Kitabı oku: «Şimdi ve Sonsuza Dek », sayfa 5

Yazı tipi:

“Koyu iyidir!” diye bağırdı adam.

Emily krema almak üzere kendi zihninde bir not aldı ve biri içeride çalışan adam için biri de kendi için iki fincan dumanı tüten kahve koydu.

Ona kahvesini verdiği sırada, adam “Buraya yeni mi taşındınız?” diye sordu.

“Sayılır,” dedi Emily. “Burası babamın eviydi.”

Adam daha fazla zorlamadı, buranın ona babasından kaldığını veya buna benzer bir durum olduğunu çıkarmıştı. "Elektrik sistemi oldukça kalitesiz," diye cevap verdi. “Burada kablo tv olduğunu sanmıyorum.”

Emily güldü. Sadece üç gün önce bu evi görseydi bu soruyu sormanın bile anlamsız olduğunu bilebilirdi. “Kesinlikle hayır,” diye yanıtladı neşeli bir şekilde. Babası her zaman televizyondan nefret etmiş ve yasaklamıştı. Çocuklarının yazın tadına varmalarını istiyordu, onlar televizyon izlerken hayatın geçip gitmesi değil.

“Bağlamamı ister misiniz?” dedi adam.

Emily bir süreliğine duraksadı ve düşündü. New York’tayken kablolu televizyonu vardı. Hatta bu, hayattaki birkaç eğlencesinden biriydi. Ben her zaman Emily’nin televizyonda izlediği şeylerle alay etmişti. Amy de onun sevdiği programları seviyordu ve bu yüzden onunla programlar hakkında konuşurlardı. Bu da ilişkilerinde onlara batan birçok şeyden biri olmuştu. Ama sonunda Ben hafta sonları boyunca spor programları izlemenin karşılığında Emily’nin Amerika’nın Yeni Top Modeli yarışmasını izlemesine razı olmuştu.

Emily, Maine’e geldiğinden beri en sevdiği şovları kaçırdığının farkına bile varmamıştı. Ve şimdi, bütün o çöpü geri hayatına almak garip geliyordu, sanki bir şekilde bu eve gölge düşürecek gibiydi.

“Hayır, teşekkürler,” diye yanıtladı. Televizyon bağımlılığının New York’tan çıkar çıkmaz iyileştiğini görmek onu biraz şaşırtmıştı.

“Tamam, pekala, hepsi tamam.” Telefon hattı tamamdır ama bir telefon almanız gerekiyor.

“Ah, bende yüz tane kadar olacak,” diye yanıtladı Emily, en ufak derecede bile abartmıyordu, tavan arasında telefonlarla dolu bir kutu bulmuştu.

“Tabi,” dedi adam, biraz şaşırmıştı. “İnternet de bağlandı ve çalışıyor.”

Adam Emily’ye modemi gösterdi ve telefonunu bağlayabilmesi için arkasında yazan şifreyi ona sesli okudu. Telefonu bağlanır bağlanmaz akmaya başlayan e-postalarla titremeye başlamıştı.

Köşede görünen e-posta sayısı arttıkça o da izliyordu. Favori giyim markalarının postaları ve spamların arasında ayrıldığı şirketten gelen kontratının “feshiyle” ilgili sert başlıklı postalar da vardı. Emily bunları daha sonra okumaya karar verdi.

Mahremiyetinin internetle ve e-postalarla birlikte işgal edildiğini hissetti, bir anda son bir kaç günü özlemeye başladı. Daha önce e-postasına, telefonuna olan bağımlılığını ve bunlar olmadan nasıl yaşamını sürdüremediğini fark etmiş ve şaşırmıştı. Şimdi aslında böyle yaptığı için kendine kızıyordu, üstelik buna da şaşırmıştı.

Emily’nin telefonu titremeye devam ediyordu, “Birileri oldukça popüler,” dedi adam kıkırdayarak.

“Gibi,” diye mırıldandı Emily, telefonu ait olduğu yere, kapının yanına bıraktı. “Teşekkür ederim,” diye ekledi, kapıyı açtığı sırada adama doğru döndü. “Medeniyetle tekrar bağlantı kurduğum için mutluyum. Burada insan kendini yalıtılmış hissedebiliyor.”

Kapının önündeki merdivenlere çıktığı sırada “Rica ederim,” diye yanıtladı adam. “Ah ve kahve için teşekkür ederim. Gerçekten çok iyiydi. Bir kafe açmayı düşünmelisiniz!”

Emily onu uğurladığı sırada bu sözleri aklına takılmıştı. Belki de gerçekten bir kafe açması gerekirdi. Gittiği cadde ana cadde olmasına rağmen üzerinde hiç kafe yoktu, New York’ta ise her köşe başında bir tane vardı. Kendi kafesini açtığında Karen’ın yüz ifadesini hayal etmeye çalıştı.

Emily evi temizleme işine geri döndü; kaldırımın üzerindeki yığına yeni şeyler ekliyor, yüzeyleri siliyor ve döşemeleri süpürüyordu. Yemek salonunda resim çerçevelerinin ve vitrinlerde duran süslerin tozunu alarak bir saat geçirdi. Tam bir yerlere geldiğini hissettiği sırada; duvarda asılı olan bir kilimi silkelemek için indirdi ve arkasında duran kapıyla karşılaştı.

Emily bir anda durdu ve kapıya doğru derin ve uzun bir bakış attı. Bu kapıyla ilgili en ufak hafıza kırıntısına bile sahip değildi; bir çocukken görmüş olsa bir hayran kalacağını biliyordu. Kolu denedi ama sıkışmış olduğunu fark etti. O kilere koştu ve bir kutu WD-40 getirdi. Kapı kolunu yağladıktan sonra çevirebilmişti. Ama kapı sanki hızla kapatılmışçasına yerine sıkışmış gibiydi. Bir kez omzuyla vurarak açmayı denedi. Ve sonra tekrar, ve sonra tekrar. Dördüncü denemesinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti ve son bir daha ittikten sonra kapı açılmıştı.

Karşısına sadece karanlık çıkmıştı. El yordamıyla bir anahtar bulmaya çalıştı ama başarısız oldu. Tozun havada yarattığı kalınlığı ciğerlerine çektiğini hissediyordu. Buranın karanlık ve korkutuculuğu ona bodrum katını hatırlatmıştı ve hemen Daniel’ın ilk günü için bıraktığı feneri almaya gitti. Karanlık odayı aydınlattığında karşısına çıkan görüntü karşısında soluksuz kalmıştı.

Burası devasa bir odaydı ve Emily’ye buranın balo salonu olabileceğini düşündürttü. Ama şimdi burası eşyayla doluydu; sanki bu kadar malzemeyi tıkmak için bir yer, bir başka çatı katı olarak kullanılmıştı. Eski bir pirinç karyola, kırık bir gardırop, kırık bir ayna, dede saati, birkaç kahve masası, büyük bir kitaplık, uzun boylu, dekoratif lamba, banklar, kanepeler, masalar vardı. Kalın örümcek ağları sanki her şeyi birbirine bağlamışçasına her yere yayılmıştı. Manzara karşısında dehşete düşen Emily odanın etrafında dolaşırken elindeki fenerin ışığı küflenmiş duvar kağıdını aydınlatıyordu.

Bu odanın kullanıldığı bir zamanın olup olmadığını hatırlamaya çalıştı, veya belki de kilimin altında kalan bu kapı babası tarafından bile hiç fark edilmemişti. Babasının burayı hiç fark etmemiş olması mantıklı gelmiyordu ama burayla ilgili hiçbir anısı yoktu. Yani burası o doğmadan önce burası kapatılmıştı. Eğer böyleyse evin bu kanadı diğer kısımlarından çok daha önce terk edilmiş, çok daha az bakımlı olmalıydı.

Emily, bu evi temizlemek daha önce planladığından çok daha uzun süre alacaktı. Gün boyu yaptığı işlerden yorgun düşmüştü ama henüz üst kata bile çıkamamıştı. Tabii, kapıyı kapayabilir ve babasının bir zamanlar yaptığı gibi burası yokmuş gibi davranabilirdi. Ama burayı eski görkemine kavuşturma fikri çok çekiciydi. Kafasında son derece net bir görüntü vardı; döşemeler cilalanmış ve parlıyordu, tavandan bir avize asılıydı; uzun ipek bir elbise giymiş ve saçları kabarık, hayallerindeki erkekle vals yapıyor, danslar ediyordu.

Emily odadaki ağır ve büyük nesneler baktı – kanepeler, metal yatak çerçeveleri, yatak döşekler— bunları tek başına taşımanın, odayı düzeltmenin mümkün olmayacağını fark etti. Şekil evde iki kişilik bir iş olmuştu.

Onun yardımını almama kararı alan Emily ilk kez Daniel’a ihtiyacı olduğunu kabul etmişti.

*

Emily hızla evden çıktı, biraz sonra yaşayacağı konuşma yüzünden şimdiden sinirlenmişti. Çok gururlu bir insandı ve bunca insanın içinde Daniel’dan yardım istemek onu tedirgin ediyordu.

Arka bahçe boyunca müştemilata doğru yürüdü. Karların yeterince erimesiyle ilk kez bahçenin ne kadar bakımlı olduğunu iyi bir şekilde görebiliyordu. Bunun Daniel’ın işi olduğu aşikardı. Çalıların hepsi özenle kesilmişti ve çiçek yatakları çakıl taşlarıyla güzelce çevrelenmişti. Yazın ne kadar güzel durduğunu hayal edebiliyordu.

Daniel onun geldiğini hissetmiş gibiydi çünkü gözlerini çalılardan oluşturduğu duvardan müştemilata doğru çevirdiğinde onu gördü; kapısı açıktı ve omzunu girişe dayamış orada duruyordu. Yüzündeki ifadeyi şimdiden okuyabiliyordu. “Ayaklarıma kapanmaya mı geldin?” diyordu.

“Yardımına ihtiyacım var,” dedi, selam vermeye zahmet etmedi.

Onun tek cevabı “Hm?”

“Evet,” dedi kaba bir şekilde. “Evde bir oda var ve içi benim kaldıramayacağım kadar ağır mobilyalarla dolu. Hepsini taşımam için yardım edersen sana para veririm.”

Belli ki Daniel hemen cevap verme ihtiyacı duymuyordu. Hatta, normal sosyal ilişki kurallarıyla alakalı görünmüyordu.

“Biraz temizlik yaptığını fark ettim,” dedi sonunda. “Bu yığını daha ne kadar burada tutmayı planlıyorsun? Komşular sıkıntı yaratmaya başlayacak.”

“O yığını bana bırak,” diye yanıtladı Emily. “Bana sadece gelip yardım edecek misin onu söyle.”

Daniel kollarını bağlamış, acelesi yokmuş gibi davranıyordu, Emily’nin kaynayıp taşmasını bekliyor gibiydi. “Ne kadar büyük bir iş bu?”

“Açık konuşmak gerekirse,” dedi Emily, “sadece balo salonu değil. Ben bütün evi temizlemek istiyorum."

"Bu iddialı," dedi Daniel. “Ve burada sadece iki hafta kalacağın düşünülürse anlamsız.”

“Aslında,” dedi Emily kaçınılmaz olanı geciktirmeye çalışır gibi,  “altı ay kalacağım.”

Emily havadaki gerginliği hissediyordu. Daniel sanki nefes almayı unutmuştu. Ondan pek hoşlanmıyordu ama sanki ona birinin öldüğü söylenmiş gibi bu onun için bile sıra dışı bir tepkiydi. Onun hayatında böyle gözle görülür, elle tutulur bir stres yaratıyor oluşu Emily’nin sinirini bozmuştu.

"Neden?" Dedi Daniel, alnında derin bir çizgi görünüyordu.

"Neden?" Emily tepki vermişti. “Çünkü bu benim hayatım ve burada kalmak için her hakka sahibim.”

Daniel kaşlarını çattı, bir anda kafası karışmıştı. “Hayır, yani demek istediğim bunu neden yapıyorsun?” Evi tamir etmek için neden bu kadar çaba harcıyorsun?”

Aslında Emily’nin bir cevabı yoktu, ya da en azından Daniel’ı tatmin edebilecek bir cevabı. Onu sadece şehirden kasabaya gelen, her şeyi berbat eden ve ardından eski hayatına geri dönen bir turist olarak görüyordu. Emily’nin daha basit bir hayattan zevk alabileceğini, şehirden kaçmak için iyi bir sebebi olduğunu düşünebilmek onu aşıyordu.

“Bak,” dedi Emily, siniri artıyordu, “bana yardım etmen için sana ödeme yaparım dedim. Sadece birkaç mobilya taşımak ve belki biraz boya yapmak için. Soruyorum çünkü başa çıkamayacağım kadar büyük işler var. Yani var mısın, yok musun?”

Daniel gülümsedi.

“Varım,” diye yanıtladı. “Ama senin paranı almıyorum. Bunu ev için yapacağım.”

“Onu bozacağımı düşündüğün için mi?” Kaşlarından birini kaldırarak karşılık verdi Emily.

Daniel başını salladı. “Hayır. Bu evi sevdiğim için.”

En azından böyle bir ortak noktaları vardı diye düşündü Emily alaycı bir şekilde.

“Ama eğer yaparsam bil ki bu kesinlikle bir çalışma ilişkisi olacak,” dedi Daniel. “Sadece iş. Ben arkadaş aramıyorum.”

Bu cevap karşısında sersemlemiş ve sinirlenmişti.

“Ben de öyle,” dedi. “Ben de aksini söylemiyordum zaten.”

Gülümsemesi daha da büyüdü.

“İyi,” dedi.

Daniel el sıkışmak üzere kolunu uzattı.

Emily kaşlarını çatmıştı, nasıl bir işe girdiğinden emin değildi. Sonra elini sıktı.

“Sadece iş,” diyerek kabul etti.

Yedinci Bölüm

Daniel Emily’yi takip ettiği sırada “Yapmamız gereken ilk şey,” dedi, “pencerelerdeki kontrplakları çıkarmalıyız.” Elindeki metal alet kutusu o yürürken eliyle birlikte bir ileri bir geri sallanıyordu.

“Aslında, sadece eski mobilyaları çıkarmak istiyorum,” diye yanıtladı Emily, Daniel’ın şimdiden patron gibi davranması onu kızdırmıştı.

“Güneş sonunda kendini göstermeye başlıyor ve sen büyün gün yapay ışıklarla mı idare etmek istiyorsun?” Diye sordu Daniel. Bu aslında bir soru değildi; aslında başka türlüsünü yapmak istediği için bir aptal olduğunu ima ediyordu. Bu sözler Emily’ye babasının sözlerini hatırlattı; babası da tüm gün televizyon izlemesindense Maine güneşinin tadına varmasını isterdi. Kabul etmek acı verse de Daniel doğru bir noktaya parmak basmıştı.

“Pekala,” dedi Emily, pes etmişti.

Emily, ilk denemesinde nasıl camı kırdığı gibi boynunu da kırmaya yaklaştığını hatırladı ve gönülsüz de olsa Daniel’ın burada olması onu rahatlatıyordu.

Durum üzerinde biraz kontrol kazanmaya çalışarak “Hadi oturma odasından başlayalım,” dedi. “En çok burada vakit geçiriyorum.”

“Tabi.”

Söylenecek başka bir şey yoktu, konuşma Daniel tarafından söndürülmüş gibiydi ve böylece sessizce koridor boyunca yürüdüler ve oturma odasına geldiler. Daniel vakit kaybetmeden alet kutusunu yere koydu ve çekicini aramaya koyuldu.

“Şöyle tut,” dedi, kontrplağı nasıl destekleyeceğini gösteriyordu.   Emily yerine geçti ve Daniel da çekicin pençe gibi olan tarafıyla çivileri sökmeye başladı. “Vay canına, çiviler tamamen paslanmış.”

Çivilerden biri bir patırtıyla yere düştü. "Bu döşemelere zarar verir mi?"

“Hayır,” dedi Daniel, tamamen görevine odaklanmıştı. “Yerlerin ne kadar zarar gördüğünü gün ışığı içeri girince göreceğiz.”

Emily sızlandı. Döşemelerin zımparalanması için bütçe ayırmamıştı. Belki de Daniel’ı bunu yapması için ikna edebilirdi.

Daniel son çiviyi de söktü ve artık Emily kontrplağın bütün ağırlığını üzerinde hissediyordu.

“Tuttun mu?” diye sordu, bir eliyle parçayı pervaza doğru bastırıyor Emily’nin yükünü olabildiğince hafifletmeye çalışıyordu.

“Tuttum,” diye cevap verdi.

Daniel elini çekti ve Emily geriye doğru sendeledi. Emily’nin sakarlığını Daniel yanındayken göstermeme çabası ya da başka bir sebepten kontrplak parçayı yere ya da başka bir şey üzerine düşürmemeyi, başka bir yere çarpmamayı veya kendini herhangi bir şekilde küçük düşürmemeyi becermişti. Yavaşça yere indirdi sonra kalktı ve ellerini çırptı.

Emily pencereden giren ilk ışıkla birlikte şok içinde kalmıştı. Oda gün ışığında güzel görünüyordu. Daniel haklıydı, gün ışığı varken elektrikle aydınlanmak suç gibi bir şeydi. Pencerelerle başlamak harika bir fikirdi.

Başarılarıyla heyecanlanan Emily ve Daniel evin alt katındaki bütün pencereleri birer birer hallediyor, evin doğal ışıkla dolmasını sağlıyorlardı. Odaların çoğunda yerden tavana kadar, bu ev için özel yapılmış pencereler vardı. Bazıları çürümüş veya böceklerin istilasına uğramış ve zarar görmüşlerdi. Emily özel yapım pencerelerin ne kadar masraflı olacağını biliyordu, bunu düşünmemeye çalıştı.

“Yukarı çıkmadan önce balo salonundaki pencereleri de halledelim,” dedi Emily. Evin ana bölümündeki pencereler oldukça güzeldi ama içinden bir ses evin terk edilmiş kısmındakilerin daha da güzel olacağını söylüyordu.

“Balo salonu mu?” diye sordu Daniel, bu sırada Emily ona yemek odasını gösteriyordu.

"A-ha," diye yanıtladı. “Burada.”

Kilimi kenara çekti ve arkasındaki kapı göründü, Daniel’ın yüzündeki ifade Emily’nin hoşuna gitmişti. O genellikle soğuk kanlıydı ve okuması zor biriydi; Emily, onun şok yaşamasına sebep olduğu için heyecanlanmaktan kendini alamadı. Ardından kapıyı açtı ve içeri bir fener tuttu, odanın enginliği aydınlanmıştı.

“Vay canına,” dedi Daniel, şok olmuştu, kafasını eğdi ve kapıdan içeri girdi. "Evin bu bölümünün varlığından haberim bile yoktu."

“Benim de,” dedi Emily, bu sırrı biriyle paylaşmanın verdiği sevinçle gülümsüyordu. “Bunca yıldır burada gizli kaldığına inanmakta güçlük çekiyorum.”

“Burası hiç kullanılmamış mı?” Diye sordu Daniel.

Emily başını salladı. “Hatırladığım kadarıyla hayır. Ama birileri bir zamanlar kullanıyormuş.” Işığı doğruca odanın ortasında duran mobilya yığınına tuttu. “Çöplük olarak.”

“Yazık,” dedi Daniel. Tanıştıklarından beri Daniel ilk kez gerçekten duygularını ifade ediyordu.  Bu gizli oda ikisinin de akıllarına durgunluk vermişti.

İçeri attılar ve Daniel, Emily’nin bu odayı ilk keşfettiğinde yaptığı gibi keşfe çıkmış adımlıyordu.

Odadaki tozla kaplı şeyleri incelediği sırada “Ve buradaki her şeyi atmak mı istiyorsun?” dedi Daniel, omzunun üzerinden. “Eminim buradaki bazı şeyler değerli ve pahalı antika şeyler.”

Antika seven birinin evinde antikalarla dolu gizli bir oda olması Emily’ye rastlantı gibi gelmedi.  Yine de babasının haberi olup olmadığını merak etmişti. Burayı mobilyalarla dolduran o muydu? Yoksa evi aldığında da burası böyle miydi? Hiç mantıklı gelmiyordu.

“Sanırım,” diye yanıtladı Emily. "Ama nereden başlayacağımı bile bilmiyorum. Yani, tek başıma kaldıramayacağım eşyalar var derken ne demeye çalıştığımı anlıyorsun. Bunları satsam? Alan biri olur mu?” Bu, babasının dünyasıydı, hiçbir zaman anlayamadığı veya ilgi duymadığı bir dünya.

“Pekala,” dedi Daniel, gözleri büyük sarkaçlı saatteydi. “Artık internetin var değil mi? Biraz araştırma yapabilirsin. Bunların hepsini öylece atmak yazık olur.”

Emily onun söylediklerini düşündü ve belirli bir detay onu özellikle etkilemişti. “İnternetim olduğunu nereden biliyorsun?”

Daniel omuz silkti. “Ben sadece kamyonu gördüm, hepsi bu.”

“Bana bu kadar yakın ilgi duyduğunu bilmiyordum,” diye yanıt verdi Emily, sahte bir şüphe duyuyor gibi bir havası vardı.

“Fazla heveslenme,” Daniel’ın sıkıcı cevabı gelmişti, ama Emily onun dudaklarındaki alaycı gülümsemeyi görebiliyordu. “Bu şeyleri de buradan çıkarmalıyız o zaman,” diye ekledi, Emily’yi düşler dünyasından geri çıkarmıştı.

Gerçekliğe dönmüştü, “Evet, harika,” dedi.

Daniel ve Emily pencerelerdeki kontrplakları sökmeye koyuldular.  Ama evin ana bölümlerindeki camların aksine burada kontrplakların arkasındaki pencereler,  Tiffany stüdyosundan çıkmış müthiş güzellikte işlenmiş camlarla yapılmıştı.

"Vay!" Emily, odanın farklı renklerde ışıklarla dolmasıyla birlikte büyülenmişti. "Bu inanılmaz!"

Bu sanki bir hayal dünyasına adım atmak gibiydi. Oda bir anda, güneş ışığıyla mavi, pembe ve yeşil renklere bürünmüştü.

“Eminim ki babamın bu camlardan habere olsaydı burayı kesin açardı,” diye ekledi Emily. “Bir antikacının hayallerinin gerçeğe dönüşmesi olurdu.”

“Bunlar oldukça şaşırtıcı,” dedi Daniel, karmaşık yapılarını ve parçaların birbirine nasıl güzel uyum sağladığını takdir edercesine inceliyordu.

Emily dans etmek istedi. Pencereden giren ışık nefes kesici güzellikteydi, sanki havadan yapılmışçasına, bütün kaygıları yok olmuş gibi hissettiriyordu. Bu oda kış güneşinde bile o kadar harika gözüküyordu ki, parlak yaz güneşi bu pencerelerden içeri süzülmeye başladığında nasıl görüneceğini hayal bile edemedi.

"Bir ara vermeliyiz," dedi Emily. Saatlerdir çalışıyorlardı ve artık bir zaman vermek için uygun bir zamandı. “Yiyecek bir şeyler ayarlayabilirim.”

"Bir randevu gibi mi?"  dedi Daniel, şakacı bir şekilde başını salladı. "Yanlış anlama ama sen benim tipim değilsin."

"Ha, öyle mi?" dedi Emily, o da Daniel’a katılmış, şaka yapıyordu. "Peki senin tipin nedir?"

Ama Emily, Daniel'in yanıtını duyma fırsatı bulamadı. Emily’nin dikkatini tahminen yıllardır duran ve pencerenin kenarından şimdi düşen bir şey çekmişti. Bir dakika önceki gülüşmeler ve şakalar kaybolmuştu, bütün dikkati yere düşen kağıt parçasına kaymıştı. Bir fotoğraf.

Emily onu yerden kaldırdı. Eski, yıpranmış görüntüsüne ve küflenen arka tarafına rağmen çok eski bir fotoğraf gibi gözükmüyordu. Renkliydi ama yıllar içinde renkler atmıştı. Charlotte’un fotoğrafını tuttuğunu anladığı sırada boğazında bir düğüm oluştu.

"Emily? Sorun nedir?" diyordu Daniel ama Emily onu pek duyamıyordu. Yirmi yıldan uzun süredir görmediği bu yüzün, Charlotte’un görüntüsü karşısında nefesi kesilmişti. Kendini tutamayan Emily ağlamaya başladı.

"Bu benim kız kardeşim," dedi, boğuluyordu neredeyse.

Daniel Emily’nin omuzlarının üzerinden titreyen parmaklarındaki fotoğrafa baktı.

Aniden ve nazik bir şekilde, “Hadi, ver onu bana.” dedi.

Uzandı ve fotoğrafı elinden aldı ve ardından bir kolunu omzuna atarak Emily’yi odadan dışarı çıkardı. Emily karşı çıkamıyordu, oturma odasına götürülmesine izin verdi. Charlotte’un yüzünü görmek onu şoka uğratmış, hipnotize etmişti.

Ağlamaya devam eden Emily kafasını Daniel’dan uzağa, başka yöne çevirdi.

"Ben… Belki artık gitsen iyi olur."

"Tamam," dedi Daniel. “Sen yalnız başına iyi olduğun sürece.”

Emily oturduğu tabureden kalktı ve Daniel’a kapıya doğru gitmesini işaret etti. Dikkatlice onu yalnız bırakmanın güvenli olup olmadığını tartmaya çalıştı ama en sonunda alet çantasını topladı ve kapıya yöneldi.

“Eğer bir şeye ihtiyacın olursa,” dedi kapının eşiğinde, “haber vermen yeterli.”

Emily konuşamıyordu, kapıyı Daniel’ın üzerine kapattı. Döndü ve sırtını kapıya yasladı, nefes alıp verirken titriyordu. O dizlerinin üstüne çöktü, karanlık da etrafına. Bir köşede kıvrılıp ölmek istiyordu.

*

aniden telefondan gelmeye başlayan tiz ses onu bu korkunç hissiyatta boğulmaktan kurtarmıştı. Emily etrafına baktı, ne zamandır yerde kıvrılmış yatıyordu emin olamadı.

Bulunduğu halde kafasını kaldırdı ve kapının yanındaki masanın üzerinde ışıkları yanıp sönen, titreyen telefonuna baktı. Ayağa kalktı, Ben’in aradığını görmek bir sürpriz olmuştu. Bir süre telefona doğru baktı, Ben’in ismi daha önce binlerce kez olduğu gibi telefonun ekranında yanıp sönüyordu. O üç harf, BEN, çok normaldi ama birden bire çok yabancı geldi, şu an, bu ev içerisindeyken, Charlotte’un yüzünü gördükten ve bütün gün Daniel’la olduktan sonra çok yanlıştı.

Emily uzandı ve çağrıyı reddetti.

Ekran kapanır kapanmaz tekrar aydınlandı. Bu sefer arayan Ben değil, Amy idi.

Emily, kendine atılan bir can simidi gibi telefonu kaptı.

“Amy,” şok olmuşçasına kısa bir nefes aldı. “Aradığına çok sevindim.”

“Ne diyeceğimi bile bilmiyorsun,” dedi arkadaşı.

"Umurumda değil. Telefon rehberini bile okusan umurumda olmaz.  Ben sadece sesini duyduğum için seviniyorum.”

“Pekala,” dedi Amy, “Benim aslında sana söyleyecek heyecan verici bir şeyim var.”

“Öyle mi?”

“Evet. Aşağı Doğu Yakasında o dönüştürülmüş kilisede yaşama hayalimiz var ya, hani nasıl harika bir şey  olacağını konuşurduk, hatırladın mı?”

"A-ha," dedi Emily, bunun nereye gittiğini bilmiyordu.

“İşte,” dedi Amy, ses tonu sanki büyük bir açılışa hazırlanıyor gibiydi, “bu tamamen mümkün! İki yataklı bir bölüm kiralık, ve kesinlikle bütçemize uygun.”

Emily duraksadı, zihni bilgiyi filtreliyordu. Amy ve Emily New York’ta öğrenciyken, sık sık gittikleri Aşağı Doğu Yakasında etrafı havalı barlarla dolu, dönüştürülmüş bir kilisede yaşamanın hayalini kuruyorlardı. Ama bu hayal yirmili yaşlarında kalmıştı. Emily’nin hayali artık bu değildi. O bundan çok önce geçmişti.

“Ama ben burada mutluyum,” dedi Emily. "New York'a dönmek istemiyorum.”

Hattın diğer ucunda uzun bir sessizlik oldu. “Yani, hiçbir zaman mı?” dedi sonunda Amy.

“Yani en azından altı ay boyunca. Tasarruflarım bitene kadar. O zaman başka ayarlamalar yapmam gerek.”

“Ne gibi, tekrar benim kanepemde yatmak gibi mi?” Amy’nin ses tonunda bir tutam düşmanlık gelmişti.

“Üzgünüm, Amy,” dedi Emily hayal kırıklığı içinde. “Bu artık benim istediğim bir şey değil.”

Arkadaşının iç geçirdiğini duydu. "Gerçekten orada kalacak mısın?" dedi sonunda. "Maine’de? O ürpertici eski evde? Yalnız?"

Emily burada kalma kararı ile ne kadar tamamen doğru ve güçlü hissettiğini fark etti. Ve bunu Amy’ye sesli şekilde söylemek tamamen gerçek yapmıştı.

Derin bir nefes aldı, yıllardır ilk kez kendine güvenmiş ve ayakları yere basmıştı. Ardından basitçe aktardı, “Evet, eminim.”

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
210 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
9781640291218
İndirme biçimi:
Serideki Birinci kitap "Sunset Limanı Konağı"
Serinin tüm kitapları
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,9, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,7, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,5, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,2, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 4 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,7, 18 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 5 oylamaya göre