Kitabı oku: «Bulgaristan Türk Şiiri Cilt 1», sayfa 4
SEN YİNE ÖĞRETMENSİN 71
Duvarcısın, öğretmen olamadım diye üzülme
Dostlar karşısında öyle boş yere ezilme
Zanaatını kıskanma öğret her isteyene
Başarırsan bu işi öğretmensin sen yine.
Senin dizdiğin duvarlar başkalardan ayrılır.
İşini görenler hep imrenip kalır
Göster ustalığını her isteyen öğrensin
Başarırsan bu işin öğretmenisin sen yine.
Bilirsin her yapıda güçlük nasıl yenilir
Sıkı tutarsa insan elinde iş erir.
Bir haftada yükselir koca bir yapı
Ve açılır bir yuvaya yeni bir kapı.
Zanaatını kıskanmak yakışmaz günümüzde
Yakası açılmadık işler çok önümüzde.
Gelip alem yapmayacak o işleri bize
İnsanın karşısında her güçlük gelir dize.
ŞİİR OKUYUNCA 72
Bir şiir okuyunca, sarhoş olurum en az
O beytler şarkı olur, çalarsa elimde saz.
Bir şiir okuyunca, başkalaşırım haktan
Kuvvetlenir bedenim bakarım kurnaz.
Bir şiir okuyunca yarim gelir aklıma
Yalnızları dolaşıp dostu bırakmak olmaz.
Bir şiir okuyunca, dünyayı dolaşırım
Ağlayanlar gülenler var, güzellerse eder naz.
Bir şiir okuyunca Kocaman gelir aklına
Şiirler dünyasına mekan tutmuş ayrılmaz.
KINALI KEKLİK
Kınalı kekliğim sen neden ürkek?
Çok mudur düşmanın kınalı keklik?
Seni kimler vurdu, ağlıyor yürek
Dertlidir yüreğim, kınalı keklik.
Acep eşin nerede, öter mi yalnız?
Ne güneş güneştir, yıldızlar cansız
Ay bile gökte parlıyor halsiz
Bizde hal mi kaldı, kınalı keklik?
Kanadın benlidir, tellidir başın
Silsem de bitmiyor şu göz yaşın
Genç yaşında kurban düştü kardeşin
Ben de yarsız biriyim, kınalı keklik.
Keklik bu diyarın en güzel kuşu
Baş başa vermişler ötüyor eşi
Hayır’a yorsunlar gördüğün düşü
Sabahlar hayrola, kınalı keklik.
27. 11. 1994 Bisertsi
BÜLBÜLÜN VATANI
Kafeste bülbülüm ah edip ağlar,
Bülbülün vatanı gülün dalıdır.
Mahkumları bilin, kahırlar bağlar
Mahkumun dünyası hüzün halidir.
Dinle bülbülleri gülün dalında
İster genç ol ister yaşlı çağında
Baharı duyarsın kendi bağrında
Bu güzel eğlence, gönül ağıdır.
Bizim bahçemizin en güzel kuşu
Bülbülün yoktur dünyada eşi
Söndürür kalbinde yanan ateşi
Ötüşleri bize meltem yağıdır.
Ozan ilham alır, öterse bülbül
Güzellere ceylan der, çiçeklere gül
Şairin elinde en büyük ödül
Aşılmaz dağların güller bağıdır.
NE DERSİN?
Şu bahçemde bir gül olsan
Dallarına kuşlar konsa
Ben delişmen çocuk olsam
Kırıp kırsam, ya ne dersin?
Sen delişmen çocuk olsan
Dallarımı kırıp kırsan
Ben bir aklıselim olsam
Akıl versem, ya ne dersin?
Sen bir aklıselim olsan
Bana akıl bilgi versen
Edindiğin bilgilere
Boyun eğsem, ya ne dersin?
Edindiğin bilgilere
Başını eğsen, ben okşasam,
Aşık olup seni sevsem
Öpsem, koksam, ya ne dersin?
Aşık olup beni sevsen
Öpsen, koksan, şöyle sarsan?
Kocaman’la hep beraber
Mesut olsak ya ne dersin?
25. 04. 1994
TAVSİYE
Ne derlerse desinler
Deliorman desinler.
Bu güzelim ülkede
Yari dilber desinler.
Çiçekleri bahçede
Her bir renkten desinler.
Babaları oğullar
Dinliyorlar desinler.
Erginleşmiş kızları
Günahsızdır desinler.
Nasihatler tutanlar
Yücelere desinler.
1994 Bisertsi
NO: 88 GALİP MEHMET SERTEL (1942)
(Galip Mehmedov Süleymanov)
Galip Mehmet Sertel 1942 yılında Silistrenin Akpınar (Bist ra) köyünde bir çiftçi ailesinde doğdu. İlk ve orta okulu doğdu ğu köyde okudu. Daha sonra Hacıoğlu Pazarcığında (Tolbuhin) açılan Türk Pedagoji okulundan mezun oldu. On yıldan fazla doğduğu köyde ve aynı ilin diğer köylerinde ilk okul öğretmen liği yaptı. Daha sonra Silistre’de Türkçe yayımlanan “Ziya“ adlı il gazetesinde beş-altı yıl editör olarak görevde bulundu. Ga zetenin kapanmasından sonra Bulgar Çiftçi Birliği Partisinin il teşkilatında Şube sorumlusu olarak çalıştı.
1985 yılında Bulgar Hükümetinin Bulgarlaştırma kampanyasına karşı çıktı. Tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Üç yıl işsiz kaldı. 1989 yılınnın 11 Kasımda Jivkov grubu iktidardan düşürüldü.Yeni bir dönem başladı.Galip Mehmet köyünde “Hak ve Özgürlük”, partisinin kuruşlmasında önemli görevler aldı. 1992 yılında Türkiye’ye geldi. İstanbul’a yerleşti. Halen İstanbul’da bir ilk okulda sınıf öğretmeni olarak görevini sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca biliyor.
Galip Mehmet Sertel şiirle orta okul yıllarında tanıştı. Önce çocuk şiirleri yazdı daha sonra doğup büyüdüğü ve vatan bildiği Dobruca’nın uçsuz bucaksız buğday tarlalarında çalışan Türk köylüsünün Bulgaristan ile Romanya’nın Dobruca için sınır kavgalarından çektiği acı dolu kaderini ve her on beş yılda bir gelen göç trajedisini dile getirdi. Şiirlerinde arı bir Türkçe kullandı.
Şiirleri merkez ve yerel gazetelerin sanat sayfalarında dağınık bir şekildedir.
“Toz Toprak Dobruca”, Şiirler, Prizren, Kosova, 2007
DOBRUCA 73
Dobruca’ mı anlatayım sana
Gözümü açtığım ilk göz ağrısı
Gönül ocağım
Sosuz kırlarda
Sabırsız koşan çocukluğum.
Ayrı düşmeye gör
Sol yanımda acım sızım
Ekilecek tarlam
Geçilecek yolum
Bir tane evim bağrım.
Mutluluğa uzanan el
Ben bu toprağın oğluyum
Baba yurdu burası
Burası sevilir ömre bedel.
1965 Silistre
MANZARA 74
Yıldızlar okşuyor beyaz elleriyle
Kar yüklü dağların tepelerini
Tabiat gülüyor sihirli sesiyle
Yırtarak gecenin siyah matemini.
Ay çalkalanıyor sema deryasında
Ceviz dallarının dökülmüş ak nuru
Geceler tutulmuş sükut rüyasında
Etrafta geziyor gecenin soğuk ruhu.
1967
BEKLEYİŞ 75
Bir kız
Bir deniz
Deniz yıkıyor göz yaşları ile
Kızın beyaz ayaklarını
Martıların kahkahaları
Öpüyor dalgaları..
Kız gülüyor güneş gibi
Hasretli bakışı sahilde
Çıplak ayakları
Gamlı sahilde.
1968, Balçık
ŞİİR DEDİĞİN 76
Şiir dediğin,
Müjde kuşu bütün iyiliklerin
Ana toprağa düşen tohum
Özgürlüğe, güzelliğe adanmış
Ha doğdu
Ha doğacak…
Şiir dediğin
Şu bizim Koca Balkan haydut şarkıları ile
Oturmuş memleketler güzeline
Düşmanla düşmüş amansız cenge,
Ha yendi
Ha yenecek…
Şiir dediğin,
Rakovski’ nin77 kından çıkmış kılıcı
Veya kız bakışlı dağ çiçeği
Diz çöküp kaynaktan içtiğim su
Veya bir iki dilim ekmek Dobruca’ da
İhtiyar babamın gönülsüz sofrasında.
1973
BİZİM MEMLEKET 78
Bu yollar ip gibi uzun
Tuna’ dan Rodoplar’a
Bu bereketli toprak
Talihinde bin bir acı yara
Tarihinde bin bir şanlı dava.
Denize akan o küçük ırmak
Bu Koca Balkan haydut şarkıları ile
Bu gül vadisi oylum, oylum
Bizim memleket oğlum
Bu abideler
Dağ başında yol kavşağında
Acı geçmişte, yiğitliği hikaye eder.
Gördüğün o harabeler ki
Sıvasız duvarları kurşun yarası
Kulak kabart oğlum
Sönmemiş ocak başlarında gece yarısı
Paisiy’ in79 tarihinde anlatılan yerler
Bizim evler
Bizim memleket.
1974, Silistre
ZAMANLA BEŞ GERÇEK 80
“Soykırımı günleri temerküz kamplarının cetvellerinde
babasının adını bulamayan çocuk Zaman’ın mezar
taşına şu beş gerçeği gözyaşlarıyla yazmış…”
BİRİNCİ GERÇEK: SUÇ
Tuna yalısında gecelerin boyu kısa
Babaları kaybolanların öyküsü uzun…
Ölüm dedikleri şey kapı, kapı gezmiyor
Kol gezmiyor köyden köye, bağıra çağıra
Zamanla Türklük öldürülüyor usul, usul…
İKİNCİ GERÇEK: İHANET
Diyelim ki bir akşam vakti
Günlerden Salı aylardan Ocak
Çocuğun mavi gözlerinde
Mavi rüyalar hasreti
Zaman duracak....
Diyelim ki, bir akşam vakti
Yıllardan bin dokuz yüz seksen beş
Akşam yemeğinden evvel
Sofrada “Bismillah” bile demeden
Seni evsiz edecekler evinden....
ÜÇÜNCÜ GERÇEK: İSYAN
“Mecit Tabya’da yıldız yok bu akşam
Ne kızların gülüşü var Silistre’ de
Deliorman’ı boğmuş kıyım selinde
Çarmıha gerilmiş ağlamakta Zaman
Mezar taşları kırılmış gömütlükte
Feryat ediyor sükut içinde yatan....
Kıyamet günleri henüz gelmiş değil
Çocuğun kutsal isyanı bitmiş değil…
DÖRDÜNCÜ GERÇEK: İBRET
Önce çocuklar kalacak Silistre’de
Sonra deli divane olmuş bir öksüz Zaman
Bir yol var
Gidelim mi dostlar?
Bir yol güneye, güneşe…
Bir yolculuk yalınayak, çırılçıplak…
Size değil, çocuklara sözüm
Çocuklar aldanmasın
Aldanmasınlar
Olsunlar birbirlerine el ayak.
BEŞİNCİ GERÇEK: ÜMİT
Zamana sarılıyorum Zamana
Yolum varıyor Asya bozkırlarına
Aşıkların türkülerini dinliyorum düğünlerde
Atalarımın öyküsü
Üç kıtada koşan atların nal sesleri
Seyrana çıkmış kızları görüyorum, gelinleri
At üstünde yiğitleri
Atlarıyla geliyor Türk illeri…
Seni düşünüyorum, Seni
Nerene gizledin bunca derdi?
Yüreğin nasıl çatlamadı kahrından
Tuna yalısında çırpınırken Zaman?
Ve ümidim sendedir.
Sen ümitsin ey çocuk
Gözlerin demet, demet çiçek
Gözlerin ışıl, ışıl bin bir dilek.
Haziran 1989 Silistre
NO: 89 HASAN M. HASAN ÖZKAN (1941-2002)
(Hasan M. Hasanov)
Hasan M. Hasan Özkan 1941 yılında Kırcali iline bağlı Aşağı Tozçalı (Dolno Prahova) köyünde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde, orta ve liseyi Eğri Dere (Ardino) şehrinde okudu. Daha sonra Sofya Devlet Üniversitesi’nin Türkoloji Bölümüne yazıldı ve oradan mezun oldu. Birkaç yıl kendi köyünde okul müdürlüğü yaptı. Gayretli çalışmalarına rağmen totaliter rejimin yöneticilerine bir türlü yaranamadı. Türkçe’yi sevmesi ve Türkçe şiirler yazması idarecileri uzun zaman rahatsız etti. En sonunda Hasan M. Hasan Özkan kendi köyünden uzaklaştırıldı. Yıllarca etraf köylerde, önce öğretmen, Türkçe’nin yasaklanmasından sonra da eğitmen olarak zor şartlar altında görev yaptı.
Hasan M. Hasan Özkan 1989 yılında zorunlu göç kapsamına alınarak sınır dışı edildi. Türkiye’ye iltica etti. Bursa’ya yerleşti. Osman Gazi, Hürriyet Lisesinde Edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. 2002 yılında Bursa’da vefat etti. Evliydi ve iki çocuğu vardı. Bulgarca ve Rusça biliyordu.
Hasan M. Hasan Özkan lise yıllarında şiiri tanıdı,şiir hocası Şahin Mustafa’dan ders aldı ve bir daha şiirden ayrılmamak şartı ile ona bağlandı. İlk şiiri 1964 yılında yayımlandı, daha sonra yerel ve merkez basında adına sık, sık rastladık. Onun şiiri akıcı, sıcak ve düşündürücüdür, sanki kolay söylenmiş gibi görünse de ölçülüdür, pürüzlerden ustaca arındırılmıştır.
Şiirlerini Bulgaristan’da yasaklar yüzünden kitaplaştırmadı. Türkiye’de yayınladığı eserler:
“İnsan”, Şiirler, Bursa, 1994
“Yardım Eli”, Şiirler Bursa 1996
“Tan Gülcüğü”, Şiirler, Bursa 1997
“Yeni Şiirler”, Şiirler, Bursa 2000 (Yayınlanmadı)81
BAHAR OLSUN DA 82
Mevsim olsun, dal olsun, yeşil olsun,
Akan ırmak akar, akar denizi bulur
Yeşil çimen püfür, püfür kabarır durur
Yeşil olsun, güneş olsun, su olsun da…
Leylek uçar, kırlangıç uçar, gök olsun da
Yüzler güler, gönül hazla dolsun da
İnsan yorgunluğunu unutur, nağmeler alsın da
Bahar olsun, yeşil olsun, çiçek açsın da…
Mutluluğundan yüz güler, hayat gülsün de
Gönül coşar, kederi neşe silsin de
Bahar olsun, güneş olsun, ışık saçsın da
Mutluluk bahçesinde çiçekler açılır.
UMMAK 83
Elime bir damla su aldımsa
Koskoca bir deniz umarım…
Elime bir avuç toprak aldımsa
Bir bütün toprak umarım
Elime bir gül aldımsa
Bir dünya, bahçe umarım
Baharın bir gününden bile
Bir bütün yaz umarım…
Umudun elleri yok, ister
Umudun ömrü uzun, yaşar
Umudun gözleri yok, görür
Umudun ayakları yok, koşar
Elin aldım, gözün umarım.
Gözün aldım, dudağın umarım....
Bal gibi bulaştın ağzıma,
Bahçemde her çiçekte seni ararım.
1967, Söğütkesiği Kırcali
UNUTTUN MU? 84
Çocukluğunu unuttun mu
Tütün dizmeyi öğretirdim sana
ellerini tuta, tuta…
Boynunu eğip dururdun
Büyük gibi dinlerdin beni
Gözlerime baka, baka…
Sen o zaman iyiydin
Aldanırdık her güne…
Nasıl alıştıydı ellerin
İğneli, tütüne…
Dikiliverdi gözlerin, yüzüme bir gün,
Püfür, püfür bakışın
doldu içime…
Çocukluğunu unuttun mu?
Elin tütünde
Bakışın içimde kaldı.
ÇALIŞMAK İNSANIN TANRISIDIR 85
Bazen umutla vardığın
Kapılar kapanacak sana
Çalışmanın kapısını çalacaksın o zaman
Açılacak
İsteyeceksin
İstediklerini uzatacak bir el.
Bu veren eli çok beğeneceksin
Bir dost kapısı belleyeceksin onu
Dön dolaş yolun orayı boylayacak.
Sakın ihanet etme,kapama bu kapıyı.
Alnındaki terin namusun olsun
Nasırlı ellerinle tıklat onu
Duyduğun derin iniltiler varsa
Bu kapıya varmamanın sancısıdır
Anla ki, çalışmak insanın Tanrısıdır.
PENCEREMDE BU SABAH
Gündüzü arayanlar penceremde bu sabah
Bir kuş, bir erik dalı, bir de çiçek,
Hasreti içinde köpüren bir yürek var
Güneşi bir kerede içecek!
Sabahı bekleyenler penceremde bu sabah
Sabahla Koca Çayır’ da gölgeler uzanacak
Uğursuz kargalar bağırsa da sabahtan biraz önce
Penceremde gibi yanacak ufuk yine.
Odama girmek isteyenler penceremde bu sabah
Penceremi açtım misafirlerime
Komşu evlerden sonra geldi bana güneş
Sonra rüzgar, erik dalı, kuşlar…
Beni uyur bulmak isteyenler penceremde bu sabah
Yine beni uykusu başında buldunuz değil mi?
Bu bahar sabahlarında uyumak çok güç bir şey
Uyur diye bir nice sessiz durdunuz değil mi?
Pencereme her zaman gelenler yine penceremde bu sabah
Sevinçlerime karışan sabahla erir gam
Yalnızlığı seviveren şu kalbim yok mu?
Gelin hey, siz gelmezseniz boş kalır odam.
SENİ SEVİYORUM 86
Ben seviyorum diyorum, sen sevgilim de bana
Yolum volkan alev olsa, yanar gelirim
Ateşinle iç içeyim özlem çekerim yana, yana
Dağlar arkasında ağrını anlar gelirim…
Gözüm gece gündüz gözüne baksın da doymasın
Öyle sev, öyle konuş ki, sözün gönül oymasın
Neden gönlün aşkı çok saymasın
Kemanına “Tın” de, Şahinime konar gelirim…
Sana vurulan aşık sensiz aymazım
Sözümü anlamadınsa öleyim, kimse duymasın
Sana vurulan aşık benim,anla benim
Özlem “Tak” der, gün ve saat sayar gelirim.
Sevmek ne ki, gel yanarken gör beni
Eğer gelemdimse, kuşlara sor beni
Otlardan, çiçeklerden parça, parça der beni
Su başında bir derin “Ah” çek, duyar gelirim…
FATMA’YA SORULAR 87
Biliyorum yat desem yatmazsın gece yarısı da olsa
Biliyorum yatmazsın benden önce…
Hiç bir şey yapmazsın benden önce
Oturmazsın yemek masasına bile…
Belki de bir tabakları yıkarsın benden önce
Benden önce bakmazsın aynaya
Dışarı güneşe çıkmazsın benden önce
Ve soyunmazsın benden önce güneşte
Ter su içinde kalsan da…
Suya düşsen de, yağmurda ıslansan da
Güneşte kurunursun soyunmadan…
Bir şey yapmazsın, benim yanımda benden önce
Yoruldum bile demezsin benden önce…
Susadım, acıktım da demezsin…
Kokluyorum aşkı ıtırını
Melekler benden önce alıp aşırmasın seni
Tutun bana derim, tutunmazsın yine
Gidersen, ağlarım arkandan
Yanarım arkandan
Haykırırım…
Bir kez geri dönüp bakar mısın?
NO: 90 MEHMET ABDURRAHMAN ULUCAN (1941)
(Mehmet Abdurrahmanov Mehmedov)
Mehmet Abdurrahman Ulucan 1941 yılında Şumnu ilinin Razvigorovo köyünde orta halli bir çiftçi ailesinde doğdu. İlk ve orta okulu kendi köyünde okudu. Şumnu’da Türk lisesinden mezun oldu. Daha sonra Sofya Tıp Fakültesini bitirdi ve Genel Cerrahlık dalında uzman oldu. Şumnu’ya döndü ve Sosyal Sigortalar Hastanesinde uzun yıllar cerrah olarak çalıştı. Deliorman Türkleri arasında sünnetin yasak olduğu yıllarda Türk çocuklarını cesurca ve tıbbi kaidelere uygun olarak sünnet ettiği için geniş bir üne sahip oldu. Yıllarca yerli yöneticiler tarafından takip edildi, sorgulandı. Lakin genç şair yılmadan milli görevini yerine getirdi. 1978 yılında baskılara dayanamayarak Şumnu’dan ayrılmak zorunda kaldı ve Varna şehrine ailesiyle beraber yerleşti. On yıl Varna Devlet Hastanesinin Genel Cerrahi Servisinde çalıştı.
Asimilasyon kampanyasına karşı çıktı. Gözaltına alındı sorgulandı. 1989 yılında zorunlu göç kapsamına alınarak Türkiye’ye gönderildi. Halen İstanbul’da oturmakta ve Devlet Hastanesinin Genel Cerrahi bölümünde görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca ve Rusca biliyor.
Mehmet Abdurrahman Ulucan, çağdaşlarının iç dünyasındaki sıcak duyguları ve sevginin gücünü dile getiren şairlerimizdendir. Şiirlerini bir kitapta toplayıp kitaplaştıramadı.
GÜZ GÜNLERİ 88
Boldur, derler, güz günleri gözyaşına
Yaprak dalına ağlar
Bahçe gülüne
Ayrılık yarine,
Güz günleri ulu dağlar
Bağlar belini rüzgara
ağlar… ağlar…
Ey, güz günleri, güz günleri.
Eh, gözyaşları, gözyaşları…
Aktı avuçlarımdan bir güz günü
Güz günleri gibi sarı
Göz yaşları gibi duru
Yarimin kınalı saçları.
GECE 89
Gece yumuşacık salınıyor üstümüze
İçimiz rahatsa
Yoksa bir ezikliğimiz
Geceye yumuşacık gömülüyoruz
Sevdiklerimizden uzak da olsak
Eminsek sevildiğimize…
Geceye kuşkusuz
Bırakıyoruz hayatımızı
Geceye güveniyoruz
Anamız gibi…
1967 Şumen
GECE NÖBETİ 90
(Asistanım Dr. Tokin’ e ithaf)
Bu saatlerde dünyamızın yüzü
Bu saatlerde insanlar
Bu saatlerde diriler ve ölüler
Ne haldeler?
Karşıda
karanlığın çukurunda bir ışık,
Bir ev olmalı.
Niye yanar bu vakit
Belki iki sevdalı
Belki bir anne yavrusunu emzirir
Belki sarhoş koca şimdi döner evine
Belki bir hasta…
Belki bir ölü
Işık kapadı gözünü
Döndü beynime saplanan sarı oklar.
Bu saatlerde bizim doğum evi
Bu saatlerde nöbetçi asistanım
Bebekler
Anneler
Bu saatler, bu saatler…
Bu saatlerde uyuyor şehir
Ve tramvaylar durakta
ağaçlar ayakta.
bulutlar gökte.
Yar uyuyor
kar gibi bir yatakta
Annem uyuyor uzaklarda
rüyalarında ben
Kuşlar uyuyor
kanatları altında yavruları.
Sesler uyuyor, renkler uyuyor
Uyuyor şehir bir bebek gibi.
Böyle sakin
Böylesine korkusuz
uykular ne iyi!
Uyuyor şehir
uykusuzluklardan bihaber.
Uyuyor şehir,
dertleriyle, ümitleriyle
ölecekleri doğacakları ile beraber.
Uyuyor şehir.
İSTEK 91
Çıldıracağım, çatlayacağım
bir şey yapmamaktan
Kuru bir yaprak gibi günlerce
yeşil bir dalda sallanıp durmaktan.
Bulut olmalıyım, bulut
yağmalıyım iri, iri, bol, bol
tohumlu topraklar üstüne
Ve yerimi güneşli bir maviliğe terketmeliyim.
GÜLÜŞÜN 92
Bir eşil yaprak gibi
Kopup düştü içime
Anıların arasından…
Niye sararmamış
Güz olmasına rağmen çoktan..
Şaştım
Sevindim
Kederlendim
Meğer oymuş yaşayan
Bir günkü aşkımızdan
Ruhumda solmadan.
1968, Şumen
HAYAT 93
Belki gencim
Bel ki ihtiyar
Belki baharındayım ömrün
Belki güzünde
Belki gülmekten çok
Ağlamayı öğretti bana yıllar....
Belki geçtiğim yollarda
Pişman da olurum yaşadığıma
Belki yeşermeyecek umudum gibi
Hayat dalım hiç bir gün
Belki hiç bir şey bırakmayacağım
Sana layık
Ama yaşadım
Yaşıyorum
Sevdim seni hayat
Tepeden tırnağa kadar.
1969, Sofya
SEVGİ ÜSTÜNE 94
Seviyorum demek
ne güzel
Belki bir çocuk
ne canından ne kanından kopma,
Belki bir kadın
belki senden hiç habersiz
ama Anjela95 gibi aydınlık saçan.
Belki bir ağaç
kışta kederli
baharda ışıl, ışıl.
Belki bir türkü
yıllanmış şarap gibi
içe işleyen.
Belki her gün biraz daha güzelleşen Yurdum
Belki bir küçücük
bu kocaman evren…
Alnın bıçak, bıçak bölünmüş
Kat, kat nasırlı ellerin
Seviyorum diyerek
yaşamak ne iyi…
1972, Şumen
BİR MELODİ 96
Nereden geldi bu yumuşacık ses
Hangi kuşun kanadı çarptı ruhuma
Hangi çocuk elini almışım avucuma
Gözlerim kime güldü böyle ansızın…
Anne, bu kuşluk vakti sen mi beni andın
Yavrularım mı yoksa oynaşır sokakta
Yoksa bahar mı yaklaşıyor
ve eriyen karların şırıltısı
dağlardan yankılanıp
kulağıma ulaşıyor?…
Nereden geldi bu yumuşacık ses
sanki özlemini çektiğim iki tatlı söz
sanki oturmuşuz dostlarla bir yerlere
gençlikte geçtiğimiz yollardan geçiyoruz…
Sanki babamla gece yarısı baş başa
kahve içiyoruz
sanki batıyorum derinlere, ama korkusuz
sanki bir rüyaya dalıyorum
ve rüyada her şey güzel..
Ve işte rüyadan uyanıyorum.
Ve o sesi arıyorum.
İnanamıyorum.
Bir melodi gibi mi
geçiveriyor ömrümüz?…
1979, Sofya
NO: 91 MESTAN MUSTAFA ADALI (1941)
(Mestan Mustafov)
Mestan Mustafa Adalı 1941 yılında Haskovo ilinin Kirkovo Belediyesine bağlı Ada (Ostrovets) köyünde fakir bir çiftçi ailesinde doğdu. İlk ve orta okulu köyünde okudu. Liseyi Momçilgrat (Mastanlı) da bitirdi. Köyünde bir kaç yıl memurluk yaptıktan sonra öğrenimine devam eden Mestan Mustafa Adalı Kırcali’deki “Lüben Kararvelov” adlı Yüksek Öğretmen Enstitüsünün Bulgar–Rus Dili ve Beden Eğitimi Bölümünden mezun oldu. Doğduğu bölgenin çeşitli köylerinde orta okul öğretmeni olarak görev yaptı. İki dönem belediye başkanı oldu, birkaç yıl il gazetesinde editör olarak çalıştı.
Totaliter rejimin çökmesinden sonra yeni ufuklara kavuşan şair 1993 yılında Kırcali’deki Yüksek Öğretmen Enstitüsünün Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü dışarıdan verdiği sınavlarla bitirerek üçüncü ihtisasını da aldı. Aynı yıl Kırcalii ilinin Çorbaciysko köyündeki orta okulda Türkçe öğretmeni olarak göreve başladı ve uzun yıllar orada çalıştı. Halen Kırcali ilinin Çorbaciysko köyünde oturuyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca ve Rusça biliyor.
Mestan Adalı orta okul çocuklarına şiiri sevdirdi ve yeni Demokrasi döneminde Bulgaristan okullarında 1993 ilk “Türkçe Edebiyat” derneğini kurdu. Derneğin Folklor grubu ile efsaneler, maniler, türküler ve tekerlemeler toplamaya başladı.
Mestan Adalı şiire ve türkülere annesinin söylediği türkülerle sevdalandı. Şiirlerinde Doğu Rodopların güzelliğini, göçlerin getirdiği acıları anadilinin yüceliğini ve insan onurunun değerini dile getirdi. Bir çok şiirini besteleyerek sazı ile bölge insanın kalbine taşıdı.
Eserleri: “Şarkılarımda Sen”, Şiirler, Kırcali 1998
TÜRKAN 97
Aralık 1984 yılında Bulgarlaştırma sürecine karşı direnişte Benkovski yakınlarında şehit düşen 17 aylık Türkan’a.
Aylardan Aralıktı o zaman
Yıllardan bin dokuz yüz seksen dört
Dili olsa, söylese o orman
Nasıl can verdi Türkan.
Hazin, hazin dere çağladı
Çığlıklar her kalbi dağladı
Yer gök doya, doya ağladı
Milletim karalar bağladı.
Bu yıl gene vardım mezarın başına
Adını yakıştıramadım soğuk mezar taşına.
Türkan, Türkan, Türkan
Sana olsun ebedi şan
Uğruna döktüğün kan
Yazdı ölümsüz bir destan.
İşte yine Aralık ayı,
Kalplerde yenilendi eski sızı
Ana kucağında şehit düştün
Oldun özgürlüğün sönmez yıldızı.