Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Zeno'nun Bilinci», sayfa 2

Yazı tipi:

Başlarda sağlıkevleri ile ünlü İsviçre’ye gideyim diye düşündük ama sonra Muli isimli bir doktorun Trieste’de bir tesis açtığını öğrendik. Karımı onunla görüşmekle görevlendirdim, doktor başkalarının da yardım edeceği bir hasta bakıcının denetiminde kapalı bir daireye yerleşmemi teklif etmiş. Karım bu tavsiyeden bahsederken ilkin gülümsüyordu, sonra da kendini tutamayıp pervasızca gülmeye başladı. Beni hapse attırma fikri onu eğlendiriyordu, ben de içtenlikle katıldım kahkahalarına. Tedavim ile ilgili denemelerimde ilk kez benimle birlikte hareket ediyordu. O zamana kadar rahatsızlığımı hiç ciddiye almamıştı, sigara içmenin biraz tuhaf ve sıkıcı bir yaşam biçiminden başka bir şey olmadığını söylerdi. Benimle evlendikten sonra eski özgürlüğümün ardından hiç nedamet duymamam, onun için hoş bir sürpriz olmuştu, ben ise o sırada başka şeyler ardından nedamet duyuyordum.

Olivi’nin ertesi aydan sonra hiçbir durumda benimle kalmayacağını söylediği gün, sağlıkevine doğru yola koyulduk. Evde bir valize birkaç parça çamaşır koyduk ve akşam olunca hemen Doktor Muli’ye gittik.

Bizi kapıda bizzat kendisi karşıladı. Dr. Muli o zamanlar yakışıklı bir gençti. Yazın ortasıydı ve o küçük, gergin, parlak siyah gözlerinin daha da iyi parladığı güneşten yanmış yüzü ve yakasından ayakkabılarına kadar bembeyaz kıyafetiyle zarafeti temsil ediyordu. Ona hayran kalmıştım ama belli ki o da bana hayran kalmıştı. Hayranlığının nedenini anladığımda biraz utanarak dedim ki:

“Sanırım siz bu rahatsızlık için, tedavi gerektiğine de benim bunu ciddiyetle uygulayabileceğime de inanmıyorsunuz.”

Doktor, beni yaralayan hafif bir gülümsemeyle yanıtladı:

“Neden böyle söylüyorsunuz? Kim bilir, belki de sigara tiryakiliği biz doktorların sandığından daha zararlıdır. Şunu merak ediyorum, neden sigarayı birdenbire bırakmak yerine içtiğiniz sigara sayısını azaltmayı denemediniz. Pekâlâ sigara içebilirsiniz, yalnızca aşırıya kaçmayın.”

Gerçek şu ki sigarayı tamamen bırakmak fikrine odaklandığım için, daha az sigara içme olasılığını hiç düşünmemiştim. Yine de bu tavsiye vardığım noktada bir işe yaramazdı, yalnızca bırakacağım diye aldığım kararı zayıflatırdı o kadar. Kesin konuştum:

“Ben kararımı verdim, bu yüzden tedaviyi deneyeceğim.”

“Denemek mi?” dedi doktor ve üstünlük taslayarak güldü. “Bir kez tedaviye başladığımızda, tedavinin mutlaka başarılı olması gerekir. Siz zavallı Giovanna’ya kaba kuvvet uygulamadıkça bu odadan çıkamazsınız. Sizi serbest bırakmak için gereken formaliteler de o kadar uzun sürer ki bu esnada kötü alışkanlığınızı unutur gidersiniz!”

İkinci kata çıktıktan sonra zemin kata geri döndük, benim için tasarlanan dairedeydik.

“Görüyor musunuz? Şu parmaklıklı kapı, zemin katın çıkışının bulunduğu diğer bölüm ile iletişimi engeller. Anahtarları ise Giovanna’da bile yoktur. Dışarı çıkabilmek için Giovanna da ikinci kata çıkmak zorunda, o katta da bizim için açılan kapının anahtarını bir tek o taşır. Dahası ikinci kat mütemadiyen denetlenir. Çocuklar ve lohusalar için tasarlanmış bir huzurevi için iyi değil mi sizce de?”

Ve sonra güldü, kim bilir belki de beni çocukların arasına hapsetme fikri ona komik gelmişti.

Giovanna’yı çağırıp benimle tanıştırdı. Kırk mı altmış mı yaşını pek kestiremediğim, ufak tefek bir kadındı. Beyazlamış saçlarının altındaki minicik gözleri ışıl ışıldı. Doktor ona şunları söyledi:

“İşte gerekirse yumruk atmak zorunda kalacağınız beyefendi bu.”

Beni dikkatle inceleyerek süzdü, kıpkırmızı kesildi ve tiz bir sesle haykırdı:

“Görevimi yaparım elbette ama asla münakaşaya giremem. Tehdit edecek olursanız eğer hemen hasta bakıcıyı çağırırım, pek güçlü kuvvetlidir, gelmeyecek olursa da istediğiniz yere çekip gidebilirsiniz, canımı sokakta bulmadım ben!”

Daha sonra öğrendim ki doktor, ona bu görevi verirken yüksek bir ücret vadetmiş, bu vaat de yalnızca onun gözünü korkutmaya yaramış. Ancak söyledikleri çok kızdırdı beni. Bile isteye nasıl bir duruma sokmuştum kendimi böyle!

“Canınızın tehlikede olacağını da nereden çıkardınız? Kimmiş o tehlikeyi yaratacak olan?” diye haykırdım. Sonra doktora döndüm:

“Lütfen bu kadını uyarın, rahatsız etmesin beni! Yanımda bazı kitaplar getirdim, yalnız kalmak istiyorum.” dedim.

Doktor, Giovanna’ya birkaç tembihte bulundu. Özür dilemeye niyetlenip konuşmaya başlayınca yine saldırdı bana:

“İki küçük kızım var benim, onlar için yaşamak zorundayım.”

“Ben sizi öldürmeye tenezzül bile etmem.” diye cevapladım, üslubum zavallı kadıncağıza hiç de güven vermiyor olmalıydı.

Doktor, bir üst katta ne olduğunu bilmediğim bir şeyi aldırmak üzere görevlendirerek onu yanımdan uzaklaştırdı, beni yatıştırması için istersem başka birini yönlendirebileceğini söyledi ve ekledi:

“Kötü bir kadın değildir aslında, daha dikkatli davranmasını öğütlerim bir daha sizi rahatsız etmez.”

Beni denetlemekle görevli kişiye, hiç önem vermediğimi göstermek arzusuyla Giovanna’ya katlanmayı kabul ettim. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı, sondan bir önceki sigaramı cebimden çıkardım, açgözlülükle tüttürdüm. Doktora yanıma yalnızca iki sigara aldığımı ve bu gece yarısına varıncaya kadar sigarayı bırakmış olmak istediğimi söyledim.

Karım, doktor ile birlikte yanımdan ayrıldı. Ayrılırken:

“Artık kararını verdiğine göre güçlü ol.” dedi gülümseyerek.

Çok sevdiğim gülümsemesi bu kez benimle alay ediyormuş gibi geldi bana, tam da o anda ruhumda bir duygu filizlendi. O duygu, olanca ciddiyetle giriştiğim bu denemenin sefil bir şekilde sonuçlanmasına neden olacaktı. Kendimi kötü hissettim ancak yalnız bırakılınca bana asıl neyin acı verdiğini anladım. Genç doktora karşı duyduğum pek acı verici, delice bir kıskançlık. Yakışıklıydı, özgürdü! İlah diyorlardı ona. Karım neden ona âşık olmasındı? Doktor giderken karımın zarif ayakkabıları içindeki ayaklarına bakmıştı. Evlendiğimizden bu yana ilk defa kıskançlık hissediyordum. Nasıl bir kederdi bu böyle! Bir mahkûm olarak sefil durumuma pek de güzel eşlik ediyordu! Kendimle mücadele ettim! Karımın gülümsemesi her zamanki gibiydi, beni evden uzaklaştırdığı için alay ettiği de yoktu. Kötü alışkanlığıma hiçbir önem vermeyip sonunda beni buraya kapattıran kesinlikle oydu ama elbette bunu sırf benim iyiliğim için yapmıştı. Ayrıca, karıma âşık olmanın o kadar kolay olmadığını hatırlamıyor muydum? Eğer doktor, onun ayaklarına baktıysa da kesinlikle sevgilisi için hangi botları alması gerektiğini görmek için yapmıştı. Yine de son sigaramı dayanamadım içtim; henüz gece yarısı değildi, saat daha yirmi üçtü, son sigara için çok namüsait bir zaman.

Bir kitap açtım. Anlamadan okuyordum hatta okurken kendimi kaptırıp hayal bile kuruyordum. Baktığım sayfada, yalnızca Doktor Muli’nin güzelliğini ve zarafetini görüyordum. Dayanamadım! Giovanna’yı aradım. Belki iki çift laf edecek olursam sakinleşirim diye düşündüm.

Daireye girdi, hemen şüpheli gözlerle beni süzdü. Tiz sesiyle haykırdı:

“Sakın görevimi suistimal ettirebileceğinizi düşünmeyin!”

Bense onu sakinleştirmek için yalan söyledim, böyle bir şey düşünmediğimi, artık okumaktan sıkıldığımı ve onunla sohbet etmek istediğimi ekledim. Onu karşıma oturttum. İhtiyarlamış görüntüsü ve tüm zayıf hayvanlarınkine benzeyen genç ve hareketli gözleriyle beni tiksindiriyordu. Böylesi bir arkadaşlığa katlanmak zorunda olduğum için kendime acıdım. Aslında özgürken bile bana en uygun insanları nasıl seçeceğimi bilmediğim doğrudur çünkü genellikle tıpkı karımın yaptığı gibi onlar beni seçerler.

Giovanna’ya beni oyalaması için yalvardım, dikkate değer bir şey anlatamayacağını söyleyince ailesinden bahsetmesini istedim, bu dünyada herkesin mutlaka bir ailesi vardır, diye de ekledim.

Hemen itaat etti ve iki kızının neden Yoksullar Yurdunda olduğunu anlatmaya koyuldu.

Memnuniyetle hikâyesini dinlemeye başlamıştım çünkü toplamda on sekiz ay süren hamileliklerinin sonucunda böylesi bir durumda olması güldürmüştü beni. Ama doğası gereği çok tartışmacı bir üslubu vardı. Aldığı üç beş kuruşla başka bir şey yapamayacağını, doktorun da birkaç gün önce nasıl olsa tüm aileye Yoksullar Yurduna bakıyor diye ona günde iki kronun yeterli olduğunu söylemesinin haksızlık olduğunu kanıtlamaya kalkışınca dinlemeyi bıraktım. O ise bağırıyordu:

“Ya gerisi? Üstlerini giydirip karınlarını doyurmakla her şeyleri tamam olmuyor ki!”

Ve kızlarına alması gereken bir sürü ıvır zıvır saydı, şimdi hepsini hatırlamıyorum çünkü kulaklarımı onun tiz sesinden korumak için düşüncelerimi kasıtlı olarak başka bir şeye çevirmek zorunda kaldım. Ama yine de kulaklarım zarar görmüştü ve karşılığını almak hakkımmış gibi geldi:

“Bir tanecik sigara yok mu yanında, tek bir tane? Karşılığında on kron veririm sana ama ancak yarın çünkü şu an yanımda tek kuruş yok.”

Teklifim Giovanna’yı dehşete düşürdü. Çığlık atmaya başladı; hasta bakıcıyı çağırmak istedi, odadan çıkmak için koltuğundan kalktı.

Onu susturmak için niyetimden vazgeçtim hemen ve rastgele bir şey söylemiş olmak, kendime bir hava vermek için sordum:

“Bu hapishanede en azından içecek bir şeyler var mıdır?”

Giovanna’nın cevabı gecikmedi ve beni şaşırtan kusursuz bir ses tonu ile:

“Tabii ki var. Doktor çıkmadan önce bana bu konyak şişesini bıraktı. Bak şişe hâlâ kapalı. Kimse dokunmadı.” diye cevap verdi.

Öyle bir durumdaydım ki kendim için sarhoşluktan başka bir yol göremiyordum. Karıma olan güvenim beni ne hâllere düşürmüştü…

O dakikada sigara içme bağımlılığım, bu kadar zahmete değmezmiş gibi geldi bana. Yarım saattir sigara içmiyordum, zihnim Doktor Muli’nin ve karımın düşünceleri ile dolduğundan aklıma da içmek gelmiyordu. Yani tamamen iyileşmiştim ama hâlim pek bir komikti!

Şişenin tıpasını açtım, sarı sıvıdan küçük bir bardak doldurdum kendime. Giovanna, bana bakıyordu ama ona da teklif etmekte biraz tereddüt ettim.

“Bu şişeyi boşalttıktan sonra, başka bir tanesini alabilecek miyim?”

Giovanna, yine pek bir tatlı ses tonuyla beni rahatlattı:

“İstediğiniz kadar! İsteklerinizi yerine getirmek için kileri işleten hanım, gerekirse gece yarısı yatağından kalkacak.”

Hayatım boyunca hiç cimrilik ettiğim olmamıştır, Giovanna’nın bardağını da ağzına kadar doldurdum. Teşekkürünü tamamlayamadan bardağını boşalttı ve gözlerini tekrar şişeye dikti. Bu hareketiyle onu sarhoş etme fikrini aklıma getiren kendisi oldu. Ama bu iş kolay oldu da diyemem!

Birkaç kadeh devirdikten sonra saf Trieste lehçesiyle bana söylediklerini birebir yazamayacağım ama kafamdaki endişelerimden uzaklaşabilseydim, karşımda zevkle dinleyebileceğim bir insan oturduğu izlenimine kapıldım.

Her şeyden önce, böylesi bir çalışma şeklinden hoşlandığını itiraf etti. Bu dünyadaki herkesin, günde birkaç saatini rahat bir koltuğa serilip kendisini çarpmayacak iyisinden bir şişe içki eşliğinde harcama hakkı olmalıymış.

Ben de sohbete katılayım dedim. Kocası hayattayken de böyle mi çalışırdı diye sordum.

Gülmeye başladı. Kocası hayattayken onu öpmekten çok dövermiş, onun için o kadar çok çalışıp didinmiş ki o döneme kıyasla, ben bu sağlıkevinde tedaviye başlamadan önceki hâli bile dinlenme gibi gelmiş ona.

Sonra Giovanna düşünceli bir hâl aldı, ölülerin, yaşayanların ne yaptıklarını gördüğüne inanıyor muyum diye sordu. Kısaca başımı evet anlamında salladım. Ama bir de ölüler öbür dünyaya gittiklerinde henüz hayattayken olup biten her şeyi sonradan öğreniyorlar mıydı, onu da bilmek istedi.

Soru, bir an için de olsa kaygılarımdan uzaklaşıp dikkatimin dağılmasını sağladı. Dahası gittikçe tatlılaşan bir ses tonuyla sorulmuştu çünkü Giovanna, ölüler sözlerini duymasın diye olsa gerek sesini alçaltmıştı.

“Demek kocanıza ihanet ettiniz.”

Bağırmamam için bana yalvardı, sonra kocasını aldattığını itiraf etti ancak ta evliliklerinin ilk aylarındaymış. Sonra dayağa alıştığını ve erkeğini sevdiğini söyledi.

Sohbet devam etsin diye sordum:

“Öyleyse ilk kızınız, hayatını bir başka adama mı borçlu?”

Yine alçak bir sesle, kimi benzerlikleri görünce kendisinin de böyle düşündüğünü söyledi. Kocasına ihanet ettiği için çok üzgündü. Bunu söylerken gülüyordu çünkü incittiklerinde bile gülünecek şeylerdir bunlar. Ama eşi öldüğünden beri daha da bir üzgünmüş, öncesinde kocası olayı bilmediği için çok mühim gelmiyormuş ona.

Kardeşçe bir yakınlık hissederek onu yatıştırmaya çalıştım ve ölülerin her şeyi bildiğine inandığımı ama onların bazı şeyleri pek de umursamadıklarını düşündüğümü söyledim.

“Sadece yaşayanlar acı çeker!” diye bağırdım yumruğumu masaya vurarak.

Elim çok acıdı, yeni fikirlerin uyanması için fiziksel acıdan daha iyisi yoktur. Karımın hapsedilmemden faydalanıp beni aldatacağı düşüncesi ile acı çekerken aklıma bir olasılık geldi, belki doktor hâlâ sağlıkevindeydi, eğer öyleyse bu durumda içim rahat olabilirdi. Doktora önemli bir şey söylemem gerektiğini söyleyerek Giovanna’ya onu çağırması için yalvardım, karşılığında da tüm bir şişeyi ödül olarak vadettim. Çok fazla içmeyi sevmediğini söyleyerek itiraz etti ama dediğimi de yaptı. Hücremizden çıkmak için ikinci kata uzanan ahşap merdivenlerden sallana sallana yukarı doğru tırmandığını duydum. Sonra aşağı indi ama inerken büyük bir gürültüyle, bağıra çağıra yere kapaklandı.

“Tanrı kahretsin seni!” diye hararetle mırıldandım. Boynunu kırmış olsaydı, ne kolay olurdu işim!

Oysa o, gülerek girdi içeri çünkü artık canı öyle kolay kolay her şeye yanmaz olmuştu. Hasta bakıcı ile konuştuğunu anlattı, yatmaya gitmiş ama ben bir yaygara koparacak olursam diye yatağında hazır bekleyecekmiş. Elini kaldırdı ve işaret parmağını uzatarak sözlerine gülümsemesi ile hafiflettiği bir tehdit ekledi. Sonra, kuru bir sesle, doktorun karımla birlikte çıktığını ve henüz dönmediğini söyledi. O zamandan beri yokmuş! Hasta bakıcı, birkaç saate geri döner diye beklemiş çünkü bir hastası muayene için görüşmek istemiş. Ama artık bu saatte geleceğini sanmıyormuş.

Yüzünü seğirten gülümsemesi, basmakalıp mıydı yoksa tamamen yeni bir şey miydi ve doktorun hastası olan benimle değil de eşimle birlikte olmasından mı kaynaklanıyordu diye anlamaya çalışarak yüzüne baktım. Öyle öfkelendim ki… Bu öfkeden başım döndü. İtiraf etmeliyim ki her zaman olduğu gibi ruhumda iki kişi savaşıyordu, daha mantıklı olanı bana şöyle dedi: “Ahmak! Karının seni aldattığını da nereden çıkardın? Bir fırsat yakalamış olması için, seni bir yere kitlemesine gerek yok ki!” Diğeri ise kesinlikle şu sigara içmek isteyendi, o da bana ahmak diyordu ama şöyle bağırıyordu: “Kocanın yokluğu, nasıl bir rahatlık sağlar farkında değil misin? Karın şimdi parasını senin ödediğin doktor ile birlikte!”

Giovanna içkisini yudumlamayı sürdürerek dedi ki:

“İkinci katın kapısını kapatmayı unuttum. Ama şimdi iki kat çıkacak hâlim yok. Orada zaten her zaman birileri bulunur, kaçmaya kalkışırsanız da elbet biri engeller sizi.”

“Tabii ya!” dedim. Zavallı kadıncağızı aldatmak için birazcık ikiyüzlülük yetiyordu. Sonra ben de konyağı indirdim mideme, elimde bunca içki varken sigaranın aklıma bile gelmediğini söyledim. Hemen inandı. Sonra başladım anlatmaya, sigarayı bırakmayı aslında ben istemiyordum dedim. Bunu isteyen karımdı. Gerçek şu ki bir demet sigara içtim mi hemen bir canavara dönüşüyordum. İşte o zaman menzilimdeki her kadın, tehlike altına giriyordu.

Giovanna, kendini sandalyenin üzerine iyice bırakarak yüksek sesle gülmeye koyuldu:

“Size gereken on sigarayı içmenizi eşiniz mi engelliyor yani?”

“Aynen öyle! Diğerlerini bilmem ama en azından beni engelliyordu.”

Kanında o kadar konyak varken Giovanna hiç de aptal sayılmazdı. Neredeyse sandalyesinden düşmesine neden olacak bir kahkaha tufanına tutuldu ancak nefeslenebildiğinde, kesik sözlerle, hastalığımdan esinlenerek muhteşem bir tablo çizdi:

“On sigara… Yarım saat… Alarm çalar… Ve sonra…”

Onu düzelttim:

“On sigara için yaklaşık bir saate ihtiyacım var. Sonra tam etkisini yakalayabilmek için yaklaşık bir saat daha, on dakika daha fazla, on dakika daha az da olabilir…”

Giovanna aniden ciddileşti ve bir çırpıda sandalyesinden kalktı. Biraz başı ağrıdığı için yatağa gideceğini söyledi. Şişeyi yanına almasını söyledim çünkü ben yeterince içmiştim. İkiyüzlü bir şekilde, ertesi gün bana iyi bir şarap getirmesini istediğimi söyledim.

Ama o, şarap düşünecek hâlde değildi. Kolunun altında şişe ile odadan çıkmadan önce bana öyle bir baktı ki ürktüm.

Kapıyı açık bırakmıştı, birkaç dakika sonra odanın ortasına bir paket düştü, hemen fırlayıp aldım: İçinde on bir tane sigara vardı. İşi garantiye almak için olsa gerek, zavallı Giovanna ölçüyü bol tutmuştu. Sıradan sigaralardı bunlar: Macar sigaraları. Ama ilk yaktığım sigara çok iyi geldi. Kendimi inanılmaz rahatlamış hissettim. Önce, çocukları kilitlemek için uygun olsa bile bana hiç de uygun olmayan bu sağlıkevinde oynadığım oyundan dolayı keyiflendim. Sonra aynı oyunu eşime de oynamış olduğumu düşündüm, böylece bana yaptığının karşılığını vermişim gibi oldu. Öyle olmasa kıskançlığım, neden şimdi katlanılabilir bir meraka dönüşmüştü ki? O yerde, o iğrenç sigaraları içerken sessiz sakin oturuyordum.

Bir yarım saat sonra, Giovanna’nın karşılık bekleyeceğini düşünerek o sağlıkevinden kaçmanın gerekli olduğunu hatırladım. Ayakkabılarımı çıkardım ve koridora çıktım. Giovanna’nın odasının kapısı kapalıydı, gürültülü ve düzenli nefes alışverişine bakılırsa uyuyor olmalıydı. Dikkatli bir şekilde ikinci kata çıktım, o kapının ardında -Doktor Muli’nin gurur duyduğu- ayakkabılarımı giydim. Bir sahanlığa çıktım ve şüphe uyandırmamak için yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

İlk katın sahanlığına varmıştım ki hasta bakıcıya benzeyen ancak şık giyimli, genç bir hanım arkamdan gelip kibarca sordu:

“Birini mi arıyorsunuz?”

Güzelce bir kızdı, şu on sigarayı onun yanında tüttürebilsem hiç fena olmazdı. Biraz gergin hâlde gülümsedim:

“Doktor Muli yok mu?”

Gözlerini kocaman açtı:

“Şu an burada değil.”

“Onu nerede bulabileceğimi söyleyebilir misiniz? Evde bir hastam var da…”

Nazikçe doktorun adresini verdi, ben de adresi aklımda tutmak istediğime onu inandırmak için birkaç kez tekrar ettim. Yanından ayrılmak için aceleci davranasım yoktu ama o sıkılarak arkasını döndü. Kendi hapishanemden dışarı atılmış gibi hissettim.

Alt katta bir kadın bana kapıyı açtı. Yanımda tek kuruş yoktu, mırıldandım:

“Bahşişi başka sefer vereyim.”

Geleceği asla bilemeyiz. Hayatımda bazı olayların kendilerini tekrar ettikleri olmuştur, kim bilir belki de bir gün tekrar geçerim buradan.

Gece berrak ve sıcaktı. Özgürlüğün rüzgârını daha iyi hissedebileyim diye şapkamı çıkardım. Yıldızları, sanki biraz önce keşfetmişim gibi hayranlıkla seyrettim. Ertesi gün, sağlıkevinden uzaktayken sigarayı da bırakacaktım. Bu esnada, hâlâ açık olan bir tütüncüden kendime kaliteli sigaralardan aldım çünkü bir tiryaki olarak jübilemi, zavallı Giovanna’nın sigaralarından biriyle yapamazdım. Sigaraları aldığım tezgâhtar, beni tanıdı ve veresiye verdi.

Villama vardığımda, öfkeyle çaldım zili. Önce hizmetçi pencereye çıktı, pek kısa sayılamayacak bir süre sonra da karım göründü. Beklerken kusursuz bir soğuklukla “Görünüşe göre Doktor Muli orada.” diye düşündüm. Ancak karım beni tanıyıp da ıssız sokağı çınlatan içten bir kahkaha patlatınca, şüphelerim silindi gitti.

Evde bazı soruşturmalar yapmak için oyalandım. Maceralarımı ertesi gün anlatacağımı söyledim karıma ama olan biteni az çok tahmin ediyordu zaten. Bana “Neden artık yatmıyorsun?” diye sordu.

Bir özür bularak dedim ki:

“Yokluğumdan faydalanıp gardırobun yerini mi değiştirdin yoksa?”

Gerçek şu ki zaman zaman evdeki eşyaların yerinin değiştiğine inanırım, eşimin onları değiştirdiği de doğrudur ancak o anda her bir köşeyi kolaçan etmemin sebebi başkaydı, Doktor Muli’nin küçük, zarif vücudunu arıyordum.

Bu esnada karım güzel bir haber verdi. Sağlıkevinden dönerken Olivi’nin oğlu ile karşılaşmış, genç Olivi yeni buldukları bir doktorun reçete ettiği ilaçları kullandıktan sonra, babasının çok daha iyileşmiş olduğunu söylemiş karıma.

Uykuya dalmak üzereyken sağlıkevini terk etmekle pekiyi ettiğimi düşündüm, iyileşmek için bolca vaktim vardı nasıl olsa. Yan odada uyuyan oğlum, beni yargılayacak ya da taklit edecek duruma gelmemişti henüz. Telaşa kesinlikle hiç lüzum yoktu.

IV
BABAMIN ÖLÜMÜ

Doktor çekip gitti, doğrusu ben de babamın hayat hikâyesinden bahsetmem gerekir mi emin değilim. Eğer sırf iyileşeyim diye babamı tüm ayrıntılarıyla betimleyecek olursam sonunda iyileşmekten vazgeçerim. Cesaretimi topladım, eğer babamın benim uyguladığım gibi bir tedaviye ihtiyacı olsaydı bile hastalığı benden farklı olurdu. Neticede, zaman kaybetmemek için, onunla ilgili olarak sadece kendi anılarımı canlandırmaya yetecek olanları anlatacağım.

“15.4.1890, saat dört buçuk. Babamın ölümü. US”

Bilmeyenler için söylemeliyim ki bu son üç harfin anlamı United States değil, ultima sigaretta, yani son sigaradır. Bu notaya, anlarım umuduyla başında birkaç saat geçirdiğim ama hiçbir zaman anlamayı beceremediğim Ostwald’ın pozitif felsefe üzerine yazdığı kitabının kapağında rastladım. Belki kimse inanmaz ama biçimsizliğine rağmen, hayatımın en önemli olayını belirtiyor.

Annem, ben henüz on beş yaşımdayken öldü. Öldüğünde onu onurlandırmak için gözyaşı ile eşit değerde olmasa da kimi şiirler yazmıştım, acımda o andan itibaren benim için ciddi bir çalışma hayatının başlaması gerektiği duygusu da vardı. Zaten yalnızca acının varlığı bile daha meşakkatli bir hayatı işaret ediyordu. Sonrasında bugün bile canlı kalmayı başarmış dinî bir duygu, başıma gelen bu felaketi hafifletti ve yumuşattı. Annem benden uzak olsa da varlığını sürdürmeye devam ediyordu, dahası beni bekleyen başarıları görüp de sevinecekti bile. Ne güzel iş! O zamanlardaki hâlimi çok iyi hatırlıyorum. Annemin ölümünün bende uyandırdığı sağlıklı heyecandan ötürü, her şey iyiye gitmeli diye düşünüyordum.

Oysa babamın ölümü gerçek, büyük bir felaketti. Cennet diye bir şey yoktu, kalmamıştı ve ben artık otuzuna varmış bitik bir adamdım. Ben de! Çaresizlik içinde, hayatımın en önemli ve en belirleyici kısmının geride kaldığını ilk kez fark ettim. Ancak yaşadığım acı bu sözlerden anlaşılacağı gibi sırf bencilliğimden kaynaklanmıyordu. Ne münasebet! Gözyaşlarım hem onun için hem de kendim içindi, kendime sırf o öldüğü için ağlıyordum. O zamana kadar sigaradan sigaraya, fakülteden fakülteye dolaşıp durmuştum, yeteneklerime sarsılmaz bir inancım vardı. Belki de hayatımı tatlı kılan bu güven şayet babam ölmeseydi bugüne kadar devam edecekti. O öldü, artık kararlarımın yetişmesi gereken bir yarın kalmamıştı.

Pek çok kez, bunu düşündüğümde, kendime ve geleceğime dair daha önce değil de özellikle babamın ölümü ile umutsuzluğa kapılmış olmam bana çok garip geliyor. Bu son olanların hepsi yakın zamanda geldi başıma, o nedenle korkunç acımı ve talihsizliklerimin her detayını anımsamak için ruh analizci beyefendilerin istediği gibi rüya görmeme gerek yok. Her şeyi gayet iyi hatırlıyorum ama iş anlatmaya gelince hiçbirini doğru düzgün ifade edemiyorum. Babam ölünceye kadar onun için yaşamadım. Kendisine yakınlaşmak için hiçbir çaba sarf etmedim hatta onu gücendirmeden olabildiğince ondan kaçmaya çalıştım. Üniversitede herkes onu, benim taktığım “para babası ihtiyar Silva” lakabı ile tanırdı. Beni ona yakınlaştıran hastalığı oldu ancak ölümcül bir hastalıktı, pek kısa sürdü ve doktor ondan ümidi kesip ölüme terk etti. Ben Trieste’deyken en uzun görüşmemiz, iki saatten fazla sürmezdi. Hiçbir zaman, ağladığım zamanlardaki gibi uzun süre birlikte vakit geçirmemiştik. Keşke ona daha iyi baksaydım da öldükten sonra daha az gözyaşı akıtsaydım! Bu kadar hasta da olmazdım o zaman. Birlikte vakit geçirmemizi zorlaştıran, onunla aramızda kafa yapısı olarak ortak hiçbir şey bulunmamasıydı. Birbirimize bakarken ikimizin yüzünde de aynı şefkat dolu gülümseme belirirdi, bir baba olarak geleceğim için endişelendiğinden onunki biraz daha buruktu, benimki ise hoşgörülüydü, zayıflıklarının kısmen yok olduğuna inanıyordum kimilerini de yaşına bağlıyordum. Benim gücüme -bana kalırsa- ilk güvenmeyen o olmuştu. Kuşkulandığım bir diğer şey ise pek bilimsel olmasa da bana kalırsa bu güvensizliğin sebebi, onun bedeninden kaynaklanmış olmamdı, bu da -bilimsel bir inançla- benim ona olan güvensizliğimi artırıyordu.

Babam, yetenekli bir tüccar olarak ün salmıştı ancak işlerini uzun yıllardır Olivi’nin idame ettirdiğini biliyordum. Ticaretteki beceriksizliği hususunda aramızda bir benzerlik vardı ama başka bir tane daha yoktu. Benim gücü, onun ise zayıflığı simgelediğini söyleyebilirim pekâlâ. Bu defterlerde yazdıklarım bile içimde her zaman iyilik için bir eğilim bulunduğunu gösterir ki belki de bu benim en büyük talihsizliğimdir. Dengeli ve güçlü olmakla ilgili kurduğum tüm hayallerin başka açıklaması olamaz. Babam ise bunların hiçbirini bilmezdi. Kendi yaradılışından hiçbir şikâyeti yoktu, sanıyorum ki iyileşeyim diye bir çabası da olmamıştı hiç. Tüm gün sigara içerdi, annem öldükten sonra bazı geceler uyuyamadığı olurdu, o gecelerde de içerdi. Akşamları yemekte ise demlenirdi, başını yastığına koyar koymaz uykuya dalacağına emin olana kadar. Ona göre sigara ve alkol, en iyi ilaçlardı.

Kadınlara gelince akrabalarımdan, annemin kimi haklı kıskançlıklarının olduğunu öğrendim. Söylenenlere göre o uysal kadın, kocasını frenleyebilmek için zaman zaman şiddetli çıkışlar yapmak zorunda kalıyormuş. Babam annemi sever sayardı, kendine yol göstermesine de müsaade ederdi ama anlaşılan o ki herhangi bir ihanetini itiraf ettiği olmamıştı hiç, bu yüzden annem düşüncesinde yanıldığını zannederek öldü. Gerçi benim pekiyi kalpli akrabalarım, onun kocasını terzi ile neredeyse suçüstü yakaladığını da anlatırlar. Babam dalgınlığından ne yaptığını bilmediğini söyleyip özür dilemiş ve allem edip kallem edip, karısını da masumiyetine inandırmış. Neticede olan terziye olmuş, annem de babam da bir daha ayak basmamışlar o dükkâna. Sanırım babamın yerinde olsam o terziden bir türlü kopamaz, olduğum yere kök salardım.

Babam bir aile reisi olarak huzuru nasıl sağlayacağını pekiyi bilirdi. Evinde de kendi içinde de dinginlik hüküm sürüyordu. Ahlakçı, yavan kitaplardan başkasını okumazdı. İkiyüzlülükten değil, içtenlikle inandığından: Bence bu ahlaki vaazların doğru taraflarını, ta derinden hisseder, erdem ve ahlaka karşı olan bağlılığı vicdanını yatıştırırdı. Artık iyice yaşlandığım ve bir aile reisi olmaya yaklaştığım için vaaz edilen bir ahlaksızlığın, ahlaksız bir eylemden daha fazla cezayı hak ettiğini düşünüyorum. İnsan aşktan ya da nefretten bir cinayet işleyebilir ama cinayetin reklamını yapmak, yalnızca kötü niyettendir.

Babamla ikimiz arasında o kadar az ortak nokta vardı ki bir gün, bu dünyada onu en çok rahatsız eden insanlardan birinin ben olduğumu itiraf etti. Sağlıklı olma arzum, beni insan vücudunu incelemeye sevk etmişti. Babam ise o korkunç makinenin düşüncesini, pekâlâ kafasından silmeyi başarmıştı. Ona göre kalbin nasıl attığını düşünmek yersizdi, bir organizmanın canlılığını açıklamak için supapları, damarları ve maddeleri hatırlamaya gerek yoktu. Hareket etmeyi sevmezdi pek çünkü hayattaki deneyimler insana, hareket eden her şeyin gün gelip duracağını söylerdi. Onun için yeryüzü de hareketsizdi, tüm dünya menteşelerin üzerine sıkıca yerleştirilmişti. Doğal olarak bunu öyle apaçık söylediği yoktu ancak bu anlayışa uymayan bir şey söylendiğinde acı çekiyordu. Bir gün antipot hakkında konuşurken tiksinerek susturdu beni. İnsanların baş aşağı durduğunu düşünmek bile midesini altüst ediyormuş.

Beni her zaman iki hususta eleştirirdi: Dikkat dağınıklığım ve ciddi meselelere gülme eğilimim. Dikkat dağınıklığı açısından benden farklıydı, küçük bir defteri vardı hatırlamak istediği her şeyi not eder ve günde birkaç kez gözden geçirirdi. Böylece hastalığının üstesinden geldiğine inanıyor ve acı çekmiyordu. O defteri tutayım diye beni de zorladı ama içine sadece bu son sigaram diye aldığım notlardan başka bir şey yazmadım.

Ciddi meseleleri küçümsememe gelince bana göre de onun bu dünyadaki pek çok şeyi ciddiye almak gibi bir kusuru vardı. Bir örnek vereyim: Hukuk Fakültesinden Kimya Fakültesine geçtikten sonra, onun izniyle hukuka geri döndüğümde, bana nazikçe “İstediğini yap, bir zır deli olduğun ortada artık.” demişti.

Bu lafına hiç gücenmedim, izin verdiği için ona o kadar minnettardım ki kendisini güldürerek ödüllendirmek istedim. Deli olmadığımı belgelemek için Doktor Canestrini’ye gittim, beni muayene etmesini istedim. Kolay da olmadı çünkü uzun ve ayrıntılı incelemelerden geçmek zorunda kaldım. Belgemi alınca da muzaffer bir edayla babama getirdim ama o gülmedi. Kederli bir ses tonu ve yaşlı gözlerle: “Ah! Sen gerçekten delisin!” diye haykırdı.

Yorucu ve pek bir zahmetli oyunumun ödülü buydu işte. Beni asla affetmedi, yaptığıma da gülmedi hiç. Sırf şaka olsun diye doktora gitmek ha? Şaka olsun diye damgalı bir belge almak öyle mi? Ne delilik!

Kısacası onunlayken ben gücü temsil ediyordum, bazen beni güçlendiren ondaki bu zayıflığın ortadan kalkmasıyla benden de bir şeyler azaldı gibi hissediyorum.

Hatırlıyorum da o alçak Olivi, onu bir vasiyet yazmaya ikna ettiğinde zayıflığı nasıl da ortalığa dökülmüştü. Olivi’nin bu işten çıkarı vardı, işlerin başına geçecekti, bizim ihtiyarı buna ikna etmek için de epey zaman uğraşmıştı herhâlde. Sonunda babam kararını verdi ama geniş, sakin yüzüne bir karartı düştü. Sanki vasiyetini yazarak ölümle iletişime geçmişti, mütemadiyen ölümü düşünüp duruyordu.

Bir akşam bana sordu:

“İnsan öldüğünde, her şeyin bittiğine inanır mısın?”

Ölümün gizemini her gün düşünürüm ancak henüz ona istediği bilgiyi verecek durumda olmadığımdan, sırf gönlü hoş olsun diye geleceğimiz ile ilgili mutlu bir tablo uydurdum:

“Zevkin varlığını koruyacağına inanıyorum çünkü orada acıya gerek kalmaz artık. İnsan bedeninin çözülüp çürümesi, cinsel bir zevk yaratabilir. Yeniden oluşması çok yorucu olacağına göre buna mutluluk ve dinlenme duygusu eşlik edecektir. Bedenin çözülmesi, yaşamın ödülü olmalı!”

Büyük bir pot kırmıştım. Akşam yemeğini yemiş ama hâlâ masadan kalkmamıştık. Babam sözlerime cevap vermeden sandalyesinden kalktı, bardağını başına dikti, ardından “Seninle felsefe yapmanın zamanı değilmiş demek ki.” dedi.

Ve çıkıp gitti. Çaresizce peşinden gittim, bu pek sıkıcı düşüncelerden uzaklaştırmak için yanında kalmayı düşündüm ama beni uzaklaştırdı. Ona ölümü ve zevki hatırlatıyormuşum.

₺36,24
Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6865-91-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap