Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı», sayfa 2

Yazı tipi:

5
DAHHÂK

Biraz zaman sonra uzun boyu zayıf vücudu sebebiyle biraz kambur gibi görünür bir adam salona girdi. Sürekli, sebepsiz şekilde ahmaklar gibi güldüğü görülen bu hizmetkârın yüzü pek küçük; gözleri ufak, sakalı çukur ve bıyığı seyrekken pek büyük bir sarık sarardı. Bunun için kıyafeti pek gülünçtü. Kendisiyle konuşulduğu zaman vaziyetine ve sözlerine gülmemek mümkün değildir. Bey onu esir tacirlerinden satın alarak hizmetine katmıştı. Dahhâk, Arap ırkından olduğu için Araplar da o dönemlerde esir suretiyle pek nadir satıldıkları için kendine özgü hâliyle de burada itibar görünce hafif ruhluğu ile beyin pek hoşuna gitmişti.

Onun için çok defa bey onu yanına çağırarak Araplara dair olan fikir ve düşüncelerinden yararlanırdı. Dahhâk bu hususta bey tarafından yöneltilen sorulara büyük bir önem, ciddi bir bilgi ile cevap verirken önemli birçok olaya da şakayla karışık cevap vermekten çekinmezdi. O gece bey, kızında biraz can sıkıntısı bulunduğunu hissedince onu eğlendirmek için bu hafif ruhlu ahmak adamı çağırmaya lüzum görmüştü. Dahhâk, beyin huzuruna girdiği zaman koca sarığını başının bir tarafına eğmişti. Sarığın o kafada duruşu Dahhâk’ın da sürekli olarak sebepsiz yere gülüşü cidden insana gülme isteği getiren bir manzara oluşturuyordu.

Gülnar, Dahhâk’ı o hâlde görünce gülmekten kendini alamadı zaten bu köleden pek ziyade hoşlanırdı. En ciddi şeylerde bile şakadan vazgeçmemesine rağmen onu bazı işlerde kullanmak istiyordu.

Bey Dahhâk’a şu soruyu yöneltti:

“Horasan’da Emevilerin hâkimiyeti ne zaman durulacak?”

Dahhâk derhâl şu cevabı verdi:

“Balık kavağa çıktığı zaman! Efendim…”

Bey, bu cevap üzerine kızına bakarak tebessüm etmeye başladı. Sanki ona, “Ben de sana böyle söylemedim mi?” demek istiyordu, sonra tekrar Dahhâk’a yönelerek hitap etti:

“Bunu nasıl söylüyorsun? Emeviler hâlâ devletin sahibi değil midir? Birçok askere, zırhlara sahip olan halifeleri Şam’da bulunmuyor mu? Halifenin bu topraklara asker göndermeyeceğini, memleketi Kirmani ve arkadaşlarından kurtaramayacağını nereden biliyorsun?”

Dahhâk büyük bir kahkaha kopardı:

“Zavallı, Nasr bin Seyyar! Emevilerden yardım isteye isteye gerçekten asker gönderilmeyecek olursa sonunun pek tehlikeli olacağını bağırarak, uyararak söyledi. Çaresiz adamın sesi kısıldı. Bu durumu etkileyebilecek her yola başvurdu fakat hiçbiri fayda etmedi. Hatta bir şiir yazıp hilafet merkezine gönderdi. Bunda anlaşmazlığın pek ciddi bir şekilde baş gösterdiğini, isyan ateşinin her tarafa etki ettiğini, bu işin sonunun pek dehşet verici olacağını pek acıklı bir lisan ile Emevilere yazdığı, onlara açıktan açığa, ‘Uykuda mısınız? Anlamıyor musuz?’ dediği hâlde halife ne cevap verdi bilir misiniz?”

“Bilmiyoruz acaba ne cevap verdi?”

“Halife, asker yardımı yerine, işin başında bulunan dışarıda bulunandan elbette daha iyi değerlendirir. Elde bulunan imkânlar ile durumu yatıştırmaya gayret ediniz, cevabını yazmakla yetindi. Başka hiçbir yardımda bulunmadı.”

Dahhâk bunu söylerken büyük bir kahkaha ile alay ediyordu.

Bey şahsi görüşünün ne kadar doğru olduğunu anlatmak için tekrar kızının yüzüne bakmaya başladı. Gülnar ise bu sözlere bir türlü kanmak istemiyordu. Kanmak istememesinin sebebi de siyasi bir fikrin veya bir hâkimiyet arzusunun sonucu değildi. Gülnar, o yaşta her kızın hakkı olan sevmek hissi ile duygulu bir kalp taşıyordu. Gençliğini, pederine teslim etse bile kalbini Kirmani’nin oğluna emanet olarak bile teslim edemezdi. Çünkü o kalp kendisinin sevgisine layık bir adamı sevmek ile meşguldü. Bu adamı pederinin yanında yalnız bir kere görmüştü. Kendisine yöneltiği bir bakış, kalbinde büyük bir istek ve sevgi uyandırmıştı. Fakat aşkını pederine söyleyemiyordu. Çünkü kendisi nasıl seviyor ise o adamın da kendisini sevip sevmediğini bilmiyordu. Onun için susmayı tercih ediyordu.

Bey bir işaret ile Dahhâk’ı savdı. Kızı ile yalnız kalınca:

“Kızım kararımız bitti. Yazın, Kirmani’ye kesin bir dille uygundur cevabını göndereceğim. Artık bundan sonrası Allah’a kalmıştır. Hiç düşünme.”

Fakat Gülnar sessiz durduğu sırada, o mehtaplı gecede, derin sessizlik arasında, uzaktan gelen hışıltı seslerinden sonra gece yolcularına ulumak alışkanlığı olan köpek sesini işiterek zihnen meşguldü. Biraz sonra bu ses beyin de kulağına çalındı. Kızının düşünceli hâlinden onun daha önce işittiğini anlayarak: “Galiba mehtapta bir kafile geçiyor.” dedi. Fakat ses, gittikçe yaklaşıyor, köpeklerin uluması da şiddetle artarak devam ediyordu. Bey ile kızı ise düşünceli bir sessizlikle duruyorlardı. Bey, Kirmani’nin ihtilal girişiminde başarılı olacağına emin gibiydi. Onunla bu evlilik sayesinde ne kadar büyük bir güç kazanacağını düşünüyor, kızının bu evliliği onaylamasından fazlasıyla memnun oluverdi. Kirmani’nin oğluna kızını isteyerek vermeyecek olursa, sonra ister istemez vermeye mecbur edileceğinden korkuyordu.

6
EBU MÜSLİM HORASANİ

Çok zaman geçmeden deve, at, adam gürültüsü yakından işitilmeye başladı. Kölelerden bazıları beyin yanına koşarak büyük bir kafilenin köyün kenarında durduğunu, misafirhaneye inmek istediğini haber verdiler.

Bey sordu:

“Çok kalabalık mıdır? Nereden geliyorlar?”

Köleler:

“Yüz kişiden fazla bir miktarda… Beraberlerinde birçok deve, at var.”

Bey:

“Bu kadar kişi birden bize misafir olmak istemez zannerderim, herhâlde. Buyurunuz, deyiniz.”

Köleler çekilip çıktılar. Biraz sonra onlardan biri dönerek “Kafileden bazı adamlar sizle görüşmek istiyorlar.” dedi.

Bey, “Gelsinler.” diye cevap verdi.

Gülnar, misafir geleceğini anlayınca kendi odasına çekilip, gitmek istedi. Pederi bırakmadı:

“Sakıncası yok, sen de kal. Bakalım, bu gelenler kimlerdir?”

Azıcık zaman sonra siyah kaftanlara bürünmüş gözlerinden başka bütün yüzlerini siyah bir kumaş ile örtülmüş iki adam salona girdiler. Bunların arkalarında iki adam daha omuzları üzerinde uzun bir bağ taşıyorlardı. Salona girince omuzlarındaki bağı yere indirerek bir tarafta durdular. İlk giren adam asillere mahsus bir tavır ve yürüyüş ile içeri girerek Farisi ile selamlaştı. Bey, bunların seslerini işitince birdenbire ürktü. Çünkü işittiği ses, tanıdığı bir adamın sesiydi.

Ses sahibi, Gülnar’a bakmaksızın beye yaklaşarak selam vermişti. Bey, derhâl kim olduğunu anladı. Elinde olmadan ağzından “Abdurrahman…” sözü kaçıverdi.

Gülnar, bu ismi işitir işitmez yüreğinin çarptığını duyarak gözleriyle sesin sahibini süzmeye başladı. Yüzü örtülü adamın göğsünün uzunluğu, bacaklarının kısalığıyla beraber kısa boyluluğu nazarıdikkatini çekiyordu. Misafirin yüzündeki örtüyü kaldırmasını bekleyerek yerinde oturdu kaldı. Yüzü örtülü şahıs, kendisini güzellikle kabul eden beyi daha fazla merakta bırakmak için yüzünü açtı, derhâl bakışlarında siyah ve berrak gözlü geniş alınlı, güzel ve sık sakallı, uzun saçlı, esmer, saf bir yüz3 görünüyordu. Gülnar bu çehreyi görünce karşısındaki delikanlının Abdurrahman bin Müslim olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Daha sonra Ebu Müslim Horasani adıyla şan ve şöhreti yayılan koca serdar, işte bu kısa boylu gençti. Biz de bundan sonra kendisini bu isim ile anacağız. Gülnar’ın, gönlünü kaptırdığı adamı böyle beklemediği bir zamanda, birdenbire görmesi üzerine yüzü kıpkırmızı kesilmişti.

Ebu Müslim’i daha önce sesinden dahi tanımakta güçlük çekmeyen Merv beyi ona bir kat daha saygı göstererek onu bir minder üzerinde oturmaya davet etti.

Ebu Müslim mindere oturmakla beraber kendisi ile birlikte giren arkadaşına metin ve kalpten bir ses ile “Halit! Siz de geliniz, oturunuz.” dedi.

Bey, bu ismi işitince sahibini tanımakta tereddüt ediyor gibi ona dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Ebu Müslim bu dikkatli bakışın işaret ettiği manayı derhâl anladı:

“Dostumuz Halit bin Bermek’tir. Tanımıyor musunuz?” diyerek tereddüdü ortadan kaldırmaya çalıştı. Bey gelen iki misafirden ikincisinin de büyük bir zat olduğunu bildiği için öyle apansızın karşı karşıya gelmekten biraz çekinerek sordu:

“Nevbahar ateş tapınağının güzel reisinin oğlu mu?”

Ebu Müslim cevap verdi:

“Evet, Halit bin Bermek fakat hâlâ ateşgedeleri niye zikrediyorsunuz? Nevbahar gibi ateşhanelerin zamanı geçti. ‘La ilahe Muhammed!’ diyerek İslamiyetle şereflendirildik. Ateşe tapmaktan kurtulduk.”

“Orası pek doğru. Şimdi hoş geldiniz, sefa geldiniz.”

Bu sözlerin ardından Merv beyi, uşakları çağırmak için ellerini birbirine vurdu. El sesiyle içeri giren uşaklara misafirler için sofra hazırlanmasını, kafileye lazım olan yiyecek, yem vesairenin verilmesini emretti.

Ebu Müslim her zamanki ağırbaşlılık ve metanet ile karşılıkta bulundu:

“Boşuna zahmet olmasın. Biz yemek yedik. Kafilede de gerekli her şey var. Bu güzel misafirperverliğiniz için teşekkür ederim.” dedi.

Bey sordu:

“Hangi taraftan geliyorsunuz?”

Ebu Müslim tereddüt etmeden şu cevabı verdi:

“Hac yolculuğundan.”

Fakat bunu söylerken öyle bir bakış ile bakıyordu ki bey, bu bakıştan Ebu Müslim’in doğru söylemediğini fakat doğruyu da söylemek istemediğini fark etti. Daha önceden olduğu gibi her şeyi gizli tutmak arzusunda olduğunun kanısına vardı. Gerçekten de Ebu Müslim, Şia yardımcıları adına para vesaire istemek için daha önce İran beylerine pek çok kez başvurmuştu. Emevi Devleti valilerinin baskılarından korumak için bu girişimler gizli tutulmalıydı. Ebu Müslim’in davranış ve konuşmalarından zihnindekileri de hissetmişti.

“Bu sefer, işimizi gizli tutuyoruz zannediyorsunuz diye çekilen mahrumiyet zamanları, artık geçti. Şimdi alenen iş göreceğiz. Gizli kapaklı bir şey bırakmayağız. Arkamızda duracak mısınız?”

Merv beyi, Kirmani ile evlilik dolayısıyla ortaya çıkacak bağı derhâl hatırına getirerek verdiği söz ve yemine muhalif bir harekette bulunduğunu anlıyordu. Çünkü daha önce Abbassilere bütün kuvvetiyle canı ve malı ile destek olacağına yemin etmişti. Fakat ehlibeyit adına hilafeti ele geçirmeye çalışan, başkaldıran Şia’nın peş peşe başarısızlıklarını göre göre Abbasiler ve taraftarlarının da bir şey beceremeyeceklerini zannetmişlerdi. Öyle uzak hayallere kapılmış olmaktansa gerçekçi işler yapan ve bütün zorluklara rağmen meydana atılan Kirmani’nin gelecekte oluşturacağı etkiden faydalanmayı daha uygun bulmuştu. Bununla beraber bey, Ebu Müslim’in sözlerinde abartı görür gibi oldu. Kirmani ile olan ilişkilerini gizli tutmak ve daha sonra hangi taraf galip gelirse o tarafa geçip çıkar sağlamak üzere Ebu Müslim’in bahsettiği açıkça ortaya konulacak girişim hakkında bilgi almak istedi.

“ ‘Saklanma ve mahrumiyet zamanları artık geçti.’ diyorsunuz, bununla ne demek istiyorsunuz?”

Ebu Müslim cevap verdi:

“Demek istiyorum ki İmam İbrahim lehine ve Emeviler aleyhine bütün İran beyleriyle beraber sizin de yardım ve desteğinizi sağlamak için size o zaman gizlice başvuruyorduk. Bu gizlilik geçicidir. Düşmanlarımıza kılıç kuvvetiyle karşı koyabilme zamanının gelmesini bekliyorduk. İşte bu zaman, şimdi geldi. Zira büsbütün meydana atılmak alenen iş görmek için imam tarafından bize tam yetki verildi.”

“Kılıçla karşı durabilmek için asker topladınız mı?”

“Hayır, henüz asker toplamadık çünkü bu dakikaya kadar alenen daha işe başlamadık hatta bu mücadelemizden ilk haberdar olan sizsiniz. Fakat bir kere biz ortaya atılalım, bize pek çok adamın katılacağına eminiz. Zira Horasan’da sayısız taraftarlarımız var. Beylerin çoğunluğu bize destek verecektir.”

“Bu kısım pek doğrudur. Bu taraflar Emevi düşmanlarının en büyük merkezi sayılır. Kafilede sizinle beraber daha kimler var?”

“Yetmiş kadar nakip subay bizle beraber. İmam hazretleri bunları en seçkin taraftarlarından seçerek kendi hilafetine halkı davet etmek ve askeri komuta etmek üzere buraya yolladı. Bu subayları yakında Horasan’ın çeşitli yerlerine göndereceğiz.”

“Her şey yolunda demek. Fakat devlet bu perişan zamanda her gördüğü İranlı hakkında kötülük besler hâlde bulunurken, bu kadar büyük bir zafer ile yolda hiçbir engele uğramaksızın buraya kadar gelmeniz cidden övülmeye değerdir. Buna ne derece hayret edilse yeri vardır.”

7
İMAMIN EMİRLERİ

Beyin sorusu üzerine Ebu Müslim onun desteğini bir kat daha arttırmak maksadıyla hazır etmekte oldukları inkılap için ne gibi girişimlerde bulunduklarına dair bilgi vermek istedi. Çünkü bu bey, kendilerine destek verirse Horasanlı birçok bey de yardımda bulunup onun arkasından geleceklerdi. Durum ve mevki hakkında şu yolda açıklamaya girişmişti:

“Bey! Siz de bilirsiniz ki Emeviler, hakkımızda etmedik hakaret bırakmadılar. Biz, İranlılara âdeta esir gibi davranıyorlar. Hatta ellerinden gelse bizden esir bırakmamak, yeryüzünde yaşatmamak isterler. Hâlbuki iktidarı elinde bulunduran bu Emeviye hanedanı hazreti peygambere akraba ve ona bağlı olmak gibi bir hak ve ayrıcalığa sahip adamlar da değildirler. Onlar tam tersine ehlibeytin en imansız, en şiddetli düşmanıdırlar. Bunların geneli ehlibeyit ve bilhassa peygamberimizin amca oğlu Hazreti Ali’nin evlat ve torunları hakkında pek acıklı bilgi, zalimane davranışlar, cidden çirkin, şiddetli, kan dökmeyi reva gördüler. Hâlbuki ehlibeyit, peygamber gibi güzel huylar sahibidirler. Müslüman olmak üzere herkesi eşit görürler. Hatta Arap olmayanlar hakkında, kalpleri kırılmasın diye güzellikle davranıyorlar. İşte bunun için bunların taraftarları hep İranlılardan oluştu. Son zamanlarda Aleviler hilafet hukukunu peygemberin amcası Hazreti Abbas’ın torununa terk ettiler. Abbasi hanedanı erkânının büyüğü İmam İbrahim hazretleri olduğu için bütün hanedan Alevi taraftarıdır. Şimdi bu zata destek veriyorlar. İmam hazretleri, Şam şehri etrafında Umman kısımlarında Humeyme kasabasında ikamet etmekte ve halifeliği tanıttırmak için oradan her tarafa adam göndermektedir. Haberleşmeyle meşgul bulunmaktadır. İmam hazretleri geçen sene bu işin liderliğini bana emanet etti ve bana itaat etmeleri lüzumunu bütün taraftarlarına yazdı. Beni Horasan’a ve fethedeceğim bütün şehirlere vali ve komutan tayin etti. O sırada genç bir yaşta bulunduğum için büyük yaşta bulunan bazı nakipler ve komutanlar beni küçük görmek istedilerse de çok geçmeden o fikirden vazgeçtiler. İmam hazretleri geçen sene beni uğurlayacağı gün, bana birtakım önemli emirler ve emanetler verdi. Bu emirleri şimdiye kadar her hususta özenle yerine getirdiğim gibi Abbasiler adına hilafeti yerine getirmek yolunda bundan sonra gerçekleşecek davranışlarımı, bu emirlere göre yerine getireceğim.”

Merv beyi, Ebu Müslim’in sözlerini dinlerken onun bu yaşta gösterdiği metanet ve ciddiyete hayran oluyor. Yüzünde parlayan heybete ve ağırbaşlılığa göre alelade bir adam ile değil âdeta büyük bir komutan yahut büyük bir hükümdar ile konuştuğunu hissediyordu. Bey, imamın önemli emirleri sözünü işitince bu emirlerin ne gibi şeyler olduğunu anlamak merakı ile işitmek istedi. Gülnar, ne olduğunu görüp anlamak için bütün uzuvlarıyla göz kulak kesilmiş olduğu hâlde kendisini bahse kayıtsız duruyor gibi göstermeye çalışıyordu. O ana kadar Ebu Müslim’i ikinci defa görüyordu. Fakat yüzündeki her çizginin kendisinde bir etki bıraktığını hissediyordu.

Fakat ne yazık ki! Ebu Müslim, bu cazibeli melek gibi güzel âşığının bütün bu hissiyatından, içinden geçen duygularından, kalbinin çarpmasından habersizdi. O, bütün kalp ve fikriyle takip ettiği büyük siyasi harekete gönlünü vermişti. İmam adına hilafetin ele geçmesinden başka bir isteğe gönlünü vermiyordu.

Ebu Müslim, imamın emirlerini söylediği zaman elini cebine soktu. “Arapça nasıl söylenirse size öylece harfiyen okuyacağım.” diyerek bükülmüş bir ceylan derisi çıkardı. Herkes de büyük bir sessizliğe büründü. Okumaya başladı.

Ey Abdurrahman ehlibeyitteniz, sen de bizdensin sana emanet ettiğim şu emirleri büyük bir ciddiyetle icra et. Yemen kabilesine, özellikle teveccüh ve ihsanda bulunarak onları harekâtımıza katılmaları için ikna et. Zira Cenabıhak bizi ancak onların desteği ile bu işte başarılı kılacaktır. Rebîa kabilesine hiç güvenme. Onlara daima şüpheli bir gözle bak. Mudar kabilesinden ise asla emin olma. Çünkü bize en yakın düşmanlar bunlardır. Her kimden güvenin ve huzurun ortadan kalkarsa, her kimin sadakatini şüpheli görürsen onu tereddütsüz katlet. Elinden gelirse Horasan topraklarında, Araplardan ve onların taraftarlarından esir bırakmamak için çalış. Beş karış boyunda çocuklardan itibaren her kimi bize karşı iyi niyet ve sadakat beslemiyor görürsen onu idama izinlisin. 4

Ebu Müslim okumasını bitirdiği zaman ne gibi bir etki oluşturduğunu anlamak için Merv beyine bakarak deriyi tekrar dürdü, cebine koydu. Bey, imamın emirlerini anlayınca içerdiği şiddet ve dehşetten titremeye başladı. Fakat diğer taraftan Emevilere karşı pek büyük bir kin beslediği için imamın sözlerinde gördüğü histen, intikamdan fevkalade memnun oluyordu. Her ne kadar kendisi Kirmani’nin oğluyla kızını evlendirmek istiyor ise de buna bir dereceye kadar korku sebebiyle mecburiyet görüyordu. O, hâlâ Abbasilerin başarılı olacaklarını pek de ümit etmiyordu. Bey bütün bu hissiyatını gizli tuttu. İmamın emirlerini cidden takdir ettiğini gösterir bir vaziyet alarak dedi ki:

“Hakikaten pek yanıltıcı omayan pek etkili emirler… Hiçbir ileri görüşlü yoktur ki bunları takdir etmesin. Beylerden olsun önde gelen kişilerden olsun herhangi bir İranlı bunu işitirse derhâl Abbasilere taraftar kesilecektir. Halit siz de bu fikirde değil misiniz?”

Bermekilerin atası olan Bermek’in oğlu Halit o sırada kırk yaşında bulunuyordu. Bermek vaktiyle Belh’te bulunan Nevbahar ateş-hanesinin reisiydi. Mecusi olarak kaldığı, Müslüman olamadan vefat ettiği büyük ihtimaldir. Çok akıllı, zeki, cesur ve çalışkandır. En seçkin mevkide olan oğlu Halit, İran’da İslam’ın şerefiyle müşerref olmuş ve bir taraftan İranlılar adına, Emevilerden intikam almak diğer taraftan da devleti kurduklarında en yüksek mevkilere geçerek hükûmetin gücünü almak üzere Abbasilerin siyasi yapısına katılmıştı. Kendisi dediğimiz gibi kırk yaşındayken yaşı yirmiden biraz fazla olan Ebu Müslim’in emri altında bulunmaya razı olmuştu. Abbasi cemaatinden Halit gibi daha pek çok yaşlı adam, belli başlı birçok komutan da yalnız imamın emrine muhalefet etmemek üzere o pek genç adamın komutası altında bulunmaya kabul etmişlerdi. Yalnız onlardan Süleyman bin Kesir adında biri itiraz etmişti fakat itirazı fayda etmeyince herkes gibi o da boyun eğmeye mecbur olmuştu. Ebu Müslim, Halit’i sahip olduğu üstün vasıflara mahsus seviyor kadrini takdir ediyor. En mühim konuları kendisi ile görüşüyordu. İşte bu sebepten bey ile görüşmek için kafiledeki diğer arkadaşlarına tercihen onu beraber almıştı.

Merv beyi imamın emirleri hakkındaki fikrini Halit’ten sorunca derhâl şu cevabı aldı:

“İranlıların, Abbasiler için pek fedakârca çalışacaklarına şüphem yoktur. Çünkü İranlılar bu uğurda yalnız Abbasiler için değil doğrudan doğruya kendi çıkarları için çalışmış olacaklardır. Ehlibeyit ve peygambere can ve mal ile destek olmak her İranlı için kutsal bir borçtur. Çünkü onların başarısı İranlıların şan ve şerefini yükseltecektir.”

Merv beyi, Kirmani ile yaptığı sözleşmeyi ve evlilik dolayısıyla doğacak bağı hissettirmeksizin Ebu Müslim’e övgü dolu sözler ile hoş görünerek beğenisini ve güvenini belli etti. Abbasilere de pek ziyade taraftar olduğunu göstermek maksadıyla dedi ki:

“Sizin gibi büyük, kudretli, kararlı ve cesaret sahibi adamlar başta bulunduktan sonra Şia’nın başarılı olacağı şimdiden bellidir.”

Halit cevap verdi:

“Fakat bey, bu iş için yalnız karar ve cesaret yetmez.”

Merv beyi, Halit’in bu sözlerinden ne demek istediğini derhâl anladı.

“Hepimiz, varımız yoğumuz ile bu işe destek olacağız. İnkılap girişimi gizli yapıldığı zamanlarda yardımdan nasıl çekinmedik ise iş gerçeğe döküldükten sonra da yardımda tereddüt etmeyeceğiz.” dedi.

Ebu Müslim açıklamasını tamamlamak maksadıyla tekrar söze başladı:

“Daha sonra bildiğiniz şekilde Horasan’a gelerek gizlice hazırlıkta bulunduk. Bu zaman zarfında ara sıra imam hazretlerinin yanına gidiyordum. Taraftarlarından toplanan paraları kendisine götürüyor dönerken yeni emirleri ondan alıyordum. Bu sene imam beni yalnızca bu hususun gerçekleşmesi için geri gönderdi. Adını andığım nakipler güvenilir olduğu için yola çıktık. Yolculuk sırasında hükûmet memurlarına rast gelince onları yalanla aldatıyorduk. Çünkü her ne zaman nereye gideceğimizi sordular ise kutsal topraklara gidiyoruz dedik. Kumis’e vardığımız zaman benim ve büyük nakiplerden Süleyman b. Kesir adına yazılmış, imam hazretleri tarafından bir ferman ile (köşkün önünde yere serilmiş olan bağı göstererek) zafer sancağı vasıl oldu. İmam hazretleri (cebinden fermanı çıkarıp okuyarak) bana: ‘Sana zafer sancağını gönderiyorum. Bu fermanım her nerede eline varır ise oradan geriye dönerek hilafetimi tanıttırmak için gereken savaş hazırlıklarını alenen uygulamaya başla. Cenabıhak yardımcınız olacaktır.’ yazıyor.”

3.İbnü Hallikân Tarihi, cilt 1.
4.Taberi Tarihi, cilt 2.