Kitabı oku: «Ejderhaların Yükselişi », sayfa 12

Yazı tipi:

Kyra dili tutulmuş şekilde yayı hayranlıkla inceledi ve bunun, birinin hayatı boyunca ona yaptığı en hoş şey olduğunu fark etti. Brot uzanıp içi ok dolu bir sadak verdi. Okların hepsi yepyeni, parlayan uçlara sahipti ve Kyra bir tanesinin ucuna dokununca ne kadar sivri olduklarını görüp hayrete düştü. Okların çetrefilli tasarımlarını inceledi.

“Dikenli savaş oku,” dedi Brot gururla. “Bunlardan biri bir yere saplandığında ucu geri çıkartılamaz. Bunlar öldürmek için tasarlandı.”

Kyra Brot’a ve diğerlerine ne diyeceğini bilemez bir şaşkınlıkla baktı. Onun için silahlarından daha da anlamlı olan tüm bu harika adamların kendisini onun için bunca zahmete girecek kadar düşünmüş olmalarıydı.

“Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum,” dedi. “Bu güzel işçiliği onurlandırmak ve bu silaha layık olabilmek için elimden gelenin en iyisini yapacağım.”

“Daha bitirmedim,” dedi Brot huysuzca. “Kollarını kaldır.”

Kyra şaşırmış bir şekilde kollarını kaldırırken adam ona yaklaşıp kollarını inceledi, kollarını sıvayıp ön kolunu kontrol etti. Sonunda tatmin olmuş şekilde başını salladı.

“Tam istediğim gibi,” dedi.

Brot başıyla bir çırağına onay verdi ve çırak parlayan iki nesneyi getirip kollarına geçirip kapattı. Kyra soğuk metali cildinde hissettiğinde bunların, ince uzun, ön kol koruyucusu bileklikler olduğunu görüp şoke oldu. Bileklikler dirseklerinden bileğine kadar uzanıyordu ve bir tık sesiyle kapandıklarında koluna tam oturmuşlardı.

Kyra merak içinde dirseklerini kıvırdı, bileklikleri deniyordu ve o anda kendini yenilmez hissetti, sanki bileklikler kollarının bir parçasıymış gibiydi. Çok hafiflerdi fakat çok da sağlamlardı ve kollarını bilekten dirseğe kadar koruyordu.

“Bileklikler,” dedi Brot. “Hareket etmene imkân tanıyacak kadar inceler fakat herhangi bir kılıcın darbesine dayanacak kadar da güçlüler.” Sonra Kyra’ya baktı. “Bunlar seni sadece ok atarken yayın kirişinden korumakla kalmayacak. Bunlar daha uzun ve bunlar da Alkan çeliğinden yapılma. Bir kalkanın yerini almak üzere üretildiler. Senin zırhın olacaklar. Elinde kılıçla bir düşman üzerine geldiğinde kendini korumaya yetecek ekipmana sahipsin artık.”

Sonra aniden masada duran bir kılıcı kapıp havaya kaldırdı ve Kyra’nın başına doğru hızla indirdi.

Kyra şoke olmuştu, yeni bilekleri takılı kolunu havaya kaldırarak tepki Verdi ve bilekliğin vuruşu nasıl durduğuna hayran oldu. Kıvılcımlar çıkmıştı.

Brot gülümsedi ve memnun bir şekilde kılıcı indirdi.

Kyra bilekliklerini inceledi ve yoğun bir keyif hissetti.

“Bana ihtiyacım olabilecek her şeyi verdiniz,” dedi Kyra onlara sarılmak üzereyken.

Fakat Brot elini kaldırdı ve onu durdurdu.

Her şeyi değil,” diye düzeltti.

Brot üçüncü çırağına bir el hareketi yaptı ve çırak siyah kadife bir kumaşa sarılı uzun bir nesne daha getirdi.

Kyra merakla getirilen nesneye baktı ve sonra yayını omzuna asıp uzanıp nesneyi aldı. Yavaşça sarılı olduğu kumaşı açtı ve sonunda içinde ne olduğunu görüp nefesi kesildi.

Bu bir asaydı. Mükemmel bir işçiliğe sahip, eski asasından daha uzundu ve en harikası da parlaktı. Tıpkı yayı gibi asası da kâğıt inceliğinde dövülmüş Alkan çeliğiyle kaplıydı ve üzerinde ışıklar parlıyordu. Asayı şöyle bir tarttı. Tüm metal işçiliğine rağmen eski asasından çok daha hafifti.

“Bir dahaki sefere,” dedi Brot, “asana vurduklarında asan kırılmayacak ve sen bir düşmanına vurduğunda darben çok daha ölümcül olacak. Bu hem bir silah hem de bir kalkan ve hepsi bu da değil,” dedi asayı işaret ederek.

Kyra kafası karışmış bir şekilde başını eğip onun neyi gösterdiğini anlamaya çalıştı.

“Döndür,” dedi Brot.

Kyra asayı elinde döndürdü ve gördükleri karşısında şoke oldu. Asa birbirinin içine geçen iki eşit parçadan oluşuyordu ve her iki parçanın ucu da oldukça uzun şekilde sivriltilmişti.

Kyra ağzı açık bakakalmıştı ve Brot gülümsedi.

“Artık birini öldürmek için birçok seçeneğin var,” dedi.

Parıldayan bıçaklara baktı Kyra, hayatında gördüğü en iyi işçilikti ve hayranlık içindeydi. Brot bu silahı kendisi için özel olarak dövmüştü. Ona verdiği, iki mızrağa bölünebilen asa, onun gücü için eşsiz bir uyum gösteriyordu. Silahı tekrar döndürüp kilitledi. O kadar pürüzsüzdü ki kendisi bile asasının içine bir başka silah gizlendiğini kendisi bile söyleyemezdi.

Gözlerinde yaşlarla Brot’a ve diğer adamlara baktı.

“Size teşekkür edebilmemin hiçbir yolu yok,” dedi.

“Ettin bile,” dedi Anvin bir adım öne çıkarak. “Bizi savaşa soktun; kendimizin başlatmaya korktuğu bir savaş… Bize çok büyük bir iyilik yaptın.”

Kyra onun sözlerini anlayamadan aniden bir dizi boru sesi duyuldu. Borular birbiri ardına çalıyor, sesleri kalede yankılanıyordu.

Herkes bunun ne anlama geldiğini bilerek birbirine baktı: savaş başlamak üzereydi.

Lordun Adamları gelmişti.

BÖLÜM ON DOKUZ

Merk orman yolundan yürümeye devam ediyordu. Alaçam’a doğru yöneldiğinde gölgeler uzamaya başlamıştı ve ölü hırsızlar neredeyse bir günlük mesafede kalmıştı. O zamandan beri durmadan yürümüş, olayı aklından çıkartmaya çalışmış ve kısa süre önce yerleştiği huzurlu konuma geri dönmeye uğraşmıştı. Hiç kolay değildi. Bacakları git gide yoruluyordu ve Merk Ur Kulesini bulmak, Gözcü olarak yeni hayatına adım atmak için öncekinden daha sabırsızdı. Kuleden bir iz bulabilmek için ufku taradı fakat kuleden hiçbir iz yoktu. Bu yolculuğun bir hac yolculuğuna dönüşmeye başladığını hissediyordu, hiç bitmeyecek bir yolculuğa… Ur Kulesi düşündüğünden çok daha uzak, çok daha iyi gizlenmişti.

O hırsızlarla karşılaşmak içinin derinliklerinde bir şeyi uyandırmıştı ve Merk’in eski kimliğinden sıyrılmasının ne kadar zor olduğunu fark etmesine sebep olmuştu. O disipline sahip olup olmadığını bilmiyordu. Gözcülerin kendisini tariklerine kabul etmelerini umuyordu; etmezlerse, gidecek başka hiçbir yeri kalmayacaktı ve kesinlikle eskiden olduğu kişi olmaya devam edecekti.

Merk ileride yukarıya doğru ağaçların değiştiğini, kadim beyaz ağaçlardan oluşan bir koruyu gördü. Ağaçların gövdeleri on adam kalınlığındaydı, göğe kadar uzanıyorlardı ve parlak kırmızı yapraklarla dolu dalları bir örtü gibi yayılıyordu. Ağaçlardan geniş, kıvrımlı bir gövdesi olan biri özellikle davetkâr görünüyordu ve Merk ayakları ağrıyarak gidip ağacın altına oturdu. Arkasına yaslandığında anında bir rahatlık duygusu hissetti. Saatlerdir süren yolculuğun sebep olduğu sırtındaki ve bacaklarındaki ağrının geçtiğini hissetti. Çizmelerini ayağından fırlattı ve ayağında zonklayan ağrıyı hissetti ve serin bir esinti acısını dindirdi. Üstünde yapraklar hışırdıyordu.

Merk çuvalına uzandı ve önceki gece yakaladığı tavşandan arta kalan kurutulmuş et dilimlerini çıkarttı. Bir parça ısırdı ve yavaşça çiğnedi. Gözlerini kapatıp dinlenirken geleceğin kendisi için neler hazırladığını merak etti. Sırtı ağaca dayalı, hışırdayan yaprakların altında oturmak bile iyi hissetmesine yetmişti.

Merk’in gözleri ağırlaştı ve o da biraz dinlenmek için gözlerinin bir anlığına kapanmasına izin verdi.

Gözlerini açtığında havanın kararmış olduğunu gördü ve uyuyakaldığını anlayarak şaşırdı. Çoktan alacakaranlık olmuştu ve Merk bir uyumaya başlarsa, bir gürültüyle uyandırılmazsa tüm gece uyuyabileceğini fark etti.

Merk doğruldu ve bir durum değerlendirmesi yaptı; içgüdüleri harekete geçerken anında hazır hale geçmişti. Belinde saklı duran hançerinin kabzasını kavradı ve bekledi. Şiddete başvurmak istemiyordu fakat Kuleye ulaşana kadar her şeyin mümkün olduğunu hissetmeye başlamıştı.

Hışırtılar arttı. Sanki ormanın içinde biri aceleyle koşuyor gibi bir ses vardı. Merk şaşırmıştı. Herhangi biri, hiçliğin ortasında, alacakaranlıkta orada ne arıyor olabilirdi. Yaprakların seslerinden Merk bir kişinin koştuğunu ve bunun hafif biri olduğunu söyleyebilirdi; belki bir çocuk veya bir kız…

Gerçekten de bir süre sonra görüş alanına ormandan koşarak gelen bir kız girdi; ağlıyordu. Şaşkınlık içinde kızın tek başına koşup, tökezleyip, birkaç metre uzağında yere düşüşünü izledi. Kız yüzüstü çamura kapaklanmıştı. Çok tatlı ve büyük ihtimalle on sekizinde olan kız, darmadağın görünüyordu, saçı karmakarışıktı ve içinde toprak ve yapraklar vardı, kıyafetleri yırtılmış ve parçalanmıştı.

Merk ayağa kalktı ve kız ayağa kalmak için debelenirken onu gördü ve gözleri panik içinde büyüdü.

“Lütfen bana zarar verme!” diye ağladı, ayağa kalkıp geri çekilirken.

Merk ellerini kaldırdı.

“Sana zarar vermem,” dedi yavaşça, tamamen ayağa kalkmıştı. “Aslına bakarsan yoluma gitmek üzereydim.”

Kız dehşet içinde birkaç metre geri gitti, hala ağrıyordu. Merk kıza ne olduğunu merak etmekten kendini alamadı. Her ne olduysa bulaşmak istemiyordu; başında yeteri kadar problem vardı.

Merk arkasını dönüp yürümeye başladığında kız arkasından bağırdı:

“Hayır, bekle!”

Merk arkasını dönüp baktığında kızın çaresizlik içinde durduğunu gördü.

“Lütfen. Bana yardım et,” diye yalvardı kız.

Merk kıza bakıp, o dağınık görüntüsünün altında aslında ne kadar güzel olduğunu gördü. Yıkanmamış sarı saçları, açık mavi gözleri, gözyaşı ve çamurla kaplı, mükemmel özelliklere sahip bir yüzü vardı. Basit çiftçi kıyafetler giyiyordu ve zengin olmadığı çok açıktı. Sanki çok uzun zamandır koşuyormuş gibi görünüyordu.

Merk başını salladı.

“Bana ödeme yapmak için paran yok,” dedi. “İhtiyacın olan her neyse sana yardımcı olamam. Ayrıca yapmam gerekenler için kendi yoluma gitmeliyim.”

“Anlamıyorsun,” diye yalvardı kız yaklaşarak. “Ailem, evimiz bugün baskına uğradı. Paralı askerler. Babam yaralandı. Onları kovalamayı başardı ama onlar daha fazla adamla geri gelecektir. Babamı öldürmek için, tüm ailemi öldürmek için. Çiftliğimizi yakıp kül edeceklerini söylediler. Lütfen!” diye yalvardı biraz daha yaklaşarak. “Sana her şeyi veririm. Her şeyi!

Merk kız için üzülerek dururken olaya karışmamak konusunda kararlıydı.

“Bu dünyada çok fazla problem var genç kız,” dedi. “Ve ben hepsini düzeltemem.”

Bir kez daha arkasını dönüp gitmeye hazırlandığı sırada kızın sesi tekrar çınladı:

“Lütfen!” diye ağladı. “Bu bir işaret, görmüyor musun? Koşarak buraya geldim, hiçliğin ortasına ve hiç kimseyi bulma umudum yokken seni buldum. Burada olman tesadüf değil, bana yardım etmelisin. Tanrı sana bir kefaret ödeme şansı sunuyor. İşaretlere inanmaz mısın sen?”

Merk kızın hıçkırıklarını izlerken içinde bir suçluluk hissetti fakat daha çok bölünmüş hissediyordu. Bir yanı, hayatı boyunca onlarca insan öldürdüm, biraz daha fazlası ne fark eder ki, diye düşünüyordu. Fakat her zaman daha fazlası vardı. Hiç sona ermeyecek gibi görünüyordu. Bir yerde sınırı koyması gerekiyordu.

“Üzgünüm genç kız,” dedi. “Fakat ben senin kurtarıcın değilim.”

Merk bir kez daha arkasını dönüp bu kez durmamaya kararlı bir şekilde yürümeye başladı. Yaprakları ayaklarıyla ezip yüksek sesle hışırdatarak kızın sesini engelleyip, onun hıçkırıklarını ve acısını bastırmaya kararlıydı.

Fakat yaprakları ne kadar yüksek sesle hışırdatsa da kızın ağlayışı devam ediyor, kafasının içinde bir yerde çınlıyor ve onu çağırıyordu. Arkasını dönüp kızın koşmaya başladığını ve ormanın içinde kaybolduğunu gördü. Bir rahatlama hissetmeyi istedi fakat her şeyden çok lanetlenmiş olduğunu hissetti, duymak istemediği bir ağlamayla lanetlenmiş…

Öfke içinde yürümeye başladığında küfür etti. Kızla hiç karşılaşmamış olmayı diliyordu. Neden, diye merak etti. Neden kendisini bulmuştu?

Onu endişelendirmeye devam ediyordu, kendi yoluna gitmesine izin vermiyordu ve bu duygudan nefret etti. Sağduyu sahibi olmanın böyle bir şey mi olduğunu merak etti?

BÖLÜM YİRMİ

Kyra babası, ağabeyleri, Anvin ve diğer savaşçılarla yürürken kalbi çarpıyordu. Hepsi ağırbaşlı bir şekilde Volis sokaklarında yürüyorlar, hepsi savaşa hazırlanıyorlardı. Havada adeta dini bir sessizlik vardı. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı ve çizmelerinin altındaki karlar çıtırdayarak kalenin ana kapısına yürürlerken yeniden, hafif bir kar yağıyordu. Borular ardı ardına çaldı. Babası adamlarını sabırlı bir şekilde yönetiyordu. Kyra babasının bu kadar sakin oluşuna şaşırmıştı, sanki bunu daha önce binlerce kez yapmış gibiydi.

Kyra dümdüz karşıya bakınca, indirilmiş kale kapısının demir parmaklıklarının arasından Lord Valiyi gördü. Kızıl zırhları içindeki yüz adamına komuta ediyordu. Sarı mavi Pandesia bayrakları rüzgârda dalgalanıyordu. Devasa siyah atlara binen, en iyi zırhları giyen, en iyi silahları kuşanan adamlar doğrudan Volis’in kapılarına doğru dörtnala geliyorlardı. Atlarının gürültüsü oradan bile duyulabiliyordu ve Kyra ayaklarının altındaki zeminin titrediğini hissetti.

Kyra yeni asası elinde, yeni yayı omzuna asılı, yeni bileklikleri bileklerinde takılı, yüreği ağzında yürürken yeniden doğmuş gibi hissetti. Nihayet kendini gerçek silahları olan gerçek bir savaşçı gibi hissediyordu. Silahlarına sahip olduğu için çok mutluydu.

Yürüdükleri sırada Kyra halkının koşturduğunu ve korkusuz bir şekilde düşmanla karşılaşmak için onlara katılışını görmekten çok memnundu. Tüm köy halkının ve babasının adamlarının babasına umutla baktığını gördü ve onlarla birlikte bu yürüyüşte olduğu için gurur duydu. Herkesin babasına karşı sonsuz bir güveni var gibiydi ve Kyra, halk başka bir liderin emrinde olsa bu kadar sakin olurlar mıydı merak etti.

Lordun Adamları yaklaştığında bir boru yeniden çaldı ve Kyra’nın kalbi göğsünden çıkacak gibi oldu.

“Ne olursa olsun,” dedi Anvin ona yaklaşıp kısık sesle konuşarak, “düşmanlar ne kadar yakına gelirlerse gelsin, babanın emri olmadan hiçbir şey yapma. O artık senin komutanın. Seninle onun kızı olarak değil onun adamlarından biri olarak konuşuyorum. Bizden biri olarak…”

Kyra başıyla onayladı, gururlanmıştı.

“Halkımın ölümüne sebep olmak istemem,” dedi.

“Merak etme,” dedi Arthfael diğer tarafından gelip. “Bu günü uzun zamandır bekliyorduk. Savaşı sen başlatmadın, onlar başlattı. Güney Geçidi geçip Escalon’u işgal ettikleri zaman…”

Kyra rahatlamıştı. Asasını daha sıkı kavradı ve kendini gelecek her şeye karşı hazırladı. Belki de Lord Vali mantıklı davranırdı. Belki de bir mütarekeye gidilmesini önerirdi.

Kyra ve diğerleri kale kapısına vardıklarında durdular ve babasına baktılar.

Babası ifadesiz bir yüzle dışarıya bakıyordu. Yüzü sertti ve hazırdı. Adamlarına döndü.

“Düşmanlarımızdan korkarak demir kapıların arkasında saklanmamalıyız,” diye gürledi, “onları korkusuzca kapının önünde karşılamalıyız. Kaldırın kapıyı!” diye emir verdi.

Askerler kalın demir kale kapısını yavaşça kaldırırken iniltiye benzer bir ses duyuldu. Sonunda kapı bir çarpma sesiyle durdu ve herkes dışarı yürürken Kyra da onlara katıldı.

Boş tahta köprüden geçerlerken çizmelerinin sesleri yankılanıyordu. Hendeği geçtiler yaklaşan ordunun karşısına geçip beklemeye başladılar.

Lordun Adamları birkaç metre yakınlarında gelip dururken havayı bir gümbürtü kapladı. Kyra babasının birkaç metre gerisinde diğerleriyle birlikte duruyordu fakat ön saflara doğru ilerledi; hem babasının yanında olmak hem de Lordun Adamlarıyla yüz yüzeyken onlara bakmak istiyordu.

Kyra Lord Valiyi gördü. Orta yaşlı, dökülmeye başlamış saçlarında yer yer griler olan, göbekli bir adamdı. Atının üzerinde kendini beğenmiş bir ifadeyle oturuyor ve onlara, sanki onlardan çok üstünmüş gibi bakıyordu. Arkasında duran, at üstündeki yüz adamının hepsinin yüzünde ciddi ifadeler vardı ve hepsi ciddi silahlar kuşanmıştı. Bu adamların savaşa ve ölüme hazırlanmış olduklarını görebiliyordu.

Kyra babasının bu adamlar karşısında gözü pek ve korkusuzca duruşuyla gurur duymuştu. Babasının yüzünde savaştaki bir komutanın ifadesi vardı, onun daha önce hiç görmediği bir ifade. Bu, babasının bildiği yüzü değildi; adamlarına özel olan yüzüydü.

Sadece rüzgârın uğultusuyla kesilen uzun ve gergin bir sessizlik oldu. Lord Vali acele etmiyordu. Kendilerini uzunca bir süre inceledi. Gözlerini korkutmaya çalıştığı, halkına, onların atları, silahları ve zırhlarının ne kadar muhteşem olduğunu göstermeye çalıştığı çok açıktı. Sessizlik o kadar uzadı ki Kyra herhangi birinin bu sessizliği bozup bozmayacağını merak etmeye başladı. Babasının sessizliğinin gelenlere karşı sessiz ve soğuk bir karşılama olduğunu, tüm askerleriyle orada öylece duruşunun bile başlı başına bir meydan okuma olduğunu anlamaya başladı. Hiç kimseye karşı boyun eğecek bir adam değildi, sonuçları ne olursa olsun…

Tek ses çıkaran, adamlara kısık sesle hırlayan Leo’ydu.

Sonunda Lord Vali babasına bakarken boğazını temizledi.

“Beş adamım öldürüldü,” diye duyurdu, sesi burnundan çıkıyormuş gibiydi. Onlarla onların hizasında karşılaşmamak için atından inmemişti. “Kızın kutsal bir Pandesia kanuna karşı geldi. Sonuçları biliyorsun: Lordun Adamına dokunmak ölüm acısını tatmak anlamına gelir.”

O sustu fakat babası hiçbir tepki vermedi. Kar ve rüzgâr hafiflediğinden, duyulan tek ses rüzgârda dalgalanan bayrakların sesiydi. Her iki tarafta eşit sayıdaki adamlar gergin bir sessizlik içinde birbirlerine bakıyordu.

Nihayet Lord Vali devam etti.

“Merhametli bir Lord olduğum için,” dedi, “Kızını idam ettirmeyeceğim. Hakkım olmasına rağmen seni, adamlarını veya halkını öldürmeyeceğim. Aslına bakarsan bu pis işi arkamızda bırakmak istiyorum.”

Vali ağırdan alıp yavaşça herkesin yüzlerini incelerken sessizlik devam etti. Valinin gözleri sonunda Kyra’da durdu. Kyra aç gözlü, çirkin gözleri üzerinde hissedince tüylerinin ürperdiğini hissetti.

“Karşılığında kızını alacağım ki buna hakkım var. Evlenmemiş ve yaşı gelmiş durumda ve biliyorsun Pandesia kanunu bana izin veriyor. Kızın, tüm kızlarınız, artık bizim malımız.”

Babasına küçümseyen bir bakış attı.

“Daha ağır bir ceza uygulamadığım için kendini şanslı saymalısın,” diye bitirdi.

Lord Vali dönüp adamlarına başıyla işaret etti ve korkunç görünümlü iki asker atlarından inip köprüyü geçmeye başladı. Onlar yürürken çizmeleri ve mahmuzları boş tahta köprüde yankılanıyordu.

Adamların ona doğru geldiğini gören Kyra’nın kalbi göğsünden çıkacak gibiydi; eyleme geçmek istedi, yayını gerip ok atmak, asasını savurmak… Fakat Anvil’in, babasının emrini beklemesi gerektiği, disiplinli askerlerin nasıl davranması gerektiği konusundaki sözlerini hatırladı. Bu oldukça zordu fakat kendini beklemek için zorladı.

Adamlar yaklaşırken Kyra babasının ne yapacağını merak ediyordu. Onu bu adamlara verecek miydi? Onun için savaşacak mıydı? Kazansınlar ya da kaybetsinler, onu alsalar ya da almasalar artık onun için önemli değildi; önemli olan babasının bu adamlara karşı çıkacak kadar onu önemsiyor olmasıydı.

Adamlar yaklaştığında babası tepki vermedi. Kyra’nın kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Babasının onu almalarına izin vereceğini düşünerek ani bir hayal kırıklığına kapıldı. Ağlamak istedi.

Leo önünde durmuş, sırt tüylerini kabartmış öfkeyle hırlıyordu fakat adamlar yine de durmamıştı. Kyra ona komut verse üzerlerine atlayacağını biliyordu fakat onun bu silahlarla yaralanmasını istemiyordu. Ayrıca babasının emirlerine karşı gelip bir savaş başlatmak da istemiyordu.

Adamlar birkaç metre uzaktayken, aniden, son anda babası başıyla işaret verdi ve altı adamı öne çıkıp baltalı kargılarını indirip askerlerin geçmesini engellediler. Kyra bu duruma çok sevinmişti.

Askerle aniden durdu. Zırhları metal baltalı kargılara sürtüyordu ve askerler babasına şaşkınlıkla bakıyordu; böyle bir şey beklemedikleri belli oluyordu.

“Bir adım daha ileri atmayacaksınız,” dedi babası. Sesi güçlü ve sertti, kimsenin karşı koymaya cesaret edemeyeceği bir sesti. Bir otoritenin ses tonuydu, bir kölenin değil…

O anda Kyra babasını her zamankinden çok sevdi.

Babası dönüp Lord Valiye baktı.

“Burada hepimiz özgür insanlarız,” dedi, “erkekler ve kadınlar, yaşlı ve genç eşit. Seçim ona ait, Kyra,” dedikten sonra kızına döndü, “bu adamlarla birlikte gitmek istiyor musun?”

Kyra gülümsemesini bastırarak babasına baktı.

“Hayır,” dedi net bir şekilde.

Babası Lord Valiye döndü.

“Cevabını aldın,” dedi. “Seçim ona ait. Sana da ait değil bana da! Eğer kaybın için mallarımdan veya altınımdan almak istersen,” dedi Valiye, “istediğini alabilirsin. Fakat kızımı alamazsın veya herhangi bir kızımızı, Pandesia kanunu olarak her ne yazıldığının hiçbir önemi yok.”

Lord Vali yüzünde bir şok ifadesiyle dik dik baktı. Bu şekilde hitap edilmeye veya meydan okunmaya hiç alışık olmadığı belliydi. Ne yapacağını bilmez gibi bir hali vardı. Beklediği karşılamanın bu olmadığı açıktı.

“Adamlarımı engellemeye cüret mi ediyorsun?” diye sordu. “Sunduğum teklifi geri mi çeviriyorsun?”

“Ona pek de teklif denemez,” diye cevapladı Duncan.

“İyi düşün köle,” diye çıkıştı Vali. “Bunu iki kez sunmayacağım. Eğer teklifimi reddedersen ölümle yüzleşirsin. Sen ve tüm halkın… Yalnız olmadığımı bildiğinden eminim, büyük Pandesia ordusu adına konuşuyordum. Pandesia ile tek başına yüzleşebileceğini mi düşünüyorsun, kralınız bile teslim olmuşken? Olasılıklar bu kadar sizin aleyhinizeyken?”

Babası omuz silkti.

“Olasılıklara göre savaşmam,” diye cevapladı. “Amaçlar uğruna savaşırım. Adamlarınızın çok olması benim için fark etmez. Benim için önemli olan özgürlüğümüzdür. Savaşı kazanabilirsiniz fakat ruhlarımızı hiçbir zaman ele geçiremezsiniz.”

Valinin ifadesi sertleşti.

“Tüm kadın ve çocuklarınız çığlıklar atarak sizden alındığında,” dedi, “bugün yaptığın seçimi hatırla.”

Lord Vali dönüp atını mahmuzladı ve arkasında birkaç yardımcısıyla beraber karlı kırsal Alana doğru geri döndü.

Askerleri yerlerinde kalmıştı ve komutanları bayrağı indirip emir verdi: “İLERİ!”

Lordun Adamları atlarından indi ve sıraya girdi. Mükemmel bir disiplinle harekete geçip üzerlerine doğru gelmeye başladı.

Kyra’nın kalbi duracak gibiydi. Diğer herkes gibi dönüp babasına baktı ve emirlerini bekledi. Sonunda babası bir yumruğunu havaya kaldırıp sert bir savaş çığlıyla indirdi.

Aniden gökyüzü okla kaplandı. Kyra omzunun üzerinden surlarda dizili babasının okçularının nişan alıp atış yaptıklarını gördü. Oklar kulağının dibinde vızıldayarak uçup sağdaki soldaki Lordun Adamlarına saplanmaya başladı.

Her yanda adamlar ölürken çığlıklar havayı doldurdu. Hayatında ilk defa bu kadar çok adamın ölüşünü bu kadar yakından görüyordu ve manzara onu dondurmuştu.

Aynı anda babası belinden iki kısa kılıç çekti ve kızını almaya gelmiş olan askerlere sapladı. İki asker de ayaklarının dibinde yere düştü.

O sırada Anvin, Vidar ve Arthfael mızraklarını kaldırıp fırlattı ve her biri, köprüyü geçmeye çalışan bir askere saplanıp öldürdü. Brandon ve Braxton öne çıkıp mızraklarını fırlattılar. Birinin mızrağı bir askerin kolunu, diğerininki de başka bir askerin bacağını sıyırdı; hiç olmazsa onları yaralamışlardı.

Daha fazla adam saldırırken Kyra canlandı ve asasını kenara koyup yeni yayını ilk kez eline aldı, bir ok yerleştirdi ve fırlattı. Askerleri atının sırtında yöneten komutana nişan almıştı ve okunun havada süzülüp adamın göğsünü delmesini büyük bir memnuniyetle izledi. Yeni yayıyla yaptığı ilk atıştı ve resmi bir savaşta ilk defa birini öldürmüştü. Adamların komutanı yere düştüğünde şoke olmuş bir şekilde az önce yapmış olduğu şeye baktı.

Aynı anda bir düzine kadar Lordun Adamı yaylarını kaldırıp ok fırlattı ve oklar vızıldayarak arka tarafına doğru giderken Kyra korku içinde izledi. Babasının adamları yaralanıp, çığlık atarak yere düşüyordu.

“ESCALON İÇİN!” diye bağırdı babası.

Kılıcını çekti ve köprüden karşıya doğru, Lordun Adamlarının ortasına bir saldırı başlattı. Askerleri onu yakından takip ediyordu ve Kyra da asasını çekip onlara katıldı. Savaş alanına coşkuyla koşuyordu ve babasının yanında olmak istiyordu.

Onlar saldırırken Lordun Adamları bir ok saldırısına daha hazırlandılar ve bir kez daha oklarını fırlattılar. Kısa süre sonra oklardan bir duvar üzerlerine geliyordu.

Fakat sonra Kyra’yı şaşırtan bir şey oldu; babasının adamları büyük kalkanlarını havaya kaldırıp bir duvar oluşturdu ve altına çöktü. Mükemmel bir disiplin örneğiydi. Kendisi de bir kalkanın altına çöküp bekledi ve öldürücü okların kalkanlara saplanışını duydu.

Sonra hep birlikte ayağa kalkıp tekrar saldırıya geçtiler. Kyra babasının stratejisinin Lordun Adamlarına mümkün olduğu kadar çok yaklaşıp okçuları etkisiz hale getirmek olduğunu anladı. Kısa süre sonra askerlerden örülü duvara ulaştılar ve adamlar savaşa daldığında büyük bir metal çarpışma sesi çıkmaya başladı. Kılıçlar kılıçlara, baltalı kargılara kalkanlara, mızraklar zırhlara çarpıyordu. Dehşet vericiydi fakat aynı zamanda coşkuluydu da.

Köprüye sıkışmış olan adamlar, inleyerek, keserek, engelleyerek göğüs göğse çarpışıyordu ve metal sesi sağır ediciydi. Leo öne atılıp adamlardan birinin ayağına dişlerini geçirdi, o sırada babasının adamlarından biri çığlık attı. Dönüp baktığında adama bir kılıç saplandığını gördü; ağzından kan damlıyordu.

Kyra Anvin’in bir adama kafa atıp sonra da kılıcını karnına saplayışını izledi. Babasının kalkanını bir silah gibi kullanarak iki adamı tüm gücüyle itip hendeğe uçurduğunu gördü. Babasını daha önce hiç savaş alanında görmemişti ve izlemesi çok dehşetli bir şeydi. Daha etkileyici olanı adamlarının çevresinde nasıl pozisyon almış olduklarıydı ve yıllardır yan yana savaştıkları belli oluyordu. Kıskanılası bir yoldaşlıkları vardı.

Babasının adamları çok iyi savaşmış, böyle organize bir direniş beklemedikleri belli olan Lordun Adamlarını savunmasız yakalamıştı. Lordun Adamları, onları çoktan terk etmiş olan Valileri için savaşırken babasının adamları, zaten orada olan evleri, aileleri ve kendi hayatları için savaşıyordu. Tutkuları ve birliktelikleri onlara hız kazandırıyordu.

Hareket etmek için yeterli alanın olmadığı bir mesafede Kyra bir askerin kılıcını havaya kaldırmış kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Hızla asasını kavrayıp yan çevirdi ve bir kalkan gibi başının üstüne kaldırdı. Adam uzun kılıcıyla vururken Kyra Brot’un Alkan çeliğinin dayanması için dua etti.

Kılıç asanın üzerinde sanki bir kalkanda çınlar gibi çınladı ve kırılmayarak rahatlamasını sağladı.

Kyra asayı etrafında döndürüp askerin başının yan tarafına indirdi. Adam geriye doğru tökezledi ve Kyra adamı tekmeleyip sırt üstü, çığlık atarak hendeğe uçurdu.

Bir başka asker bir gürz savurarak yan tarafından saldırdı ve Kyra zamanında tepki veremeyeceğini fark etti fakat Leo ileri atıldı ve adamı göğsünden ittirip yere yapıştırdı.

Başka bir asker elindeki baltayı yanlamasına savurarak geldi; Kyra tepki verebilecek zamanı ancak bulabilmişti ve asasını baltayı bloklamak için kullandı. Asayı dik tutmuştu ve balta dibine kadar girerken askerin gücünü ancak karşılayabilmişti. Bu ona çok iyi bir ders olmuştu; bu adamlarla doğrudan karşılaşmaması gerektiğini anlamıştı. Onların hakkından gelemeyebilirdi. Kendi güçlerine göre savaşmalıydı, onlarınkine göre değil…

Baltanın gücünü kaybettiği sırada Kyra Brot’un mekanizmasını hatırladı. Asayı elinde döndürüp iki parçaya ayırdı, bir adım geri çekilip baltanın önünden geçerek kendisini ıskalamasını sağladı. Asker donakalmıştı. Böyle bir şey beklemediği çok açıktı. Aynı anda Kyra asasının iki parçasını birden havaya kaldırıp adamın göğsüne geçirdi ve adamı öldürdü.

O sırada arkasından bir çığlık, bir bağrış tufanı koptu. Kyra arkasını dönüp baktığında bir grup köylünün—çiftçiler, inşaatçılar, demirciler, silahçılar, kasaplar—ellerinde silahlarla—oraklar, baltalar, her şey ve hiçbir şeyle—köprüye doğru koştuğunu gördü. Kısa bir süre sonra onlar da babasının adamlarına katıldı, hepsi savunmaya hazırdı.

Kyra kasap Thomak’ın satırla bir adamın kolunu koparttığını, aynı anda inşaatçı Brine’ın bir çekiçle bir askerin göğsüne vurup onu yere yapıştırdığını gördü. Köy halkı savaş alanına taze bir enerji getirmişti ve olağanca beceriksizliklerine rağmen Lordun Adamlarını savunmasız yakalamışlardı. Tutkuyla savaşmışlar, yıllardır süregelen esaretle biriken öfkeyi serbest bırakmışlardı. Şimdi, nihayet kendileri için ayaklanma şansları vardı, intikam şansları…

Lordun Adamlarını, yollarına çıkıp kaba kuvvetle geri püskürtmüşler, adamları ve atları yere düşürmüşlerdi. Çarpıcı savaş kısa sürdü; amatör savaşçılar, daha iyi silahlanmış ve daha iyi eğitimli savaşçılar tarafından kıyıma uğrayıp dökülmeye başladı ve her yan çığlıklarıyla doldu. Lordun Adamları onları geri itti ve hareketin yönü değişti.

Lordun Adamlarının destek kuvvetlerinin de saldırmasıyla köprü daha kalabalık hale gelmişti Babasının adamları karda kayıyordu, yorulmuşlardı ve birçoğu çığlık atarak düşüyor, Lordun Adamları tarafından öldürülüyordu. Savaşın yönü aleyhlerine dönüyordu ve Kyra kısa süre içinde bir şey yapması gerektiğini biliyordu.

Kyra etrafına bir göz gezdirdi ve aklına bir fikir geldi. Köprünün kenarındaki taş tırabzana sıçradı, istediği gözetleme noktasına sahip olmuştu, diğerlerinden birkaç metre yukardaydı, kendini açık ediyordu fakat umurunda değildi. Oraya kadar sıçrayabilecek alandaki tek kişi kendisiydi ve yayını gerip, nişan aldı ve atışını yaptı.

Sahip olduğu avantajlı görüş açısıyla Kyra asker üstüne asker indirebiliyordu. Babasının arkasından yaklaşan ve elinde bir balta olan bir Lordun Adamına nişan aldı ve adam baltayı babasının sırtına geçiremeden hemen önce boynundan vurdu ve öldürdü. Daha sonra elindeki gürzü savurarak gelen ve Anvin’in başına vurmak üzere olan bir askeri, o daha vuruşunu yapamadan göğsünden vurdu.

Kyra üst üste attığı oklarla bir düzine adamı indirmişti fakat sonunda fark edildi. Yüzünün dibinden geçen bir ok hissetti ve okçuların ona doğru ok atmaya başladıklarını gördü. Tepki vermeye fırsat bulamadan koluna saplanan bir okun korkunç acısıyla nefesi kesildi. Kolu kanıyordu.

Kyra tırabzandan tekrar savaşın içine atladı. Ellerinin ve dizlerinin üstünde yuvarlanıp eğildi. Zor nefes alıyordu, kolundaki acı onu öldürüyordu. Başını kaldırıp baktığında daha fazla destek kuvvetinin geldiğini gördü. Halkının geri kaçmaya başladığını gördü. Tanıdığı ve sevdiği bir adamın karnının deşilip tırabzana doğru tökezlediğini ve hendeğe uçtuğunu gördü.

Kyra dizlerinin üzerinde dururken bir asker baltasını öfkeyle kaldırıp kendisine doğru indirdi. Zamanında tepki veremeyeceğini biliyordu ve kendini hazırladı fakat aniden Leo öne atıldı ve adamın karnına dişlerini geçirdi.

Kyra göz ucuyla bir hareket fark etti ve dönüp baktığında bir başka askerin baltalı kargısını havaya kaldırıp boynunun arkasına doğru indirmekte olduğunu gördü. Buna da zamanında tepki veremezdi, kendini darbeye hazırladı, ölümü bekliyordu.

Fakat bir çınlama duyuldu ve başını kaldırıp baktığında kargının havada aslı kaldığını, bir kılıçla engellenmiş olduğunu gördü. Elinde kılıçla babası başucunda duruyordu ve onu ölümcül darbeden korumuştu. Kılıcını etrafında döndürdü, baltalı kargıyı döndürüp fırlattı ve kılıcını askerin kalbine sapladı.