Kitabı oku: «Bulgaristan Türk Şiiri Cilt 1», sayfa 2
NO: 79 AHMET HASAN CEBECİ (1940)
(Ahmet Hasanov Cebeciev)
Ahmet Hasan Cebeci 1940 yılında Hacıoğlu Pazarcığı (Tolbuhin, Dobriç) ilinin Pirli köyünde aydın bir öğretmen ailesinde doğdu. İlk ve orta okulu köyünde okudu. Daha sonra Razgrat Türk Pedagoji okulundan ilk okul öğretmeni olarak mezun oldu. Bir yıl köyünde öğretmen olduktan sonra iki yıl da Hacıoğlu Pazarcığı’nda yeni açılan Türk Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı derslerini okuttu. Askere alındı, döndükten sonra köyünde ve ilin değişik bölgelerinde öğretmenlik yaptı. 1963 yılın son aylarında gizli örgüt kurma suçundan tutuklandı. Hacıoğlu Pazarcığı İl Emniyet Müdürlüğünde ve Sofya’da aylarca sorgulandıktan sonra dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. İki yıl ceza evinde kaldı, umum aftan istifade ederek özgürlüğüne kavuştu. İllegal faaliyetinin her geçen günle güçleştiğini anlayan Ahmet Hasan Cebeci 1966 yılında bir dava arkadaşı ile beraber Türkiye Cumhuriyetine iltica etti. Öğrenimine Ankara Gazi Üniversitesi Tarih Bölümünde devam etti. Halen orada öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. Ankara’da oturuyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca biliyor.
Şiirle çocukluk yıllarında tanıştı. Şiirin siyasi ve sosyal gücünü çok erken, daha gençlik çağında anladı. Şiirlerinde milli ve dini duygularını ön plana çıkardı. Mısralarında güçlü bir Vatan hasretini ve özgürlük hayallerini, kararlı bir düşünce silsilesiyle dile getirdi. Şiirlerinde klasik vezni ustalıkla kullandı. Şiirlerinin dışında denemeleri ve yüzlerce bilimsel yazıları vardır. Bir çok panel ve bilimsel sempozyumlara iştirak ederek Balkanlarda ki Türk varlığını çürütülemeyecek delillerle ispat etti
Bu güne kadar şiirlerini bir kitaba toplayıp yayımlamadı. Şiirleri kendi dosyasında, dostlarının arşivlerinde ve dergilerde dağınık bir şekilde yer almaktadır.
VATAN MARŞI 27
Çiğnetme sakın, Allah sana en hak dini vermiş
Dünyada ki en hoş dili, en has dili vermiş
Ecdat sana en has yurdu ve en hoş ili vermiş
Saltık eli, Demir eli, Paşa eli vermiş.
Türklük yolu, İslam yolu bu gittiğin hak yol
Ey Türk yaşa, ey din yaşa, ey dil yaşa var ol.
Bir gün gelir elbet, biter bu kapkara devran
Sabrın sonu selamettir, bu iman davran
Yurdun senin ecdat kabri, etme sakın viran
Çalış, koru, cennet bağı eyle, durma bir an.
Türklük yolu, İslam yolu, bu gittiğin hak yol
Ey Türk yaşa, ey din yaşa, ey dil yaşa var ol.
Ekim 1961 Kara Abdullah – Hacıoğlu Pazarcığı
RAZGRAT DESTANI 28
Kurulmuşsun Deliorman’ın düzünde
Gelen geçen yolculara hansın sen
Zümrüt yeşil ovaların yüzünde
Suya yanmış susuzlara cansın sen.
Akşam olup karanlıklar çökende
Kızıl hunhar masum kanı dökende
Mazlum ahı semalara çıkanda
Azatlığa nurlar saçan tansın sen.
Toprağında sessiz yatan yatırlar
Zannetme ki toprak olmuş yatarlar
Bir bakmışsın önde sancak tutarlar
Hasan Demir Babaya vatansın sen.
Sipahi der ki: Koçlar yatağı
Alp erenler, gök yarenler otağı
Al bayraklı yiğitler toprağı
Ey Razgrat, bayraklara kansın sen..
1963, Razgrat
VATAN HASRETİ 29
Yıllar yılı hasretinle tutuşan
Garip gönlüm senin için yanıyor
Senden ayrı gurbet elde dolaşan
Evlatların seni anıp dönüyor.
Vatan senin her karışın benimdir
Her ağacın, her insanın canımdır
Al bayrağın ecdadımdan kanımdır
Bayrak aşkı yüreğimde kanıyor.
Bir kuş olup uçabilsem semana
Konabilsem kardeş dolu ummana
Bir açılsa, gelse yollar imana
Derim: Kuşlar yuvasına dönüyor.
1963
BALKAN MÜCAHİTLERİ MARŞI 30
Türklük bizim şerefimiz, şanımız
Din uğruna akar temiz kanımız
Vatan için feda olsun canımız.
Türk İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz
Dünya yansa andımızdan dönmeyiz.
Dobruca, Deliorman bizimdir
Gerlovayla, Kocabalkan bizimdir
Rodop denen Türklü volkan bizimdir.
Türk İslam’ız Ay yıldızız sönmeyiz
Dünya yansa andımızdan dönmeyiz..
02 Ağustos 1963
DENİZ ŞAİRİNE 31
Şair Recep Küpçü’ye
Daha dün kükreyen o coşkun deniz
Bu gün yerde durgun, durgun yatıyor
Vadiye sığmayan gür akan ırmak
Göçen yıldız gibi solgun batıyor.
Deniz sessizce bak mateme dalmış
Coşkun dalgalar yok, su ıssız kalmış
Bahçemde ki gülü kızıl yel almış
Bülbülün feryadı arşı tutuyor.
Çökmüş üzerime kara bulutlar
Boğulmuş kana bütün umutlar
Yasaklarla dolu kahpe komutlar
Çaresiz derdime bin dert katıyor.
Irmaklar kurumuş, çağlayanlar durmuş
Güneşsiz dünyamı karanlık sarmış
Toplanmış kurt kuş, hep secdeye varmış
Bülbüller ağıtlı, yaslı ötüyor.
Deniz yaşlı gözle bakıyor ona
Yaslı kanlı, gamlı akıyor Tuna
Akma Tuna, derdim yetiyor bana
Sönmüş ocağı bak duman tütüyor.
Kahpe düşman aldı senin canını
Caniler vampirce içti kanını
Gün olur alırız intikamını
Uyu dostum uyu, sabrım yitiyor.
Recebin kanın emen bu toprak
Uyanıyor şimdi bak yaprak, yaprak
Mezarını örten o allı bayrak
Yepyeni bir vatan kökü atıyor.
Sipahi’ yim, yılmam düşman selinden
Dönmem asla ülkü denen gelinden
Bayrağı bir Mehmet kaptı elinden
Uyu şair, yeni erler yetiyor.
1966
DELİORMANDA BAHAR 32
Güzel olur Deliorman’ın baharı
Güller açar pembe, beyaz, al olur
Mis kokulu ormanların seheri
Ilık, ılık gönül okşar yel olur.
Akçabardak muştu verir kırlara
Yeşil, yeşil halı olur yerlerde
Delikanlı kır çiçeği derler de
Sevgilimin duvağına tel olur.
Kilim olur yaseminle, sümbüller
Yol boyunca selam verir al güller
Ağaçlarda şarkı söyler bülbüller
Dinleyenler hayran olur kul olur.
Sarı çiğdem ışık saçar ay gibi
Menekşenin mor kaşları yay gibi
Tülübaba33 kurulur bir bey gibi
Gören gözler mest olur, bir hal olur.
Koyun kuzu ovalara yayılır
Sihirli bir kaval sesi duyulur
Çiftçi dayı ekimine koyulur
Bizim ilde harman hasat bol olur.
Sipahi der aşık olup yazmalı
Deliorman’ın dilberini sezmeli
Arı olup çiçek, çiçek gezmeli
Bu kırlarda petek, petek bal olur.
1966, Razgrat
NO: 80 İSMAİL AHMET ÇAVUŞ (1940-2017)
(İsmail Ahmedov Çavuşev)
İsmail Ahmedov Çavuşev 1941 yılında Razgrat iline bağlı Hebip Köy (Vladimirovtsi) de dünyaya geldi. İlk okulu ve ortayı doğduğu köyde okuduktan sonra Sofya’da açılan Türk Pedagoji okuluna gitti. Ve oradan mezun oldu. İki yıl kendi köyünde öğretmen oldu. Askere alındı. Bulgaristan’da çok az Türk çocuğu sıra askeri olarak askerlik yapar, lakin babasının yeni idareye olan katkılarından dolay İsmail Çavuş bu imtiyazdan faydalanabildi. Terhis olduktan sonra Sofya’da Kliment Ohridski adlı Devlet Üniversites’inin Şarkiyat Bölümünü kazandı ve oradan Türk Dili ve Edebiyatı uzmanı olarak mezun oldu. Önce “Piyoner” adlı Türkçe neşredilen çocuk dergisinde çalışmaya başladı. Dergi kapatılınca “Halk Gençliği” gazetesine atandı. Orada uzun yıllar çalıştıktan sonra o gazete de kapandı. Belli bir zaman işsiz kaldı, sonra “Yeni Işık” gazetesinde işe başladı. Edebiyat uzmanı olmasına rağmen uzun yıllar gazetenin İktisat bölümünde çalıştırıldı. Birkaç yıl Dış Haberler servisine gönderildi. Gazetenin bayıltıcı atmosferine dayanamayarak istifa etti. Birkaç yıl Sofya Devlet Üniversitesinde Türk Dili ve Grameri derslerini okuttu. Orda da haksızlıklara dayanamadı tekrar “Yeni Işık” gazetesine döndü. Birkaç yıl çevirmen olarak görev yaptı. Ad değiştirme kampanyasında sustu ve idarecilere susarak cevap verdi.
On bir Kasım 1989 Demokratik Devrimden sonra, “Işık” ve “Güven” gazetelerinde kurucu üye olarak görev aldı, çok ağır bir dille asimilasyon olayların ifşa eden yazılar yazdı. Sofya da yeni açılan İslam Enstitüsü”nde Türk Dili ve Grameri dersleri okuttu. “Hak ve Özgürlük Hareketi”ni destekledi. “Hak ve Özgürlük” gazetesinin dört yıl baş yazarlığını yaptı. 2002 emekli oldu. KIBATEK kurucu üyesidir. Halen Sofya’da oturuyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca ve Rusça biliyor.
Şiirlerinde sosyal konuları, gazellerinde aşkı ve neslinin özgürlük özlemini dile getirdi. Şiir,röportaj ve siyasi yazıları ile tanınmaktadır. Kutlu doğum haftası şiir yarışmasında 2 ödülü aldı. 1997 Türkiye Dinayet VAKFI “Vuslat” şiiri ile ikincilik ödülü aldı. Türkiye Dinayet Vakfının1998 yılında Ankara’da düzenlediği “Balkanlar ve KKTC” adlı şiir yarışması “Haziran Yangını” şiiri ile üçüncü oldu, “Ümit” dergi Sofya 1998, N. 19
Eserleri:
“Dilek”, Şiirler, Sofya / 1967
“Yay Burcu”, Şiirler, Sofya 2002
“Altın Petek”, Çocuk Şiirleri, Antoloji, Sofya 2001
“Türkçe Dil Bilgisi”, Sofya, 2002
“Gazetecinin Artık Yılları”, Anı roman, Sofya 2004
“Terapi Patikası”, Öyküler, Sofya, 2005
GAZEL 34
Bilmem aynı mey, aynı kadehle yine içilir mi
Ve aynı yol, bir gün olur yine geçilir mi.
Bir kere gelmiş geçmiş sayılırken o günler
Aynı bahçelerden, aynı çiçekler biçilir mi.
Bir kutup gecesinin karanlığı, sarmışken etrafı
Acep o ümit yıldızı, bir gece tekrar seçilir mi.
Bahar da nice bekleyiş, nice çiçeklerle gelir
Siz söyleyin, bu güzel bahardan geçilir mi.
Açmadıysa da eski bahçelerde aynı çiçekler
Aynı dudaktan, aynı nektar içilir mi.
1966, Sofya
DANTEYLE HAZBUHAL 35
Cehennem bir değil artık Dante
Beş değil
Ve senin tanımadığın cehennem çok değişti
Nice yeni cehennemlere sahne oldu hayat.
Dünyevi komediler oynaya, oynaya
Gölgede kaldı şarklı din ulemasının
nar ile pür cehennemi.
diri insan eritmiş
krematoryumların yanında.
Cehennem araf ve cennet.
Muhayyel değildi seyahatlerimiz
Katran değil
kayalar yanıyordu ayaklarımızın altında
Ve cehennemlerden geçerek dünya lanetle
görgüsüne çıktı bir Paskalye sabahı
yeryüzünün mübarek Kudüs’üne.
Yeni bir Beatriçe – tıpkı senin eşsiz sevgilin -
Ateşlerin ardından görünüyordu gözümüze
Ve karanlıkta nazik ince ve güzel
elini uzatarak bize
rehberlik etti.
Çelik toplarımızın en güçlü salvosunu
Yuvasına döktük ejderin / Cehennem olsun /
Alevler etrafa saçıldı, dünyayı ateşlediler
Bundan bu gün yanmada yer, yer cehennemler
ve içlerinde büyük saffetiyle Beatriçeler
Fakat sen pek iyi biliyorsun ki Dante.
Biz isteriz ki sevgilimiz elimizden tutarak
Yıldızdan yıldıza uçursun bizi
Ve en son haykıralım: Yeter!
Artık ne bir kimse cehenneme gitmeli
Ne de dünya cehennemler içinde devam etmeli!
Sofya
BAŞLIKSIZ ŞIIR 36
Sen baharı yaratıyorsun içeride
Son bahar pencereleri zorlarken
Sarı gölgeler gibi perdelerde
Düşen yaprakların izi erken, erken.
Isıtır son bir gayretle kuytularda
Sıcak yazda arda kalan o güneş
Mahzun bir anne gibi yorgun sularda
Yüzer iki kuğu birbirine eş.
Yükselir sonbaharın ıslak sabahında
Tüten buhardan gibi bir buğu
Mağrur dağ başlarında dağın ahında
Yüzer baş başa iki dost kuğu.
SEVENLER 37
Svetanka’ya
Anlatsak anlamazlar yüceliğini sevgimizin
Oysa ki sevenlerdir yaşatanlar dünyayı
En güzel türküleri sevenlerdir çalan
Bizimdir tellerine dokunulan gitar.
Onlar ki hayatta bir gün bilmeyecekler
Anlatsak anlamazlar yüceliğini sevgimizin.
Dehşet bir ümitle bekler sevenler
En bitik, en küçük, en son eşliğinde
Hiç olmayacak dönüşünü gidenlerin
Ve sonsuz bir ümitle ardından terk edenlerin …
Onlar ki hayatta bir gün bilmeyecekler
Nasıl dehşet bir ümitle bekler sevenler.
ŞAİR 38
Şaban Mahmudov’a
Şair olmadıysak da
Şiirler karaladık karınca kaderince
Ve anladık mesleğin müşkül oluşunu.
Anladık şairin haykırışını susuşunu
Eller uyurken sen uyanacaksın
Vicdanlar susarken sen haykıracaksın…
Uyandıracaksın insanları birin, birin
Başkaca yalan.
Büyük laflar etmiş olması şairin …
1969, Sofya
FALCI 39
Bana yüzyıl vadeden falcı,
demek daha yarıya çok var....
Tut ki otuzu geçmiştir artık
Henüz dün saymaya alıştığım yıllar.
Yüzyıl büyük laf, yarısı yeter
Kolay mı bu günde yarım asır geçinmek
Bir ömür değil mi, savaşa, savaşa biter
Tam bir asra bedel şimdi bir yıl didinmek.
Barut, bomba, balta ve baskı
Kan, kaza, kalp ve kanser…
Dünya sade bu değil ki
Kolay mı her doğanla doğ her ölenle can ver.
Ölüm diye bir yön yok pusulamızda
Dünyadan savaşa, savaşa gideceğiz
Bana yüzyıl vadeden falcı,
Söyle hayattan nasıl vazgeçeceğiz
12. Şubat 1973, Sofya
BURSADA SALA 40
Gezdim adım, adım yeşil Bursa’yı
Dolaştım yüce ecdadın türbesini
Yeşil camide dinlendim tekrar, tekrar
Ataların maziye karışan sesini.
Duydum ki çınlıyor içimde hala
Şimdi mi başlıyor geleceğe o akın?
Yeşil camide okunan o güçlü sala
Neden böyle bildik bu derece yakın.
İçimde çiçeklenen bir sevda sürüyor
Bu ne sihirli şehir.,bu ne yaman
Gördüm ki damarlarımda dolaşıyor
Bursa türbelerinde duran zaman.
İSTANBULA UYARI 41
Mavi semalarda yüklü boydan boya
Ucu göklere değen sivri minareler
Bildin mi sofiyane haliyle ne der?
Fatihi, Süleymaniye’ yi, Sultan Ahmed’i
Yahut’ ta tarihi Ayasofya’ yı
Ayakta tutan direkler …
Kolay değil iki kıtaya ayak basmak, İstanbul
Kapında dost bekler, düşman bekler.
NASİP 42
Beyazıt’ta bir güvercin kanadı
Boğaz içinde gümüş bir dalda
Sultan Ahmet’te okunan ezan sesleri....
Bir şarkı güftesi Gülhane parkında
Eminönü, Üsküdar, Çamlıca
Gerçek bu mudur? Hayal mi bunca?
Saraylar, camiler, meydanlar, hanlar
Güncel işi peşinde koşan insanlar.
Tarih ve bugün örüm, örüm kucak, kucak
İşte Boğaziçi, Marmara sımsıcak
Burada herkese ömür boyu sevgi var
Uzan okşa Haliç’ i, karşıda Üsküdar
Artık yok bir özlemim, kalmadı bir ahım
Bana İstanbul’u nasip ettin Allah’ım.
MEST ETTİN BENİ 43
Mest etti beni İstanbul’un hali
Aradım caddelerinde üstat Yahya Kemali
Anladım ki İstanbul’u sevmek için bir yürek
Balkan şehirlerinin özlemini çekmek gerek.
1996, İstanbul
ECDAT YOLU 44
Ecdat asırlar önce çekip başını
Bu topraklardan ta nerelere gitmiş
Yolunda evladına devretmiş savaşını
Varılacak yelere hasretle bitmiş
Bozkırlarda kavgayı dağlarda yası
Şarkı edip söyleyen yiğitmiş.
1993, Almatı
AKROSTİŞ 45
Seni seviyorum demek lafa kolay
En sıcak en güzel, en derin sularda
Neredesin diye sormadan sana varmak
İşte sevgilerin en güzeli dünyada
Sen kaderim oldun doğan güneşim
Ey beni benden eden gönüldeşim
Varsın yıllar yılı dinmesin acım …
İlkyazım, kışım, sonbaharım, yazım
Yaşa rüyalarımın gizli kuytularında …
Orda bulmalıyım seni bu gün de yarın da
Rüzgarlar dinsin gözlerimin yaşında.
Unutmadım sana verdiğim vaadi
Madem ki hala seni seviyorum bu yaşımda.
1999, Sofya
NO: 81 MEHMET ALİ MACAR (1941)
(Mehmet Aliev Macarov)
Mehmet Ali Macar 6 Ekim 1941 yılında Kırcali ilinin Sırt köy (Rogozçe) köyünde fakir bir tütüncü ailesinde dünyaya geldi. Kader onu daha küçük yaşta üç aylık iken babasız bıraktı. Annesiyle birlikte Eğri Dere’ye giden Mehmet Ali Macar ilk ve orta okulu orada bitirdi. Daha sonra 1961 yılında Kırcali Türk Pedagoji okuluna yazıldı ve üç yıl sonra oradan ilk okul öğretmeni olarak mezun oldu. Uzun yıllar Rodopların çeşitli köylerinde ilk okul öğretmeni olarak görev yaptı. Türk çocuklarına alfabeyi öğreterek Türkçe sevgisini onların minik yüreklerine yerleştirdi.
Bulgarlaştırma kampanyası onu Kırcali ilinin Çiftlik köyünde öğretmen olarak buldu. Bu kampanyaya karşı direnen şair işten atıldı ve üç yıl inşatlarda çalışarak hayatını kazandı. 1989 yılının Haziran ayında zorunlu göçe tabi tutularak Türkiye’ye iltica etti. Malkara şehrine yerleşti ve oradaki ilk okulda müdür yardımcısı olarak göreve başladı. Halen o görevi sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca biliyor.
Mehmet Ali Macar şiiri çocukluk yıllarında sevdi, lakin ilk şiir denemelerini öğretmenliğe başladığı yıllarda yaptı ve bir daha şiirden ayrılamadı. O şiirlerinde yurt sevgisini ve milli bilinci dile getirdi. Onun şiirlerinde sıcak bir duygu yoğunluğu ve Rodop Türk folklorunun deyim özelliklerini buluyoruz ki, bu da onun şiirine yeni bir ifade ufku getiriyor.
Eserleri Türkçe merkez ve yerel dergi ve gazete sayfalarında serpilmiş bir vaziyettedir.
“Yıllaar ve Yollar”, Şiirler, İstanbul, 2006
ÖMÜRDEN KALAN 46
Çiçek açar
Solar çürür
İnsan doğar,
Yaşar ölür.
Ondan yalnız
Anı kalır.
1959, Kırcali
YOLLAR VE YOLCULAR 47
Yollar var ki inişli çıkışlı
Dikenli taşlı
Hep yokuşa sürer kişiyi
Hasret dolu gurbet yolları
Acı dolu göç yolları…
Yolcuların yalın ayakları
Çatlak, patlamış tabanları
Bazıları aşar yılları
Yarıda kalır bazıları…
Gölgede gölgelenir
Kimilerine yetmez ömür
Ne kadar gidilirse gidilir
Yolun somuna gelinir.
Orası artık son duraktır
Gözlere siyah perde çekilir
Kişi karanlığa bürünür..
Bırakarak arkasında izini
Götürdüğü cepsiz kefendir
Kalıcıdır tüm yollar.
Bekler yeni yolcular…
Neler görmüş
Neler geçirmiş
Kahkahayla gülmüş
İçin, için ağlamış
Avaz, avaz haykırmış …
Çağıl, çağıl çağlamış
Türk olduğu için
Kumsalda öldürülmüş.
1980
ZOR GÜNLER 48
Sessiz, sessiz ağıtlar,
Söylenir köşelerde.
Duygular gömülüdür
En derin yüreklerde.
Umut sinmiş içime
Esen rüzgarlar kuduz.
Kapanmışım içime
Kalmadı hayat huzur.
Gündüzle gecem olmuş
Gecelerim simsiyah
Güneşe var da batış
Yok, yok, yok, yok, yok doğuş.
Ölenler toprak oldu
Sızlıyor kemikleri
Bahçemde gülüm soldu
Kayboldu bülbülleri.
Bülbüller konmaz oldu
Güllerin tacına
Böylesine bir zulüm
Geldi Türk’ün başına.
1987, Kırcali
RODOP GÜZELİ 49
Eli kınalı gözü dualı
Kaşı sürmeli başı sevdalı
Ayağı hallı (büyük) sırma ceketli
Tatlıdır dili, Fatma’dır adı
Takmış telleri Rodop güzeli
Ne güzel gülüyor mavi gözleri.
1987
CABİLLER’DE GECE 50
Cabiller’ de gece buz
Gece ayaz, yıldızlar sayısız, parlak
Elle tutulacak gibi alçak51
Pomak Ahmedin evi eski, ahşap
Odada üç yatak
Birinde Halil İbrahim
Öbüründe Emmi Süleyman
Birinde de ben.
İçeride soba kurulu
İçinde yok yakacak.
Soğuk boğdu uykumuzu
Battaniye yıprak.
Çeneler sabaha kadar çarpacak
Gözle kapalı uykulara
Yarın doğacak güneş
Yine donuk olacak.
1987
PAYDOS MEMLEKET HASRETİNE 52
Nazım Hikmet’e
Bir gemi geldi İstanbul’dan Varna’ya
Okşadı gemiyi, yandı elleri
Girdi yüreğine acıttı.
Bir gemi kalktı Varna’dan İstanbul’a
Yaktı yüreğini
Kalkan tavası gibi.
Dolu gözlerle baktı ardından
Uzun, uzun....
Ama rahat ol sen artık
Paydos Vatan hasretine
Memleketine geleceksin
Belki de dilediğince
Anadolu’ya gömüleceksin,
Koca Nazım usta.
SEVGİDEN YANA 53
Bir dünya istiyorum sevgiden yana
Kırgınlıklar, dargınlıklar bir yana
Tüm yüzler gülsün, kaşlar benzesin yaya
Çocuklar mutlu olsun, gelmesin dara.
Şiirler yazılsın hiç yazılmadık
Besteler yapılsın hiç yapılmadık
Çiçekler açılsın hiç açılmadık
Yollar geçilsin hiç geçilmedik.
Kuşlar uçsun hiç görülmedik
Uçurtmalar salınsın hiç salınmadık
Şarkılar söylensin hiç söylenmedik
Gönüller çelenk örsün hiç örülmedik.
Kekik koksun doğa, hiç kokulmadık
Sevgiler yaşansın, hiç yaşanmadık
Güller dikilsin hiç dikilmedik
Bülbüller sevda yaksın, hiç yakılmadık.
NO: 82 HÜSEYİN RASİM GÜLER (1941)
(Hüseyin Rasimov Mustafov)
Hüseyin Rasim Güler 1941 yılında Silistre ilinin Bosna köyünde bir çiftçi ailesinden doğdu. İkiz eşidir, ikizlerin ikincisi, ilk okulu köyünde ortayı Silisterde okudu. Razgrat Türk Pedagoji okulundan diploma aldı ve üç yıl ilk okul öğretmenliği yaptı. Askere alındı. Terhis olduktan sonra Sofya Üniversitesi’nin Türkoloji Bölümünü kazandı. Oradan mezun oldu. Kendi köyünde uzun yıllar orta okul Türkçe öğretmenliği yaptı. Daha sonra Silistre şehrine yerleşti. Orda Türkçe neşredilen “Ziya” gazetesinin Sanat ve Kültür sayfasını yönetti. Gazete kapanınca şehrin çeşitli liselerinde Bulgar Dili ve Edebiyatı derslerini okuttu. Bir ara Silistre Yüksek Öğretmen Enstitüsünde mürebbilik yaptı.
Asimilasyon politikasına direniş gösterdiği için tutuklandı, sorgulandı ve kısa süreli sürgüne gönderildi. 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldu. Türkiye’ye iltica etti. Uzun yıllar İstanbul Ticaret Meslek Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yaptı. 2003 yılında emekli oldu. Halen İstanbul’un Yeni Bosna semtinde oturmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca ve Rusça biliyor.
Hüseyin Rasim Güler şiire ergenlik çağında gönül verdi. İlk şiiri on altı yaşındayken Rusçuk’ta Türkçe neşredilen “Tuna Gerçeği” gazetesinde yayımlandı. Daha sonra Hüseyin Rasim Güler şiirden ayrılmadı. Şiirlerinde kendi lirik duygularını ve gezip dolaştığı yerlerden esinlendiği doğa güzelliklerini dile getirmektedir.
Eserleri:
“Kardelen”, Çocuk şiirleri, İstanbul, 1997
“Çoktan Tükenirdi Bu Nefes”, Şiirler, İstanbul, 1996
“Kıbrıs İzlenimleri”, Yolculuk notları, İstanbul, 1998
“İstanbul Defteri”, Şiirler, İstanbul 2001
“Rumeli Türküleri ”, Derleme, Prizren, Kosova 20003
“Köprü”, Mehmet Ali Oruç’un şiirleri, Derleyen, Hüseyin R. Güler İstanbul 20003
“Dünyayı Geze Geze”, Şiirler, İstanbul 2005
“Bodrum Esintileri”, Anı, İstanbul, 2008
AKIN 54
Şehir misali gemilerimiz
Balık gibi suları yarar.
Çelik kanatlı kuşlarımız
Maviliklerden maviliklere dalar
Yapay uydularımız
Döner mi döner
Uzay gemimiz.
Gökleri deler
Akın var akın
Demek ki bu gün değilse yarın
Biz misafiriyiz
Mars’ın, Ay’ın.
1959 Ocak, Razgrat
BİZ İNSANLAR
Biz insanlar
Kurucusuysak bugün yeryüzünün
Yarın yelkenler açacağız
Evren yolculuğuna
Doluşacağız uzay yolcusu gemiye
Otobüse biner gibi …
Ve konacağız gezeğenden gezeğene
Uçacağız koşacağız, yıldızlar aleminde
Bir sözle uzayı fethedeceğiz kardeşim
Yüzeceğiz uzay gemisiyle uzay denizinde
İnan buna.
Güç bizde, fen bizde
İnanç denen kudret dümeni
Sağlam irademizle
Döndükçe elimizde …
Mart – 1965, Bosna Köyü Silistre
SEN MİSİN, ARDA?
“Ben sana demedim mi canlarım
Yusuf’um, kayıklar batacak…”
Rumeli Türküsü
Sen misin bre, Arda
Sen misin bre çılgın nehir
O Yusuf’u alıp giden?
Getir Yusuf’u
Getir Yusuf’u.
Bakıyorum da doludizgin atlar gibi
Coşuyor suları Arda’nın
Hiçbir şeyden habersiz
Her şeyden bihaber …
Ötelerde
Kayıklar beliriyor
Sonra bir yat
Kıyak mı kıyak
Küçümencik
Derken
Bir türkü karışıyor
Akışına dalgaların :
“Çıkar abanı poturunu Yusuf’um
Dalgalar alacak…”
Eyvaah!
Dalgalar dehşetle çarpıyor
Sahilde kayalara
Bakışlarım bir başka oluyor
Düşüncelerim karışıyor
Bir başka oluyorum
Bir canavar misali
Atlayıp da sulara
Boğmak istiyorum Arda’yı
Tüm hırçınlığımla
Yitirdi diye
O civanım Yusuf’u …
Amma şu
İyilikleri de olmasa
Toprağa ve insanlara
Faydası dokunmasa!
Temmuz 1965, Kırcali