Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sovyet Öykü Seçkisi», sayfa 5

Anonim
Yazı tipi:

VYAÇESLAV YAKOVLEVİÇ ŞİŞKOV

(1873-1945)

Vyaçeslav Yakovleviç Şişkov, 1873 yılında Bejetsk şehrinde küçük bir tüccar ailesinin ferdi olarak dünyaya gelir. Demiryolu ulaşımı hakkında eğitim alan sanatçı 1882-1888 yılları arasında bu alanda çalışır. 1894 yılında ise Tomsk şehrine gelerek demiryollarındaki deneyimleri nedeniyle su ulaşım yollarındaki çalışmalarda görevlendirilir. Bu dönemde jeodezi keşif gezilerine katılır ve yeryüzü ölçme ve değerlendirme konusunda çok büyük bir deneyim kazanır. 1903 yılına geldiğinde bu tarz gezilerin birçoğunun yöneticiliğini yapar. Sibirya’da önemli nehirlerde yaptığı incelemelerdeki üstün başarılarından dolayı 1903 yılında Ulaştırma Bakanlığı’nda görev alır.

Kırsal kesimdeki halkı eserlerinde realist bir şekilde inceleyen sanatçı, 1908 yılında ilk edebi çalışmalarını kaleme alır. İlk eseri sembolist bir öykü olan Sedir Ağacı’dır (Кедр). 1913 yılında ise artık edebiyatta aktif bir şekilde yerini almıştır. Halkın günlük yaşamını, adetlerini, en önemlisi halk dilinin bütün güzelliklerini ve özelliklerini eserlerine yansıtmayı başaran Şişkov’un isminin tam olarak duyulması, 1915 yılında Maksim Gorki’yle tanıştığı zaman olur. Sanatçı, ilk öykü derlemesi Sibirya Öyküsü’nü (Сибирский сказ, 1916) Gorki’nin desteğiyle çıkartır ve eser çok ses getirir. Öykücülükte adını duyuran sanatçının en önemli eseri, yedi yılını ayırdığı üç ciltten oluşan Emelyan Pugaçov (1927) adlı tarihi destanıdır.

TURNALAR

Tuğba GÜNÖR34

Kapitolina Vasilyevna Vyatkina’ya35 ithafen.


I

Ah, sonbaharın başlarında geceler dalgın ve akıl almaz derecede hüzünlüdür.

Öksüz kalmış ormanlar, tarlalar, çayırlar, kırlar ve hava canlı rüyalarla derin uykuya dalmıştı. Fakat toprak hâlâ soğumamıştı, gökyüzünde yıldızlar asılı duruyor ve geniş nehrin üzerinde hilalden kıpırdayan bir köprü uzanıyordu. Nehrin ortasında geniş sığlıktan, maviye çalan yarı karanlık içerisinden uçuşan turnaların garip çığlıkları duyuluyordu. Sonbahar kuşları güvenilir, besili, neşeli ve sıcak yerlere göç etmeden önce oyunlar oynamaya girişmişlerdi.

“Tanyuha36, hişt!… Oynaşıyorlar…” dedi Andrey.

“Oynaşıyorlarsa, hadi biz de kayığa binip gidelim,” diye karşılık verdi genç kız.

“Yaklaştırmazlar, onlar çok dikkatliler. Yanımda tüfek olsaydı.”

Ateş yanıyor. Tanyuha kızgın külün içine patates sokuyor.

Uzun, sarı ve yumuşak saçlarına siyah bir şal dolamıştı, yanık tenli parlak alnından mavi gözlerine gür tutamlı saçları sarkmıştı.

“Geçen sene dedemle balık tutmaya gittiğimizde, turnaları oynaşırken görmüştüm. Ve bir de… Denizkızı görmüştük. Kayanın üzerinde saçlarını örüyordu… Çıplaktı… O da senin gibi güzeldi. Tanyuha, bir keresinde suya girerken görmüştüm seni,” dedi Andrey, kızılağaçtan sopasını yontarken.

“Yalan söylüyorsun!’’ kızın dolgun dudakları tebessümle aralandı.

“Gördüm, gördüm… Gizlice izledim . Gömleğini çalmak istedim.”

“Utanmaz.”

Andryuha37, ateşe doğru gerildi, sigarasını yaktı, fakat birden bire kızın üzerine abandı ve ateşli bir şekilde kızı öpmeye başladı.

Genç kız kurtulmaya çalıştı, kafasını çevirdi, dudaklarını kaçırdı ve boğuk bir sesle kıkırdayarak fısıldadı:

“Duyayacak… Çekil… Yaramazlık yapma…”

Ateşin ardında içi kürk dışı deri olan bir gocuk kımıldandı ve altından bir iç çekme sesi duyuldu. Andrey yana sıçradı, Tanyuha da ayağa kalktı. Şehvetle gözleri parladı, elleri titredi. Andrey bir anda sendeledi, hızlı hızlı solumaya başladı.

Çingene karası gözlerini kızın açılmış kırmızı dudaklarından ayıramadan, ‘Hişt, oynaşıyorlar…” dedi.

Gece, ateş, ay ve turnaların çığlıkları nehrin ötesinde, kızı ve ot çekmekten kafayı bulmuş delikanlıyı sarmaladı. Toprak, nehirdeki bir gemi gibi ayaklarının altında sallandı ve damarlarında çok hızlı dolaşmaya başlayan kan, onları karşı konulmaz bir şekilde birbirine karşı tahrik etti.

“Uçurumun altında… Suya girelim… Turnaları izlemeye,” Andrey genç kızın yüreğini yakıyordu.

“Gitmeyelim. Sen öpmeye başlayacaksın,” diye delikanlıya yaklaşarak, fısıldadı güler yüzlü kız.

“Vallahi billahi, öpmem. Hadi gidelim.”

“Kandırıyorsun. Öpmeye kalkacaksın”

Andrey, bir şarkı mırıldanarak nehre doğru yürümeye başladı. Tatyana, Andrey’i göz hapsine aldı, bir süre öyle durdu ve seslendi:

“Nastasya… Uyuyor musun?”

Yerde yatan kürk gocuk kımıldamadı. Kız da şarkı mırıldanmaya başladı, yanakları kâh ateş basıyor, kâh soluklaşıyordu. Külün içinden patatesleri çıkarttı, eteğine koydu ve sağına soluna bakmadan çiyden ıslanmış yolda koşmaya başladı.

Ateş sessizleşti ve sustu. Başıboş bir şekilde, etrafa uçuşan alev bir anda zayıfladı, azaldı ve söndü. İleride kösteklemiş atların boyunlarındaki zillerin sesleri oradan buradan duyuluyordu. Bir anda mavi gecede parlak bir yıldız kaydı.

Ve uyanan Nastasya güçlü, adaleli eliyle üzerindeki yakasız kürkü hızlıca fırlattı.

“Şeytanlar!… Onları gözlemek lazım…” diye Nastasya öfkeli bir sesle bağırarak etrafına bakındı ve genç bir tay gibi güçlü baldırlarıyla uçuruma doğru dörtnala koşmaya başladı:

“Tanyuha!.. Tanyuha!.. Ninene söylerim!…” diye bağırdı.

II

Ambarlar sonbaharda sıcaktan boğulurdu ve sabaha kadar ekin demetlerini kurutmak gerekirdi. Kim Nastasya’ya yardım edecekti? Kim ormandan reçineli odun getirecekti? Kim sabah harmanı dövmeye yardım edecekti? Nastasya tek başınaydı. Kocası, Yamburg’ta zalim general N. N. Yudeniç’in komutanlığı altındayken öleli iki yıl olmuştu. Genç Nastasya’ya yaşaması için kim yardım edecekti?

Gece yarısı, geç saatlerde hava aydınlanırken. Ambarda çok sıcakken.

Nastasya’nın komşusu delikanlı Andryuha, kolsuz kürkten ceketini çıkartıp, otları kurutmak için yaktığı sobanın içinde odun çevirmeye başlar. Dinç çavdar demetlerinin sicim sicim yükselen dumanı ve sarhoş eden rutubeti kokar.

“Andreyciğim, teşekkür ederim. Arada bana, benim gibi öksüze yardım ediyorsun.”

“Ne demek, ateşe odun eklerim, sadece o kadar… Uyumaya gidiyorum.”

“Bu demetleri sök, diğerlerini dik.”

Nastasya kederli bir şekilde sobanın yanında duran ekin demetlerinin üzerine oturmuş sessizce duruyordu. Kısa basma bluzu iri göğüslerinde canlı bir şekilde dalgalanırken, sert yanakları çiçek açıyordu.

“Anlaşalım: Tanyuha’ya bir şey demek yok,” dedi Andrey titrek bir sesle ve bakışlarını kısarak Nastasya’nın göğüslerine dikti.

Nastasya daha hızlı nefes almaya başladı.

“Korkuyor musun?” diye alaylı bir şekilde ekin demetlerinin üzerine uzandı Nastasya.

“Korkuyorum!” dedi Andrey ve alışılmış bir el hareketiyle Nastasya’yı ekin demetlerinin üzerine yatırdı.

… Ambarın içi çok sıcak ve havasızdı. Dışarıda ise sis vardı ve sisin içinden bembeyaz dolunay görünüvermişti.

Andryuha eve döndüğü zaman kırağıyla örtülmüş çim hışırdıyordu.

Bostanda, dumanların içinde uzun kulaklı bir tavşan, kurşun hızıyla tatlı lahana kaçanlarının yanından fırladı.

“Yuh, şaşı tavşan!” diye bağırdı Andrey.

Şafak vakti yaklaşmıştı. Yaşlılıktan kamburlaşmış Tatyana’nın ninesi dua mırıldanarak kuyudan su getiriyordu. Sabahın ilk ışıkları yer yer izbelerin içini sarartmıştı.

III

Mikail Günü38 büyük bir kar fırtınasıyla beraber geldi. Köy, eski takvime göre 8 Kasım’da soğuğun egemenliğinin başladığı bu bayramı kutluyordu. Çok fazla bira, ev yapımı votkalar, her türlü yiyecekler, şarkılar, danslar, küfürler, yumruklar ve kazıklar etrafta uçuşuyordu.

Köyün bütün önde gelenleri dolanıp duruyordu, hatta Yürütme Kurulu Başkanının ta kendisi komşu köyden gelmişti. Papaz babamız Semyon sabah ayininden sonra haçıyla sırasıyla izbeleri dolaştı, akşama doğru ise papazın kollarına girerek dolaştırdılar, artık ayakta duramıyordu, ayinleri diz çökerek, oturarak ya da daha farklı bir şekilde gerçekleşiyordu. Geceye doğru ise ayakta duramayan Kurul Başkanını saygıdeğer ev sahiplerinin kollarına girerek dolaştırdılar.

Sabaha doğru, Başkanı da papazı da köyün ucundaki metal çatılı bir eve götürüp, aynı yatağın üzerine yatırdılar.

“Allah günah yazmasın, papazla beraber onu aynı yatağa sürüklemek ayıp değil mi! Hepimiz aynı durumda olabilirdik,” diye ev sahibi burnundan homurdanıp durdu.

“Boş ver, iyidir böyle… Eğlence düşkünü, Sovyet rejimini gördü mü sözleriyle nasıl yüceltir!’’diye geveledi misafirler.

En büyük eğlence genç dul Nastasya’nın evindeydi. Nastasya eğlenceli olmalı, delikanlıları ve bekâr erkekleri cezbetmeliydi; çünkü vakit çabuk geçiyodu ve erkeksiz ev, ev değildi. Bunlar olurken de keten elbisesinin altındaki kalbi kuş gibi çırpınıyordu.

Kalk ayağa, adam, canlan, Ah Lyuli, canlan!

Mısraları genç ve sağlıklı göğüslerde gürlüyordu. Çarpık kedinin kulaklarında çınlıyordu.

Ev yapımı mumların altın gölgeleri dalgalanıyordu.

Andryuha eğildi, elindeki ekmeği büktü ve çember oyununun içine dalıp caka satmaya başladı.

Kimi seviyorsan, seç, Kimi seviyorsan, seç!

Yere eğilip, selam verdi, sertleşmiş demir bir eli, yumuşacık ipeksi bir el yakaladı;

Evet, daha sert öp, Evet, daha sert öp!

Ve Tatyana şamata yapan dairenin içinden sıyrılıp, nazlı nazlı Andrey’e büzdüğü dudaklarını uzattı.

“Bu kadar oyun yeter! Hey!” diye dul Nastasya bağırarak oyunu kesti. Yanakları al al olmuş, siyah saçları terden başına yapışmıştı. “Hey!… Kızlar, kadehten içelim. Delikanlılar!… Andreyciğim… Hey!…” diye gözlerini kıskançlıkla Andrey’e dikip, sinsi bir kahkaha atarak, Andrey’in sırtına vurdu.

“Hatırlıyor musun?”

İçki kadehini almaya geldi. Solgun, kederli Tanya pencereye yanaşmıştı. Pencerenin ardında lapa lapa kar yağıyordu ve akordeon bas bas bağırıyordu.

“Dans edin! Kızlar… Eğlensin dul! Neden benimle evlenmiyorsunuz? Ah-ah! Hâlbuki bir öperim… Bir sarılırım…”

Akordeon, bağrışlar ve danslardan soba yerinden oynuyordu.

Tatyana kendini kötü hissetti. Daha önce hiç böyle hissetmemişti. Hızlıca evden çıktı, yolda yürürken midesi bulanıyor yumuşak kar taneleri yutuyordu. Aniden tüm benliğiyle dehşete kapıldı.

Birdenbire kar Tatyana’yı tamamen sarmaladı.

IV

Bütün bir hafta Tatyana deli gibi ortalıkta dolandı. Issız gecelerde kendi kendine konuştu ve sessizce ağladı. Darya Nine bir gece Tatyana’ya seslendi:

“Senin neyin var?”

Tatyana ses çıkarmadı.

Ertesi sabah Nine Darya, kızı mazur görerek, uzun uzun ve dikkatli bir şekilde çatık kaşlarının altından onu süzdü.

“Biri sana kötülük mü etti? Ah kızım…” diye sordu.

Yaşlı kadın ayaklarını sürüye sürüye Nastasya’ya gitti.

“Sen bir şey duydun mu, dul karı, duydun mu, sen benim torunumu gözetledin, ben artık yaşlı bir süprüntüyüm anlamıyorum, gece seninle beraber salıvermiştim kızı. Duydun mu, söyle, gece kimleydi Nastasya?” derken kafasındaki siyah köylü başlığıyla titremeye başladı yaşlı kadın.

Nastasya’nın elindeki tırpan yere düştü.

“Neden soruyorsun nine?” dedi Nastasya ve dudakları bembeyaz kesildi. “Ne var? Sordum işte!”

“Onu şeytan gözetliyor! Gel de öğren kiminle…” diye yaşlı kadının kırışık yüzüne doğru bir anda bağırmaya başladı dul kadın ve elindeki fırın küreğini yere düşürdü.

Darya Nine başını salladı, dişsizlikten çökmüş ağzıyla geveledi:

“Tüh sana!” diyerek kapıyı çarptı ve çıktı.

Nastasya ise yatağa düştü, ağladı inledi durdu. Tabii ki şimdi Andrey, Tatyana’yla evlenecekti.

Andrey ise, donmuş çıtırdayan karların üzerine basa basa, komiteye gazete okumaya gidiyor ve akılından ‘‘Nastasya’nın iki semaveri var, iki ineği ve yağız atı var. Tatyana ise fakir. Hangisiyle evlenmeli? Evlenmek ise şart. Şeytan işi bu. Acaba bir büyücüye gitsem de fal mı baktırsam,’’ diye geçiriyordu.

Öfkeli bir şekilde ıslık çala çala giderken, yeniden Nastasya’yı düşünmeye başladı:

“Eğer Tanyuha’yla evlenirsem, Nastka kendini yiyip bitirecek… Umutsuz bir kadın… Cadı.”

Karşıdan yayık teknesi içinde keten tohumu taşıyan Tatyana geliyordu:

“Merhaba, Andreyciğim! Nasılsın?” Her ikisi de karşılaştıkları orman yolunun orta yerinde durdular.

“İdare eder. Ya sen nasılsın? ” “Kötüyüm. Yaşadığımız her şeyi özlüyorum.”

Tatyana kederli mavi gözlerle, Andrey’in çingene karası gözlerine bakıyor ve gülümsemeye çalışıyordu.

“Andreyciğim havadislerden haberin var mı?” “Yok.”

Tatyana içini çekti. Sevimli yüzü yere düştü. Başını eğdi ve yere baktı.

“İyi bakalım, kısa zamanda duyarsın Andreyciğim… Hoşçakal.”

Delikanlı Tatyana’nın arkasından bakakaldı, çok üzgündü, kızın arkasından bağırdı:

“Hey, Tan! Turnaları hatırlıyor musun? İşte bahar geliyor, bülbülleri dinlemeye gideriz,” dedi.

Genç kız sessizce uzaklaştı.

V

Tatyana, gençlerin sohbet için toplandığı yere gitti, fakat dansa kalkmadı, başı ağrıyordu, onun yerine iplik eğirip, kederli bir şekilde kız arkadaşlarıyla şarkılar söyledi. Tüm köyden ve yakın köylerden gençler oyun için bir araya toplanmıştı. Filippovski orucu39 bitmişti, kısa zaman sonra ise düğünler başlayacaktı. Gözü Tatyana’da olan çok delikanlı vardı, hatta üç delikanlı Tatyana için sarhoşken birbirlerine bıçak çekmişlerdi. Tatyana’dan daha güzel, daha tatlı ve daha çalışkan bir kız yoktu.

Andrey hâlâ karar vermemişti, kızlarla kendini eşit mesafede tutuyordu, ancak Tatyana’ya çekirdek ikram etti ve kucaklaştılar, Tatyana’nın yanına oturdu ve kulağına fısıldadı:

“Boşver… Evlenelim mi… Resmi nikah40 ister misin?”

Nastasya’nın etrafında da çok erkek dönerdi.

Fakat Nastasya yaptığı gözlemelerden ve ev votkasından bir tek Andrey’e ikram etti.

“Biliyorum… Tatka’yle evleneceksin, evlen, evlen… Kız hamile gözüküyor… Tüm ahali sen ve aptallığın hakkında gülüp dalga geçiyor,” dedi gece Andrey’i uğurlarken.

Darya Nine bir gün sabah erkenden çantasına sopasını koyup, ağır ağır yürüyerek ormanın içinden geçti ve büyücünün yaşadığı değirmene gitti.

Çoktan beri köyde Yerofeiç ile ilgili ‘güçlü büyücü’ diye söylentiler çıkmıştı:

Asker grupları dolaşıp ekmekle başka malları zorla aldıkları zaman büyücüyü bulamamışlardı. Çok aradılar ama bir tek büyücü değil tüm değirmen ortadan kaybolmuştu. Hatta gruptan biri kolera oldu, bir saat içinde geberdi.

Bir gün önce Darya Nine aziz Peder Semyon’un karısı Yürütme Kurulu Başkanı Olena Mitriyevna ile karşılaştı.

“Oh, Darya Nine, git, git. Falanca büyücüye git, çok güçlü bir büyücü. Kocam Mikail gününden sonra bir içmeye başladı ki bilemezsin. Tam da o sıralarda şehirden müfettişin gelmesi gerekiyordu, mahkemede bile yargılanabilirdi. Kocama tanrıya tövbe ettiğini bir kağıda yazmasını söyledim: ‘Tanrım bana güç ver de bırakayım içmeyi’ diye yazdırdım, sonra da zarfa koy ki papaz kilisedeki kutsal tahtın altına koysun dedim. Ne demezsin… Başladı saymaya: ‘Boş gezen o! Yalancı, halkı kandıran’, Büyücüye gittim. Bana okunmuş siyah kurt dışkısı verdi. Bakıyorum ki benimki kustu ve iki haftadır içmiyor.”

Darya Nine, Yerofeiç’e geldi. Büyücü sobanın yanında oturuyordu, havanda kedi ciğeri dövüyordu. İzbenin üzerinde bir karga oturmuş, gaklıyordu.

“Haçı üzerinden çıkardın mı?”

“Çıkarttım, koruyucu babamız, çıkarttım. Sen kadına delikanlı bulursun. Delikanlıyı genç kıza aşık et.”

Büyücü, kadından gümüş ellilik aldı, ona eski saplı bir süpürge verdi ve süpürgeyi nasıl kullanması gerektiğini söyledi.

Kadıncağız, ertesi gün akşama doğru, mutlu bir şekilde izbesine döndü. Ne varki evin eşiğinde, birden Andryuha belirdi:

“Size önemli bir iş için geldim. Merhaba!”

Darya Nine elini kaldırdı ve büyücünün süpürgesiyle Andrey’in sırtına vurdu:

“Abrakadabra, şazan, kazan!…”

“Ne diyorsun nine?”diye yüzünü çevirdi, şaşkına dönen Andrey.

“Abra kadabra, şazan, kazan!…” dedi ve ikinci kez, üç defa Andrey’e vurdu.

Andrey kahkahayı bastı, yaşlı kocakarının aklını yitirdiğini biliyordu, masaya oturdu ve gülerek Tatyana’nın babasına :

“İşte, Grigoriy dayı, sizin öz kızınız Tatyana Grigoryevna’ya talibim.”

“Anne, Tanka’yı çağır,” dedi telaşlı bir şekilde Grigoriy.

Nine Darya torununa koştu ve sevinçten boğulacak gibi oldu.

“İşte o, nasıl bir büyücü…

Amma da güçlü büyücü…”

VI

Tatyana ve Andrey, Sovyet usülü şahitler önünde nikâh kıyalı ayı aşkın süre geçmişti. Elbette, ne kiliseye, ne de Hıristiyan adetlerine göre nikâh kıymak karıkocanın birlikte yaşaması için yeterli değildi. Yeni evliler, eskiden olduğu gibi ayrı evlerde yaşıyordu.

Darya Nine, ‘Bu nikâh bir felaket,’ dedi ve sihirli güçleri olan süpürgesinin gücüne inanarak, bir kere daha hem Andrey’in hem de torununun sırtına süpürgeyi geçirdi:

“Şazan, kazan!”

Fakat bir faydası olmadı. Kadın sinirlendi. Sinirden süpürgeyi baltayla ince ince parçaladı, sobanın içine attı ve büyücüyü şikayet için doğruca polise gitti.

“Büyücü, orman cinin ta kendisi, beni de çok kötü kandırdı; koyunumu çaldılar, büyücüye koştum, o bir adi, bana yalan deliller verdi, onu tutuklayacaktım ama tehlikeli olduğundan korktum: istediği an bir büyü yapıp hasta edebilir,” diye kocakarıya cevap verdi polis.

Kadın verdiği elli kapik için değil, torunu Tana için ağlıyordu.

Torunuysa bu sırada, “Ah kışta hemencecik geçip gidecek!” diye göz yaşları içerisinde henüz nikahlanmadığı kocasına sitem ediyordu:

“Andrey… Kilise huzurunda olması gerektiği gibi evlenmeyecek miyiz? Haydi kiliseye gidip nikahlanalım.”

“İnancım bana bunun için izin vermiyor… Gazete okumuyor musun…”

“Ayrı ayrı yaşıyoruz, yabancılar gibi. Sen bizim evin ne çalışanı, ne de başka bir şeyisin.”

“Öyle mi!” diye sinirli bir şekilde haykırdı Andrey, “Ben istersen hemen yarın sana taşınmaya hazırım.”

Eve giren Grigoriy, Andrey’i kulağından yakaladı ve bağırmaya başladı:

“Ben döndüm. Böyle çok kötü kocalar var… Yan çiziyorsun, seni şeytan… Kızımı mahvettin…”

“O kız değil. Benim karım. Kararnameyi oku.”

“Senin kararnamene de, sana da! Karar-na-me… Erkeğin kararnamelerle işi olur mu hiç. Senin vicdanın var mı yok mu?”

“Aptalsın sen, Grigoriy, başka bir şey değil,” dedi ve gitti Andrey.

Grigoriy ise kudurmuşçasına tek tek koca karıya, Tatyana’ya, Sovyet iktidarına ve tüm dünyaya küfretti.

“Neyin gazabına geldin babam? Ne de olsa Andrey yaşamayı kabul etti, kendini koyverme.”

“Koyvermiyorum!… İş kolay mı? Abraşka kim ki gizli olarak nikâh için ona yazıldınız! Tüh, düğününün gözü kör olsun! Lanetli pezevenkler… Andrey’in izbesine git ve resmi nikâha razı ol işte!”

“Çok oldu gideli, evdeki yaşlılar beni kabul etmiyor,” dedi Tatyana.

Ve kocakarı üzerine atıldı:

“Kendi suçun, bu işte! Kadının şerefi saçında asılı olurmuş, yitirdin onu sen, halatla kendini asmalısın.”

Tanya yere kapandı, deli gibi ağladı, feryatlar attı.

“Bak işte, sinirlendim! Haydi koca karı kamçımı getir.”

VII

İlkbahar şafakları gökyüzünde süzülürken, biri diğerine dönüşüyordu günlerin. Günler uzamaya, güneyden turnalar gelmeye başladı.

Tatyana hiçbir yere ayrılmadı. Yüzü acılıydı, yüzündeki gölgelerde kederli düşünceler vardı. Nastasya ise, ilkbaharda yeni çizme ve sarı basma şal takıp etrafa caka sattı. Delikanlılar ve dul erkekler Nastasya’ya talip oldu. O ise onları reddetti.

Andrey’in, kendi babasıyla arasında büyük bir husumet vardı. Somurtkan ve düşünceli biri olup çıkmıştı. Tatyana’yı görmeye nadir gidiyordu. Grigoriy’le de kavga etmişti ve ondan da kaçıyordu. Babası ve Grigoriy, Andrey’e yükleniyorlardı:

“Kızla kilise huzurunda gerektiği gibi evlen.”

“Sovyet kararnamesine göre yaşamak istiyorum, yeni kanunlara saygı duymak gerekiyor,” dedi Andrey.

“Senin kararnamen ise gıcırtı yapan çizmeleri giymek gibi gözüküyor…”

“İşte senin kararnamen,” diye hırıltılı bir sesle bağırdı Grigoriy, gözleri öfkeyle fal taşı gibi açılmıştı. Andrey ise kızardı.

Günlerden bir gün Grigoriy evde yoktu ve Darya Nine ise çamaşır yıkamaya gitmişti. Kocakarı döndüğünde torunu ortalarda yoktu. Tatyana oturma odasındaydı ve kapı kilitliydi.

“Aç kapıyı!”

Kapı açılmadı. Nineyi bir titreme almıştı. Kapıya vurdu da vurdu, kapının arkasından gelen inilti duyuluyordu yalnızca. Nine bostandan pencereye bir merdiven dayadı ve cama tırmandı.

Tatyana karnını tutmuş, yastığını kemiriyor ve inliyordu.

“Oy sen, mahzun kuzum! O, alçak, kapıyı da sürgülemiş. Mayası bozuk, bebeği boğmayı düşünüyordu. Oy, günah… günah…” diye bağırmaya başladı kocakarı ve topallaya topallaya ellerini yıkamak için dışarı çıktı.

Kapı eşiğinden Nastasya’nın çizmeleri gıcırdadı:

“Merhaba, Darya Nine … Tavuğum sizin bahçeye kaçmış mı acaba? Kimi boğmak istiyorsunuz? Ha?”

“Sarı şallı seni! Seni aşağılık kadın! Köyün erkekleri sana yetmedi mi? Defol, defol!”

Kocakarı ellerini yıkadı, doğum kolay olsun diye oturma odasından, Tatyana’nın yatağının başına eski bir ikon getirdi ve kutsal oruç sonrası yaktıkları mumu yaktı, avlu kapısını sonuna kadar açtı. Kilisedeki altın kapılar açılsa daha iyiydi ama vakit yoktu. Yeni bebeği doğurtmak için torununun yanına koştu tekrar.

Bu sırada Andrey, şapkasını çıkarmış, çingene gözlerini kısmış, Grigoriy’in önünde duruyordu. Dedi ki:

“Grigoriy dayı, babalık, karar verdim kararnameyi bozacağım. Kilise istiyorsanız kilise olsun… Razıyım ben… Evdekiler artık başımın etini yiyor.”

Grigoriy karasabana demir harman sapı takıyordu. Sert bir ifadeyle Andrey’i dinliyordu.

“İşim var,” diye cevapladı.

Oturdular ve sigara içtiler.

“Ne yapacaksın şimdi?”

“Ormana gideceğim, odunumuz az,” dedi Andrey.

Bu arada yeni doğan bebek kısa yaşadı ve ertesi gün öldü.

VIII

Darya Nine koşuşturdu, koşuşturdu. Kesesinden gümüş bir elli kapiklik aldı, sonra papaza gitti. Papaz Sem-yon elliliği dişleriyle kontrol etti, kesesini yokladı ve kadının teklifini kabul etti. Gece vakti, kimse duymadan, köy mezarlığına bebeği gömdüler.

Karanlık ve sıcaktı gece, tarlalar esiyordu.

Nine yatağa uzandı, Grigoriy içiyordu. Tatyana toparlanmıştı.

Üçüncü gün akşam Andrey kooperatifte Nastasya’yla karşılaştı. Dul kadın ringa balığı satın aldı, Andrey ise tütün.

Andrey’in kalbi sızladı, dul kadın ise çizmelerini gıcırdatıyor, güzelliğiyle dikkat çekiyordu, göğüslerini dışarı çıkarmıştı. Andrey evine gitti. Arkasından Nastasya’nın cadı gibi tıslayan sesini duydu:

“Neden kibirlendin Andrey? Düğün ne zaman?”

“Ne yapacaksın ki?”

“Nasıl yani, haydi düğüne sen davet et. İyi bakalım, Tanrı Tatyana’ya oğlan mı kız mı verdi?

“Ne geveliyorsun! Bilmiyorum… Ormandan yeni geldim ben.”

“Git… Bak, boğmuş çocuğu… Günahkâr kadın, duydum…. Of, duyduğum hiç iyi değil…” dedi Nastasya.

Andrey burnundan soluyarak, vahşi bir hayvan gibi etrafına bakındı ve bütün soğukkanlılığıyla, uyku sersemi gibi ayağını sürüyerek yola koyuldu.

“Haydi, çay içmeye gidelim… Ringa balığı da aldım,” dedi Nastasya, Andrey’in gözlerine bakarak.

Andrey, iradesinin aksine sürekli olarak bir cadının büyüsüne katılır gibi Nastasya’nın peşinden gidiyordu. Nastasya bir şeyler konuşuyordu, Andrey duymuyordu bile, aklı Tatyana’daydı: Erkek çocuk hem istiyordu hem istemiyordu, canı da çok kötü bir şeyin olacağını hissediyormuş gibi sıkılıyordu.

Gece yarısından sonra, dul kadının evde yaptığı sert votkayla neşelendi ve Andrey şarkı mırıldanarak, tüm köy boyunca yürüdü.

“Dur. Pencereyi tıklatmak lazım,” dedi Andrey.

Grigoriy tıkırtının üzerine pencereden baktı.

“Merhaba, geçmişteki babam!… Kayınpederim. Resmi nikâhlı karım nerede? Diyorlar ki bir çocuğumuz olmuş. Çocuk nerede?”

“Çocuk falan yok.”

“Nasıl yok? Var! Ama kocakarıyla boğmaya cesaret ettiniz, doğru cezaevine… Bili-yo-rumm kardeşim!” dedi yalpalayan Andrey, burnundan soluyarak.

Nine, karanlık bir yere sinmiş, dizlerine vuruyor ve onları dinliyordu:

“Git, delikanlı, uykunu al, ayıl,” dedi Grigoriy ve pencereyi kapadı.

Andrey pencereye yapıştı ve bas bas bağırmaya başladı:

“Öyleyse bugün bitmeden hemen yazılı itiraz vereceğim: İstemem! İşte böyle… Mademki boğdunuz, canınız cehenneme! Kendin onla evlen…”

Andrey izbesine yaklaşırken, dul Nastasya ateş gibi Andrey’in önüne atıldı.

Gözlerinden, alnından, dudaklarından çıldırmış gibi öptü ve fısıldadı:

“Sevgilim… Kırmızı çiçeğim… Vazgeçti… Kulaklarımla duydum… Haydi, artık mezara kadar benim olacaksın.”

IX

Andrey, dul kadının evine taşındı. Tatyana buna çok üzülmedi: Andrey onu sevmemişti ve sevmeyecekti. Böyle işte. Başka iyi delikanlılar da vardı. Kızıl Ordu’dan dönmüş erler az mıydı? Konuşmaları, davranışları, ilgi ve alakaları. İşte güvey dediğin böyle olur!

Tatyana çok hızlı bir şekilde kendisini toparladı, yeniden serpildi. Diri vücudu olgunlaştı ve gözleri öyle bir oldu ki, kendini onlardan alamazsın. Ah, kadın, güzellik!

Yeşil çayırlar çiçek açarak ortaya çıktı, Tatyana da çayırlar gibi yeniden canlanmıştı. Ancak arka bahçelerde, ara sokaklarda, kocakarı söylentilerinde, ihtiyarların salyasında hep Tatyana hakkında, kendi çocuğunu boğdu diye, dedikodular yankılandı.

Böylece Tatyana’nın sonu geldi.

Kuşlar yuva yapıyor, bülbüller bütün gece idris ağacının üzerinde ötüyor, gençler oyun oynuyor, dans ediyor, halka oyunu oynuyor. Köyde gençler sırayla nişanlandılar ve bu yaz çok düğün olacak gibi.

Köyde yirmi yaşında dört kız, Manka, Palaşka ve iki Dunka, hepsi neşeli, hepsi eşiyle oynuyor. Sadece Tatyana oynamıyor, kimse onu oyuna kaldırmıyor. Tatyana vebalı gibi tek başına oturuyor. Kadın çaresiz bir şekilde ağlayarak evine döndü. Üç sarhoş, birdenbire önünde durdu ancak hiçbiri Tatyana’ya bakmadı bile.

Böylece Tatyana’nın sonu geldi.

Tatyana şenlikten ayrılıp, eve kapandı, oturup saçlarını yoldu, ağladı da ağladı. Kızına bakınca Grigoriy’in kolları iki yana düştü, kalbi buz kesti. Darya Nine ise derdinden öldü.

“Kız kurusu olarak yaşamayacağım,” dedi, bir akşam ciddi bir şekilde Tatyana babasına.

Babası akşam yemeğini bitirmişti. Bu kelimeler bıçak gibi boğazına saplandı.

Grigoriy’in kalbi duracaktı, tutunarak masadan kalktı ve kızının ardından gitti. Karanlıktı.

“Tatyana!”

Karanlık dehşet verici şekilde başını döndürdü ve yakınında bir hırıltı duyuldu.

“Vah” çok tiz ve vahşi bir sesle bağırdı Grigoriy, “Yüce İsa” titremeye başladı, kızını ilmekten kurtardı, kucakladı. Bacakları tutmuyordu, yatağa yatırdı.

Tatyana kendine gelir gelmez, birileri pencereyi tıklattı. Sakallı bir adamdı.

“Hey, Grigoriy Mitriç!… Bölgeden taahhütlü mektup geldi sana…”

“Oğlumdan mı acaba?” diye şaşkın şaşkın düşünmeye başladı Grigoriy. Oğlu Petersburg’ta bir fabrikada önemli bir işte çalışıyordu.

“Eh, mektubun sırası değildi şimdi.”

Ne var ki Tatyana mektubu sabah okudu. Mektupta erkek kardeşi geleceğini bildirmiyordu, işi başından aşkındı ve kız kardeşini başkente çağırıyordu:

“Niçin köyde kocayıp gideceksin? Köy sana ne verebilecek?”

“Madem ki bana gelmek niyetindesin ve hayat çok zor diye yazıyorsun, seni kursa kayıt ettireceğim, okuyup adam olursun.”

Ve bir anda Tatyana’nın yüzü kızardı, “Gitmek.”

“Bana da yazık, gitmeliyim,” dedi Tatyana babasına gözyaşlarını tutarak.

X

Yaz geçti, Petersburg’a taşındılar, sonbahar geldi.

Her şey eskisi gibi: çamur, fakirlik, ev yapımı votka. Sabahları, harman yerlerinde parçalara ayırarak çavdar harman ederlerdi. Kum adasında gece karanlığında turnalar oynaştı. Andrey sandal üzerinde sessizce turnalara yaklaştı ve silahıyla yere yapıştı.

Ve şimdi Andrey, evinde kanadı kırık bir turnayla yaşıyor. Turna gökyüzüne daha fazla yükselemiyor, ölene kadar yeryüzünde Andrey’le yaşayacak.

Sabah. Sis. Yolda at arabası pat pat ediyor.

“Elveda, doğduğum köy!” diye içinden geçirdi Tatyana.

Nastasya zorla, mahcup Andrey’i pencerenin önünden sürükleyip götürdü.

Şapkasını önüne çekmiş Grigoriy, kamçısını arada bir sallıyor, neşeli bir şekilde ıslık çalıyor, ancak kalbi sızlıyordu. Tatyana at arabasındaydı. Kaderini aramaya koyulmuştu. Sevimli yüzü diri ve sevinçliydi. Parlak gözleri inatla uzaklara dalıyordu. Fakat uzaklar sisliydi ve başının üzerinde de sis perdesi asılıydı.

Ve sislerin arasından yere doğru göçmen turnaların özgür çığlıkları dökülüyor. Hedeflerine doğru, güneye uçuyorlar.

Tepede enginlik ve güneş varken sis onlar için engel değildir.

1924
32.Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü, tugbakaragozlu@gmail.com
33.Kapitolina Vasilyevna Vyatkina (1892-1973) Petersburg, SSCB Bilimler Akademisi antropoloji ve etnografya müzesi çalışanı. Ünlü Sovyet edebiyatçısı Grigoriy Andreyeviç Vyatkin’in (1885-1938) ilk eşi. (ç.n.)
34.Tanyuha ismi Tatyana isminin halk arasındaki söylenişidir. Eser içerisinde ‘Tanya’, ‘Tanka’ ve ‘Tan’ gibi kısa şekillerde de karşımıza çıkar. (ç.n.)
35.Andryuha ismi Andrey isminin halk arasındaki söylenişidir. (ç.n.)
36.Mikail Günü, dört büyük melekten biri olan Mikail’i anmak için kutlanan gündür. Ortodoks inancına göre 21 Kasım’da, Katolik inancına göre 29 Eylül’de kutlanan dini bir gündür. (ç.n.)
37.25 Kasım tarihinde başlayıp, Noel zamanı olan 7 Ocağa kadar devam eden oruç. Hz. İsa’nın dirilişini kutlamak için tutulmaktadır. (ç.n.)
38.Sovyet döneminde kilisede kıyılan dini nikâhların yerine, hükümet önünde kâğıt üzerinde evlilikler yaygınlaşmaya başlar. (ç.n.)
₺87,39