Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Ulus Olmak İstersek», sayfa 4

Yazı tipi:

Verdiği Söz Yeminden Sağlam Olan Halk
(“Örken” gazetesi muhabirinin sorularına verilen cevaplar)

– Son yıllarda çıktığı kökünü, soyunu unutanlara mangurt denilmekte. Bu terim, Şıngıs Aytmatov’un “Borandı Beket” romanından sonra mı kullanılmaya başladı, yoksa eskiden de kullanılan bir terim miydi. Mangurt ne anlama geliyor, o ne zaman ve hangi sebeplerden dolayı ortaya çıktı. Onun tarihi içtimai sebepleri ve eğitici tarafı hakkında bilgi verebilir misiniz?

– “Mankurtluk” kavramı halk arasında eskiden biliniyor. Konuşma dilinde “mankurt muşsun ya” tavrını çok duyuyoruz. Bu söz destanlarda ve masallarda da sık rastlanan bir kelimedir. Son zamanlarda arhaizme dönüşen bu kelime, Kırgızların zirve yazarı Şıngıs Aytmatov’un “Borandı Beket” romanından sonra çok kullanılmaya başladı. Zamanında bu kelime için meşhur yazara küsenler de oldu. Mankurt kelimesinin anlamı çok ağırdır. Mankurt demek tarihî bilincini yitirmektir, ait olduğu ailesine değer vermemektir, kendi öz kültüründen haberi olmamaktır, hiç tereddüt etmeden kötülük yapmak demektir ve de kendisi cahil de olsa kendisini bir şey saymaktır, bir sözle özetleyecek olursak, kendi annesini düşünmeden vuran yaratıktır. Bu ve başka da kötü nitelikler, niyetler bir arada bulununca mankurtluk ortaya çıkar. Kazaklar arasında bunun gibi mankurtler ve yarı mankurtlerin çok olmasının sebebi ortadadır. Bu ilk önce kendi halkının zengin tarihinden habersiz olmaktır. Çok eskileri demiyoruz ama son 1.5 bin yıllık tarihimizi, öğrenmek isteyenlere imkanlar vardır günümüzde. Çok eskilerdeki Hunlar, Saklar, Uysin-Kanlı devrini demiyoruz, bizim çağımızın V-VII asırlarında yaşayan Türk Kağanlığı devrinden bugüne kadar türlü tarihi olaylar yaşandı. Şu anda okullarda 1.5 bin yıllık tarihimiz okutulmaktadır. Maalesef bizim Rusça konuşan aydınlarımızın bir çoğu, bu malumatlardan habersiz yaşıyorlar. Bilmediği için de halkının tarihi ile gurur duyamıyor. Bir taraftan onları da suçlayamıyoruz. Çünki, tarihimiz hakkında okunacak kitaplar, araştırma yazıları ve eserler çok az. Türk Kaanatı, Oğız-Kıpçak Birliği, Karahanlılar Devleti, Altın Orda dönemi, Kazak hanlığının teşekkülü, v.s konular hakkında köklü monografiler var mı? Bunun gibi nice köklü araştırmalara konu olabilecek meseleler el değmeden bir kenarda hala bekletiliyor. Bugünlerde belgesel yazılardan “Kazaklar XV asırda fayda oldu” ifadesini sık sık okuyoruz. Bu düşünce cahillik göstergesidir. Oysa bu kadar büyük ve kutsal toprakları yurt edinen bu halkın bir kökü, soyu olmaması mümkün mü? XV asırda havadan, gayıptan mı fayda oldu? İşte bu görüş, tarihimizi araştırmamıza engel oluyor. XV asırda KAZAK adını alan Kazak halkının (bu hanlığı kuran boyların) en az 1.5-2000 yıllık tarihi vardır. Yani bu demek oluyor ki, Kazak halkının temelini oluşturan boylar ve kabileler, ta eski zamanlardan beri bu topraklarda yaşaya gelmişlerdir. Tarihimizi etraflı bir şekilde anlatamadığımız için, bazıları, eski Türk dilli abidelerin Kazaklarla bir ilgisinin olup olmadığını sorup duruyorlar. Eski şecerelerimizin durumu buysa, “yakın tarihimizi de iyi biliyoruz” diyebilir miyiz. Bunun için söylemesi zor olsa da itiraf etmek gerekiyor: BİZ TARİHİMİZİ BİLMEYEN BİR HALKIZ.

Bunun sebebi kişiye tapınma dönemindeki dogmatik kuruntuların yönettiği dünyada Kazak halkının devrimden önceki tarihini hiçe saymaktır. Tarihteki tüm yenilikler ve iyilikler sovyet döneminde yaşandı, bilindi. Sovyetler Birliğinde yaşadığımız 70 yıl boyunca, ülkede Kazak tarihini araştıracak uzmanlar hiç hazırlanmadı.. Bizim tarihî araştırmalar kabul ettiğimiz şey, sovyet dönemi düzenini inceleyen makalelerden ibarettir. Demek ki tarihimizin büyük büyük meselelrini ve karanlık dönemlerini inceleyen yazılar ve monografiler lazım.

Aslında bugüne kadar yayınlanan eserlerin tanıtımını da doğru düzgün yapamadık. Biz Arapça, Farsça kaynaklar bir yana, Türkçe ve Rusça kaynakları bile faydalanamıyoruz. Raşideddin, Dulatî, Jalairî, Abılğazı gibi ulemaların şecerelerini hala yayınlayamadık. Rus alimleri Aristov’un, Velyaminov-Zernov’un Kazak tarihi, kültürü hakkında yazdıkları eserleri bile yeniden basılmadı. Onları şimdiki okurların bulması çok zordur. Hatta XIX asırda, Kazak topraklarında yaşanan Kenesarı Kasımov’un mücadelesi, tarih sayfalarından hak ettiği yeri alamadı. Bu milli mücadele konusunda etraflı araştırma hala yapılmadı. Bir sözle özetleyecek olursak, el değmeyen meseleler ve konuları sayıp bitirmek mümkün değildir.

Kazakistan Rusya idaresi altına girdiğinden bu yana kaydedilen resmi belgelerde “Kazak” kelimesine hiç rastlanmıyor. Çünki, Rusya bir halkın adını bilinçli olarak yok etmeyi amaçlamıştır. Kazakları resmi belgelerde Kırgız, Kırgız-Kaysak olarak göstermiştir.

Adı değil varlığı bile değişen ulusun geçmişi hakkında düzenli ve gerçek malumatı, yeni nesil nereden bulup okuyabilir? Tarihi malumatlar, tek taraflı yarım bilgilerden ibaretti. Mesela halkın Ekim devriminden önceki eğitim derecesi değerlendirildiğinde sadece Rusça bilen, Rus kültürünü tanıtmaya çalışanlar hesaba alınmıştır. Geçmiş çağlarda onlarca şehri olan halkımız, şehrin ne olduğunu bilmeyen, ekin ekmeyi bilmeyen, okuma yazması olmayan cahil sayıldı. Rus Çarlığı, Kazakistan’ı kendi idaresi altına aldıktan sonra halka adını unutturarak eritmeyi amaçlamıştır. Bununla da kalmamış yerlerin, suların illerin adlarını da değiştirmeyi hedef almıştır. Kazakistan’ın Kuzey ve merkez eyaletlerinde başlayan bu yer adı değiştirme siyaseti, Güney Kazakistan’da XIX asır sonu ve XX asrın başlarına kadar sürdü. Yüzlerce yer adı değiştirildi. Elbette, Ruslar arasında ezilen halka merhametle bakan Rus aydınları da oldu. Onlar ellerinden geldikleri kadar halkımızın iyi tarafını methetmiştir. Ama böyle şahıslar çok azdı. Uzaktan aramayalım, XX asrın başlarındaki kültürümüzün gelişmesine kasten yapılan engeller çoktur. Daha dün aklanan Şakereim, Jusipbek, Mağjan, Mirjakup, Ahmetler’i sovyet döneminde yaşayan Kazaklar tanıyamadı. Okul, üniversite programlarında onların adı bile geçmedi. Bunun gibi şahısları yok sayarak, yazılı edebiyatı anlatabilir miyiz? Sadece bunlar değil, bunlar gibi çok kahramanlarımız suçsuz günahkar oldular.

– İnsan isminden, sokak ve yerlere ad verme bir kültür meselesidir. Bu durum sizi düşündürüyor mu?

– Tarihî şahısları anma konusuna gelirsek, Avrupa ve Asya halkı, kendi şehirlerine, illerine ve sokaklarına o topraklarda doğmayan ve ülkeye hizmet etmeyen insanların adını vermiyorlar. Bizim ülkede tam tersi. Kazakların her hangi bir şehrine bakalım, insanın hayal edemeyeceği sokak adları var bizde. Demosfen gibi ta yunan filozofundan tut, eski dünya tarihinde kim varsa onların hepsinin adları sokaklara verilmiştir. Bazıları bunu internasionalizm olarak yorumluyor. Ama şehir ve sokaklara ad vermedeki yolsuzluklar bunun internasiyonalizmle bir alakası olmadığını gösteriyor. Dünyanın dört köşesinde yaşayan şahısların hepsinin adı verilmiş, ama halkımız tarihinde çok önemli yere sahip kahramanlarımıza gelince bir sokak bile bulamayız.

Eksiğimiz, dediğim gibi saymakla bitmiyor. Mesela meşhur halk bestecisi Dauletkerey, Ikılas’ın, Kazangap, Tokan, Sugir, Abıl, Dayrabaylar’ın adları, iltifata layık değil mi? Halkımıza gerçekten hizmet eden, başka halk temsilcileri de unut kalmakta. Kazak nazım eserlerini, ilk defa, 1870 yılında ayrı kitap olarak bastıran akademik V.V. Radloff, Şokan’ın arkadaşı olan insancıl, adil bir alim, folklor derleyicisi G.N.Potanin, Kazaklar hakkında türlü malumatlar derleyen, özellikle de şarirler mirasını inceleyen Polyak eğiticileri G. Zelinskiy, A. Yanuşkeviç, Kazak operasının temelini atan besteci Brusilovskiy gibi devlet adamlarının isimleri her hürmete layiktir. Kazakistan şehirlerinde özellikle de Almatı’da heykel çok azdır. Bizim ülkemize gelen misafirler sadece topraklarımızın büyüklüğüne, yer altı hazinelerimizi görmek için gelmiyorlar. Onlara bir kaç Rus devrimci heykeli mi göstereceğiz?

Büyük savaşçı, şair Mahambet, benzeri olmayan kuyşıler Kurmangazı ve Tattimbet’in heykelleri yapılmadı. Stalin tasfiyesinin kurbanları olan S. Seyfullin, B. Mailin, İ. Jansugirov gibi büyüklerimize anıt yapmanın zamanı geldi de geçti bile. Yukarıda anlatılanların özeti şudur ki, tarihimizin derinliğini inkar etme veya farkına varmama, tarihî vakaların çarpıtılması, değiştirilmesi, yazılı kaynakların arşivte toz olması, sanatın tüm sahasında genç kuşağı milliyetçi ve vatanseverlik ruhta terbiye edememe ve başka da türlü sebeplerden dolayı tarihi bilinci hiç yok bir kuşak yarattık.

– Hiç bir şey yoktan var olmaz. Herşeyin bir kökü, temeli olur. Bizim bugünkü varlığımızın, kültürümüzün damarları tarihe dayanır. Bilim-ahlak bağı ve halkın ahlak geleneği ve devamı konusunda fikrinizi alabilir miyiz? Milli terbiyenin içtimâi önemi hakkında ne dersiniz?

– Halkımız, ahlak, terbiyeye yönelik asırlarca kalıplaşmış, denenmiş, güvenilir, zengin bir geleneğe sahiptir. Asırlarca halkı parçalanmaktan koruyan, bir arada tutan örf adetlerimiz, geleneklerimiz, muhteşem insancıl kaidelerimiz hürmete ve takdire layıktır. Biz onları yitirmeye başladık. Kazak halkı mal ve mülkten vicdanını üstün tutmuştur. Eskilerde çok fakir kişi bile en güzel yemeğini misafirler için saklarmış. Ben türlü halkın edebiyatını okudum. Ama onların hiçbirinin en güzel aşı, misafirler için ikram olarak sakladığını duymadım. Yolculuğa gidenler kapılarını kilitlemezmiş. Kazakların bir birlerine verdiği söz bile Allah adına yapılan yeminden bile kuvvetlidir. Ben burda kendi halkımı boş boş övmüyorum. Bu bir hakikattir.

Büyüklere hürmet, hiçbir zaman yanıltmayan harika gelenektir. Anne babaya ve büyüklere saygı, küçüklere şevkat, merhamet, hayır işleri halk arasında yaygın bir adettir. Kazak halkında hiçbir evlat sırf kendi çıkarları için anne babasını bakımsız bırakmazdı. Maalesef şimdi bu durum bizde moda oldu. Şimdi “Kara şal” gibi şarkılar çıkmaya başladı. Bu şarkılar toplumda ahlak çöküntüsü başladığını gösterir.

Kendileri sağ salim iken ana babasını huzurevlerinde yaşatanlar haysiyetsiz, toplumdan kovulması gereken insanlardır. Bunun gibi olaylara baktığımda manevi çökmenin en son derecesinde bulunduğumuzu farkediyorum. Sadece insanlara verilen o en kutsal duygu anne ve evlet arasındaki doğal sevgiyi ayak altı edenlerin, anne babasını huzurevine verenlerin listesi yapılmalı ve resimleri sokaklara asılmalıdır. Bu Kazak kültürünün en asil geleneğine düşen kurttur. Onlar, sadece yiyip içmeyi bilen, düşünmeyen, beyinsiz insanlardır.

Bir başka ciddi mesele, şehirlerde yaşları gelip te evlenmeyen gençler sayısının artmasıdır. Şehir yetimhanelerinde bırakılan çocukların büyük bir kısmının Kazak olması, bizim namusumuzu zedelemiyor mu? Nüfüs istatiğine göre yaşları 25-35 arasında evlenmeyen kızların sayısı 80 bini aşıyormuş. Bunlar, kısmetleri olup, evlenirse 80 bin ev olur, onların çocukları olur. Bu nüfusumuzu arttırma şansı demek oluyor. Bu problem üzerinde araştırma yapan sosiyologlar var mı? Köyden şehire gelen kızlar üniversite kazanamayınca utanır, köye dönmez ve fabrikalarda çalışmaya başlar. Yurtlarda kalan gençlerin evlenme imkanları yoktur. Çünkü, Almatı’dan ev almak çok zordur. Almatı’da her yıl inşa edilen konutlar, sırada bekleyenler ve başka ülkelerden gelenlerden artılmıyor. Evsiz barksız gençler, kiralık evlere sığınıyorlar. İdarenin bu meseleyi çözmesi lazım. Ama bunu kimse umursamıyor. En azından yeni evlenenler için bir artı bir daireler çoğaltılmalı. Halkımızın nüfüsünü arttıracak genç nesilin, yıllarca yalnız başına yaşayanların meselesini çözmek lazımdır. Bu konuya yakından alakalı bir olay anlatmak istiyorum. Bir zamanlar Karakalpak nüfüsü çok az olduğu için güçlü komşularından her zaman baskı alıyormuş. Buna çok kızan Maman biy adında bir dânâ şahıs, “Karakalpakta evlenmeyen kadın erkek kalmasın, halkımız çoğalsın”, fermanını çıkartmış. Bu efsane olsa da anlamı derin hikayedir.

Kazak halkı başka da çok güzel törelere sahiptir. Halkımız yetimini, öksüzünü her zaman korumuş. Öksüz kalanı, çocuğu az veya hiç olmayan aileler alır, bakar, büyütür, sonra evlendirip ayrı ev kurar. Bu gelenek özbeklerde de vardır. Şamuhamedovlar ailesi, savaş zamanında farklı uyruklara ait 16 tane çocuğu evlat edinmişti. Kazaklar arasında önemini yitirmeye başlayan bu güzel geleneği canlandırmak lazımdır. Yerli sosyal kurullar, neden bu günahsız çocukların gamsız ve mutlu büyümeleri için imkan sağlamıyor?

Çok çocuklu ailelere saygı, hürmet kalmadı. Sosyal Güvenlik Kurumları tarafından verilen yardım çok çocuklu ailelerin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Onlar için özel projeyle ev inşa etmek, yardım miktarını arttırma, her türlü kolaylıklar sağlama konusunda ciddi adımlar atılmalı. Çocuksuz veya bir çocukla yetinen başka bir milletin yaşam tarzı bize göre değildir. Kazaklar “Balalı ev bazar”, der, yani çocuğu olan evin neşesi de yerindedir. Şu anda bazıları sosyal ekonomik sorunları bahene ederek, çok sayıda çocuk sahibi olmanın büyük bir problem olduğunu öne sürmekte. Kazakistan’ın eski başkanı G. Kolbin, yüzü kızarmadan, “Kazakistan Cumhuriyeti’nde yer alan ekonomik sorunların sebebi, ÇOK ÇOCUKLU AİLELERDİR.” demişti.

Elbette, ülkemizde bir çok ekonomik sıkıntı mevcuttur. Ama bu sıkıntıların çocuklarla bir alakası yoktur. Bunun sorumlusu varsa o da eski sistem, ülke hazinesinin yabancılara yem olması, insanları çalışmaya teşvik etmenin olmaması, çalışma pilanının yetersizliğidir.

Çok çocuklu geniş ailere karşı bazen açık, bazen gizli yürütülen propoganda, insanlık dışı bir harekettir. Gerçeği söylersek, bunun bir ucu “ırkçılık” teorisine kadar ulaşır.

– Çok yakında Kazak dili devlet dili statüsünü aldı, Yasa imzalandı. Bu yasa sıradan bir karar gibi kağıt üzerinde kalmaması için neler yapılmalı? Bu yasanın gerçekleşmesi için ilk yapılan şey ne olmalı? Siz bir konuşmanızda “kökü bir kardeş halkların millyondan fazlası Kazakça biliyor. Bu yüzden Kazak dili ülkemizde etnik grupların arasında konuşulan resmi dil olsun.” gibi ifade kullanmıştınız. Bu fikrinizi biraz açar mısınız.

– Ben bu konu üzerinde düşüncelerimi “Almatı akşamı” gazetesinin 5 ekimde çıkan sayısına verdiğim repörtajda dile getirmiştim.

İlk önce Kazak dilinin devlet statüsünü alması en büyük başarılarımızdan biri olduğunu bildirmek istiyorum. Bu gün, halkımız için en mutlu günlerden biridir. Bu gün sayesinde Kazak dilini etraflı bir şekilde geliştirmenin temelleri atılmakta.

Bu konuda benim teklifim şunlardır: 1) Dil Yasası kabul edilen 22 eylül günü Dil Bayramı kutlansın. 2) Kazak dilinin üniversitelerde “bilim dili” yapmak en önemli adımdır. Üniversitelerde Kazakça bölümler, hala bir düzene getirilmedi. Geçmişte 70 yıl boyunca sıra bekleyen işleri, en kısa sürede gerçekleştirmek boynumuzun borcudur. Kazakça ders kitapları hazırlanmalı, programlar yapılmalı. Klasik eserleri Kazakçaya aktarmak lazım. Yeni basımevileri açılmalı, umarım Kazak dilini kendi kanatları altına alan devlet, basımevi masraflarından da kaçınmaz. Üniversiteleri Kazakça ders kitaplarıyla donatmak için devlet desteğine ihtiyaç vardır. Dil Yasası’nda çok güzel maddeler mevcuttur. Onlardan birinde “Yerli ahaliyle her gün temasta olan devlet işlerinde çalışan etnik grup temsilcileri, özellikle de idareciler Kazakça öğrenmeli.” denilmekte. Bu doğal bir taleptir. Bu tezi hayata geçirmek için zemin hazırlanmalı. Mesela büyük toplantı salonları, farklı dillerde anlık olarak çeviri yapan cihazlarla donatılmalı. Bu cihazlar, şu anda Almatı’da sadece M. Auezov Tiyatrosu ve Galimdar Üyü’nde mevcuttur. Bu demek oluyor ki, şehrimizde sık sık olan toplantılarda Kazakça konuşmak çok zor olacak.

Kazak gazetelerinde ülkedeki halkın çeşitli sıkıntıları ve türlü meselelerı yazılıyor. Maalesef onları Kazakça bilmeyen, ideredeki başka etnik grup üyeleri okuyamaz ve anlamaz. Bu yüzden de problemler çözümsüz kalıyor, halkın sıkıntısı gazete sayfalarında unutulup gidiyor. Çalışanların talebini karşılıksız bırakmak, suçtur. Bu yüzden de ülkemizde idari mevkide oturan, halkla ilişki sahasında çalışan şahıslar, Kazakça bilmek zorundadır. En azından onların yardımcıları Kazakça bilsin ki, tercüme etsin. Kazakça bilmeyen Kazak idareciler için Kazakça öğrenmek mecburi olsun.

Sıradaki önemli mesele, yazı daktilösü meselesidir. Sovyet döneminde Kazak dilinde hiç yazı makinesi üretilmemiş. Kazakça yazı makinesi ilçelerde hiç yok. Şehirlerde sadece Kazakça gazetelerde bulunmaktadır. İşte bu sorunlardan dolayı bazı Kazakça basılan kitap, gazetelerde imlâ hataları çoktur. Rusça yazı makinelerine Kazakça harf ve işaretleri eklendiğinde, Kazakça harfler sığmıyor. Kazakistan Tüketiciler Kurumuna 41 harfli Kazakça yazı makinesi üretimi konusunda dilekçe de yolladık. Ama bir sonuç alamıyoruz. “Kazak yazı makineleri satılmıyor.” diyorlar, Kazak daktilolarında Rus alfabesinin 32 harfinin hepsi olacak neden satılmasın ki?. Demek ki Kazakça yazı makineleri, Almatı’da da, Moskova’da da, Vladivostok’ta da kullanılabilir. Bunun gibi makineler çok uluslu bir ülke için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.

Kazak dilini öğrenmeye istekli etnik grup temsilcilerine destek gösterilmeli ve onlar teşvik edilmeli. Bizim için Rus dilinden başka dili kabul etmeyenlere göre, iki dilliler daha yakındır. Çünkü bir dili bilmek o halkın canını, ruhunu anlamak demektir. Mesela Kazakça şarkılar söyleyip, şiirler yazan N. Luşnikova ve üç Tatyana’nı hangi Kazak kendi evladından hor görüyor ki. Kazakçayı öğrenmeye teşvik etmek var, bir de ona imkan sağlamak vardır. Bunun için iki dilde sözlükler hazırlamak ve Kazak dilini kendileri öğrenmek isteyenler için ders programları ve metotları geliştirmek, başka da ekipmanlar hazırlamak lazımdır.

Kazak dilinin tüm güzelliğini halka aktarmada televizyon ve radyo çok önemli rol oynar. Biz hatta Kazakça okulu bile olmayan köylerde çocukların radyo ve televizyondan Kazakça şarkılar öğrenip, söylediklerine tanık olduk. Ancak Kazak televizyon ve radyolarında Kazakça programlar çok azdır. Kazak televizyonunda sadece Kazak dilinde konuşan bir kanal açılması talep eden halkın bu talebi cevapsız kaldı. Radyoda eskiden sadece Kazakça yayın yapan “Şalkar” programı vardı. Şu anda o da düzensiz yayınlanmaya başladı. Bu konulara hepimiz çözüm bulmalıyız.

Ana dili halkın hazinesidir. Bu yüzden de en önemli görevimiz, öz ana dilinden mahrum kalan vatandaşlarımıza ana dilini öğrenmeye yardım etmektir. Ailede öğretilmeyen ana dili büyüdükten sonra bilince ve kalbe hitap etmiyor. Şu anda en asil görevimiz çocuklarımızı ve torunlarımızı öz ana dilinde büyütmektir.

Ülkemizde yaşayan Türk halkları, Kazakçayı çok ileri derecede bilmeyebilir ama çok iyi anlayanlar sayısı umduğumuzdan da fazladır. Millyondan fazla farklı millet Kazak dili konuşuyor. İşte bu yüzden de Kazak dili devletin resmi dili olup, her sahada, türlü alanlarda kullanılırsa ve etnik gruplar arasında resmi iletişim dili olursa başka halklar da Kazakçayı çok çabuk öğrenirdi.

1989

Kevser Kaynak

Kazak dilinde gazete ve dergiyi okuyan ve radyo dinleyen, televizyon seyreden millet, Almatı Kazak Edebiyatı ve Sanatı Halk Üniversitesinin adını duymuştur. Çünkü bu bilim ocağının dersleri, basın yayında yıllar boyunca dillere destan olmuştur.

Otuz sene bir kuşağın yetiştiği bir süredir. Halk üniversitesi akşam derslerinde nice insanların uyuyan şuurlarına aydınlık getirdi, nice insanlar manevi yükselişe erişti. Vatansever, milliyetçi ruhları yükseldi. İnsanlar arasında milli ruha sevgi yarattı.

Halk üniversitesi, kültür miraslarını ilmi incelemelerle tekrar halka tanıştırma vazifesini yüklenmişti. 60’lı yıllarda milletin halk tarihi ve medeniyetini öğrenme isteği artınca bilim sahasında bir yeniliğe ihtiyaç duyuldu. Bu göreve toplum temelinde kurulan üniversiteler layik görüldü. O zamanki okul programları, Kazak tarihini, edebiyatını, folklorunu, sanatını derinlere inmeden, sadece tanıtmakla kalıyordu. Bu konularda okutucunun da, okuyucunun da bilim seviyesi çok düşüktü. Geçmişteki tarihi olayları sınıfsal açıdan değerlendirme, baskı altında olan halkların tarihine avrupamerkezli görüşle bakmak, gerçeği tersinden anlatmak demektir. Bu yüzden de biz, derslerimizde kapalı konuları ele aldık ve her dersi özel, standart dışı bir şekilde düzenledik. Her ders yılı için planlanan 16 ders, türlü yeni konu üzerine yapılıyordu. Kazak halkının son 1.5 bin yıllık tarihinde el değmemiş, yasaklı konular çoktur. Üstelik Kazak tarihi ve kültürüne ilgili her şey Baykal’dan Balkan’a kadar yaşayan Türk halklarına ortak olduğu için, derslerde her konu, genel Türkçülük temelinde incelendi, bu konum da konuya yeni bir renk ve bakış sundu.

Her dersin amacı, toplum tarafından bilinmeyen, yeni konuları sunmaktı. Bu yüzden de ilgili konu üzerinde yoğunlaşan bilim adamlarını araştırdık. Bu derslerin akademisi-yenlerden öğrencilere kadar herkesin ilgisini çekme sebebi de buydu. Halk üniversitesinin her dersine toplumu çeken gizli güç, dersin konusunun seçkin, özel olması ve anlatıcının bu konuda uzman olmasıydı. Ben bir kaç konu ğzerine örnek vermek istiyorum. Dünya medeniyetinde çok önemli yere sahip, hala sırları tam açılmayan Orhun abideleri konusunda yaptığımız dersler, öğrenme arzusuyla yanıp tutuşan herkesin istediği bir konu olduğunu ispat etmeye gerek var mı? Bu dünyadan erken göçen yetenekli alim Kulmat Ömiraliyev’ın hazırladığı, Kultegin ve Bilge Kaan abidelerinin 1200. yıldönümü için yapılan özel dersler, eski Sovyet ülkelerinde görülmeyen bir yenilikti. Meşhur bilim adamı, Kazakistan Bilim Akademisi üyesi Akjan Maşanov’un Al-Farabi hakkında yaptığı sohbet dersleri toplum tarafından ne kadar beğeni kazandığını sözle ifade etmek mümkün değildir. O zamanlar “Al Farabi” ismini Kazakistan’a tekrar kazandıran, ulemanın dünya arşivlerinde bulunan miraslarının fotokopisini alıp, usanmadan derleyen, matamatikçi A. Kobesov gibi şakirtiyle beraber ülkede Farabi’yi Araştırma merkezinin temelini atan Maşanov’un vatandaşlık vazifesi ve ilmî hareketleri bir kahramanlıktır. Kazakistan’ın şehir kültürü hakkında harika dersler veren ve Otırar’ın kazı işlerinde muhteşem keşiflerde bulunan arheolog Kemel Akışev’ın dersleri harikaydı.

Oğız-kıpçak devrinin abidesi “Korkıt Ata Kitabi” hakkındaki Alkey Marğulan tarafından yapılan dersleri okuyucular nasıl unutsun! Kazak alimi Kadırğali Jalayri’nin “gümüş sandıklarda” gizli yatan mirasının kaderi hakkında Aleken’nin anlattıkları, aydınlarımızı yeni ufuklara sürüklemişti. Kazak destanlarının kökeni, tarihî oluşu, destan anlatıcıları, derleyenleri, nüshaları, araştırıcıları hakkında okuduğu dersleri yayınlarsak bir kitap olurdu. Aleken’nin Şokan hakkındaki bir dersini, Kazak televizyonu bir zamanlar kayda almıştı, şu anda bu kayıt, paha biçilmez hazinedir. Alkey Margulan’ın her dersi ayrı bir ilmi zirveydi. Kazak müzik aletlerinin unutulmuş nüshalarını bularak, onları ilmi tetkikten geçiren ve günümüze tekrar kazandıran Bolat Sarıbayev’in her araştırması, halk üniversitesi okuyucularının gözü önünde tarih sayfalarına yazıldı. Eskiden herkese malum olan dombıra ve kopuzun yanına şankobız, sıbızğı, şerter, jetigen, asatayak, ıskırık, sazsırnay ve davulun sihirli sesini katan işte bu vatandaştı. B. Sarıbayev’ın halka tekrar kazandırdığı bu müzik aletleri, Kazak orkestrasında layik olduğu yerlerini buldular. Hayatta resimleri kalmamış şahısları, kafa taslarına bakarak şekillendiren antropolog Nai Şayahmetov’un nadir yeteneğini halka tanıtan da, halk üniversitesidir. N. Şayahmetov’un yaptığı Mahambet şairin heykelinin tarihi hakkındaki dersler, okurlara yeni bir bilim alanını tanıtmıştı. Esik kalesinde bulunan “altın giysili şehzade” hakkında ilk ders, halk üniversitesinde yapılmıştı. Bu da dünya çapında bir yenilikti. Hatta bizim zamanımızdan önce eski devirde yaşayan Gun padişahı Atilla konusunda yapılan dersler, Kazak okurlarına karanlık geçmişte kalan gerçeklerden haber veriyordu. Bu dersi veren o zamanlar bir genç araştırıcı, şimdi ise ünlü tarihçi olan Samat Öteniyazov idi. Lektör seçiminde biz onun ünvanına değil, bilimi ve yeteneğine ağırlık veriyorduk. Atilla hakkındaki derslerimizin, bazı insanların hoşuna gitmediğini de biliyoruz. Moğolların gizli şeceresi, Cengiz Han Tarihi ile ilgili derslerimiz, dinleyicilerin ilgisini çekmesi şaşırtacak bir olay değildir.

Derslerimizin kronolojisine göz atarsak, Türk Kaanatı, Oğız-Kıpçak devri, Karahanlılar, Altın Orda devri, Kazak Hanlığı devri yazılı ve sözlü edebiyat, XX asır yeni edebiyatımız ve onun temsilcileri hakkında seri derslerimiz saymakla bitmez.

Bundan dokuz yüz yıl önce yaşayan Kaşkarî, Balasagunî, Yesevî mirası hakkında ilk dersi, halk üniversitesi yaptı desek hata olmaz. XV-XVIII asırlarda yaşayan jıraular eserlerini araştıran Muhtar Magauin’in dersleri, üniversite tarihinin altın sayfalarından biridir. Yeni edebiyatımızın temelini atan Abay, Ibıray’a bağışlanan dersler dinleyicilerin hatırındadır. Kazak edebiyatının ta Buhar Jırau, Şortanbay, Dulat, Mahambet’ten bu yana her bir ünlü temsilcileri hakkındaki dersler, XX asrın düşünce üreticileri A. Baytursınov, Ş. Kudayberdiyev, M. Jumabayev, M. Dulatov, J. Aymauıtov, M. Auezov, S. Seyfullin, B. Maylin, İ. Jansugirov, S. Mukanov, G. Musrepov, G. Mustafin, S. Begalin, İ. Bayzakov, İ. Esenberlin üzerine yapılan derslerin toplumun en ihtiyaç duyduğu zamanda yeni görüşlerle sunulması ayrı bir hikayedir. Zamanımız Kazak edebiyatının büyüklerinden olan A. Tajibayev ve de başka yetenekli yazar, şairlerimizin hemen hemen hepsi halk üniversitesinde halkla buluşmuştur. Bu derslerin özelliği, sanatçının halkla yüz yüze gelmesi, kendi dünyasını halka açmasıdır. Bunun gibi özel buluşmalar, edebiyatı halk arasında yaymanın en güzel yolu olduğunu tecrübemiz gösterdi. Biz, Kazak edebiyatının başta S. Mukanov, Ğ. Mustafin, Ğ. Musirepov gibi büyük yazarlar olmak üzere, A. Margulan, A. Maşanov gibi bilim adamlarının, A. Jubanov, Ş. Aymanov gibi sanat adamlarının, S. Kojamgulov, J. Elebekov gibi sanatçıların seslerini, sohbetlerini kayda aldık, bunu en büyük başarımız sayıyoruz. M. Auezov adındaki Sanat ve Edebiyat Enstitüsü kayıt kütüphanesinde tarafımızdan yapılan yüzlerce kayıt mevcuttur.

Sözlü edebiyatın, özellikle de destan geleneğinin zenginliğini gözler önüne sererek, onu yeni araştırma metotlarıyla anlattığımız dersler ayrı bir başarımızdır. Sovyet döneminde çok adaletsizliğe uğrayan destanların halktan gizli tutulan nüshalarını halka tekrar kazandırmada halk üniversitesi tarafından verilen emekler takdirlere şayandır. Özellikle de Kazak-Nogay destanlarının tarihini ve özelliklerini tanıtmak, onu folklora tekrar kazandırmada çok başarılar elde edildi. Uzun yıllar boyunca yasaklı olan “Edige Batır, “Şora Batır”, “Orak-Mamay” “Karasay-Kaziy” gibi onlarca destan okuyucularla kavuştu. Şu meşhur Murın Jırau’ın söylediği “Kırım’ın Kırk Batırı” hakkında da kapsamlı, özel dersler verildi. Destanların tarihî sıfatını ilim sahasında kullanılan yeni araştırma metotlarıyla inceleme konusunda Halk Üniversitesi kendi görevini titizlikle yerine getirmiştir.

Halk üniversitesi, ders sonunda konu ile ilgili belgeseller veya filmler seyrettirerek derslerini daha da vazgeçilmez kılıyordu. Hatta jırşı, şarkıcı, kuyşilerin konseriyle bitiriyordu dersleri. Çoktan unutulan, sadece Kazakistan’ın bazı bölgelerinde muhafaza edilen jırşılık, jırayulık, termeşilik geleneğini tekrar dinleyicilere kavuşturan önce Allah, sonra da Halk Üniversitesi’dir. Günümüzde ülke çapında çok popüler olan termecilik sanatı 70 yıllardan bu yana hızla gelişmeye başladı. Sözlü edebiyatın inci ve mercanlarını koruya gelen jırşılar ve termeciler gerçekten tarihî ve manevi hazinemizi icra edenler ve onun koruyucularının yüzünü güldüren bir zaman başlamıştı. Onlar ilk zamanlar Sır bölgesinden davet edildi ve sonra da bu gelenek ülkenin bütün bölgelerine yayıldı ve her bölgenin kendi makamları canlanmaya başladı. Jırşılık sanatının benzeri olmayan güzel makamlarını bize duyuran Köşeney Rustembekov, Şamşat Tolepovalar ardından çok şakirt yetiştirdiler. Onları halk severek dinliyorlar. Almas gibi yetenekli gençler yabancı ülkelerde gerçekleşen etnik konserlere katılarak jırşılık sanatın dünyaya tanıtmakta. Jırşılık ve termeşilik sanatının tekrar ele alınması, kültürümüzü bir basamak yukarı çıkardı.

Halk üniversitesinin tekrar can verdiği bir saha da atışma sanatıdır. Şairler atışma geleneğinin edebî ve kültürel önemini yitirmediğini son yirmi sene içerisinde ilçe, eyalet ve ülke çapında organize edilen atışma şölenlerine olan halkın ilgisi delildir. Atışmanın eskiden üç özelliği vardı. Bunlar ilk önce onun bir hazırcevap ve irtica mektebi olması, ikinci olarak toplumdaki ciddi meseleleri cesurca söylemek gibi demokratik sıfatı ve toplumu eğlendiren sıfatıdır. Klasik şairler atışmasının güzel geleneği sadece devamını bulmadı, hızlı bir şekilde gelişme göstermektedir. Bugünlerde Aselhan Kalıbekova, Konısbay Abilov, Asiya Berkenova, Manap Kokenov, Tauşen Abuova gibi güçlü şairlerin adı ve sözleri halkın beüenisini topladı. Bunlardan sonra da yeteneğiyle, ustalığıyla halk tarafından takdir edilen şairler çoğalmaya başladı. Ama toplumda ezber, klişe sözleri tekraralayan adı şair olan şahıslar da yeterlidir. Yazılı edebiyat şairleri gibi irticalen söyleyen şairler arasında da sahte şairlerin bulunması doğal bir şeydir. Onların arasından gerçek irtical yeteneğe sahip olan şairleri zaman gösterecekdir. Bunun gibi adı şair şahısların yüzünden atışma geleneğini tenkit edenleri de göz ardı edemeyiz. “Şiirin değerini koruyalım.” diyerek, atışma geleneğini kurban edemeyiz. Kazakistan hükümetinin bir çok atışma şairine “Kazakistan’ın halk akını” ödülünü vermesi çok yerinde bir harekettir.

Halk üniversitesi, dombıra geleneğinin özel bir akımı olan, kendine ait özel bir stile sahip şertpe kuy geleneğinin de tekrardan hayat bulmasına yardım etmiştir. Eski araştırmalarda şertpe kuy klasiklerinden Tattimbet gibi bir iki temsilci adı geçiyordu, son otuz sene içerisinde ondan fazla ünlü kuyşi yetişti. Otuzdan fazla kuy besteleyen Bayjigit, herbiri çok içten, mükemmel kuylerin sahibi olan Razdık, Baubek, Kızdarbek, Abdi, Akkız, Alşekey, Akbala, Toka, Sugir besteleri ilk defa halk üniversitesi derslerinde topluma sunulmuştur. Şertpe kuyun ustası, kırktan fazla bir birinden güzel besteler yapan Tolegen Mombekov’un yolunu açan da Halk Üniversitesi’dir. Tolegen Mombekov halk arasında besteleriyle meşhurdur. Tolegen, ünlü besteci Sugir Aliyev’in kayda alınmayan bir çok eserini tanıtarak, müzik tarihinden hak ettiği yerini almasını sağladı. Tolegen kendi atası Bapış’ın da bir kaç eserini kayda geçirdi. Yüzlerce şertpe küyün yeniden yazılması, onların gramplastiğe kaydedilmesi de Halk Üniversitesi tarafından desteklenmiştir. Bugünlerde şertpe kuyler konservatuarın, müzik okullarının, kollejlerin okul programlarında yer alması da Halk Üniversitesi sayesinde olduğunu vurgulamak isteriz. Uzun zaman boyunca emeklerine önem verilmeyen ünlü kuyşi Abiken Kasenov’un çaldığı Tattimbet’in küylerini gramplağa kaydetmek te Halk Üniversitesi teklifi üzerine gerçekleşmiştir. Şertpe küyleri derleme ve yayma konusunda Uvali Bekenov ve Jarkın Şakerim gibi gönüllü araştırmacılarımız da büyük katkılarda bulundu.

₺71,01

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
522 s. 21 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6494-64-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre