Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Karakalpak Halk Masalları», sayfa 3

Anonim
Yazı tipi:

MURADINA EREN ÂŞIKLAR

Çok eskiden Türkistan adlı bir şehirde Alimbet ve Kalimbet adında iki yoksul kişi varmış.

Onlar zar zor geçinmişler. Bir gün yiyecek bir şey bulsalar bir gün bulamadan yaşarlarmış. Alimbet’in, Jalimbet adında yakışıklı bir erkek çocuğu, Kalimbet’in de ay gibi ağzı, güneş gibi gözü olan Biybisanem adında güzel bir kızı varmış.

Jalimbet ile Biybisanem beraber büyümüşler ve birbirlerini uzaktan seviyorlarmış.

Günlerden bir gün onlar evlerine odun getirmek için ormana gitmişler. Hava çok sıcakmış. Bülbüller etrafta ötüşüyor, adeta şarkılar söylüyormuş. Jalimbet Biybisanem’in ay gibi cemaline baktıkça bakası geliyor, aşkından yüreği çarpıyormuş. İç çekerek kıza ne diyeceğini bilemeyip bir süre lal olmuş. Kendini toparladıktan sonra Biybisanem’in kulağına:

– Ey sevgilim, beni bir kere öpsen kendimi dünyanın en mutlu erkeği olarak görürüm, demiş.

– Sevdiğim, Jalimbet, seni bir kere öpmek değil, senin için hayatımı vermeye hazırım, ama şimdi değil, demiş kız.

– Niye böyle, dilberim, diye sormuş Jalimbet.

– Sen de biliyorsun, bizim buralarda anne babanın izni olmadan sevmek çok ayıp. Adam gönderip beni istet. Ondan sonra her gün sevişsek de hiç kimse bir şey söyleyemez, demiş kız. Odunları toplayıp akşam evlerine dönmüşler. Jalimbet eve geldikten sonra Biybisanem’in evine acaba elçi gönderip göndermesem mi diye düşünmekten başı ağrımış. En sonunda kızın babası başlık parası isterse nereden bulacağım, en iyisi başka şehre gidip çalışayım, para kazanıp gelip kızı isteteyeyim diye karar vermiş. Bu düşüncesini Biybisanem’e de aynen söylemiş. Delikanlı anne babasının iznini alıp vedalaşarak uzun bir yolculuğa çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, bir şehre yaklaşmış. Şehre yakın yerde büyük bir bağa denk gelmiş.

Jalimbet’in evinden aldığı azığı bitmiş, gurbette aç kalmış. Bağdaki kırmızı elmalardan gözü kalmış. Karnı acıkan delikanlı bağın sahibinden izin almadan bağa girmiş ve elmalardan yemeye başlamış. Doyana kadar yedikten sonra yorgunluktan bağın gölgesinde uyuya kalmış. Bu bağ o şehrin padişahının kızının bağıymış. Padişahın kızı haftada bir kere yanına kırk kızı alıp bu bağda gezip dolaşırmış. Kızlar bağda gezerken elma ağacının altında garip, üstü başı yırtık, yalın ayaklı bir delikanlı görmüşler. Padişahın kızı yanındaki kızlara delikanlıyı uyandırmalarını emretmiş. Delikanlı yattığı yerden kalkıp etrafına baktığında, etrafı peri kızlarıyla doluymuş. Bağın sahibinin bunlar olduğunu hemen anlamış. Padişahın kızı ise Jalimbet’in yakışıklılığını, şeklini şemalini görür görmez bu delikanlıda bir şeyler var, bu boş değil. Bununla bir gece devran sürenin başka hayali yoktur diye düşünmüş ve delikanlıya oracıkta âşık olmuş. Delikanlıya bakarak:

– Ey delikanlı, burada niye yatıyorsun, nereden geldin, kimsin diye sormuş.

Jalimbet nereden geldiğini, niçin geldiğini anlatmış. Padişahın kızı bunun üzerine Jalimbet’i alıp bağdaki sarayına götürmüş. Yıkandırıp üstüne güzel elbiseler giydirtmiş. Jalimbet üstüne elbise giyince eskisinden de yakışıklı olmuş. Kız da delikanlıya eskisinden yedi kat daha âşık olmuş. Bir süre sonra Jalimbet padişahın çocuklarından biri gibi olmuş. Onlar bu bağda kalsın, sonrasını padişahtan dinleyelim.

Bu şehrin padişahı başka bir şehrin padişahı ile savaşıyormuş. Savaşta kızın babası yenilip düşmanlara esir olmuş. Kız bağdayken düşmanlar şehri yerle bir etmişler. Bu haber kızın da kulağına gelmiş. Yanındaki kızları silahlandırıp Jalimbet’e savaşa gittiğini haber etmiş. Delikanlı da altına bir at bulup savaş meydanına atlanmış. Çok çetin bir savaş olmuş. Aradan üç gün geçtikten sonra padişahın kızı savaş meydanında ölmüş. Jalimbet de her yeri yara içinde düşmanın eline esir düşmüş. Padişah onu bir zindana kapattırmış. Bu zindanda sevdiği Biybisanem’i düşünüp efkârlı acılı türküler söyleyerek yatmış.

Sonrasını Biybisanem’den dinleyelim. Kız Jalimbet’i bekleyip gözü yollarda kalmış. Sevdiği gelmemiş. Yoldan geçen kervanlara sevgilisinden haber sormadığı gün olmamış. Geçen kervanlara:

– Dur kervan, nerelerden gelirsin, Bizim yârdan ne haber verirsin, Haber versen Jalimbet yârimden, Müjde alıp muradına erersin, demiş.

Aradan bir yıl geçmiş, iki yıl geçmiş ama yâri gelmemiş. O şehrin bir padişahı varmış. Yaşı da 60-70’lerdeymiş. Bir gün o kuş uçururken geçidin ağzında, “Jalimbet yârim.” diye ağlayan kızı görmüş. Padişah bu durumdan etkilenmiş. Biybisanem’in yanına gelip:

– Ne yapıyorsun, evin nere, kimin kızısın, diye sormuş. Biybisanem bu adamın padişah olduğunu anlamamış. Ona kimin kızı olduğunu söylemiş ama niye ağladığını söylememiş.

Padişah oradan ayrılıp sarayına gitmiş. En sevdiği vezirini çağırıp şöyle demiş:

– Şehrin kenarında Kalimbet adında fakir bir kişi yaşıyor. Onun ay gibi ağzı, güneş gibi gözü olan güzel bir kızı var. Ona ölesiye âşık oldum. Yanına iki asker alıp o eve git ve kızı iste. Verirse güzellikle, vermezse zorla çekip getirin, diye emretmiş.

Padişah emreder de vezir durur mu, yanına iki asker alıp kızın evine gitmiş. Kalimbet’e durumu anlatmışlar. Ancak o kızım bilir deyip söz hakkını kızına vermiş. Biybisanem gelen misafirlere:

– Canımı şimdi alsanız da o ihtiyara varmam. Bana padişahlık lazım değil. Padişahın kırk karısının üstüne kuma olmaktansa ölmek yeğdir, diye cevap vermiş Bu sözü duyan vezir yanındaki iki askere:

– Kızı hemen bağlayın, diye emretmiş.

Biybisanem’i bağlayıp saraya götürüp padişaha teslim etmişler. Padişah âşık olduğu kızın ayaklarına gelmiş olmasına sevinip kızı kendisinin gizli odasına kapatmış ve kapıya kilit vurdurmuş.

Biybisanem gizli odanın sağını, solunu incelemiş. Kendisini asmayı düşünmüş. Odada bir bıçak bulmuş. Bıçağı yenine saklayarak oturup beklemeye başlamış. Güneş batıp akşam olunca padişah odaya gelmiş. Kıza elini uzatıp oynamaya başlamış. Biybisanem de bu duruma çok karşı çıkmamış. Padişahın niyeti yavaş yavaş bozulmaya başlamış. Boş bir anda Biybisanem padişahın tam kalbine bıçağı saplamış. Padişah sessizce oracıkta ölmüş. Kız padişahı öldürdükten sonra ne yapacağını bilemeyerek paniklemiş. Eli ayağı dermandan kesilmiş. Odanın kapısını kapatıp düşünmeye başlamış. Erkek elbisesi giyip başka yerlere gitmeye karar vermiş. Hemen padişahın çıkardığı elbiselerini eline alıp bir şeye sarmış. Padişahı da odanın bir tarafına yatırıp herkes yatarken odadan dışarı çıkmış. Odayı da iyice kilitleyip anahtarını cebine koymuş. Bir yolunu bulup saraydan çıkıp şehrin dışına çıkmış. Elindeki padişahın elbiselerini giyip delikanlı kılığına girerek gece karanlığında yola koyulmuş.

Tan atarken Biybisanem uçsuz bucaksız bir ormana denk gelmiş. Ormana girip yürürken bir ateş yanıdığını görmüş. Çekinse de bir bakayım deyip ateşin yanına yaklaşmış. Yaklaşıp bakmış ki altı erkek ortalarına ateş yakmış, oturup sohbet ediyorlarmış. Onlardan biri:

– Şu halıyı kolay bir şekilde padişahın sarayından çaldım. Buna binip yarın falan ülkeye gidelim. Orada padişahın hazinesinde çeşit çeşit değerli eşyalar var gibi, demiş. Diğeri kalkarak:

– Bu halının ne özelliği var, diye sormuş.

– Sorma, arkadaş, bunun üstüne binip nereye götür desen, oraya götürür, demiş. Halıyı çalan yanındakine dönüp:

– Sen ne çaldın, diye sormuş.

– Ben bu taş tabağı çaldım. Bunu önüne koyup ne yemek istediğini söyleyince isteğini hemen yerine getirir, demiş tabak çalan. Sonra diğerlerine dönerek:

– Sizler ne çaldınız diye sormuş.

Onlardan biri:

– Ben iğne çaldım. Eğer bu iğneyi kötü bir insana batırırsak o insan hemen orada hayvana dönüşür. Bu iğnenin özelliği böyle, demiş.

Diğer hırsızlar bir şey bulamayıp elleri boş gelmişler. Biybisanem bir çalının arkasına saklanıp oturmuş ve baştan sona hırsızların bu konuşmalarını dinlemiş.

Biraz zaman geçtikten sonra hırsızlar:

– Gün doğmak üzere, yatalım, deyip her biri oturduğu yerde uzanıp uyumuşlar. Onlar iyice uykuya dalınca Biybisanem yerinden kalkıp onların yattığı yere doğru giderek halıyı ve taş tabağı almış. İğnenin nerede olduğunu ararken hırsızın birinin yakasına ilindirilimiş olduğunu görmüş. İğneyi ve taş tabağı da alıp halının üstüne binmiş ve:

– Beni Jalimbet’in olduğu yere götür, diye söylemiş. Halı bu sözü duyar duymaz gökyüzüne doğru yükselmiş. Göz açıp yumuncaya kadar büyük bir şehrin yanına gelip halı yere inmiş. Halıyı dörde katlayıp taş tabağı önüne koymuş ve – Pilav yemek istiyorum, pilav hazır ol, demiş ve der demez taş tabakta üstünde et dolu pilav hazır olmuş. Pilavı doyuncaya kadar yemiş. Tabak yine de yarıya inmemiş. Bir süre sonra kız artık doydum demiş ki tabaktaki pilav yok olmuş. Biybisanem taş tabağı halıya sarıp koltuğunun altına kıstırmış. İğneyi de yakasına ilip şehre girmiş. İnsanı şaşırtacak kadar büyük bir şehirmiş. O gün de şehrin pazarıymış. Bu şehrin padişahının kızı yanına hizmetçilerini alıp pazarı dolaşıyormuş. Şekli şemali, üstündeki elbisesi o ülkenin adamlarına benzemeyen yakışıklı bir delikanlıyı gören padişahın kızı ona hayran kalmış. Onun yanına giderek:

– Ey delikanlı, hangi ülkeden geldin, bizim ülkenin adamı değilsin galiba, ben padişahın kızıyım. Benim hizmetçim olur musun, diye sormuş.

Biybisanem padişahın kızına sırrını belli etmeden, – Ben Türkistan’dan geldim, talebeyim. Beni hizmetçi olarak yanınıza alırsanız memnuniyet duyarım, diye cevap vermiş. Amacı padişahın kızının hizmetçisi olup sevgilisi Jalimbet’i bu şehirde arayıp bulmakmış.

Biybisanem padişahın kızının hizmetçisi olmuş. Şehirde gitmediği yer kalmamış ama hiçbir yerde Jalimbet’e rastlamamış. Divane olmuş.

Bir gün padişah kızını çağırıp:

– Kızım, zindanda bir yiğit yatıyor. Ganimet olarak almıştım. Hizmetine vereyim mi, diye sormuş. Padişahın kızı babasının teklifini kabul etmiş, delikanlıyı hizmetçi olarak yanına almayı kabul etmiş.

Ertesi gün sabah kızın sarayına o ganimet olan delikanlı getirilmiş. Ayağında kelepçe takılıymış. Biybisanem bu delikanlıyı hemen tanımış. Sevdiğim yârim Jalimbet nasıl bu hale gelmiş, diye yüreği yanmış ve Jalimbet’i bu azaptan kurtarmanın yollarını düşünmüş. Jalimbet Biybisanem’i tanımamış. Kız yakasındaki iğneyi eline alıp önce padişahın kızına batırmış. Padişahın kızı kancık köpeğe dönüşmüş. Jalimbet’in arkasında duran iki asker bunu fark etmemiş. Kız Jalimbet’in yanına gidip askerlerden kelepçeninin anahtarını istemiş. Onlar:

– Anahtar padişahta. Ne yapacaksın diyerek kızı itmişler. Biybisanem elindeki iğneyi askerlere batırdığında biri eşeğe, diğeri köpek dönüşmüş. Bunu gören Jalimbet çok şaşırmış. Biybisanem, ona:

– Sen burada bekle, bir yere ayrılma. Ben padişahın hemen sarayına girip çıkacağım, demiş ve Biybisanem padişahın sarayına doğru koşmuş. Padişahın yanına varıp:

– Efendim, esir delikanlının ayağındaki kelepçenin anahtarını verin o bu haliyle hizmet edemiyor, demiş. Padişah:

– Anahtar cebimde, ama onu sana da başkasına da veremem. O delikanlı azap çekerek ölsün diye cevap vermiş. Biybisanem bu sözü duyunca bir yolunu bulup elindeki iğneyi padişaha ve yanındaki hizmetçilerine batırmış. Sarayın içinde hemen kişneyen at sesi yankılanmış. Biybisanem padişahın cebinden anahtarı almış. Atı yakalayıp üstüne binmiş. Yanına bir at daha alıp Jalimbet’in yanına varmış. Ayağındaki kelepçeyi çıkarmış. Diğer atı Jalimbet’e vermiş. Biybisanem halı ile taş tabağı arkasına yüklemiş, saraydan çıkıp yola koyulmuşlar. Biraz yol gittikten sonra Biybisanem durup atından inmiş. Jalimbet de inip Biybisanem’in yanına oturmuş. O sırada Biybisanem üstündeki erkek elbisesini çıkarıp sevinçten ağlamış.

İki âşık artık birbirine kavuşmuşlar. Başlarından geçen olayları birbirlerine anlatmışlar Kız taş tabağı önüne koymuş ve:

– Et yemek istiyoruz, demiş. Tabak birden etle dolmuş. İkisi yemek yerken şehir tarafından çok sayıda askerin geldiğini görmüşler.

Biybisanem halıyı sermiş, üstüne Jalimbet’i, iki atı ve taş tabağı koymuş, kendisi de bindikten sonra:

– Kendi ülkeme ulaştır, diye emretmiş. Halı yerden havaya yükselmiş ve göz açıp kapayıncaya kadar ülkelerine ulaşmışlar.

Köylerine geldiklerinde, köyde in cin top oynuyormuş. Sadece yanmış ahırların külleri varmış. Onlar hayretler içinde şehre doğru giderken önlerine bir adam çıkmış:

– Sizler o eski lanetlenmiş yerde ne yapıyorsunuz. Padişahın huzuruna çıkacaksınız, deyip onları zincirlemiş. Onlar da hayretler içinde kalmışlar

– Ne suçumuz var, diye sormuş Biybisanem o adama.

– Siz hâlâ bilmiyor musunuz? Padişahın aradığı adamlar sizmişsiniz. Köy padişahın gazabına uğradı. Kim bu köye girerse öldürülür, malı mülkü padişahlığa teslim edilir. Padişahın emrini duymadınız mı, diye sormuş.

Onlar padişahın sarayına doğru yola çıkmışlar. Padişahın bu zulmüne ikisi de çok sinirlenmiş. Sarayın içine girince Biybisanem bir yolunu bulup elindeki iğneyi padişaha, yanındaki vezirlere ve cellâtlarına batırmış. Padişah inatçı bir eşeğe diğerleri domuza dönüşmüş.

Eşeği sıkıca tutup sokaktaki bir oduncuya teslim etmişler ve oduncuya:

– Bu eşeğe odun yükler, şehirde satıp geçinirsin, demişler. Gariban oduncu da çok mutlu olmuş.

Jalimbet padişah olmuş. İki âşık muratlarına ermişler. Birlikte devran sürmüşler, diye anlatılırmış.

KAHRAMAN ÇOCUK

Çok eskiden, Harezm padişahlığında fakir bir ihtiyar varmış. O ihtiyarın üç çocuğu varmış.

İhtiyar, çocuklarının kazandıklarını toplayıp başlarında dururmuş. Bir gün ihtiyar hastalanmış. Ölüm döşeğinde yatıyormuş. Ölmeden önce ihtiyar üç çocuğunu çağırıp onlara:

– Ben ölüyorum, ölmeden önce sizlere bir nasihatta bulunacağım. Üçünüz de birer rüya görüp yanıma gelin, demiş.

Üç çocuk ihtiyarın emrini yerine getirmek için gece rüya görme ümidiyle yatıp uyumuşlar. Gece boyu uyumuşlar ama küçük çocuktan başkası rüya görmemiş.

Sabah olmuş ve üçü de ihtiyar babalarının yanına varmışlar.

– Rüya gördünüz mü, diye sormuş ihtiyar.

– Gördük, demiş üçü birden. Önce büyük çocuk anlatmaya başlamış:

– Ben rüyamda ala küheylana binip boz ala bulutların arasında yürüyormuşum.

Ortanca oğlu:

– Ben çok zengin olmuşum, O kadar zenginim ki; on yılkı atım, binden fazla sürü hayvanım, ağıllar dolusu koyunlarım varmış, kısacası zenginlikte kimse beni geçemezmiş. Malım mülküm bana fazlasıyla yetermiş, demiş.

Sıra küçük oğluna gelmiş. Küçük oğlu anlatmaya başlamış:

– Baba, ben, bunlar gibi yalan söylemeyeceğim. Benim rüyam gerçek rüyadır. Rüyamda sen sinirli bir halde bana çubukla vuruyormuşsun. Vurduğun çubuğun ucu kırılıp bir parçası senin gözüne değiyormuş. Değince gözün çıkıyormuş, sonrasında da sen ölüyormuşsun, demiş.

Bu sözü duyan ihtiyar çocuğa çok sinirlenmiş. Yanında duran bastonunu eline almış ve bütün gücüyle çocuğa vurmuş. O sırada baston ortadan ikiye ayrılmış ve bir parçasının ucu ihtiyarın gözüne saplanmış. İhtiyar gözünü kaybedip kör olmuş. Çocuk korkuyla evden kaçmış. İhtiyar gözünün kahrına dayanamayıp büyük iki çocuğuna dönerek:

– O akılsızı yakalayıp benim önümde öldürmezseniz sizlere hakkımı helal etmem, demiş.

Çaresizce iki ağabeyi küçük kardeşlerinin peşine düşmüşler. Kovalamışlar ama yetişememişler. Daha sonra bir iki tepeyi aştıktan sonra çocuğu yakalamışlar. Ağabeyleri onu döve döve götürlerken çocuk yalvarmaya başlamış:

– Sizler iki öz ağabeyimsiniz. İhtiyar, zaten ölecek. Ben daha gencim. Sizlere her zaman binecek at, giyecek elbise, satacak mal olurum. Beni serbest bırakın, demiş. Büyük ağabeyi ikna olmamış. Ancak küçük ağabeyi kıyamayıp bırakalım, ihtiyarı kandırırız demiş. Sonunda çocuğu bırakmışlar. Çocuk da başka yere gitmeye karar vermiş. Ağabeyleri bir kenarda dursun, sonrasını küçük kardeşten dinleyelim.

Çocuk günlerce yol gitmiş. Bir gün önüne büyük bir otağ çıkmış. Çocuk o otağa girmiş. İçeride yaşlı bir adam ile yaşlı bir kadın oturuyorlarmış. Onlara selam vermiş ve içtikleri ayrandan istemiş. Yaşlı kadın bir tabağa ayran koymuş önce kendisi biraz içmiş sonra da kalanını çocuğa vermiş. Bunun üzerine çocuk:

– Senin artığını ben mi içeceğim, deyip tabağı yaşlı kadının önüne fırlatarak kapıdan çıkıp gitmiş. İhtiyar adam, “Dik kafalı bir çocukmuş, bizim çocuklarla kavga etmeseydi bari.” diye düşünmüş. Çocuk bir patika yola girip yürümeye başlamış. Biraz yürüdükten sonra yolda sağ elinin orta parmağına atını bağlayıp sırt üstü yatan bir deve rastlamış. Çocuk devin yanına varmış. Dev yeri titretircesine horlayarak uyumaktaymış. Çocuk dev uyansın diye atın ipini çözüp yularını devin ayağına bağlamış ve kendisi de ata binip çekmeye başlamış. O vakit dev uyanmış ve çocuğa bakarak şöyle demiş:

– Sen beni gafil avlayıp öldürme. Özgürken benimle çarpış ve yenersen öldür, demiş.

Çocuk devi serbest bırakmış ve ikisi çarpışmaya başlamışlar. Mücadele yedi gün, yedi gece sürmüş. Dev gücünün yetmeyeceğini anlayınca atını da bırakıp kaçmış. Devin iki kardeşi varmış. Kardeşlerini bulmuş ve onlara buralarda durmayalım kaçalım demiş. Bunlar az önceki yaşlı adam ile yaşlı kadının üç çocuğuymuş. Üçü de güçlü bahadırmış. Ne kadar bahadır olsalar da çocuğu yenemeyince kaçmışlar. Çocuk devin atına binip geyik ve yaban atı avlayarak yoluna devam etmiş. Hülasa aradan birkaç yıl geçmiş. Bir gün çocuk bir dağın yamacında yayılan sürü görmüş. Hayvanların açtığı patika yolu takip ederek yürümüş. Yol onu beyaz bir otağa kadar götürmüş. Atından inip eve girdiğinde yaşlı bir adam ile yaşlı bir kadının oturduğunu görmüş. Onlara selam vermiş.

İhtiyar çocuğu görüp:

– Evladım, kimsin, diye sormuş.

– Baba, oğlu olmayana oğul, kızı olmayana kız olurum, ben öyle bir çocuğum, demiş.

– Evladım, benim oğlum da kızım da yok. Benim çocuğum ol, demiş ihtiyar. Çocuk ihtiyarın çocuğu olmayı kabul etmiş ve orada kalmış. Bir gün ihtiyar çocuğa bir dağı göstererek:

– Evladım, şu dağın öbür tarafına çıkma. Eğer oraya çıkarsan kötü şeyler olur, diye tembihlemiş.

Çocuk her gün hayvanları otlatırmış. Bir gün düşünmüş: “Babam bu dağın öbür tarafına çıkma dedi, ne var acaba? En iyisi, bir gidip göreyim.” demiş ve atına binmiş dağın tepesine çıkmış. Sağına soluna bakarken dağın eteğinde bir beyaz otağ görmüş. Yalnızlıktan canı sıkılan çocuk atını otağa doğru sürmüş. Otağa vardığında içinde bir kızın oturduğunu görmüş. Kızla selamlaşmış. Kız:

– Nereden geldin, diye sormuş.

– Ben şu dağın öbür tarafındaki tek otağdaki ihtiyarın çocuğuyum, diye cevap vermiş.

– Ey, çocuk, o ihtiyarın senin gibi bir çocuğu yoktu, sen nereden çıktın, diye sormuş kız.

– Ben yerimden, yurdumdan ayrıldım buralardan geçerken o ihtiyara rastladım. Ona “Oğlu olmayana oğul, kızı olmayana kız olurum.” dedim. İhtiyar da beni ömür boyu erkek çocuğu olarak kabul etti. O günden beri ihtiyarın çocuğu oldum, demiş. Kız:

– Bir yakınımın bizi arayıp sormak için geleceği gün de varmış, deyip hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Çocuk bu duruma çok şaşırmış.

İhtiyarın üç kızı varmış. O üç kızı çocuktan kaçan üç dev, ihtiyarın rızası olmadan kaçırıp kendilerine eş olarak almışlar. Bu ev o üç kızdan küçük olanının eviymiş. Kız olan biten her şeyi çocuğa anlatmış.

– Abla, dev ne zaman gelir, diye sormuş çocuk.

– Kazanda kaynayan bir dananın etini göstererek “Bu eti onun için pişiriyorum.”. Gelme vakti yaklaştı diye cevap vermiş.

– Bu eti çıkarıp bana ver abla. Önce ben bir doyayım ondan sonra o deve gününü gösteririm, demiş. Kız kazandaki etin hepsini çıkarıp vermiş. Çocuk da eti yemeye başlamış. Dev bir dananın etini bir günde bitiremiyormuş. Çocuk ise bir danayla doymayıp üstüne de iki ekmek yemiş. Kız içinden çok sevinmiş.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra gürleyerek dev gelmiş. O sırada çocuk da evden çıkıyormuş. İkisi birbirlerini görür görmez kapışmaya başlamış. Çocuk devi yere sırt üstü uzatmış ve devin kellesini koparmış. Çocuk, yerden doğrulup kıza:

– İkinci devin evi nerede, diye sormuş. Kız ona:

– Şu dağın öbür tarafında demiş ve yolu tarif etmiş.

Çocuk atına binmiş ve dörtnala koşturarak hemen devin evine varmış. Eve girdiğinde evde bir kızın oturduğunu görmüş. Kıza durumu anlatıp onunla tanışmış. Kız da biraz sonra dev gelecek diye kazanda bir dananın etini haşlıyormuş. Çocuk eti kazanda çıkarıp hepsini tek başına yemiş. Peşinden bir kâse de ayran içmiş. İyice doymuş ve oturup devi beklemeye başlamış. Az sonra dev gelmiş. Dev çocuğun dışarıda bağlı duran atını görmüş ve bağırmaya başlamış. Çocuk devin bağırmalarını duyar da durur mu? Evden koşarak çıkmış ve dev ile kavgaya tutuşmuşlar. Bu devi de bir iki hamlede devirmiş ve kellesini kesmiş.

Sonra çocuk kıza büyük devin evini sormuş. Kız da:

– O, en büyük dev devlerin içinden en güçlüsüdür. Ona gücün yetmez ikisini öldürdün, artık burada bırak, onunla karşılaşma demiş.

– Yok, abla. Ben bu devlerle daha önce de güç yarıştırdım. Onların soyunu kurutmadan durmayacağım, demiş çocuk.

Sonra çocuk büyük devin evine gitmiş. Eve geldiğinde bir kızın bütün bir kısrağın etini haşladığını görmüş. Bu kızla da tanışmış. Kazandaki eti alıp yemiş. Ancak bir parçasını yiyememiş. Bunun üzerine kız:

– Bu et devin dişinin kovuğuna yetmezdi. Sense bitiremedin. Devi yenemezsen mahvolursun, vazgeç, bu işten demiş.

Çocuk buna kulak asmamış. O sırada dev de gelmiş. Kapının önünde bağlı duran çocuğun aldığı atı görüp celallenmiş:

– Benim kan içicim, çık meydana, diye bağırmaya başlamış. Çocuk da hızla dışarı çıkmış ve devle kavgaya tutuşmuş. Birbirlerini yenemeyerek yedi gün, yedi gece mücadele etmişler.

Çocuk gecikince ihtiyarın ortanca kızı yanına bir çuval darı ile bir çuval kül alıp ablasının evine varmış. Gelip görmüş ki ablası hiçbirine destek olmayıp merakla onları izliyormuş.

– Kocana kıyamıyor musun, çocuğa niye yardım etmiyorsun, diye ablasına sitem etmiş ve hemen külü çocuğun, darıyı da devin ayağının altına dökmüş.

Kavga eden dev darıların üstünde ayakta duramayıp düşmüş. Çocuk da devin gövdesine oturup oracıkta başını kesip öldürmüş.

Çocuk üç devi de öldürmüş üçünün mallarını mülklerini develere yükleyerek üç kızla ihtiyarın evine varmış. Kızlarını gören ihtiyar çok sevinmiş. Bu çocuk beni her zaman koruyabilir diyerek çocuğa olan güveni artmış.

– Evladım, bu üç kızımdan istediğin birini al, demiş.

– Ey baba, ben senin evladın isem onlar kızın ise onlarla nasıl evlenirim, diye kızmış.

– O zaman evladım, seni gerçekten çocuğum edeyim, beri gel, demiş ve çocuğu bir ormana götürmüş. Otuz araba odun kesip bir yere yığmış ve üstüne otuz kova yağ dökmüş. Çocuğu da yığının üstüne oturtmuş ve odunu ateşe vererek ihtiyar gitmiş.

Çocuk namertlik etmiş ve odun yığınının tepesinden atlamayayım, zaten yere atlasam da ölürüm diye düşünerek oturmaya devam etmiş. Odun yığını üç gün, üç gece yanmış. İyice yandıktan sonra ihtiyar odun yığınının yanına geldiğinde çocuk külün ortasında köz olmuş duruyormuş. İhtiyar külü bozmadan altın kâseye koymuş, ipek örtünün üstüne sererek dua okumaya başlamış. İhtiyarın ağzı dualıymış. Duayı ilk okumasında kül doğan olmuş. İkinci okumasında kül tuygun olmuş. Üçüncü okumasında ise atmaca olmuş. Bir kez daha okuduğunda çocuk eski haline gelmiş.

– Baba bu ilmi bana öğret, demiş çocuk. Tek erkek çocuğundan esirgememiş ihtiyar. Çocuğu yanına alarak üç gün ilmini öğretmiş. Çocuk bu dua ilmini iyice öğrenmiş. Bir gün arkada kalan iki ağabeyini hatırlamış. Onları gidip görüp geleyim diye düşünmüş ve ihtiyardan izin istemiş.

– Evladım, çabuk gidip gel diyerek hayır dua edip izin vermiş, ihtiyar.

Çocuk akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip yurduna doğru uçmuş. Tan atarken eski köyüne varmış. Evine vardığında, ağabeyleri evde yokmuş. Aramaya çıkmış ve onları göl kenarında olta atıp balık tutarken bulmuş. Onların malı olarak bir uyuz tay kalmışmış. Ağabeylerinin kıble tarafında yayılıp duran bir kaz sürüsünü görmüş. Çocuk onları görür görmez bir bir avlamaya başlamış. Atmacaya kaz mı dayanır, ortaya dağ gibi yığmış hepsini. Güneş doğduktan sonra atmaca donundan delikanlı haline geri dönmüş ve ağabeylerinin yanına varmış. Onlar kardeşlerini görünce kucaklaşarak sevinmişler. Ağabeyleri eskiden kardeşlerini öldürmek istemiş olsalar da şimdi sevinçle hasret gidermişler.

Delikanlı ağabeylerini peşine takmış avladığı kazların yanına götürmüş. Ancak sırrını onlara söylememiş. Kazların derisini yüzüp ağabeylerine elbise, taya da koşum yapmış. Etini yiyerek beraber zaman geçirmişler.

Bu şekilde birkaç ay abi kardeş üçü birlikte hasret gidermişler. O sırada çocuğun ülkesinin padişahı Arap padişahına savaş açmış ve asker toplamaya başlamış. Padişah, “Eğer üç kardeş ise üçünden biri, iki kardeş ise ikisinden biri, tek çocuk ise kendisi mutlaka falan gün padişahın sarayına gelmelidir.” diye ferman çıkarmış. Bu fermanı duyan kardeşler düşünüp taşınıp küçük kardeşlerini göndermek üzere anlaşmışlar.

Gün geldiğinde çocuk atına binip padişahın sarayının önüne varmış. Sarayın önünde adamlar toplanmış ve bekliyorlarmış. Çocuğa geldin mi, gidiyor muyuz diyen hiç kimse olmamış. O da askerlerin peşinden yola devam etmiş. Kırk gün yol gitmişler. O gün akşam padişah çelik kılıcını evinde unuttuğunu fark edip askerlere:

– İçinizden kim, kırk günlük mesafede kalan kılıcımı sabaha kadar buraya getirirse onu yönetici yapacağım ve de kızımı vereceğim, demiş. O kadar asker arasından bir kişi bile buna talip olmamış. Çocuk ben onu getiririm diye düşünmüş ve askerlerin uykuya daldığı bir vakit çocuk doğan olup uçmuş. Doğana yol mu dayanır? Kırk günlük yolu iki saatte uçarak varmış. Hanın sarayının önüne inip delikanlı haline dönüşmüş.

Hanın kızı da babasının kılıcının sarayda kaldığını görmüş ve kendi kendine “Babam durumu farkedince bir adam gönderir. Gelen adam gece gelirse korkmasın diye meşale yakıp uyumadan bekleyeyim.” demiş. Delikanlı ışığın olduğu yere doğru vardığında padişahın kızının oturup beklemekte olduğunu görmüş. Onun halini, hatrını sormuş babasının verdiği görevi kıza söylemiş.

Kız delikanlıya hürmet göstermiş. Karnını doyurmuş, delikanlıya kılıcı verecekken kız ona:

– Kılıcı alıp gideceksen bana vereceğin bir nişanın var mı, diye sormuş.

– Benim nişanım bu diyerek delikanlı bir şeyler fısıldamış ve doğana dönüşmüş. O vakit kız doğanın kanadından bir tüy koparıp almış. Delikanlı atmaca olmuş, kız ondan da bir tüy almış. Delikanlı tuygun olmuş, kız ondan da bir tüy almış. En sonunda delikanlı asıl haline geri dönmüş.

– Nişanımı aldım, şimdi yolun açık olsun, demiş ve delikanlıya izin vermiş, kız. Çocuk dışarı çıkınca atmaca olmuş ve kılıcı boynuna asarak uçmuş. Tan atarken padişahın konakladığı yere gelmiş. Askerler hâlâ uyuyorlarmış. Delikanlı da sabah olana kadar uyuyayım demiş ve kılıcı başucuna koyup uyumuş.

Askerlerin arasında azılı bir hırsız varmış. O bu kadar asker arasında padişahın kılıcını biri değilse biri getirmiştir. Kılıcı kim getirirse çalıp padişaha damat olayım diye düşünmüş. Gece boyu uyumamış ve çadır çadır dolaşarak kılıcı aramış. Bir vakit sonra sabah erken saatlerde çocuğun çadırına geldiğinde kılıç çocuğun başucunda duruyor çocuk da uyuyormuş. Hırsız kılıcı çocuğa belli etmeden çalmış ve padişahın huzuruna götürmüş:

– Efendim, emrinizi yerine getirdim, deyip kılıcı padişahın eline vermiş. Padişah, “Hemen hazırlanın!” diye alarm verdirmiş. Çocuk borazancıların bağırışlarıyla uyanmış ve etrafına baktığında kılıcın yerinde yeller esmekteymiş. Çocuk kılıcı çaldırdığını anlamış ve atını terkileyerek askerlerin arasına katılıp yürümeye başlamış. Baksa ki komutanın önceki komutan olmadığını değiştiğini fark etmiş. Çocuk, hemen yeni komutanın getirdiği kılıcı çaldığını anlamış. Bir süre sonra savaşılacak olan şehre yaklaşmışlar. O anda önlerine büyük bir nehir çıkmış. Nehirden nasıl geçeceklerinin yolunu aramışlar ama bir yol bulamayıp orada kalmışlar.

Çocuk orada kalmanın iyi olmayacağını düşünerek akşam namazı vaktinde atmaca donuna girip uçarak nehri geçmiş ve şehre girmiş. Padişahın sarayını bulmuş ve pencerenin önüne konmuş. Sarayın içinde padişah ile karısı konuşuyorlarmış. Çocuk da onların sözlerini dikkatlice dinlemiş

– Ey padişahım, düşman gelip şehri kuşatmak üzere sen ise kaygılanmadan burada oturuyorsun, demiş karısı.

– Dert etme, onlar o nehirden geçecek yer bulamayıp uzun vakit orada kalırlar, demiş padişah.

– Nehirden nasıl geçilmesi gerekiyordu, diye sormuş padişahın karısı.

– Düşmanların durduğu yerin aşağı tarafında nehrin içine devrilmiş bir iğde ağacı var. O iğde ağacının sağ tarafından doğru yürüdüğünde su atın karnına gelmiyor. Eğer o geçidi bulup da gelirlerse ikimiz iki kötü uyuz deve oluruz. Kızın birisini havan, birisini tokmak yaparım. Hazinedeki altınları da kütük, bütün halkımı da kızıl çalıya çeviririm. Ondan sonra o düşmanlar neyi alacaklarsa alsın da görelim, diye cevap vermiş padişah.

Bu sözleri duyan çocuk oradan hemen ayrılmış ve nehirden geçerek delikanlı haline dönmüş. Sabah padişahın huzuruna çıkmış:

– Padişahım, benim peşimden askerlerinizi alıp gelirseniz sizi bu nehirden geçirebilirim. Geçidin nerede olduğunu biliyorum, demiş. O kılıcı çalan ise suçunun ortaya çıkmasından korkmaya başlamış.

Padişah ve askerleri çocuğun peşine takılmışlar. Çocuk padişahın kendi ağzından duyarak öğrendiği yoldan hepsini geçirip şehre getirmiş. Şehirde kimse yokmuş. Sadece yayılıp duran hayvanlar varmış. Herkesin kaçmış olduğunu düşünmüşler. Padişah askerlerine hayvanları alıp şehirde kalan eşyaları toplamalarını emretmiş. Askerler eşyaların iyisini, hayvanların semizini almışlar. Çocuk ise sarayın önünde duran havan ile tokmağı, kızıl çalılardan da beş altısını alıp iki deveye kütükleri ve diğer eşyaları yükleyerek askerlerle birlikte geri dönmüş. Sonra ülkelerine geri dönmek için yola çıkmışlar. Aradan günler geçtikten sonra ülkelerine gelmişler. Delikanlı da evine varmış ve yüklerini indirmiş. Erkek deveyi kesmek için ayaklarını bağlarken deve dile gelmiş:

– İnsanoğlu, beni kesme dur, benim hünerlerim var, sana göstereyim, demiş. Delikanlı da devenin ayaklarını bağlamamış ve deveyi bırakmış. Deve hemen kalkıp silkine silkine, üstünde kaftanı, başında tacı olan bir padişaha dönüşmüş. Delikanlı eğilip padişaha selam verip el sıkışmış.

– Efendim, şimdi de havan, tokmak, dişi deve, kütükler ve kızıl çalıları eski haline dönüştür demiş delikanlı. Padişah çok düşünmeden eline bir sopa alıp:

– Kalkın, diye bağırınca iki kız, yaşlı bir kadın, onlarca adam ve yığınla altın ortaya çıkmış. Orada delikanlı padişahın iki kızını iki ağabeyine almış ve otağ diktirmiş. Padişah ile yaşlı karısını kendi anne babası gibi görüp hürmet etmiş.

Delikanlının ülkesinin padişahı ise sağ salim dönmeleri onuruna eğlence düzenletmiş. Kızını daha önce vermiş olduğu sözden dolayı komutana vermek için kızının rızasını istemiş. Kızı da:

₺57,84

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
02 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6981-38-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre