Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Entelektüelin kutsal kitabı – biyografiler», sayfa 2

Yazı tipi:

Akhenaton

Antik dünyanın en tanınmış dini reformcuları arasında yer alan Mısırlı firavun Akhenaton, ülkesinin dini geleneklerini yenilemek için büyük bir çaba harcamıştır. Eski inançların kökünü kazıyarak güneş tanrısı Aton’un etrafında gelişen tek tanrılı bir inanç sistemini yerleştirmeye çalışmıştır.

MÖ 1350 yılında tahta çıkan Akhenaton, yaklaşık 38 yıl boyunca tahtta kalan firavun 3. Amenhotep’in oğluydu. Genç kral ilk önce 4. Amenhotep olarak anılsa da hükümdarlığının dördüncü yılında yeni bir din kurarak eski isminden vazgeçmiştir.


Akhenaton’dan önce Mısırlılar, Bereket tanrısı Osiris ve savaş tanrısı Horus gibi eski tapınak tanrılarına tapıyorlardı. Eski tanrıları reddeden Akhenaton bunlara tapılmasını yasakladı ve pek çok eski tapınağın yıkılmasını emretti.

Akhenaton bu yeni inanca samimiyetle bağlanmıştı. Diğer yandan yeni dinin çok önemli politik sonuçları da oldu. Rahiplerin geleneksel olarak sahip oldukları, tanrılar ve insanlar arasındaki aracılık rolünün ortadan kalkması ve Akhenaton’un sadece kendisinin Aton’la iletişim kurabileceğini iddia etmesi ruhban sınıfının gücünü azalttı. Böylelikle kendi otoritesi de güçlenmiş oldu. Egemenliğini pekiştirmek için çölün ortasında Akhetaten adını verdiği yeni bir şehir inşa ettirdi. Daha sonra Mısır’ın başkentini Teb’den buraya taşıdı.

Ne var ki nüfusun büyük çoğunluğu kralın on yedi yıllık hükümranlığı boyunca yeni dini tam olarak benimsemedi. Firavunun ölümünün ardından çocuk firavun Tutankhaten ruhban sınıfından gelen baskılara boyun eğerek eski tanrıları diriltti ve Teb’i yeniden başkent yaptı. Birkaç yıl içerisinde Mısırlılar Atenizmi tamamen reddettiler ve putkırıcı firavundan geriye kalan tüm eserleri imha ettiler.

Yine de Akhenaton günümüze kadar bir yenilikçi olarak anılmaya devam etmiştir. Yarattığı din ise pek çokları tarafından tek tanrılı dinlerin atası olarak kabul edilmektedir.

Ek Bilgiler

1- Akhenaton kendi isteği üzerine dönemin sanat eserlerinde kısa gövdeli, uzun kollu, uzun boyunlu ve uzun kafalı olarak resmedilmiştir. Bu ilginç durum, kimi uzmanların Akhenaton’un Marfan sendromu adı verilen bir genetik bozukluktan muzdarip olduğunu iddia etmesine sebep olmuştur.

2- Akhetaten, “Aten’in ufku” anlamına gelmektedir.

3- Atenizmin bırakılmasından sonra çocuk kral Tutankhaten “Aten’in Yaşayan İmajı” anlamına gelen isminden vazgeçti. Daha ziyade sonradan benimsediği “Tuhankhamen” ismi ile tanınmaktadır.

Nebukadnezar

2. Nebukadnezar (MÖ 630-561), İncil’de Kudüs’ü fetheden zalim kral olarak tasvir edilmektedir. İlk Tapınak’ı yıkmış ve Yahudiler’i Babil’e sürmüştür. “Yeremya Kitabı”nda bu dönemde yaşananlar son derece keskin metaforlarla anlatılır: “Babil kralı Nebukadnezar beni mahvetti. Bana eziyet etti. Beni boş bir vazoya döndürdü, bir ejderha gibi yutuverdi beni. Benim etimle karnını doyurdu. Beni sürgüne gönderdi.”

Eski Ahit’teki başlıca kötü karakterlerden biri olan Nebukadnezar, MÖ 598’de Yahudi kralı Jehoiakim’i yenilgiye uğrattığı için Yahudilerin nefretini kazanmıştır. Daha sonra Yahudiliği ortadan kaldırmak için binlerce Yahudi’yi esir almış ve onları kendi başkentine sürgüne göndermiştir. Bu döneme dinler tarihinde “Babil Esareti” adı verilmektedir.



Seküler tarihin Nebukadnezar’a ilişkin yazdıklarında ise farklı nüanslara rastlamak mümkündür. Nebukadnezar’ın Mısır’dan günümüz Türkiye’sine uzanan askeri fetihlerinin yanı sıra Babil’in Asma Bahçeleri’ni yaptırdığına inanılmaktadır. Büyük bir mühendislik becerisi ile yapılan bahçeler antik dünyanın yedi harikası arasında yer almaktadır. Çok büyük ihtimalle Nebukadnezar’ın karısı için bir hediye olarak inşa edilmiştir. Yapay bir sulama sistemi ile birbirlerine bağlanmış basamaklı bahçelerden oluşmaktadır. Bahçeler daha sonra bir depremde hasar görmüş ve geriye hiçbir iz kalmamıştır. Babil Bahçeleri’nin bir zamanlar günümüz Bağdat’ının güneyinde yer aldığı düşünülmektedir.

İncil’deki anlatılar Nebukadnezar’ın ömrünün sonuna doğru aklını yitirdiğini ileri sürer: “İnsanlıktan çıkarak, öküzler gibi ot yemeye başlamıştır. Vücudu çiy taneleri ile ıslanmış, saçları kartal tüyüne dönmüştür. Tırnakları kuşların pençeleri gibi olmuştur.” MÖ 561’de öldüğü tahmin edilmektedir.

Ek Bilgiler

1- Efsaneye göre Nebukadnezar, Babil Bahçeleri’ni bir Med prensesi olan ve memleketindeki bahçe ve ormanların hasretini çeken eşi için inşa ettirmiştir.

2- 1999 yılında gösterime giren Matrix filminde, Morpheus (Laurence Fishburne – 1961) tarafından kullanılan hava taşıtının adı “Nebukadnezar”dır.

3- Nebukadnezar Akadça bir kelime olan Nabu-Kudurri-Usur’dan türemiştir. “Nebo, varislerime göz kulak ol” anlamına gelir. Orta Doğu’da büyük bir yaygınlık kazanmış olmasına rağmen, Akadça MS 1. yy’a gelindiğinde ortadan kalkmıştır.

Heraklit

Antik Yunan filozofları arasındaki en önemli tartışma konularından biri de maddeleri oluşturan asıl elementin ne olduğuydu. Thales (MÖ 620-546) gibi kimi filozoflara göre evrendeki maddelerin temel kaynağı suydu. Anaximenes’in (MÖ 585-528) başını çektiği bazılarına göreyse temel element havaydı.

Efesli zengin bir aristokrat olan Heraklit’e (MÖ 540-480) göreyse temel element ateşti. İronik bir biçimde Heraklit’in yazdıkları yurttaşları tarafından büyük bir düşmanlıkla karşılanmış ve eserleri ateşte yakılmıştır. Heraklit ateşin doğanın temel yapıtaşı olduğuna inanıyordu. Ona göre tüm diğer maddeler ondan türemişti.



Heraklit’in yaşamı hakkında pek az şey biliyoruz. Bugüne kadar gelebilen çalışmalarından diğer Yunanlıları, özellikle de günümüzde Türkiye sınırları içerisinde kalan zengin liman kenti Efes’te yaşayan komşularını küçümsediği anlaşılmaktadır. (Bir yazısında hemşehrilerinden bahsederken “Efes’in yetişkin erkekleri kendilerini asmak için ellerinden ne gelirse yaparlar” demektedir).

Heraklit evrenin oluşumu ile ilgili tartışmaların önemli felsefi sonuçları olduğuna inanmaktadır. Ona göre dünya ateşten yapılmıştır ve bu yüzden de sürekli değişmektedir. Dünyanın sürekli bir akış halinde olduğu düşüncesi, onun felsefesinin en temel noktalarından birisini oluşturmaktadır.

“Dünya” diye yazar “yaşayan bir ateştir.” Değişmeyen yegane şeyin değişim olduğunu düşünür. Bu fikir onu diğer Antik Yunan filozofları ile karşı karşıya getirecektir. Zira pek çokları mutlak gerçeğin arayışındadır. Değişimin kaçınılmaz ve sürekli olduğuna inandığı için insanların kendi kendilerini yönetemeyeceğini ve katı kurallarla doğru yöne sevkedilmeleri gerektiğini ileri sürmüştür. “Eşeklerin gözü altında değil samandadır,” diye yazmış ve insanların iyi şeyler yapmaları için sürekli dürtülmeleri gerektiğini ileri sürmüştür.

Hayatının son yıllarını çeşitli şifalı otlar ve çimen yiyerek ve insanlardan kaçarak geçiren Heraklit 60 yaşında ölmüştür. Ne var ki çalışmaları, aralarında Platon’un (MÖ 429-347) da bulunduğu kendinden sonraki filozoflara ölümünden sonra da meydan okumaya devam etmiştir. Nitekim geleceğin filozofları Heraklit’in teorilerinin yanlışlığını ispat etmek için büyük bir çaba harcayacaktır.

Elementler meselesinde ise en sonunda bir uzlaşma sağlanmış ve evrenin dört temel elementten oluştuğu iddia edilmiştir: toprak, su, hava ve ateş. Bu düşünce modern kimyanın ortaya çıktığı zamana kadar yüzyıllar boyunca hakimiyetini korumuştur.

Ek Bilgiler

1- Artemis Tapınağı Efes’te bulunmaktaydı. Yaklaşık olarak MÖ 550 yılında tamamlanan tapınak antik dünyanın yedi harikası arasında yer almaktadır.

2- Heraklit zaman zaman “Anlaşılmaz” lakabıyla anılmaktadır. Bunun nedeni yazım tarzının fazla karmaşık olmasıdır.

3- Heraklit Antik Yunan şairi Homeros’u çok sert eleştirmiştir. Öyle ki “Odysseia ve İlyada’yı yazdığı için dayağı hak etmiştir,” diye yazar.

Pisagor

Her şey sayılardan oluşur.

– Pisagor

Pisagor (MÖ 580-500), mensuplarının matematik ve bilimle uğraşarak Tanrı’ya yaklaşabileceklerine inandıkları eski bir Yunan tarikatının kurucusudur. Bu disiplinli topluluğun üyeleri, aralarında ünlü Pisagor teoriminin de bulunduğu, matematik ve geometrinin temel ilkelerini geliştirmişlerdir. Onların çalışmaları sayesinde önderleri Pisagor, matematiğin babaları arasında sayılmaktadır.

Türkiye sahiline yakın Samos Adası’nda doğan Pisagor kırklı yaşlarında Güney İtalya’daki Croton’a gitmiştir. Pisagorcular grubunun kuruluşundan sonra taraftarları ile birlikte Yunanca konuşulan Güney İtalya’daki bir başka şehir olan Metapontum’a gider. Doksan yaşındayken burada hayata gözlerini yumacaktır.



Reenkarnasyona olan inanç, Pisagor dininin temel prensipleri arasında yer almaktadır. Pisagorcular ruhun yok edilemez olduğu fikrini savunmaktadırlar. Ne var ki insanların daha iyi bir reenkarnasyonla yeniden dünyaya gelebilmeleri için bazı sıkı kurallara uyarak yaşamaları gerekmektedir. Tapınakta ayakkabı giymemek, beyaz horozlara dokunmamak, önce sağ ayakla adım atmak ve fasulye yemekten kaçınmak bu sıkı kurallardan sadece birkaçıdır.

Pisagor matematikle ilgilenmenin, Tanrı’nın aklını anlamaya yardımcı olacak kutsal bir görev olduğuna inanıyordu. Zira onun düşüncesine göre doğanın tamamı sayılarla anlatılabilirdi. Pisagorcu matematikçiler ünlü a2+b2=c2 teoremini kanıtlamayı başardılar: Yani dik üçgende hipotenüsün karesi her zaman diğer iki kenarın karelerinin toplamına eşittir. Pisagorcular aynı zamanda irrasyonel sayılar konseptini (kesirler olarak ifade edilemeyen sayılar) ve karekök nosyonunu da geliştirmişlerdir.

Pisagor’un yaşamı hakkında pek az şey bilinmektedir. Bununla birlikte onun hakkında ayın üzerine yazı yazabilmesi ya da zamanda yolculuk yapması gibi gerçek olması mümkün gözükmeyen çok sayıda mit bulunmaktadır. Bu mitler filozof-matematikçinin ölümünden sonra ortaya atılmıştır. Taraftarları her ne kadar ölümünden yüzyıllar sonra da artmaya devam etmişse de Pisagor tarikatı zamanla ortadan kalkmıştır.

Ek Bilgiler

1- Pisagorcu olmak isteyenlerin beş yıl boyunca sessiz kalarak iradelerini kanıtlamaları gerekiyordu.

2- Pisagorla ilgili bir mite göre oyluk kemiği altındandı. Onun aynı anda iki yerde birden bulunabildiği de söylenmektedir.

3- Fasulye yasağının yanı sıra, Pisagor, taraftarlarına anemon, tarla öküzü ve hayvan kalplerini de yememelerini öğütlemiştir.

Jezebel

Eski Ahit’te yer alan kötü karakterlerden biri olan Jezebel bir Fenike kraliçesidir. Adı günahkar kadınlarla özdeşleşmiştir. Kutsal kitapta İsrailliler’e kendi tanrısı olan Baal’e tapmaları için baskı yaptığı ifade edilmektedir. Buna karşılık İsrail’in peygamberleri bu teklifi reddettiklerinde onları öldürmüştür.

Jezebel’in hikayesi Eski Ahit’in iki kitabında işlenir: “Krallar 1” ve “Krallar 2.” Hem gerçekten yaşayıp yaşamadığı hem de sahip olduğu kötü şöhreti hakedip etmediği uzmanlar arasında tartışma konusu olmuştur. Eğer Jezebel gerçek bir tarihi karakterse MÖ 9. yy’da yaşamış olduğu tahmin edilmektedir.



Bir kralın kızı olduğu iddia edilen Jezebel yine bir kralla, Kuzey İsrail’in hakimi olan Kral Ahab’la evlenecektir. Eski Ahit’teki sevilmeyen karakterlerden biri olan Ahab, işlediği günahlarla tanrının gazabını üzerine çeken bir dizi iktidar sahibinin arasında yer almaktadır. Gerçekten de Kral James Bible onun için “Ahab, Tanrı’nın öfkesini kendisinden önce hiçbir İsrail kralının yapamadığı kadar üzerine çekmeyi başardı,” demektedir.

Ahab Jezebel’in teşvikiyle Fenike tanrısı Baal’a tapılmasına izin vermiştir. Jezebel Ahab’ı Baal tapınaklarına maddi destek sağlaması için yönlendirmiş, Baal dinine yeni inananlar kazanmak için kaynaklarda ne olduğu açıkça ifade edilmeyen bazı cinsel uyarıcı yöntemler dahi kullanmıştır. Ahab’ın ölümünden sonra oğulları Ahaziah ve Jehoram yönetimi devralmıştır. Anneleri ise onların döneminde de Baal inancını desteklemeyi sürdürmüştür.

Baal’a tapmak Akdeniz’de son derece yaygın olan bir inançtı. İncil’de anlatılan öykünün Orta Doğu’da yaşanmış olan eski bir dini sürtüşmeye işaret ediyor olması mümkündür. 1960’ların başında Jezebel’e ait olabileceğine inanılan bir mühür bulundu. Buna karşılık pek çok uzman bulunan mührün kutsal metinlerde anlatılan karakterle bir bağlantısı olabileceği iddiasına karşı çıkmıştır.

İncil’e göre Jezebel’in ölümü Jehu’nun Tanrı tarafından Ahab’ın evini yerle bir etmekle görevlendirilmesinin ardından geldi. Tanrı Jehu’dan Jezebel’in ahlaksızlıklarına bir son vermesini istemişti. Jehoram’ı öldüren Jehu, Jezebel’i sarayında kıstırdı. Öldürüleceğini bilen Jezebel makyaj yapıp (metinlerde “Jezebel boyandı” ifadesi kullanılmaktadır) Jehu’yla yüzleşti. Jehu onu açık bir pencereden atlamaya zorladı. Jezebel’in düştüğü yerde bedenini köpekler parçaladı. Eski Ahit’te Jezebel’in sonu şöyle anlatılıyor: “Jezebel’den geriye kalanlar toprağa gübre oldu.”

Ek Bilgiler

1- Jezebel Asya’da bir kelebek türünün adıdır. Bu türün erkekleri soluk, dişileri ise çok canlı renklere sahiptir.

2- Jezebel Fenike dilinde “Ekselansları nerede?”anlamına gelmektedir.

3- Uzun bir süre aşağılayıcı bir sözcük olarak kullanılan “Jezebel” kelimesi daha sonra feminist gruplar ve kadın dergileri tarafından sahiplenilmiş ve hatta bir iç çamaşırı markasına isim vermiştir.

Midillili Sappho

Lezbiyen kelimesinin isim annesi olan Midillili Sappho1 (MÖ 630-570) bir Antik Yunan şairi ve öğretmendir. Kaleme aldığı aşk şiirlerinin pek azı günümüze gelmeyi başarmış olsa da, eski dünyada büyük bir popülerliği vardı. Kendinden sonraki Yunan ve Roma şiiri üzerinde büyük bir etkisi olmuştur.

Ünü ölümünden yüzyıllar sonra bile ayakta kalmayı başarmıştır. Öyle ki Platon (MÖ 429-347) onu Yunan mitolojisinin dokuz sanat ve edebiyat tanrıçası ile karşılaştırarak, Sappho’ya “onuncu esin perisi” lakabını takmıştır. Bir başka hayranının belirttiğine göre “eflatun saçlıdır, gülüşü saf ve tatlıdır.”



Yakın zamanlarda lirik şiirlerinden bazı yeni parçalar keşfedilmiştir. Böylece Sappho’nun Batı tarihinde homoseksüellik üzerine yazan ilk yazarlardan biri olduğu anlaşılmıştır. Çalışmaları yakın zamanlarda farklı dillere çevrilmiş, hakkında çeşitli romanlar yazılmış, doğum yeri olan Midilli Adası kısa zamanda lezbiyen turistler için bir çekim merkezi haline gelmiştir.

Sappho ömrünün büyük bölümünü Ege Denizi’nde bir ada olan Midilli’de geçirmiştir. Diğer taraftan bazı tarihi kanıtlara göre kısa bir süreliğine de olsa Sicilya’ya sürgüne gönderilmiştir. Muhtemelen Midilli Adası’nın önde gelenleri arasında yer alıyordu. En azından iki erkek kardeşi vardı. Cleis adında bir kız çocuk dünyaya getirdiğini söyleyenler de vardır.

Aşk, erotizm, kıskançlık ve hasretle dolu olan Sappho’nun şiirleri genellikle kadınlara hitaben yazılmıştır. Pek azında erkeklere seslenilmektedir. Şiirlerinden birinde arzuladığı bir kadını bir erkeğin yanında gördüğünde nasıl kıskandığını anlatmaktadır: “…soğuk terler döktüm, bir titreme aldı beni, rengim çimlerden bile daha yeşildi…”

Ölümünden sonra Sappho’nun şiirleri dokuz kitap halinde toplandı. Ovid (MÖ 43- MS 17), Catullus (MÖ 84-54) ve diğer klasik ozanlar tarafından dillendirilen şiirlerinin büyük bölümü Orta Çağ’da yok edilerek diğer pek çok Antik Yunan klasiğiyle aynı kaderi paylaştı. Sadece “Afrodit İlahisi” isimli şiiri eksiksiz bir biçimde günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Ek Bilgiler

1- Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre lezbiyen kelimesi 19. yy’dan itibaren homoseksüel kadınlar için kullanılmaya başlanmıştır. Gay kelimesinin homoseksüel erkekler için kullanılmasının da benzer bir biçimde 19. yy’da gerçekleştiği düşünülmektedir.

2- Sappho’nun şiirlerinden geriye ince papirüs parçalarına yazılmış toplam bin satır kalmıştır.

3- 2008 yılında üç Midilli sakini bir Yunan mahkemesinde dava açtı. Talepleri gay ve lezbiyenlerin, lezbiyen kelimesini kullanmalarının engellenmesiydi. Söylediklerine göre bu kullanım haksız bir şekilde adada yaşayanların adını kötüye çıkarıyordu. Dava reddedildi.

Solon

Antik Yunan’ın efsanevi yedi bilgesinden biri olan Solon (MÖ 658-558) bir devlet adamı ve komutandır. Atina devlet sisteminde yaptığı reformlar dünyanın ilk demokrasisinin ortaya çıkmasını mümkün kılmıştır.

Aristokrat bir ailede doğdu. İlk olarak rakip şehir devleti Megara’ya karşı Salamis Adası’nın kontrolü için yürüttüğü başarılı mücadelenin sonucunda bir komutan olarak ünlendi. Solon daha sonra Antik tarihçi Plutarch’ın (46-120) verdiği bilgiye göre MÖ 594 tarihinde “kanun yapıcı” seçildi.



Solon göreve geldiğinde, şehrin adalet sistemi büyük ölçüde bir önceki kanun yapıcı olan Draco’nun etkisindeydi. Draco’nun kanunları katılıkları ile tanınıyordu. Öyle ki bu yasalarda aylaklık ya da bahçeden meyve çalmak gibi küçük suçlar için bile idam cezası öngörülüyordu.

Solon yasaları gözden geçirip cezaları daha az haşin hale getirdi. Ayrıca şehrin yönetim sisteminde bir reform gerçekleştirdi. Onun çabaları sayesinde iktidar, asillerden halka doğru kaymaya başladı. “Eunomia”yı, yani iyi düzeni yeniden inşa etmek istiyordu. Böylece tüm Atinalılar yönetim sisteminde kendilerinin de bir rol sahibi olduğunu düşünecekti. Tüm vatandaşların dava açabilmelerini yasallaştırdı. Jürileri halka açık hale getirdi. Demokratik meclislerin atası olan “Dört Yüzler Konseyi” adında bir temsil organı oluşturdu.

İki yıllık görevinin ardından Atina’dan ayrıldı ve Akdeniz’de dolaşmaya başladı. (Böylece Atinalıların kanunlarını ilga etmesi için kendisine yaptığı baskıdan kurtulmuş olacaktı.) Aradan on yıl geçtikten sonra ömrünün son yıllarında Atina’ya döndüğünde yaptığı refomların önemli bir bölümünden vazgeçildiğini gördü ve hayal kırıklığına uğradı.

Solon’un reformları sadece birkaç yıl yürürlükte kalmış olsa da Yunan anayasal sisteminin oluşmasında ilk adımı teşkil etmiştir. Solon’un ölümünden yıllar sonra MÖ 507’de bir asilzade olan Cleisthenes Atina’da iktidarı ele geçirdiğinde Solon kanunlarına dayanan demokratik bir yapı oluşturdu. Bu dönemde şehrin kültürel, felsefi ve askeri yapısında daha önce görülmemiş bir gelişme yaşandı.

Ek Bilgiler

1- Antik tarihçi Diogen Laertius’a göre Solon kendisinden iki yüzyıl sonra yaşayacak olan Yunan filozofu Platon’un (MÖ 429-347) uzak bir akrabasıydı.

2- Solon aynı zamanda şairdi. Yasal reformlarını destekleyen şiirler yayınlamıştı. Bunlar Yunan edebiyatının en eski şiir örnekleri arasında yer almaktadır.

3- Hem Solon hem de selefi Draco İngilizce’ye çok sayıda kelime kazandırmışlardır. “Solon” bilge bir kanun yapıcı anlamına gelirken “draconian” sözcüğü ise sert cezaları betimlemek için kullanılmaktadır.

Yeremya

Eski Ahit’teki büyük peygamberler arasında yer alan Yeremya (MÖ 627-586), “Yahudi İncili”nde adı geçen ve gerçek tarihi olaylarla bağlantılandırılabilecek birkaç kişiden biridir. Yeremya, Hilkiya adındaki bir Yahudi rahibin oğluydu. MÖ 627 yılında Kudüs yakınlarındaki bir köyde dünyaya geldi. Kuzey İsrail’de yaşadı ve büyük ihtimalle MÖ 586’da Mısır’da öldü.

Yeremya’nın yaşadığı dönemde antik Yahudi tarihinin en büyük felaketlerinden biri gerçekleşmişti. MÖ 587’de Kudüs yok edilmiş ve İsraillilerin Babil’e sürgün edilmeleriyle “Babil Esareti” olarak adlandırılan dönem başlamıştı. Yahudilerin anavatanlarından günümüz Irak’ına sürgünü elli yıl kadar sürmüştü. Bu dönemin Yahudi tarihinde çok önemli bir yeri bulunmaktadır.

Yeremya’ya göre yurtlarının işgali Yahudi toplumunun günahlarına karşı Tanrı tarafından verilen bir cezaydı. Çok daha önceleri Yeremya, halkını sebep oldukları sosyal adaletsizlikler ve din kurallarına gereğince riayet etmemeleri nedeniyle Tanrı’nın gazabını üzerlerine çekecekleri konusunda uyarmıştı. Buna rağmen Yahudilerin büyük bölümü Baal ve İştar gibi diğer tanrılara tapınmaya devam ettiler. Böylece atalarının tek tanrıcı geleneklerine karşı gelmiş oluyorlardı.

Yeremya’nın halkını uyardığı ateşli vaazı, “Eski Ahit”in “Yeremya Kitabı”nda yer almaktadır. Yahudiler eğer doğru yola gelmezlerse Tanrı onlardan intikamını alacaktı: “Kudüs’ün sokaklarından neşeli sesleri, mutluluğu, gelinlerin ve damatların coşkusunu söküp alacağım. Bu topraklar ıssızlaşacak.”

Yeremya’nın yaptığı sürekli uyarılar onu insanları arasında pek de sevilmeyen bir kişi haline getirmişti. Babil istilası sırasında asker kaçağı olduğu iddiasıyla bir zindana hapsedildi. İronik bir biçimde onu kurtaran Babilliler olmuştur. İşgalcilar ona saygı göstermiş ve onu diğer Yahudilerle birlikte sürgüne göndermek yerine Kudüs’te kalmasına izin vermişlerdir.

İstiladan sonra da Yeremya vaazına devam etmiştir. Eğer Yahudiler yeniden dinlerine bağlılık gösterirlerse Tanrı’nın onları affedeceğini söylemiştir. Bir yoruma göre, söylevlerinden yorulan İsrailliler tarafından taşlanarak öldürülmüştür.

Ek Bilgiler

1- “Yeremya” sözcüğü günümüzde, yaptıklarının sonuçları hakkında dinleyenleri uyarmak için verilen söylev anlamına gelmektedir.

2-Yeremya, rock grubu Three Dog Night’ın popüler şarkısında iddia edildiği gibi bir boğa kurbağası değildir. Ama İncil’e göre kaliteli, güzel şarapları vardır. Bir pasajda (Jeremiah 35:1–18), Tanrı Yeremya’ya Rechabitlere şarap getirmesini emreder. Oysa onların geleneğinde alkolden uzak durmak vardır. Yeremya şarap içmeleri için onları ikna etmeye çalışır. Rechabitler ise kendi yasalarına uyarlar ve şarap içmeyi reddederler. Tanrı bu örnekten yola çıkarak Yahudilerin de kendi yasalarına uymaları gerektiğini göstermek istemiştir.

3- “Yeremya Kitabı”nın yanı sıra, “Krallar 1”, “Krallar 2” ve “Feryatlar”ı da yazanın o olduğunu iddia edenler vardır.

1.Midilli Adası’nın orijinal ismi Lesbos’tur ve “lezbiyen” kelimesi de burdan türetilmiştir. (ç.n.)