Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Özbek Edebiyatı Yazıları», sayfa 2

Yazı tipi:

B. Türk Dünyasının 20. Yüzyıldaki Edebî Panoraması

Türk edebiyatının 20. yüzyıldaki macerası, Türk milletinin Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar uzanan çok geniş vatan coğrafyasında maruz kaldığı siyasî ve sosyal fırtınaların bütün edebî türlerdeki keskin akislerinden ibarettir. Zaten kalem sahibinin birinci görevi de yaşanan olayları estetik bir görüşle tespit etmektir. Yukarıda kısa bir panoraması verilen bu fırtınaları, Türkçenin değişik şivelerinde yazılmış eserlerde kronolojik olarak takip etmek mümkündür.

19. yüzyılın ikinci yansından itibaren görülmeye başlanan millî gelişmeler, sadece Türkiye’de değil, bütün Türk dünyasında etkisini göstermiştir. Bu gelişmeler, 20. yüzyılın başlarında hemen hemen aynı siyasî ve sosyal olayların yaşandığı bütün Türk yurtlarında, Türkiye’deki ile aynı özellikleri taşıyan millî bir edebiyatın doğmasına zemin hazırlamıştır.

1. Türkiye Türkleri Edebiyatı

Türkiye’de bu yüzyılın başında (1901), Servet-i Fünûn mecmuası geçici bir süre kapatılınca, 1895’ten beri eserlerini burada neşreden şair ve yazarlar dağılmış, edebî hayata da bir durgunluk hâkim olmuştur. 1908 yılında Meşrutiyetin ilân edilmesiyle birlikte edebî hayatta da bir canlanma meydana gelmiş, pek çok gazete ve dergi kısa zamanda yayın hayatına başlamıştır. Edebî topluluk olarak önce bazı gençler, Fecr-i Âtî adı altında birkaç yıl müddetle sanatın şahsî ve muhterem olduğu prensibini benimseyerek Edebiyât-ı Cedîde (Servet-i Fünûn)’nin devamı sayılabilecek eserler vermişlerdir. Bu gençlerin arasında ileriki yıllarda edebiyat ve sanat hayatımız için çok önemli birer şahsiyet hâline gelecek olan Ahmet Haşim, Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler yer almıştır. Meşrutiyetin ilânı, fikir hayatına da bir canlılık kazandırmıştır. O dönemde devletin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmasını sağlamak üzere Osmanlı aydınları arasında Osmanlıcılık ve İslâmcılık fikirleri tartışılmaktadır. Bu tartışmaların yanı sıra Osmanlı devletinin himayesi altında yaşayan Balkan kavimlerinin, Ermenilerin, Rumların ve hatta Müslüman Arnavutların ve Arapların, Türkiye’den ayrılarak kendi devletlerini kurmak üzere teşkilâtlanmaları, Avrupalı devletlerin müdahaleleri, büyük toprak kayıpları, 19. yüzyılın sonlarında hızlanan dil ve tarih çalışmaları, Namık Kemâl ve Mehmet Emin Yurdakul gibi şairlerin eserleri, İsmail Gaspıralı ile Yusuf Akçura’nın milliyetçi çalışmaları, Türkler arasında milliyet duygusunu kuvvetlendirmiş, Türkçülük akımının doğmasına zemin hazırlamıştır.

Meşrutiyetin ilânından sonra, Türkçülük sahasındaki bu gelişmelerin bir devamı olmak üzere Türklerin eski ve yeni hayatlarını incelemek ve Türk dilini sadeleştirmek maksadıyla Necip Âsım, Veled Çelebi İzbudak, Yusuf Akçura gibi şahsiyetler tarafından 1908 yılında İstanbul’da Türk Demeği kurulmuş, aynı adla bir de dergi çıkarılmıştır. Bunun ardından 1911’de yine aynı gayelerle Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzâde Ali Turan, Doktor Âkil Muhtar Özden, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Yusuf Akçura tarafından Türk Yurdu derneği kurulmuş; Türk Yurdu adlı dergi, bu derneğin yayın organı olarak yayımlanmaya başlanmıştır. 1912 yılında çalışmalarına başlayan Türk Ocağı ise, Türkçülük fikrinin bütün yurda yayılmasını sağlamıştır.

Bu yıllarda dikkati çeken başka bir önemli faaliyet de, 1911 yılında Selânik’te Genç Kalemler adlı derginin çıkarılmasıdır. Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp, bu dergide “Yeni Lisan” adını verdikleri dil milliyetçiliği hareketini başlatırlar. Genç Kalemler’in gayesi, Türkçeyi anlaşılmayan yabancı kelime ve tamlamalardan kurtarmak ve dilde sadece Türk dil bilgisi kurallarının kullanılmasını sağlamaktır. Sonuç olarak bu hareket, Türkiye’de herkese hitap eden yeni bir yazı dilinin doğmasında en büyük hizmeti görmüştür.

Bütün siyasî şartların yanı sıra dernek ve dergi faaliyetleri ve bilhassa Ziya Gökalp ile Fuat Köprülü’nün ilmî araştırmaları, Türkçülük hareketini siyasî, sosyal ve edebî hayata hâkim bir fikir hâline getirmiştir. Bu gelişmelerin tesiri altında edebî anlayış değişmiş, “Millî Edebiyat” doğmuştur. Bu edebî anlayışın en önemli özellikleri, şiirde aruz yerine hece vezninin kullanılması ve millî hayatın sevinç ve ıstıraplarının sade bir dille anlatılmasıdır.

Millî Edebiyatın nazım ve nesir sahalarındaki bazı önemli şahsiyetleri şunlardır: Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mithat Cemal Kuntay, Ebubekir Hazım Tepeyran, Şükûfe Nihâl Başar, Halide Edip Adıvar, İbrahim Alaaddin Gövsa, Aka Gündüz, Necmettin Halil Onan, Refik Halit Karay, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfı Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Hâlide Nusret Zorlutuna, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu.

Bütün Türk edebiyatının yetiştirdiği büyük sanatkârlar arasında zikredilmeye lâyık şahsiyetler olan Mehmet Akif Ersoy ile Yahya Kemal Beyatlı da dil ve vezin yönünden farklı bir yol takip etmiş olsalar bile Millî Edebiyatın içinde değerlendirilmesi icap eden çok önemli şairlerdir.

1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra edebiyat, zaferle sonuçlanan İstiklâl harbinin verdiği yeni heyecanla Millî edebiyat hâlinde gelişmeye devam eder. 1940’lı yıllara kadar süren bu dönemde, şair ve yazarlar toplum hayatında görülen aksaklıklarla birlikte ferdî duyuş ve düşünceleri ve henüz “Yazılmamış bir destan gibi duran Anadolu”yu eserlerinde çokça işlemişlerdir. Millî edebiyatta isimleri sayılan şair ve yazarlardan başka bu dönemde eserleriyle öne çıkan bazı şahsiyetler şunlardır: Ahmet Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Osman Saba, Ömer Bedrettin Uşaklı, Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Nihat Asya, Memduh Şevket Esendal, Osman Cemal Kaygılı, Sait Faik Abasıyanık.

1940’lı yılların başlarından itibaren edebiyatta yeni arayışlar kendini hissettirmeye başlar. Klâsik edebiyata bir tepki olmak üzere vezin ve kafiyeye karşı çıkarak gündelik hayatı işleyen yeni bir şiir anlayışı ortaya çıkar. Bunun yanında bir grup şair de geleneği devam ettiren şiirler yazmıştır. Nesir sahasında ise yazarlar kültür bunalımını, köy hayatını ve tarihî konuları eserlerinde işlemişlerdir. Bu son dönemde eserler veren bazı şair ve yazarlar şunlardır: Orhan Veli Kanık, Ahmet Muhip Dranas, Munis Faik Ozansoy, Mehmet Çınarlı, Attila İlhan, Cahit Külebi, Hüseyin Nihal Atsız, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Tarık Buğra, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Aziz Nesin, Emine Işınsu, Sevinç Çokum.

2. Kuzey Azerbaycan Türkleri Edebiyatı

“Milletler hapishanesi” olarak tarif edilen Çarlık Rusyasında 1905 ihtilâlinden sonra baskılar azalınca, Azerbaycan Türklerinin siyasî ve edebî faaliyetlerinde millî bir uyanış bakımından büyük bir gelişme meydana gelir. 1905’ten sonraki yıllar, Azerbaycan edebiyatı için uyanma, dünyayı tanıma ve şahsiyetini bulma yıllarıdır. Bu dönemde edebiyat, Türkiye ile Kırım ve Kazan’daki edebî hareketlerin ve siyasî gelişmelerin tesiri altındadır. Kısa zamanda birçok gazete ve dergi yayın hayatına başlar. Yüzyılın başlarından itibaren Azerbaycan’da yayın hayatına giren bazı önemli gazete ve dergiler şunlardır: Hayat, İrşad, Füyûzât, Molla Nesreddin ve Açık Söz. Devrin şair ve yazarları bu gazete ve dergilerin etrafında toplanarak millî ve sosyal meseleler hakkındaki fikirlerini açıkça ilân etme imkânına kavuşurlar. Yazılan eserler, bu yayın organları vasıtasıyla en kısa yoldan okuyucunun eline ulaşır. Kalem sahipleri, gazete ve dergilerde Azerbaycan’ın ve bütün Türk dünyasının geleceği hakkında tartışmalar yaparlar. Türkçülük, İslâmcılık, medenî gelişme, eğitim seferberliği ve istiklâl, bu dönemde tartışılan en önemli konulardır. Devrin siyasî ve sosyal şartlarının tabiî bir sonucu olarak edebiyat da bu gelişmelerin etkisi altında kalır.

20. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatı, esas olarak her ikisi de 1906 yılında yayın hayatına başlayan Füyûzât ile Molla Nesreddin dergileri etrafında gelişir. Füyûzât dergisinin başyazarı, Türkiye’de eğitim görmüş olan Hüseyinzâde Ali Turan’dır. Molla Nesreddin ise Celil Memmedkuluzâde tarafından çıkarılmıştır. Hüseyinzâde Ali Turan, Füyûzât dergisinde, Türk dünyasının birlik ve çağdaşlık ideallerini öne çıkaran bir yayın politikası takip etmiş, Azerbaycan Türklerini Ruslaştırma siyasetine, şiddetle karşı koymuştur. Hüseyin Cavid, Abdullah Şâik, Mehemmed Hâdi gibi şairler, edebî faaliyetlerini bu dergi etrafında sürdürmüşlerdir.

Molla Nesreddin dergisinde ise Mirza Elekber Sâbir, Abdürrahimbey Hakverdili, Ali Nazmi, Alikulu Gamküsar, Ömer Fâik Nemanzâde, Memmed Said Ordubadî, Üzeyir Hacıbeyli gibi şair ve yazarlar, eserleriyle Molla Nesreddin edebî mektebini kurmuşlardır. Bu grupta yer alan sanatkârlar, sosyal meselelere daha fazla yer vermişler, toplum hayatında görülen yozlaşma ve çarpıklıkları mizahî bir üslûpla tenkit etmişlerdir.

Bu yüzyılın başlarından itibaren eğitim veya başka sebeplerle İstanbul’da bulunan Mehmet Ağa Şahtahtlı, Hüseyin Cavid, Mehemmed Hâdi, Yusuf Vezir Çemenzeminli, Ahmet Ağaoğlu, Mirza Ali Mu’ciz gibi edebî şahsiyetler, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki kültürel bağları kuvvetlendirmişler, çıkardıkları Füyûzât, Hayat, Şelâle, İrşad ve Açık Söz gazete ve dergilerini Türkiye Türkçesiyle neşretmişlerdir.

1920’ye kadar devam eden bu edebî devrede vatan ve millet sevgisi en üst seviyede terennüm edilmiş, sosyal meseleler ve toplumun günlük hayatı, eserlerin konusunu oluşturmuştur. Azerbaycanlı tenkitçilerin ifadesiyle, “Azerbaycan köylüsü, çamurlu çizmeleriyle edebiyata dâhil” edilmiştir. Bu dönemde eserler veren diğer bazı şair ve yazarlar şunlardır: Ahmed Cevad, Sultan Mecid Ganizâde, Abbas Sehhet, Mehmed Emin Resulzâde.

1920’de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yıkılışından sonra edebiyat, Sovyet ideolojisinin emri altına sokulmuştur. Klâsik edebiyatla birlikte yüzyılın başından beri eserler veren millî edebiyat reddedilmiş, eski kitaplar yakılmış, şair ve yazarlara Sovyet sistemine methiyeler yazmaları emredilmiştir. Sovyet sistemini benimsemeyen Hüseyin Cavid, Ahmed Cevad, Mikayil Müşfik gibi sanatkârlar, 1937’de halk düşmanı ilân edilerek öldürülmüşlerdir.

Bu kızıl terörden canını kurtarıp yurt dışına kaçabilen bazı şair ve yazarlar, gittikleri yerlerde “Muhaceret edebiyatı” denilen yeni bir edebiyat kurmuşlardır. Elmas Yıldırım, Mirzabala Mehmedzâde, Ceyhun Hacıbeyoğlu gibi sanatkârların temsil ettikleri bu edebiyatta vatan hasreti, milliyetçilik, istiklâl, hürriyet, Sovyet yönetimine duyulan nefret gibi konular işlenmiştir.

Bu dönemin diğer şairleri arasında Süleyman Rüstem, Resul Rıza, Samed Vurgun, Osman Sarıvelli, Nigâr Refıbeyli ile İkinci Dünya Harbi sırasında edebî hayata atılan Bahtiyar Vahabzâde, Nebi Hazrî, Hüseyin Hüseyinzâde, Zeynal Cabbarzâde vb. sayılabilir.

Stalin’in 1953’te ölümünün ardından başlayan yumuşama devrinde şair ve yazarlar dil, tarih, vatan gibi millî kimliği ifade eden kavramlara eserlerinde çok yer verirler. Böylece sistemi tenkit ve hatta reddeden yeni bir millî edebiyat doğmaya başlar. “İtiraz edebiyatı” denilen bu edebî devrede, daha önceki dönemlerde edebiyat dünyasına giren sanatkârlarla birlikte Tevfık Bayram, Halil Rıza Ulutürk, Sabir Rüstemhanlı, Mehmet Araz gibi sanatkârlar eserler vermişlerdir. 1980’li yıllarda “millî azatlık” hareketini doğuran bu edebî harekete daha sonra İlyas Efendiyev, Anar, Elçin, Ekrem Eylisli gibi sanatkârlar da katılmıştır.

3. Güney Azerbaycan Türkleri Edebiyatı

Güney Azerbaycan, 1828 yılında Rusya ile İran arasında imzalanan Türkmençayı Antlaşması’ndan sonra İran hâkimiyeti altında kalmıştır. Ülkenin siyasî olarak parçalanması, kültür hayatını da etkilemiş; kuzeyde Rus ve Batı kültürleriyle olan temas neticesinde modern bir edebiyat doğmuştur. Güney Azerbaycan’da ise Andelib Karacadağî, Seyyid Ebulkasım Nebatî ve Hacı Mirza Mehdi Şükûhî, eski edebiyat geleneğini 19. yüzyılda da devam ettirmişlerdir.

19. yüzyılın ikinci yarısında Mirza Ağa Tebrizî, Kuzey Azerbaycanlı yazar Mirza Fethali Ahundzâde’nin tesiriyle 1870’ten sonra ilk tiyatro eserlerini kaleme alır. Komedi tarzında yazılan bu eserler, sadece Güney Azerbaycan değil, İran edebiyatı tarihinde tiyatro türünde yazılmış ilk örneklerdir. Yüzyılın sonlarında yaşayan Tebriz Türkü Mirza Abdürrahim Neccarzâde ise yazdığı romanlarıyla bu türü İran edebiyatına tanıtmıştır. 20. yüzyılın başında Kuzey Azerbaycan’ı da etkilemiştir. Bu gelişmelerle birlikte Güney Azerbaycan’da Türklük şuuru kuvvetlenmiş, edebiyatta da bu şuur etrafında eserler verilmiştir. Settar Han’ın 1906 yılındaki istiklâl mücadelesi ile Şeyh Muhammed Hıyabanî önderliğinde 1920’de kurulan Âzâdistan devleti, Güney Azerbaycan edebiyatındaki millî heyecanlara ilham kaynağı olmuştur. Âzâdistan devletinin 1921’de yıkılmasından sonra, Güney Azerbaycan Türklerinin kendi dilleriyle okuyup yazmaları yasaklanmış, Türkçe basılan kitaplar imha edilmiş, Türk okulları kapatılmıştır. İran idaresinin bu korkunç baskısı, buradaki Türk edebiyatının gelişmesini de durdurmuştur. Bundan sonra uygulanan ırkçı politikalar yüzünden bazı Türk şairleri, Farsça eserler yazmak zorunda kalmışlardır. Güney Azerbaycan’da yaşayan Türk şairleri, her türlü baskıya rağmen gizli de olsa Türkçe şiirler yazmaya devam etmişlerdir. Bulud Karaçorlu Sehend, Habib Sâhir, Ali Tebrizî, Muhammed Hüseyin Şehriyar ve Yahya Şeyda, Güney Azerbaycan Türk edebiyatının en tanınmış şairleridir.

1978’den sonra Güney Azerbaycan Türkleri Varlık, Yoldaş, Köroğlu, Birlik, Dede Korkud, Yeni Yol, Güneş, Ülker gibi dergileri neşretmişlerdir. Ancak bu dergilerden sadece Dr. Cevat Heyet tarafından yayımlanan Varlık dergisi ayakta kalabilmiştir.

4. Özbek Türkleri Edebiyatı

İsmail Gaspıralı’nın 19. yüzyıl sonlarından itibaren “Dilde, fikirde, işte birlik” prensibine dayanan milliyetçi çalışmaları ve modern tarzda eğitim vermeyi hedefleyen Cedit okulları Türkistan’da da tesirini göstermiş, 1900 yılında Semerkand’da ilk Usûl-i Cedit mektebi açılmıştır. Bunun hemen ardından çar idaresinin baskılarına rağmen Taşkent’te, Buhara’da, Fergana’da birçok okul, yeni usûlde eğitim vermek üzere faaliyete geçirilmiştir.

Bu yeni okulların açıldığı yıllarda Türkistan’da bir de aydınlar hareketi başlar. Müftü Mahmudhoca Behdûdî tarafından 1903’te Semerkand’da “Ceditçiler Tôdesi” (Topluluğu) adında bir aydınlar klübü kurulur. Bu topluluk içinde yer alan aydınlar, milleti uyandırmak, cehaletten kurtarmak ve istiklâl mücadelesini başlatmak üzere çalışmaya başlarlar. Bir yıl sonra Münevver Kaarî, bu milliyetçi aydınlar klübünün Taşkent şubesini açar. Türkistanlı aydınlar “Ceditçiler Tôdesi”nde birleşirler. Daha sonra Buhara’da “Yaş (Genç) Buharalılar”, Harezm’de “Yaş Hiveliler” adlı dernekler kurulmuştur.

1905 ihtilâlinden sonra Türkistan’da millî fikirleri yayan birçok gazete ve dergi yayın hayatına başlar. 1917 ihtilâline kadar devam eden bu dönemde Terakki, Şühret, Hurşid, Semerkand, Sadâ-yı Türkistan, Turan, Necat, Uluğ Türkistan, El Bayrağı, Kengeş, Tirik Söz, Yurt, Ayna, El-Islah, El-İzah adlı gazete ve dergiler yayımlanır. Ceditçi aydınlar tarafından çıkarılan bu gazete ve dergilerin, millî uyanışta çok önemli tesirleri olmuştur.

Türkistan’da ilk tiyatro faaliyetleri de yine bu dönemde başlar. Mahmudhoca Behbûdî’nin 1911’de yazdığı Pederküş (Baba Katili) adlı ilk piyes, 1913 yılında neşredilir. Abdullah Avlânî ise 1913 yılında Turan adlı ilk profesyonel tiyatro topluluğunu kurar. Pederküş piyesinin yayımlanması büyük bir ilgiyle karşılanır. Onun tesiriyle hemen aynı yıllarda Abdullah Kadirî, Abdullah Avlânî, Hamza Hekimzâde Niyazî, Abdullah Bedrî, Hacı Muin Köknarı, Mirmuhsin ve bilhassa Abdurrauf Fıtrat, Özbek tiyatro edebiyatının ilk önemli eserlerini yazarlar. Aynı şekilde roman türünün ilk örnekleri de bu dönemde kaleme alınır. Mirmuhsin’in Beferzend Açıldıbay (Çocuksuz Açıldıbay-1914) ve Hamza Hekimzâde Niyazi’nin Yeŋi Saadet (1915) adlı eserleri, Türkistan’da roman türünün ilk örnekleri sayılır.

19. yüzyılın ikinci yarısındaki Rus işgalinden beri çetin mücadelelere sahne olan Türkistan’da edebiyat, cereyan eden hâdiselere paralel bir gelişme gösterir. 20. yüzyılın başlarındaki aydınlanma, eğitim seferberliği ve istiklâl, bu yeni edebiyatın esas konularını oluşturur. Edebî eserlerde vatan ve millet kavramları çok sık işlenir. Yeni yazılan şiirlerde, eskiden beri kullanılan teşbihlere, mecazlara yeni mânalar yüklenir. Aşkı ve sevgiliyi tarif eden sıfatlar, artık ilim, fen, ilerleme, millî birlik, vatan ve milleti anlatmak için kullanılır. Dil, bazı Arapça ve Farsça kelimeler atılarak sadeleştirilir. Aruzla birlikte hece ve serbest vezinler, yeni şiire vücut verir. Bu yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu yenilikler, 1920’li yıllarda kurulan modern Özbek şiirinin genel karakterini meydana getirir. “Cedit Edebiyatı” adı verilen bu millî uyanış devri edebiyatının, aynı yıllarda Türkiye’deki Millî Edebiyattan hiçbir farkı bulunmamaktadır.

Bu dönemin başka bir özelliği de gazeteciliğin Mahmudhoca Behbûdî, Abdurrauf Fıtrat, Münevver Kaarî ve Mirmuhsin gibi şahsiyetler sayesinde büyük önem kazanmış olmasıdır. Ubeydullah Hocayev’in neşrettiği Sadâ-yı Türkistan gazetesi ile Behbûdî’ye ait Ayna dergisi etrafında edebî topluluklar teşekkül eder. Makale yazarlığı, sosyal ve edebî tenkidin gelişmesinde önemli rol oynar. Tarih, millet, edebiyat, şiir, belagat ve ahlâk konularında ciddî münakaşalar olur.

1917 yılında çar idaresinin yıkılmasından sonra Türkistan’da birçok kültür ve edebiyat topluluğu kurulur. 1918 yılında kurulan “Çağatay Gürüngi” (Çağatay Meclisi), hiç şüphesiz bunların arasındaki en önemli topluluktur. Devrin şair ve yazarları tarafından büyük ilgi gören bu toplulukta, dil ve edebiyat ağırlıklı olmak üzere millî meseleler tartışılır. Abdullah Kadirî (Culkunbay), Abdülhamid Süleyman (Çolpan), Mahmud Hâdiyev (Batu), Maşrık Yusupov (Elbek) gibi kabiliyetli gençler, ilk eserlerini bu topluluk çevresinde vermişlerdir. Daha sonra edebiyat dünyasına giren Gafur Gulam, Musa Taşmuhammedoğlı (Aybek), Abdullah Kahhar, Hâmid Âlimcan gibi gençler ise, kendilerinden önceki bu şair ve yazarların etkisi altında kalarak millî ruhta yazdıkları eserlerini Muştum (Yumruk), Meşreb, Elenge (Alev), Maarif ve Okıtuvçı gibi dergilerde yayımlamışlardır.

Yeni Özbek şiiri, 1920’li yıllarda Çolpan’ın eserleriyle yüksek bir mertebeye ulaşmıştır. Abdurrauf Fıtrat, Hamza Hekimzâde Niyazî ve Gulam Zaferî, bu yıllarda Özbek tiyatro edebiyatının en güzel eserlerini yazmışlardır. Yine bu dönemde Abdullah Kadirî, 19. yüzyıl ortalarında Türkistan’da yaşanan siyasî ve sosyal hayatı anlattığı Ötgen Künler (Geçmiş Günler) ve Mehrabdan Çayan (Mihraptaki Çıyan) adlı eserleriyle Özbek roman sanatının ilk büyük örneklerini vermiştir.

Korbaşı/Basmacılık millî hareketinin 1924 yılında bastırılmasından sonra Ceditçileri tasfiye programı uygulamaya konulur. Milliyetçi fikir adamları, şair ve yazarlar tutuklanarak hapse atılmaya başlanır. Bu sırada ateizmi yayma faaliyetleri hızlanmış, fikir hürriyeti tam bir baskı altına alınmıştır. Bu gelişmelerin sonucu olarak Sovyet ideolojisini benimseyen yeni bir edebiyat kurulmaya başlanmıştır. Ceditçilik hareketi ise, 1929 yılında sona erdirilmiştir. 1929 yılı, tarihe Sovyet ideolojisine doğru “kette burılış” (büyük yöneliş) yılı olarak geçmiştir.

Bu “burılış”tan sonra, 1930’lu yıllarda Ceditçiler yok edilmeye başlanmıştır. İlk olarak 1931 yılında Münevver Kaarî öldürülmüştür. 1932 yılında bütün şair ve yazarlar Komünist Partisi ve Sovyet ideolojisinin kontrolü altına alınmıştır. Bundan sonra edebiyatın sosyalist gayelere hizmet etmesi kararlaştırılır. Buna göre, sosyalist gayelere hizmet etmeyen her türlü sanat ve sanat eseri reddedilecek, bu eserlerin sahiplerine hayat hakkı tanınmayacaktır. Nitekim çok geçmeden 1937 yılında Sovyetler Birliği’nin tamamında tutuklamalar, sürgünler ve katliamlar başlamıştır. Özbekistan’da da Abdullah Kadirî, Abdurrauf Fıtrat, Abdülhamid Süleyman (Çolpan), Batu, Elbek, Atacan Hâşim, Osman Nâsır, Gulam Zaferî, Kayum Ramazan, Gazi Âlim gibi birçok şair ve yazar, 1937-1939 yılları arasında halk düşmanı ilân edilerek tutuklanmış ve öldürülmüşlerdir.

Bu tasfiye hareketinden sonra edebiyat, kızıl imparatorluğun sadık bir hizmetkârı hâline dönüştürülmüştür. Lenin’i ve Komünist Partisini yüceltme, ülkeyi Sovyetleştirme, tarihi karalama ve Sovyet hayat tarzını idealleştirme, bu devir edebiyatının temel konularını teşkil eder. Bu dönemde Sovyet ideolojisini benimseyen şairler tarafından halk adına Stalin’e hitaben manzum teşekkürnameler, “şükrâneler” yazılmıştır.

1930’lu yıllarda Gafur Gulam, Hamid Âlimcan, Aybek, Mir-temir, Osman Nâsır, Maksud Şeyhzâde gibi şairler eserler vermişlerdir. Nesir sahasında ise Abdullah Kahhar, Hüseyin Şems, Aybek gibi yazarlar hikâye ve romanlar neşretmişlerdir. Bu dönemde yazılan eserlerin çoğunda sosyal hayattaki değişiklikler ve sosyalizmin kuruluşu, büyük bir heyecanla tasvir edilmiş, işlenmiştir. Sovyet adamı olarak adlandırılan ve aslında millî değerlerini kaybederek yozlaşan beynelmilelci kozmopolit insan tipi idealize edilmiştir. Bu sırada asıl vahim olan şey, geniş halk kitlelerinin, kızıl imparatorluğun fakirliği ve fakirleri yücelten sloganlarına hayran olarak gerçeklerden habersiz yaşamasıdır. Bu dönemde bir yandan milletin önde gelen aydınlarını öldürme politikası şiddetle uygulanmış, diğer yandan edebiyatta tabiat güzelliklerinden, sevinç ve neşeden, aşktan bahsedilmiştir.

İkinci Dünya Harbi yıllarında, edebiyat politikasında değişiklikler meydana gelir. Türkistan Türklerini, Rusya’yı işgal eden Almanlara karşı savaşa seferber edebilmek maksadıyla millî konuların, tarihî şahsiyetlerin edebî eserlerde konu olarak işlenmesine müsaade edilir. Hamid Âlimcan, Aybek ve Maksud Şeyhzâde tarihî roman ve piyeslerini bu yıllarda yazmışlardır.

Savaştan sonra sanat eserlerinde Sovyet hayatını ve Sovyet insan tipini yüceltme politikasına tekrar dönülmüştür. Buna uymayan Maksud Şeyhzâde, Mirzakalan İsmailî, Mirtemir, Şühret, Seyid Ahmet, Şükrullah gibi şair ve yazarlar, siyasî suç işlemiş sayılarak hapsedilmişlerdir. Tarihî hayatı ve gelenekleri terennüm eden “Alpamış” destanı, zararlı âdetleri ve feodal burjuva ahlâkını aşılayan eser şeklinde değerlendirilmiştir. Bu yıllarda Gafur Gulam, Uygun, Zülfıye, Mirtemir, Mamarasul Babayev, Aybek, Perde Tursun, Askad Muhtar, Abdullah Kahhar, Behram Rahmanov gibi şair ve yazarlar eser vermişlerdir.

Stalin’in ölümünden sonra, Komünist Partisinin 1956 yılında toplanan 20. kurultayında, otuz yıldan beri uygulanan bütün politikalar şiddetle tenkit edilir. Bunun bir sonucu olarak hayatın her sahasında nispî bir yumuşama başlar. 1930’larda öldürülen şair ve yazarların, devlet adamlarının suçsuz oldukları ilân edilerek itibarları iade edilir. Savaştan sonra hapsedilen şair ve yazarlar serbest bırakılır. Eski kültür mirasına sahip çıkılmaya başlanır. Klâsik edebiyatı sınıf mücadelesi açısından değerlendirme alışkanlığından vazgeçilir. Fakir şairlerle birlikte, hükümdar şairlerin de isimleri hatırlanır. Bu son değişiklikler, 1960’lı yıllarda yeni bir edebiyatın doğmasına ve yeni bir edebî neslin yetişmesine yol açmıştır. Tarihi ve yaşanan zamanı yeniden yorumlama, vatan ve millet kavramlarını değerlendirme, sosyalist hayat tarzı ve halkların kardeşliği meselelerini sorgulama, yeni teşekkül eden bu edebiyatın en önemli özelliğini meydana getirir. Âdil Yakubov, Pirimkul Kâdirov, Ölmes Ömerbekov, Hüsniddin Şeripov, Abdullah Âripov, Erkin Vâhidov, Şükür Hâlmirzayev, Ötkir Hâşimov, Muhammed Ali, Cemal Kemal, Aman Metcan, Rauf Parfi, Gülçehre Nurullayeva gibi şair ve yazarlar bu dönemin önemli sanatkârlarıdır.

1960’lı yılların sonunda Sovyet İmparatorluğu, iktisadî ve ideolojik bakımlardan durgunluk batağına saplanınca, şair ve yazarlar üzerindeki baskı politikası tekrar başlar. Fakat edebiyat millî uyanış yolunda büyük hizmetler görmüş, artık insanların gözünü açmıştır. Yeni baskı politikası, 1960’larda başlayan bu millî uyanış hareketini bu sebeple tamamen silememiştir. Bu durum, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasına, Özbekistan’ın bağımsız olmasına kadar devam etmiştir. Âdil Yakubov, Öktem Osmanov, Ötkir Hâşimov, Erkin Vâhidov, Maksud Karıyev, Mirmuhsin, Azim Süyün, Muhammed Ali, Uygun, Aman Metcan, Abdullah Âripov, Sadullah Siyayev, Maksud Şeyhzâde, Pirimkul Kâdirov, Rauf Parfi, Gülçehre Nurullayeva, Muhammed Salih, Şükür Hâlmirzayev, Tâhir Melik, Tagay Murad, Ölmes Ömerbekov, Abdukahhar İbrahimov gibi şair ve yazarlar, son otuz yıldan beri Özbek edebiyatında eserler veren sanatkârlardan bazılarıdır.

Özbekistan’ın 1991 yılında bağımsız olmasından sonra millî kültür ve edebiyatın gelişmesine yeni imkânlar tanınmıştır. Stalin devrinde vatan haini ilân edilerek kurşuna dizilen Ceditçi şair ve yazarların eserleri tekrar yayımlanma ve okunma imkânına kavuşmuştur. Bugün “İstiklâl Fidâiyleri”, “İstiklâl Kahramanları” sayılan Ceditçiler hakkında seri hâlinde kitaplar yazılmakta, yerli ve millî özelliklere sahip bir edebiyat gelişmektedir.

₺104,68

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
803 s. 22 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6494-95-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre