Kitabı oku: «Üç Silahşörler», sayfa 4
5
Kral’ın Silahşorleri ile Kardinal’in Muhafızları
Paris’te hiç kimseyi tanımayan Dartanyan doğruca Athos ile olan randevusunun yolunu tuttu. Rakibinin seçeceği şahitlerle yetinmeye karar vermişti. Ayrıca asıl niyeti zayıflığını belli etmeden silahşorden uygun bir şekilde özür dilemekti. Böylesi bir düellonun olası sonuçlarından çekiniyordu. Eğer ki genç ve güçlü bir adam yaralı ve zayıf bir rakiple kavga eder ve yenilirse hasmının zaferini ikiye katlar, galip gelirse kalleşlik ve yüreksizlikle suçlanırdı.
Okuyucu Dartanyan’ın sıradan bir adam olmadığını anlamıştır. Bir yandan ölümün kaçınılmaz olduğunu kendine tekrar ederken diğer yandan ölüme sessizce gitmeme kararı almıştı. Ondan daha az cesur ve ihtiyatlı birinin yapacağının aksine. Kavga edeceği adamların karakterleri üzerinde düşünmeye başladığında durumunu daha net bir şekilde idrak etti. Samimi bir şekilde özür dileyerek soylu ve ağırbaşlı karakterine hayran kaldığı Athos’un dostluğunu kazanacaktı. Kayışının hikâyesinden bahsederek Porthos’u korkutabileceğini düşünüyordu. Eğer ki öldürülmezse Porthos’u küçük düşürmekle tehdit edecekti. Kurnaz Aramis’e gelince, ondan pek korkmuyordu. Olur da oraya kadar gelebilirse onunla başa çıkabileceğine inanıyordu.
Bunlara ilaveten Dartanyan, babasının kalbine ektiği çok sayıda nasihatten kaynaklanan yenilmez kararlara sahipti. Babası, “Kral, Kardinal ve Mösyö de Treville dışında kimseye dayanma.” demişti. Böylece buluşma noktasına yürümekten ziyade uçar vaziyette gitti.
Kaybedecek zamanı olmayan düellocuların uğrak mekânı olan bu yer, etrafı çorak arazilerle kaplı penceresiz bir binanın önüydü.
Dartanyan manastırın önündeki alana ulaştığında Athos kendisini yaklaşık beş dakika boyunca beklemekteydi. Saat on ikiyi vuruyordu. Silahşor kimsenin itiraz edemeyeceği kadar dakikti.
Her ne kadar Mösyö de Treville’in doktoru tarafından yeniden pansuman yapılmış olsa da yarasından dolayı hâlâ acı çeken Athos elinde şapkasıyla bir taşın üzerine oturmuş bekliyordu.
“Beyefendi!” dedi Athos. “Tanık olarak çağırdığım iki arkadaşım henüz gelmedi. Bu duruma şaşırıyorum. Çünkü böyle yapmazlardı.”
“Benim de şahitim yok beyefendi.” dedi Dartanyan. “Çünkü Paris’e daha dün geldim ve babamın beni kendisine tavsiye ettiği Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyorum. Kendisi babamın arkadaşlarından biridir.”
Bir müddet düşünen Athos sordu: “Mösyö de Treville dışında kimseyi tanımıyor musun?”
“Hayır beyefendi, sadece onu tanıyorum.”
“O zaman…” diye devam eden Athos kendi kendine konuşurcasına, “Eğer seni öldürürsem çocuk katili derler bana.”
“Ne alakası var?” diye cevap veren Dartanyan saygıyla eğildi. “Size acı çektiren bir yaranız olduğu hâlde kılıç çekme onurunu verdiniz ne de olsa.”
“Hem de ne acı… Gerçekten de çok fena canımı acıttınız, bunu söyleyebilirim. Ama sol elimle savaşacağım. Zaman zaman yaptığım bir şey bu. Size iyilik yaptığım yanılgısına kapılmayın sakın. İki elimi de çok iyi kullanırım. Üstelik bu durum sizin için bir dezavantaj olacak. Solak bir adam, hazırlıklı olmayan biri için beladır. Sizi bu durumdan daha önce haberdar etmediğime pişmanım.”
Yeniden saygıyla selam veren Dartanyan, “Gerçekten de minnettar olduğum bir nezaketiniz var beyefendi.”
“Sizi anlamıyorum.” dedi Athos her zamanki centilmen tavrıyla, “Hadi başka bir şeyden bahsedelim eğer isterseniz. Lanet olsun.
Nasıl da yaktınız canımı. Omzum yanıyor!”
Dartanyan ürkek bir şekilde, “Eğer müsaade ederseniz.” dedi.
“Ne vardı beyefendi?”
“Yaralara mucizevi bir şekilde etki eden bir merhem var elimde. Bu merhemi bana annem verdi. Kendi üzerimde de tecrübe ettim.”
“Evet?”
“Bu merhemin sizi üç günden kısa bir süre içinde iyileştireceğine eminim. Üç günün sonunda iyileşmiş olacaksınız. Sizinle bu süre sonunda karşılaşmak benim için müthiş bir onur olacak.”
Dartanyan’ın nezaketine eşlik eden bir sadelikle dile getirdiği bu sözler cesaretinden şüphe ettirmiyordu.
“Gerçekten beyefendi…” dedi Athos. “Bu beni memnun eden bir teklif. Kabul edeceğimden değil ama. Beyefendilere yakışır cinsten… Şarlman zamanının şövalyeleri de bu şekilde davranırdı. Ne var ki bu büyük imparatorun zamanında yaşamıyoruz. Kardinal’in zamanında yaşıyoruz. Üç gün sonra her ne kadar saklasak da düellomuz bilinecek ve engellenecek. Sanırım arkadaşlarım gelmeyecekler.”
“Eğer aceleniz varsa beyefendi…” dedi Dartanyan düelloyu erteleme teklifini yaparken kullandığı sade üslupla, “Ve beni derhâl öldürmek isterseniz kendinizi sıkıntıya sokmamanızı rica ederim.”
“İşte beni memnun eden bir başka söz!” diye bağırdı Athos, Dartanyan’a kibar bir baş selamı verirken. “Bu sözler yüreksiz bir adamdan gelmiş olamaz. Beyefendi, ben sizin gibi adamları severim. Olur da birbirimizi öldürmezsek sizin muhabbetinizden büyük zevk alacağım. Beyefendileri bekleyelim eğer isterseniz. Benim bolca vaktim var. Hem böylesi daha doğru. İşte biri geldi.”
Caddenin başında görünen kişi devasa Porthos’tu.
“Ne?” diye bağırdı Dartanyan. “İlk tanığın Porthos mu?”
“Evet, sakıncası mı var?”
“Kesinlikle yok.”
“İşte bu da ikincisi.”
Athos’un işaret ettiği yere bakan Dartanyan, Aramis’i gördü.
Bir öncekinden daha büyük bir hayreti ifade eden bir tonla, “Ne!” diye bağırdı. “İkinci tanığın Bay Aramis mi?”
“Aynen. Bizim birbirimizin yanından hiç ayrılmadığımızı hem sarayda hem de şehirde ayrılmaz üçlü Athos, Porthos, Aramis diye tanındığımızı bilmiyor musun? Belki de Dax ya da Paulu olduğunuz için…”
“Tarbes’ten.” dedi Dartanyan.
Bu ufak bilgiye sahip olmaman olası.” dedi Athos.
“Öyle düşünüyorum ki size uygun bir isim bulmuşlar. Olur da maceram duyulacak olursa birliğinizin zıtlıklar üzerine inşa edilmediği de kanıtlanmış olur.”
Bu arada yanlarına yaklaşan Porthos, Athos’a el salladı. Dartanyan’ı fark ettiğinde ise çok şaşırmıştı.
Porthos, kayışını değiştirmiş, pelerinini çıkarmıştı.
“Aman, aman.” dedi. “Bu ne demek oluyor?”
“Bu benim savaşacağım beyefendi.” dedi Athos eliyle Dartanyan’a işaret edip arkadaşına selam verirken.
“Bu benim de savaşacağım kişi.” dedi Porthos.
“Ama saat birden önce değil.” diye cevap verdi Dartanyan.
“Ben de bu beyefendi ile savaşacağım.” dedi yanlarına gelen Aramis.
“Ama saat ikiden önce değil.” dedi Dartanyan aynı sakinlikle.
“Peki neden savaşıyorsunuz Athos?” diye sordu Aramis.
“İşin aslı ben de pek bilmiyorum. Omzumu incitti. Peki, sen Port-hos?”
“İşin aslı, savaşacağım için savaşacağım.” dedi kızararak.
Keskin gözleri hiçbir şeyi kaçırmayan Athos, cevap veren genç Gaskonlunun yüzündeki belli belirsiz gülümsemeyi fark etti.
“Giyimle ilgili ufak bir tartışmamız oldu.”
“Peki, sen Aramis?” dedi Athos.
“Ah, bizimki teolojik bir anlaşmazlıktı.” diye cevap verdi Aramis, Dartanyan’a düellolarının sebebini gizli tutması için işaret ederken.
Athos, Dartanyan’ın yüzünde yeni bir gülümseme fark etmişti.
“Öyle mi?” dedi.
“Evet, St. Augustine’e ait bir pasajla alakalı bir anlaşmazlığımız oldu.” dedi Gasconlu.
“Bu kesinlikle zeki bir delikanlı.” diye mırıldandı Athos.
“Ve şimdi madem toplandığınıza göre beyler…” dedi Dartanyan. “Sizden özür dilememe müsaade edin.”
Özür lafı üzerine Athos’un kaşları çatıldı, Porthos’un yüzünde kibirli bir gülümseme belirdi, Aramis olumsuz bir ifade takındı.
“Beni anlamıyorsunuz beyler.” dedi Dartanyan başını kaldırırken. “Beni affetmenizi söylüyorum. Çünkü üçünüze birden borcumu ödemem mümkün gözükmüyor. Eğer Mösyö Athos beni öldürürse bu alacağınızın değerini düşürecektir Mösyö Porthos. Size ise hiçbir şey kalmayacak Mösyö Aramis. İşte bu sebepten beyler, beni affedin. Ama sadece bu sebepten. Gardınızı alın!”
Dartanyan, bu sözler üzerine cesurca kılıcını çekti.
O sırada kan beynine sıçradığından krallığın bütün silahşorlerine de aynı şekilde kılıç çekebilirdi.
Saat on iki çeyrekti. Güneş tepede olduğundan bulundukları nokta sıcaktan kavruluyordu.
“Hava çok sıcak.” dedi kılıcını çeken Athos. “Ama ceketimi çıkaramam. Çünkü olur da kanarsam beyefendiyi kendisinin sebep olmadığı bir yaraya ait kanla rahatsız etmek istemem.”
“Bu doğru beyefendi.” diye cevap verdi Dartanyan. “İster ben sebep olayım ister başkası sebep olmuş olsun, sizin gibi yürekli bir beyefendinin kanını görmek beni rahatsız eder emin olun.”
“Hadi, hadi! Bu kadar iltifat yeter!” diye haykırdı Porthos. “Unutma, hepimiz sıramızı bekliyoruz.”
“Böyle uygunsuz durumlara eğilimi olan sensin, kendi adına konuş.” diye araya girdi Aramis. “Ben bu ikisinin söylediklerinin saygın beyefendilerin söyleyeceği türden şeyler olduğunu düşünüyorum.”
“Ne zaman isterseniz beyefendi.” dedi Athos gardını alırken.
“Emirlerinizi bekliyorum.” dedi Dartanyan kılıcını kaldırdığıda.
İki savaşçı kılıçlarını henüz kaldırmıştı ki Mösyö de Jussac komutasında bulunan Kardinal hazretlerinin adamları, manastırın köşesinden çıkageldi.
“Kardinal’in adamları!” diye haykırdı Aramis ve Porthos aynı anda. “Kılıçlarınızı saklayın beyler, kılıçlarınızı saklayın!”
Ne var ki çok geçti. İki savaşçının konumu niyetlerinin ne olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.”
“Hey!” diye bağıran Jussac onlara doğru yaklaşırken adamlarına işaret ederek.
“Hey silahşorler! Demek savaşıyorsunuz ha? Peki ya talimatlar ne olacak?” dedi.
“Çok cömertsiniz muhafız beyler.” dedi Athos kin dolu bir tavırla. Çünkü Jussac bir önceki gün yaşanılan çatışmaya dâhil olanlardan biriydi. “Eğer biz sizi kavga ederken görseydik emin olun hiçbir müdahalede bulunmazdık. Bizi rahat bırakın da herhangi bir masraf olmadan eğlenin azıcık.”
“Beyler!” dedi Jussac. “Bu söylediğiniz şeyin mümkün olmadığını esefle bildiririm. Vazife her şeyden öncedir. Kılıcınızı kınına sokun ve bizi takip edin.”
“Beyefendi!” dedi Aramis Jussac’ı taklit ederek. “Eğer bize bağlı olsaydı nazik davetinizi kabul etmek bize müthiş zevk verirdi. Ne var ki bu dediğiniz imkânsız. Mösyö de Treville bunu yasakladı. Hadi yolunuza gidin. En iyisi bu.”
Bu alaya öfkelenen Jussac, “O zaman zor kullanmak zorunda kalacağız demektir. Eğer itaat etmezseniz yani.” dedi.
Athos, sessizce şöyle dedi: “Onlar beş kişi, biz ise üç kişiyiz. Tekrar dayak yiyeceğiz. Muhtemelen anında öleceğim ben. Komutanın karşısına bir kez daha yenilmiş bir adam olarak çıkamam çünkü.”
Athos, Porthos ve Aramis derhâl birbirlerine yaklaştılar. Bu arada Jussac da adamlarını topluyordu.
Dartanyan, bu kısa süre içinde tarafını seçti. Bu bir adamın hayatının akışına karar veren durumlardan biriydi. Kral ya da Kardinal arasında seçim yapmalıydı. Yapacağı seçime de uymak zorundaydı. Kavga etmek yasalara karşı gelmek anlamına geliyordu. Bu da kellesinin tehlikeye girmesi, Kral’dan bile daha güçlü bir yöneticinin düşmanlığını kazanmak demekti. Bütün bunları hesaba katan delikanlı bir saniye dahi tereddüt etmeden Athos ve arkadaşlarına dönerek, “Beyler!” dedi. “Sözlerinizi düzeltmeme izin verin lütfen. Üç kişiyiz dediniz ama bence dört kişiyiz.”
“Ama sen bizden biri değilsin.” dedi Porthos.
“Evet.” dedi Dartanyan. “Üniformam yok ama ruhum var. Bende bir silahşor yüreği var. Bu da beyefendi beni harekete geçiriyor.”
“Geri çekil genç adam.” dedi Jussac, Dartanyan’ın ne yaptığını tahmin ederek. “Geri çekilebilirsin, bunu kabul ediyoruz. Kurtar kendini ve derhâl kaybol.”
Dartanyan kıpırdamadı.
“Kesinlikle cesur bir adamsın.” dedi Athos delikanlının elini sıkarken.
“Hadi, hadi, seç tarafını!” diye cevap verdi Jussac.
Porthos, Aramis’e: “Pekâlâ, bir şey yapmalıyız.” dedi.
“Beyefendi çok cesur.” dedi Athos.
Dartanyan’ın ne kadar genç olduğunu düşünen üçlü, tecrübesizliğinden korktu.
“Biri yaralı üç kişiye ilaveten bir çocuk.” dedi Athos. “Yine de dört kişi olduğumuz söylenecek.”
“Evet ama çekilirsek…” dedi Porthos.
“Evet bu zor.” diye cevap verdi Athos.
Onların kararsızlığını fark eden Dartanyan,
“Beni deneyin beyler.” dedi. “Şerefim üzerine yemin ederim ki mağlup olursak buradan canlı ayrılmayacağım.”
“Senin adın ne cesur dostum?” dedi Athos.
“Dartanyan, beyefendi.”
“Peki o zaman Athos, Porthos, Aramis ve Dartanyan ileri!” diye bağırdı Athos.
“Hadi beyler, verdiniz mi kararınızı?” diye bağırdı Jussac üçüncü kez.
“Evet, verdik.” dedi Athos.
“Nedir peki kararınız?”
“Sizinle savaşmanın onuruna erişmek üzereyiz.” diye cevap veren Aramis bir eliyle şapkasını kaldırırken diğer eliyle kılıcını çekti.
“Ah, demek direneceksiniz öyle mi?” diye bağırdı Jussac.
“Kahretsin! Bu sizi şaşırtıyor mu?”
Böylece dokuz savaşçı birbirine hücum etti.
Athos, Kardinal’in gözdelerinden birini kestirdi gözüne. Port-hos, Bicarat’la karşı karşıya geldi. Aramis’e iki savaşçı düşmüştü. Dartanyan’da Jussac’a doğru hamle yaptı.
Genç Gaskonlunun kalbi küt küt atıyordu; ama korkudan değil. Şükürler olsun ki içinde zerre kadar korku yoktu. İçindeki tutkudan dolayı heyecanlıydı. Rakibinin etrafında on kez dönüp, gardını ve pozisyonunu yirmi kez değiştirerek öfkeli bir kaplan gibi savaşıyordu. İyi bir kılıç ustası olan Jussac, tecrübesine rağmen; kendisine her taraftan aynı anda saldıran, üst derisine pek düşkün, enerjik ve çevik rakibine karşı bütün yeteneklerini ortaya koymak zorunda kalmıştı.
Bu mücadele nihayet Jussac’ın sabrını taşırmıştı. Çocuk olduğunu düşündüğü biri tarafından kontrol altına alınıyor olmak sinirlenmesine sebep oldu ve hatalar yapmaya başladı. Pratiği iyi olmasa da teorik bilgisi gelişkin Dartanyan daha çevik dövüşmeye başladı. Bu durumu sona erdirmek isteyen Jussac’ın ileri fırlayarak yaptığı hamleyi delikanlı savuşturdu. Kendini kurtaran Jussac doğrulmaya çalışırken Dartanyan’ın darbesiyle yere yığıldı.
Bunun üzerine Dartanyan, düşüş alanına gergin bakışlar attı hızlıca.
Rakiplerinden birini öldürmüş olan Aramis, diğeri tarafından sıkıştırılmaktaydı. Yine de iyi bir durumdaydı ve kendini savunabiliyordu.
Bicarat ve Porthos ise karşılıklı darbeler almışlardı. Porthos kolundan, Bicarat ise kalçasından yara almıştı. Fakat ikisinin de yarası ciddi değildi. Bu ikisi şevkle savaşıyordu.
Cahusac tarafından yaralanan Athos’un rengi daha da solmuştu. Yine de geri adım atmıyordu. Kılıcını tuttuğu elini değiştirmişti ve sol eliyle dövüşüyordu.
O zamanın Düello kurallarına göre Dartanyan istediği kişiye yardım etme serbestliğine sahipti. Hangi arkadaşının daha çok yardıma ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışırken Athos’un bir bakışını yakaladı. Bu bakışlarda bir anlam vardı. Athos yardım isteyeceğine ölmeyi tercih ederdi. Fakat hâlâ bakışlarında yardım ister gibi bir hâl vardı. Bunu anlayan Dartanyan bir anda Cahusac’ın yanına vardı ve
“Sizi öldüreceğim mösyö muhafız!” dedi.
Cahusac döndüğünde sadece cesaretiyle ayakta durabilen Athos diz çöktü.
“Kahretsin!” diye bağırdı Dartanyan’a, “Onu öldürmeyin genç adam, sizden rica ediyorum. İyileştiğimde onunla görmem gereken bir hesabım var. Sadece kılıcını elinden alın. Bu yeterli. Aferin!”
Dartanyan kılıcı on on beş metre kadar uzağa fırlatmıştı. Dartanyan da Cahusac da kılıcı ele geçirmek için fırladı. Fakat hızlı davranan Dartanyan kılıcın üzerine ayağını bastı. Cahusac, Aramis’in öldürdüğü arkadaşının yanına gidip kılıcını aldı ve Dartanyan’ın yanına koştu. Fakat bu sırada nefesini toplayan Athos ile karşılaştı. Dartanyan’ın düşmanını öldürmesinden endişe ettiğinden kavgaya devam etmek istedi.
Bunu anlayan Dartanyan, Athos’a saygısızlık etmek istemediğinden geri çekildi. Cahusac, birkaç dakika sonra boğazına kılıç geçirilmiş vaziyette yere yığıldı.
Bu sırada Aramis, ucunu yere düşmüş rakibinin göğsüne doğrulttuğu kılıcıyla adamı merhamet dilemesi için zorluyordu.
Geriye sadece Porthos ve Bicarat kalmıştı. Porthos, rakibine saatin kaç olduğunu soruyor, Navarre birliğinde görev alan kardeşini tebrik ediyordu. İstediği kadar şaka yapsa da eline bir şey geçmiyordu. Bicarat yere devrilip ölmeyen demir adamlardan biriydi.
Yine de artık bitirmek gerekiyordu. Bekçiler yaralı, sağlam, Kralcı ya da Kardinalci demeden dövüşçüleri toplamaya gelebilirdi. Bicarat’ın etrafını saran silahşorler onu teslim olmaya zorlasa da kalçasından yaralı adam direnmeye devam ediyordu. Fakat dirseği üzerinde kalkan Jussac teslim olması için bağırdı. Bicarat da Dartanyan gibi bir Gasconluydu ve duymazdan geldi. Bir yandan gülüyor diğer yandan darbeleri savuşturmaktan fırsat bulduğunda kılıcıyla yeri işaret ederek İncil’den bir parça okuyordu, “Bicarat işte burada tek başına ölecek.” diyordu.
“Onlar dört kişi. Bırak artık. Emrediyorum!”
“Aa, eğer emrediyorsanız o zaman başka.” dedi Bicarat. “Komutanım olduğunuzdan size uymak benim vazifem.” Geriye doğru fırladı ve teslim etmek zorunda kalacağı kılıcını dizleri üzerinde kırıp parçalarını savuşturdu. Sonra da kollarını kavuşturup ıslık çalmaya başladı.
Düşmanda bile olsa cesarete her zaman saygı duyulurdu. Silahşorler Bicarat’ı kılıçlarıyla selamladılar. Sonra da kılıçlarını kınına soktular. Dartanyan da aynısını yaptı. Daha sonra da Bicarat’ın yardımıyla yaralıları kenara taşıdılar. Adamlardan biri ölmüştü. Manastır çanını çalıp rakiplerinin kılıçlarını aldıktan sonra keyifle Treville’in oteline yöneldiler.
Kol kola yürüdükleri yolu boylu boyunca kaplıyorlardı. Karşılaştıkları her silahşor onlara katılınca geçit törenine benzer bir görüntü çıktı ortaya. Dartanyan’ın kalbi çoşku doluydu. Athos ve Porthos’un arasında yürüyüp sevgiyle sarılıyordu onlara.
“Eğer hâlâ bir silahşor olamadıysam, en azından çıraklığı geçtim değil mi?” diyordu yeni dostlarına Treville’in evinden içeri girdikleri sırada.
6
Majesteleri Kral 13. Louis
Bu olay çok konuşuldu. Silahşorlerini açıktan azarlayan Treville, gizliden tebrik etti. Durumu Kral’a derhâl bildirmek için acele etse de çok geçti. Kral, Kardinal ile görüşmekteydi. Bu yüzden Treville’i kabul edemeyeceğini söylediler. Treville, Kral’a akşamki oyunda katıldı. Hırslı olduğundan oyunu kazanıyordu ve keyfi yerindeydi. Treville’i uzaktan gördüğünde,
“Buraya gelin Sayın Komutan.” dedi. “Gelin de size bir kükreyeyim. Kardinal hazretlerinin silahşorlerinizi yeniden şikâyet ettiğini biliyor musunuz? O kadar ki kendisinin bu gece için keyfi kaçmış. Sizin bu silahşorler şeytan yahu. Asmak lazım bunları.”
Durumu tek bakışta anlayan Treville,
“Hayır efendim. Tam tersine onlar pek iyi huyludur. Koyun misali uysaldırlar. Ben onlara kefilim. Kılıçlarını majesterlerine hizmet etmek dışında bir amaç için çekmezler. Ama eğer Kardinal Bey’in adamları sürekli onlara sataşırsa ne yapabilirler ki? Zavallı adamlar kendilerini savunmak zorunda kalıyorlar.”
Mösyö de Treville’e bakın hele.” dedi Kral. “Duyan da azizlerden falan söz ettiğini sanır. İşin aslı Sevgili Komutan, memuriyetinizi elinizden alıp Matmazel de Chemerault’a veresim var. Kendisine bir manastır vaat etmiştim. Sakın söylediğiniz her şeye inanacağımı sanmayın. Bana Adil Louis derler ve bunu göreceksiniz.”
“Adaletinize güvendiğim için sessizce bekleyeceğim majesteleri.”
“Bekleyin mösyö bekleyin. Çok uzun sürmeyecek.”
O sırada şansı dönen Kral kaybetmeye başlayınca masadan kalkmak için bir bahanesi vardı. Böylece bir dakika sonra ayağa kalkarak çoğu kazandıklarından oluşan parayı aldı. “La Vieuville” dedi. “Yerimi sen devral. Mösyö de Treville ile önemli bir konu hakkında görüşmem gerekiyor. Önümde seksen altın vardı. Aynı miktar yerine koy da şikâyet edecek bir şey bulamasınlar. Adalet her şeyden önce gelir. Daha sonra Treville ile birlikte bir pencere kenarına yönelerek, “Pekâlâ beyefendi.” dedi. “Demek Kardinal’in adamlarının silahşorlerinize sataştığını söylüyorsunuz.”
“Evet efendim, her zaman yapıyorlar bunu.”
“Peki bu iş nasıl oldu anlayalım bakalım. Siz de biliyorsunuz ki Sevgili Komutan, adil bir hâkimin iki tarafı da dinlemesi gerekir.”
“Aman Tanrı’m! Basit ve doğal bir şekilde anlatayım. Majestelerinin de ismen tanıdığı ve sadakatlerini defalarca takdir ettiği en iyi üç askerim Athos, Porthos ve Aramis o sabah tanıştığım Gaskonlu bir delikanlı ile ufak bir kılıç eğlencesi düzenlemişler. Carmes-Deschaux’da gerçekleşen bu karşılaşma sırasında Jussac, Cahusac, Bicarat ve iki diğer Kardinal muhafızı tarafından rahatsız edilmişler. Emirlere karşı kötü bir niyet besledikleri belli bu adamlar yanlarına yaklaşmış.”
“Ah, evet şimdi anlıyorum.” dedi Kral. “Oraya kavga çıkarmaya gittikleri belli.”
“Onları suçlamıyorum efendim ama beş silahlı adamın metruk bir yere ne sebeple gitmiş olabileceklerinin takdirini size bırakıyorum.”
“Haklısınız Mösyö de Treville, haklısınız.”
“Oraya gidip de benim silahşorlerimi görünce kendi aralarındaki anlaşmazlığı bırakmışlar. Majesteleri de biliyor ki kendisine ait silahşorler ile Kardinal muhafızları birbirlerinin doğal düşmanıdır.”
“Evet Mösyö de Treville, evet.” dedi Kral hüzünlü bir tonla. “Fransada böylesine iki grup görmek inanın bana çok üzücü. İki farklı kraliyet… Fakat bütün bunlar sona erecek mösyö. Sona erecek… Demek muhafızlar, silahşorlere sataştı.”
“Böyle olmasının muhtemel olduğunu söylüyorum ama buna yemin edemem. 13. Louis’e “Adil” sıfatını veren bir içgüdü ile donatılmamış biri için gerçeği keşfetmenin ne kadar zor olduğunu siz de biliyorsunuz.”
“Haklısınız Mösyö Treville ama sizin silahşorleriniz de yalnız değillermiş. Yanlarında bir genç varmış.”
“Evet efendim, bir de yaralı. Yani içlerinden biri yaralı olan üç kraliyet silahşorü ile bir genç. Kardinal’in beş adamına karşı kendilerini savunmakla kalmayıp onları mağlup ettiler hem de.”
“Bu bir zafer!” diye bağırdı yüzü ışıldayan Kral. “Tamamen zafer!”
“Evet efendim. Tıpkı köprüdeki gibi…”
“İçlerinden biri yaralı bir genç olan dört adam diyorsunuz yani.”
“Hayranlık uyandıran bir genç hem de. Bu sayede kendisini size tavsiye etme cüretinde bulunacağım.”
“Adı nedir?”
“Dartanyan efendim. Kendisi eski dostlarımdan birinin oğlu olur. İç savaş sırasında babanızın emrinde askerlik yapmıştır.”
“Yani bu delikanlının iyi savaştığını mı söylüyorsunuz? Anlatın bana Treville savaş ve kavga hikâyelerinden ne kadar zevk aldığımı bilirsiniz.”
Bıyığını buran 13. Louis elini belinin üzerine koydu.
“Efendim!” diye devam etti Treville. “Dediğim gibi Mösyö Dartanyan çocukluktan yeni çıkmış bir genç adam. Kendisi silahşor olma onuruna henüz erişmediğinden şehirli gibi giyinmişti. Kendisinin genç olduğunu fark edip silahşorlerden biri olmadığını düşünen Kardinal muhafızları saldırıya geçmeden önce geriye çekilmesini söylemişler.”
“Yani açıkça görülüyor ki Mösyö de Treville…” diye araya giren Kral. “Saldıran onlardı.” dedi.
“Doğrudur efendim. Buna şüphe yok. Önce ona geri çekilmesini söylemişler. Fakat kendisi majestelerine bağlı kalpten bir silahşor olduğunu söyleyerek silahşor beylerle kalmış.”
“Cesur genç adam!” diye mırıldandı Kral.
“Evet, kendisi onlarla kalmış. Kardinal’i çok sinirlendiren darbeyi Jussac’a o vurmuş.”
“Jussac’ı o mu yaraladı?” diye haykırdı Kral. “Bir çocuk mu yaptı bunu Treville. İmkânsız!”
“Kesinlikle kralım.”
“Jussac’a, Krallıktaki en iyi kılıç ustalarından birini hem de…”
“Evet efendim, kendinden ustasını buldu.”
“Bu genç adamı görmek istiyorum Treville. Onu göreyim.”
“Onu ne zaman kabul etmek istersiniz?”
“Yarın öğlen.”
“Onu tek mi getireyim?”
“Hayır dördünü birden getirin. Onlara teşekkür etmek istiyorum. Sadık adamlar bulmak zor Mösyö de Treville. Onları arka merdivenden getirin. Kardinal’in bilmesine gerek yok.”
“Peki efendim.”
“Kanun kanundur mösyö siz de biliyorsunuz. Kavga etmek yasaklanmıştır.”
“Fakat bu karşılaşma efendim, herhangi bir düellonun koşullarından çok farklı. Bu bir dalaşma. Bunun delili de Kardinal’in beş adamına karşı benim üç silahşorüm ile Mösyö Dartanyan’ın olması.”
“Doğrudur.” dedi Kral. “Fakat yine de onları arka merdivenden getirin.”
Gülümseyen Treville, Kral’ı saygıyla selamladıktan sonra oradan ayrıldı.
Kral’ı uzun süredir tanıyan silahşorler kendilerine bahşedilen onuru işitince pek heyecanlanmadılar. Fakat bir Gaskonlu hayal gücüne sahip Dartanyan geleceğini düşünüp altın rüyalara daldı. Sabah saat sekiz olduğunda Athos’un odasındaydı.
Dartanyan, silahşorün gitmek üzere hazır olduğunu gördü. Kral ile görüşmeleri saat on ikideydi. Ziyaretten önce Porthos ve Aramis’le Lüksemburg bahçelerinin yakınlarında bir tenis kortunda tenis oynayacaklardı. Athos, Dartanyan’ı da davet etti. Delikanlı daha önce hiç oynamadığı bu oyun hakkında bilgi sahibi olmasa da on ikiye kadar zaman geçirmek için daveti kabul etti.
İki silahşor çoktan oradaydı ve oynamaya başlamışlardı. Bütün sporlarda uzman olan Athos, Dartanyan’ı karşısına aldı. Fakat bütün çabalarına ve sol eliyle oynamasına rağmen yarası çok yeniydi. Bu sebepten Dartanyan orada tek başına kaldı. Skor tutmadan toplara vurmaya başladılar.
Porthos’un devasa eliyle vurduğu toplardan biri Dartanyan’ın yüzünün yakınından geçti. Eğer ki bu top yüzüne vursaydı muhtemelen işitme duyusunu kaybederdi ve Kral’ın karşısına çıkamazdı. Gaskonlu hayal gücünde, geleceğinin işitme duyusuna bağlı olduğunu düşünen delikanlı Aramis ile Porthos’u kibarca selamladı ve eşit koşullarda oynayabilecek konuma gelmeden oyuna devam etmeyeceğini söyleyip geri çekildi.
Dartanyan’ın şansına Kardinal’in adamlarından biri izleyiciler arasındaydı ve intikam yemini etmişti. Ayağına kadar gelen fırsatı tepmedi ve şunları söyledi:
“Genç adamın toptan korkmasına şaşırmamak lazım. Ne de olsa kendisi bir silahşor çırağı.”
Dartanyan, âdeta yılan sokmuşçasına kafasını çevirdi. Bu hakaretvari konuşmayı yapan muhafıza gözlerini dikti.
“İstediğiniz gibi bakabilirsiniz genç adam, diyeceğimi dedim.” derken bıyıklarını buruyordu.
“Söyledikleriniz herhangi bir açıklama gerektirmediğinden…” diye cevap verdi Dartanyan. “Beni takip etmenizi rica edeceğim.”
“Ne zaman?” diye sordu muhafız aynı alaycı tonla.
“Derhâl! Eğer sizin için de uygunsa.”
“Kim olduğumu biliyor musunuz peki?”
“Ben mi? Kesinlikle bilmiyorum ve umurumda değil.”
“Tamamen yanılıyorsunuz. Eğer ki kim olduğumu bilseydiniz belki de böylesine ısrarcı olmazdınız.”
“Adınız nedir?”
“Bernajoux.”
“Peki o zaman Mösyö Bernajoux…” dedi Dartanyan sakince. “Sizi kapıda bekleyeceğim.”
“Gidin beyefendi, sizi takip ediyor olacağım.”
“Acele etmeyin mösyö. Bizi görürler yoksa. Bilmeniz gerekir ki böyle bir duruma şahitlik edilmesi iyi olmaz.”
“Doğrudur.” diyen muhafız isminin delikanlıya tesir etmemesine şaşırmıştı.
İşin aslı Bernajoux ismi herkesçe bilinirdi. Dartanyan hariç belki. Bernajoux Kardinal’in koyduğu bütün nizamnamelere rağmen sık sık kavgaya tutuşan biriydi.
Porthos ve Aramis oyuna dalmıştı. Athos da onları büyük bir dikkatle izliyordu. Bu sebepten arkadaşlarının dışarı çıktığını görmediler. Kısa bir süre sonra da muhafız onu takip etti. Kral ile görüşeceği için vakit kaybetmek istemeyen Dartanyan, hızlıca etrafına bakındı ve caddenin boş olduğunu gördü. Rakibine şunları söyledi:
“Her ne kadar isminiz Bernajoux olsa da bir silahşor çırağı ile uğraşmak zorunda olduğunuz için şanslı olduğunuza inanıyorum. Ama emin olun elimden geleni yapacağım. Gardınızı alın!”
“Fakat burası kavga etmek için uygun bir yer değil. St. Germain Manastırı’nın arkasına gitmeliyiz belki de.”
“Söylediğiniz şey tamamen mantıklı.” dedi Dartanyan. “Ama ne yazık ki kaybedecek vaktim yok çünkü saat on iki de bir görüşmem var. Gardınızı alın beyefendi!”
Bernajoux böyle bir şeyi ikiletecek adam değildi. Bir anda kılıcını çekip rakibine savurdu. Genç rakibini bu şekilde korkutacağını düşünüyordu.
Ne var ki Dartanyan, bir gün önce acemiliğini üzerinden atmıştı. Zafer sarhoşluğu ve gelecek ümidinden dolayı geriye bir adım dahi atmadı. İki kılıç çarpışmaya başladı böylece. Dartanyan kaskatı dururken rakibi geri çekilmişti. Bu fırsattan yararlanan Dartanyan kılıcıyla rakibinin omzunu yaraladı. Daha sonra geri çekilip kılıcını kaldırdığında ise yarasının önemli olmadığını söyleyen rakibi üzerine saldırıp delikanlının kılıcına saplandı. Bernajoux düşmemişti ve yenildiğini kabul etmiyordu. Sadece bir akrabasının emrinde çalıştığı Mösyö de la Tremouille’ın evine yöneldi. Rakibinin yarasının ciddiyetinin farkında olmayıp onu sıkıştıran Dartanyan muhtemelen üçüncü bir darbeyle işini bitirecekti. Ne var ki kavgayı işiten iki muhafız kılıçları ellerinde dışarı çıkıp Dartanyan’a saldırdılar. Bu sırada Athos, Porthos ve Aramis de dışarı çıkıp arkadaşlarına saldıran muhafızları püskürttüler. Bernajoux yere düşmüştü. Dörde iki kalan muhafızlar, “Yardım edin. Mösyö de la Tremouille konağındakiler yardım edin!” diye bağırmaya başladı. Bu bağırışlar üzerine otelde bulunan herkes dışarı çıkıp dört savaşçının üzerine çullandılar. Bunun üzerine silahşorler, “Silahşorlere yardım edin!” diye bağırdılar.
Silahşorlerin çağrısı karşılık bulmuştu. Kardinal’den nefret ettikleri bilindiğinden sevilirlerdi. Bu sebepten diğer savaşçılar bir kavga sırasında silahşorlerin tarafında yer alırlardı. O sırada oradan geçmekte olan Mösyö Dessessart’ın birliğine ait üç askerden ikisi dört arkadaşın yardımına koştu. Diğeri ise Mösyö de Treville’in konağına giderek, “Silahşorlerin yardımına koşun!” diye bağırdı. Konak her zamanki gibi savaşçılarla doluydu. Arkadaşlarının yanına koşmakta gecikmediler. Bir an büyük bir kargaşa ortaya çıksa da üstünlük silahşorlerdeydi. Kardinal’in muhafızları ile Mösyö de la Tremouille’ın adamları otele çekilip kapıyı güç bela kapattılar. Yaralı adama gelince, durumu ciddi vaziyette oradan götürüldü.
Silahşorler ve müttefikleri pek heyecanlıydılar. Mösyö de la Tremouille’ın konağını bu adamlara ev sahipliği yaptığı için yakıp yakmamayı tartıştılar. Bu teklif ahali arasında heyecan yaratsa da saat on biri vurunca Dartanyan ve arkadaşları görüşmelerini hatırlayıp arkadaşlarını sakinleştirdiler. Adamlar sadece taş atarak yetinmek zorunda kalmışlardı. Ne var ki kapı çok güçlüydü ve bir müddet sonra sıkıldılar. Ayrıca bu girişimin lideri kabul ettikleri kişiler yanlarından ayrılmak zorunda kalıp olaydan çoktan haberdar olan Mösyö de Treville’in konağına yönelmişlerdi.
“Derhâl Louvre’a gidiyoruz!” dedi Treville. “Derhâl gidelim ki Kardinal aklını çelmeden Kral’a ulaşalım. Olayı dünkü kavgaya bağlar aradan çıkarırız.”
Ne var ki saraya vardıklarında Kral’ın St. Germain ormanında geyik avına çıktığı haberini aldılar. Treville bu bilgiyi iki kez tekrar ettirdi. Her işittiğinde kaşları çatıldı.
“Majestelerinin dün ava çıkma planı var mıydı?” diye sordu Treville.
“Hayır efendim.” diye cevap verdi uşak. “Başavcı bu sabah gelip bir geyik tespit ettiklerini söyledi. Kral ilk başta olumsuz yanıt verse de avcılığa olan düşkünlüğünden dolayı yemekten sonra yola koyuldu.”
“Peki Kral, Kardinal ile görüştü mü?” diye sordu Treville.
“Muhtemelen.” diye cevap verdi uşak. “Kardinal hazretlerinin atlarının bu sabah arabaya koşulduğunu gördüm. Nereye gittiğini sorduğumda bana ‘St. Germain.’ cevabını verdiler.”