurtul. Gençsin. Sıhhatli ve kuvvetlisin. Beni düşünme.”

“Öyleyse ben de kalırım.”

Kalktı. Yaşlı adamın üstüne eğildi.

“İsa hakkı için yemin ederim ki siz hayatta oldukça buradan bir yere gitmeyeceğim.”

Faria bu asil yürekli, doğru sözlü gence baktı, onun en içten inanç ifadesinin ışıldadığı yüzünde, ağzından çıkan sözlerin samimiyetini okudu.

“Öyle olsun peki.” dedi. “Teşekkür ederim.”

Sonra, genç adamın elini tutarak devam etti:

“Belki ileride bu fedakârlığının mükâfatını görürsün. Şimdi mademki buradan ayrılmıyoruz, dehlizin altındaki tüneli doldurmamız lazrm. Nöbetçi gezinirken bastığı yerin altının boş olduğunu fark edebilir. Bu da bizim suçumuzun meydana çıkmasına ve ayrılmamıza sebep olur. Haydi git şimdi orayı doldur. Gerekirse bütün gece çalış ve yarın sabah, zindancı gitmeden gelme. O zaman sana önemli bir şey söyleyeceğim.”

Dantés dostunun elini sıktı. Saygı ve bağlılıkla yanından ayrıldı.

₺35,02

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6485-54-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 4 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre