Kitabı oku: «Şimdi ve Sonsuza Dek », sayfa 4

Yazı tipi:

Beşinci Bölüm

Emily derin ve rüya dolu bir uykudan sonra teninde bir sıcaklık hissiyle uyandı. Üşümemek o kadar yabancı gelmişti ki bir anda uyanıverdi ve ani bir şekilde doğruldu. Bu sırada bir parça gün ışığının perdelerin arasındaki boşluktan içeriye girdiğini fark etti. Yataktan çıktığı sırada eliyle gözlerine gölge yaptı ve pencereye doğru gitti. Perdeleri açtığı an önündeki manzara da görünür olmuştu. Güneş çıkmıştı, bütün parlaklığını karların üzerine yansıtıyor ve onları hızla eritiyordu. Emily, pencerenin hemen yanındaki dalların üzerindeki sarkıtlardan su damlalarının damladığını görebiliyordu, güneş ışığıyla birlikte küçük gökkuşağı damlalarına dönüşüyorlardı. Bu sahne nefesini kesiciydi.  Hiç bu kadar güzel bir şey görmemişti.

Kar, Emily’nin kasabaya gitmesine karar verdirecek kadar erimişti. O kadar açtı ki; sanki Daniel’ın dün getirdiği çorba, Ben ile ayrıldıktan ve istifa ettikten sonra kapanan iştahını yeniden açmıştı. Altına kot pantolonunu üstüne de tişörtünü giymiş ardından takım elbisesinin ceketini üstüne geçirmişti çünkü elinde azıcık da olsa kabana benzeyen bir tek bu vardı. Bu kılık içerisinde biraz garip görünüyordu ama birçok insanın hurda arabasıyla eski evin önüne parkeden yabancıya dikkat edeceğini düşündüğü için kıyafeti endişeleri arasında değildi.

Emily merdivenlerde aşağı koridora doğru yürüdü ardından dünyaya açılan ön kapıyı araladı. Sıcaklık tenini okşuyordu ve kendi kendine gülümsedi, bir anda gelen mutluluk dalgasını hissediyordu.

Daniel’in karın içinde açtığı yolu takip etti ve okyanusa doğru giden yoldan dükkanların olduğunu hatırladığı yöne doğru yürümeye başladı.

Yol boyunca sanki zamanda geri gitmiş gibi hissediyordu. Burası hiç değişmemişti, yirmi yıl önce orada olan dükkanlar hala ayaktalardı. Kasap dükkanı, pastane tıpkı hatırladığı gibi kalmışlardı. Zaman onları değiştirmişti, ama sadece ufak farklar vardı, tabelalar daha cafcaflı hale gelmişler, içeride satılan ürünler daha modern olmuşlardı ama hissiyat yine aynıydı. Bütün bu ilgi çekici antikalık onu dışarıdan görünür şekilde mest ediyordu.

Emily kendini ana o kadar kaptırmıştı ki önünde kaldırımın üzerinde oluşmuş buz parçasını göremedi. Kaydı, yere serilmişti.

Nefesi kesilen Emily yerde sırt üstü yatıyor ve inliyordu. Yaşlı ve nazik bir surat hemen üzerinde belirdi.

Elini uzatarak "Yardım ister misin?" dedi adam.

"Teşekkürler," diye yanıtladı Emily, bu nazik teklifi geri çevirmedi.

Adam onu tekrar ayağa kaldırdı. "Bir yeriniz acıyor mu?"

Emily’nin boynu kasılmıştı. Ağrı hissediyordu ama bunun sebebi dün büfeden düştüğü için mi yoksa buzda kayıp düştüğü için miydi bilemiyordu. Bu kadar sakar olmamayı diledi.

"Ben iyiyim," diye yanıtladı.

Adam başını salladı. "Şimdi, doğru anlamama izin verin. Siz West Street’teki eski evde kalansınız, değil mi?"

Emily’yi utanç duygusu sarmıştı. Dikkat çekmek, bu küçük kasabanın dedikodu konusu olmak onu rahatsız etmişti. "Evet, bu doğru."

"O zaman, evi Roy Mitchell’dan mı aldınız?" dedi.

Emily babasının ismini duyunca kala kaldı. Tam karşısında duran bu adam aynı anda garip bir keder ve umut ile dolmasına ve kalbinin düzensiz bir şekilde çarpmasına sebep olmuştu. Bir anlığına tereddüt etti, kendini toparlamaya çalıştı.

"Hayır, ben, hmm, ben onun kızıyım," kelimeler sonunda çıkabilmişti.

Adamın gözleri büyüdü. "O zaman Emily Jane olmalısın," dedi.

Emily Jane. Bu isim onu sarsmıştı. Yıllardır kimse ona böyle hitap etmiyordu. Bu, babasının taktığı lakaptı; bu da Charlotte yaşamını yitirdikten sonra hayatından çıkan başka bir şeydi.

Emily yanıtladı. "Artık sadece Emily’yi kullanıyorum."

"Pekala," dedi adam onu süzüyordu, "epey büyümüşsün ha?" Nazik bir şekilde güldü ama Emily kaskatıydı, sanki hissetme kabiliyeti çekilip alınmış, midesinde karanlık bir çukur oluşturmuş gibiydi.

"Kim olduğunuzu sorabilir miyim?" dedi. "Babamı nereden tanıyorsunuz?"

Adam yine güldü. Dostça davranan, diğer insanları rahatlatan tipte biriydi. Emily sert davrandığı için suçlu hissetti, yıllar boyunca New York’ta yaşamaktan dolayı alıştığı bir şeydi bu.

"Ben Derek Hansen, belediye başkanı. Baban ve ben yakındık. Birlikte balık tutar kağıt oynardık. Birkaç kez size akşam yemeğine gelmiştim ama eminim, bunu hatırlamak için fazla küçüktün."

Haklıydı, Emily hatırlamıyordu.

"Peki, tanıştığımıza memnun oldum," dedi, bir anda bu sohbeti bitirmek istiyordu. Belediye Başkanının onunla ilgili, onun bilmediği anıları olması garip bir duyguydu.

"Sen de," Belediye Başkanı yanıtladı. "Ve söyle bana, Roy nasıl?"

Emily gerildi. Yani adamın, Emily’nin babasının kayıplara karıştığından haberi yoktu. Buradakiler onun buraya gelmeyi bıraktığını varsayıyorlardı. Neden başka türlüsünü farz etsinlerdi ki? Derek Hansen’in olduğunu iddia ettiği gibi iyi bir arkadaş bile bir kişinin buharlaşıp gittiğini ve bir daha geri gelmeyeceğini düşünmezdi. Akla ilk gelen bu değildi. Emily’nin aklına gelen kesinlikle bu olmamıştı.

Emily duraksadı, görünüşte zararsız ama inanılmaz derecede tetikleyici etkisi olan bu soruya nasıl cevap vereceğini bilemedi. Terlemeye başladığını fark etti. Belediye Başkanı ona garip bir ifadeyle bakıyordu.

Bu sorgulamaya son vermesi umuduyla bir anda "O vefat etti," dedi.

Böyle de oldu. Yüzünde vahim bir ifade belirdi.

"Ben bunu duyduğuma üzüldüm," diye yanıtladı Belediye Başkanı. "O harika bir adamdı."

"Öyleydi," Emily yanıtladı.

Ama aslında aklından şöyle düşünüyordu: öyle miydi? Annesi ve Emily ona en çok ihtiyaç duydukları anda o kaçmış, onları terk etmişti. Bütün aile Charlotte’un kaybının yasını tutuyordu ama sadece o kendi hayatından uzaklaşmayı, kaçmayı seçmişti. Emily, insanın kendi duygularından kaçma ihtiyacını anlayabiliyordu ama ailesini terk etmek onun için akıl alan bir şey değildi.

"Ben gitsem iyi olacak," dedi Emily. "Biraz alışveriş yapmam gerek."

"Tabii," Belediye Başkanı yanıtladı. Adamın sesi daha ayık geliyordu ve Emily adamın rahatlığını ve mutluluğunu emdiği için sorumlu hissetti. "Kendine iyi bak Emily. Eminim tekrar karşılaşırız."

Emily elveda dercesine başını salladı ve hızla uzaklaştı. Belediye Başkanı’yla karşılaşmak onun kafasını karıştırmış, yıllarca derinlere gömmeye çalıştığı hislerin ve düşüncelerin yeniden uyanmasına sebep olmuştu. Küçük bir bakkala girdi ve kapıyı kapattı, dış dünyayla ilişkisini kesmiş gibi oldu.

Bir sepet aldı ve malzemeleri doldurmaya başladı: pil, tuvalet kağıdı, şampuan, bir ton konserve çorba. Ardından tezgaha doğru ilerledi, kasanın arkasında yusyuvarlak bir kadın ayakta bekliyordu.

"Merhaba,” dedi kadın, gülümsüyordu.

Emily, biraz önceki karşılaşması yüzünden hala huzursuz hissediyordu. "Merhaba," diye mırıldandı, kadınla göz göze gelmek pek mümkün olmamıştı.

Kadın, Emily’nin aldıklarını barkod okuyucudan geçirirken göz ucuyla Emily’ye bakıyordu. Emily anında bunun sebebini anlamıştı, kadın ya onu tanımıştı ya da kim olduğunu öğrenmişti. Şu an, Emily’nin uğraşmak istediği son şey bir başkasının babası hakkında sorular sormasıydı. O kırılgan kalbinin bununla başa çıkabileceğine emin değildi. Ama artık çok geçti, kadın bir şey söylemeye niyetli gibi görünüyordu. Sepeti dolmuş taşmıştı, ama okuyucudan sadece dört şey geçmişti. Bir süre burada mahsur kalacaktı.

"Sen Roy Mitchell'ın en büyük kızısın, değil mi?" dedi kadın, gözlerini kısarak.

"Evet," Emily küçük bir sesle yanıtladı.

Kadın heyecanla ellerini çırptı. "Biliyordum! Bu yele gibi saçları nerede görsem tanırım. Son kez gördüğümden beri hiç değişmemişsin!"

Genç bir kızken buraya sıkça gelip dergi ve sakız alıyor olmalıydı ama buna rağmen Emily kadını hatırlayamadı. Kendi geçmişinden bu kadar kopmuş olması, eski benliğini silip tamamen başkası haline gelmesi ona inanılmaz geliyordu.

"Şimdi biraz daha kırışıklığım var," diye yanıtladı Emily, kibar bir sohbet sürdürmeye çalışıyor ama berbat bir şekilde başarısız oluyordu.

"Pek sayılmaz!" dedi kadın. "Hep olduğun kadar güzelsin. Aileni yıllardır görmedim. Ne kadar oldu?"

"Yirmi."

"Yirmi yıl mı? Peki, Peki. İnsan eğlenirken zaman gerçekten uçup gidiyor!"

Okuyucudan bir şey daha geçirdi. Emily sessizce acele etmesini umuyordu. Ama o, sıradaki şeyi poşete koymak yerine duraksadı, süt kutusu poşetin üstünde asılı kalmıştı. Emily kadına baktı, kadın uzaklara dalmış, başka bir yöne bakıyordu ve yüzünde bir gülümseme vardı. Emily başına gelecekleri biliyordu: bir anekdot.

"Hatırlıyorum da," diye başladı kadın, Emily ise kendini hazırladı, "baban beşinci yaş günün için sana yeni bir bisiklet yapıyordu. En iyi parçaları bulmak için bütün kasabada pazarlık yapardı. Herkes onun cazibesine kapılırdı, değil mi? Ve arka bahçe satışları yapmayı çok severdi."

Artık Emily’ye doğru bakıyor ve onun da hatırlamasını teşvik edercesine başını sallıyordu. Ama Emily hatırlayamıyordu. Zihninde hiç bir şey uyandırmadı; bisiklet sadece kadının sarf ettiği sözcüklerle oluşmuş bir hayalet gibiydi.

“Eğer doğru hatırlıyorsam,” devam etti kadın, parmaklarıyla çenesine dokundu, “bütün bisikleti, zil, kurdeleler ve diğer her şeyi on dolardan daha masrafla toparlayabilmişti.   Bütün yazını bunu yaparak geçirmiş, güneşin altında kavrulmuştu.” Kıkırdamaya başladı, bunu hatıra gözlerini parıldatmak. “Kasabanın içinde sık sık gezerken görürdük seni. Bisikletle gurur duyardın, herkese onu babanın senin için yaptığını anlatırdın.”

Emily’nin içi kaynamaya başlamıştı, sanki midesinde bir duygu volkanı vardı. Bütün bu güzel anıları nasıl silebilmişti? O kaygısız çocukluk günlerinin ve aile saadetinin değerini nasıl bilemedi? Ve babası onları nasıl bırakıp gidebildi? Bütün yaz boyunca kızına bisiklet yapmaya uğraşan birinden ailesini bir daha görmemek üzere bırakıp giden biri haline nasıl gelmişti?

“Hatırlamıyorum,” dedi Emily sert bir ses tonuyla.

“Hatırlayamıyorsun?” dedi kadın. Yüzündeki gülümseme solmaya başlamıştı. Sanki artık sadece kibarlıktan gülüyordu.

“Acaba…” dedi Emily başıyla kadının elindeki konserve mısıra doğru işaret etti, devam etmesini söylemek istiyordu.

Kadın, sanki neden orada olduğunu unutmuş gibiydi; sanki, hizmet vermek yerine eski bir tanıdıkla sohbet etmek için oradaydı.

“Evet, tabii” gülümsemesi tamamen yok olmuştu.

Emily duygularıyla başa çıkamıyor gibiydi. Evin içinde olmak onu mutlu ve huzurlu yapıyordu ama kasabanın geri kalanı onu berbat hissettiriyordu. Çok fazla anı, onun işine burnunu sokan çok fazla insan vardı. Mümkün olduğunca çabuk eve dönmek istiyordu.

“Peki,” dedi kadın, bu anlamsız sohbeti bitirmeye niyetli değilmiş veya bunu beceremiyormuş gibi, “ne kadar daha kalmayı planlıyorsun?”

Emily kendini satır aralarını okumaktan alıkoyamadı. Kadın aslında bu huysuz suratın ve asabi tavırların bu kasabayı daha ne kadar rahatsız edeceğini soruyordu.

Emily cevap verdi. "Emin değilim,"  "Aslında uzun bir hafta sonu olacaktı ama şimdi düşünüyorum da belki bir hafta olabilir. Belki de iki.

“Güzel bir şey olmalı,” dedi kadın, Emily’nin aldığı son şeyi de torbaya koyuyordu, “istediğin zaman iki haftalık bir ara verme lüksüne sahip olmak.”

Emily gerildi. Kadın keyifli ve mutlu olmaktan düpe düz kabalığa geçmişti.

Kadının son söylediğini yok sayarak “Size borcum nedir?” dedi.

Emily borcunu ödedi ve poşeti kucakladı ve dükkandan olabildiğince hızlı şekilde çıktı. Daha fazla kasabada kalmak istemiyordu, burası onu klostrofobik hissettiriyordu. Hızla eve gitti, babasının burayı neden bu kadar sevdiğini merak ediyordu.

*

Emily eve vardığında kapının önünde elektrikçinin kamyonunu fark etti. ;  Olumsuz duyguları bir kenara atma becerisini bir çocukken öğrenmişti; kasabada yaşadıklarını hızlıca arkasında bıraktı ve evde yaşanan bir büyük sorunun daha aşılmak üzere olduğu için kendini mutlu ve heyecanlı hissetmek için serbest bıraktı.

Kamyon gürlemeye başladı, Emily onların gitmek üzere olduklarını fark etmişti. Daniel onun adına onları eve almış olmalıydı. Elindekilere yere bıraktı ve onlar evin önünden ayrıldıkları sırada onlara el sallamaya başladı. Onu gören sürücü durdu ve camını indirip dışarı sarktı.

"Ev sahibi siz misiniz?" dedi.

“Hayır, yani… evet, sayılır.” Ben orada kalıyorum," dedi, nefes nefese. “Elektriği açabildiniz mi?”

“Evet,” dedi adam. "Soba, buzdolabı, ışıklar, hepsini kontrol ettik ve her şey çalışıyor."

"Harika!" dedi Emily, çok mutluydu.

“Yalnız,” adam devam etti, “bazı dalgalanma sorunlarınız var. Sanırım evin bakımsızlığından kaynaklanıyor. İçeride kabloları çiğneyen bir fare veya onun gibi bir şey olabilir. En son ne zaman tavan arasına çıktınız?”

Emily omzunu silkti, heyecanı kayboluyordu.

“Pekala, belki sizin için oraya bakacak birini bulabilirsiniz. Sahip olduğunuz elektrik sistemi eski. Dürüst olmak gerekirse çalıştırmamız bir mucizeydi.

"Tamam," dedi Emily zayıf bir sesle. "Haber verdiğiniz için teşekkürler."

Elektrikçi başını salladı. Uzaklaşmadan önce “İyi şanslar,” dedi.

O söylememişti ama Emily cümlenin geri kalanını duyabiliyordu: ihtiyacınız olacak.

Altıncı Bölüm

Emily üçüncü gün geç uyandı. Vücudu sanki Pazartesi olduğunu anlamıştı. Normalde bu saatlerde işe yetişmeye çalışırdı; metroya binmek için diğer insanlarla yarışır, sıkılmış, yarı uyku durumunda sakız çiğneyen gençlerin ve okudukları gazeteyi katlamayı reddeden ve dirsekleriyle çevresindekileri rahatsız eden iş adamlarının arasına sıkışmış olurdu. O pek hak ettiği uykuyu almıştı. Halsiz başı ve yaşlı gözleriyle yorganın içinden çıktı, en son ne zaman sabahın yedisinden sonra uyandığını hatırlamaya çalışıyordu. Muhtemelen yirmili yaşlarından, Ben’le tanıştığından beri böyle bir şey yapmamıştı.

Mutfağa indi, bakkaldan aldığı malzemelerle kahve yapmak ve krep pişirmek için uzun zaman harcamıştı. Buz dolabının sesini duymak ve dolapların ağzına kadar dolu olduğunu görmek onu mutlu ediyordu. New York’tan ayrıldığından beri ilk kez kendini toparlamış hissetti, en azından kışı geçirecek kadar.

Krepten aldığı her lokmanın ve her yudum kahvenin tadına varıyordu, iyi dinlenmiş, sıcak ve yenilenmiş hissediyordu. New York Şehri’nin sesleri yerine tek duyabildiği uzakta, kıyıya vuran dalgalar ve eriyen sarkıtlardan damlayan suların ritmik sesiydi. Uzun zamandır ilk kez huzurlu hissetti.

Bu rahatlatıcı kahvaltıdan sonra Emily mutfağı baştan aşağı temizledi. Bütün döşemeleri sildi, pisliğin altından o karmaşık William Morris tasarımını ortaya çıkmıştı. Dolap kapaklarındaki vitray motifleri parlatmıştı.

Mutfağı bu hale sokmanın verdiği güçle Emily diğer odalara da el atmaya karar verdi, bu da bulunduğu hali görmeye korktuğu bir odaydı. Kütüphane.

Kütüphane çocukken en sevdiği oda olmuştu. Beyaz ahşap kapılar tarafından bölünmüş bir odaydı bu, böylece kendisini okuma köşesine kapabiliyordu. Ve tabii, içerideki bütün kitapları çok seviyordu. Emily, iş kitaplara geldiğinde hiç şımarık biri olmamıştı. Babasına göre yazılmış her şey okumaya değerdi. Bu sebepten kızının bu rafları kapaklarında yakışıklı erkek siluetlerinin ve gün batımını resimleri ve küçüklere hitap eden yazı tipleriyle bezenmiş gençlik aşk romanları, lise dramalarıyla doldurmasına izin vermişti. Emily kitapların tozunu aldığı sırada gülmeye başladı. Sanki utandırıcı ve garip bir geçmiş korunmuştu. Ev bu kadar uzun süre terk edilmemiş olsaydı, bu kitapları bir noktada atmış olurdu. Ama burada kaldıkları için tozla kaplanmışlardı.

Bir melankoli çökmüştü üzerine, elindeki kitabı tekrar raftaki yerine bıraktı.

Daha sonra Emily elektrikçinin tavsiyesini dinledi ve tavan arasındaki kabloları kontrol etmeye çıktı. Eğer gerçekten fareler kablolara zarar verdilerse ne yapacağını bilmiyordu; ya tamir için gerekli parayı verecekti ya da geri kalan zamanını buna harcayacaktı. Orada sadece bir iki hafta kalacaksa bu yatırım mantıklı olmayacaktı.

Geri çekilebilen merdiveni aşağıya çekti, üstündeki kara delikten gelen toz onu öksürtmüştü. Ardından başının üzerindeki dikdörtgen açıklıktan içeriye bir göz attı. Tavan arası onu bodrum katı kadar korkutmamıştı ama örümcek ağlarını ve küfü düşünmek onu pek de heyecanla doldurmuyordu. Şüphelendiği fare henüz aklına bile gelmemişti…

Emily merdivenleri dikkatlice çıktı, her adımını yavaşta atıyor, bu boşluğa santim santim çıkıyordu. O çıktıkça tavan arası da kendini daha çok belli ediyordu. Burası tahmin ettiği gibi ağzına kadar eşyayla doldurulmuştu. Babasının sık sık gittiği arka bahçe satışları ve antika fuarları yüzünden evde sergileyebileceklerinden çok daha fazla eşyaları vardı ve annesi daha az güzel olanların bazılarını buraya sürmüştü. Emily, iki yüz yaşında olması muhtemel koyu ahşap bir konsol, rengi solmuş, yeşil bir dikiş taburesi  ve meşe, demir ve camdan yapılmış bir kahve masası gördü. Babası bu şeyleri eve getirdiğinde annesinin yüzünü hayal etti ve kendi kendine kıkırdadı. Onun zevkine o kadar uzak şeylerdi ki. Annesi modern, şık ve sade ve temiz şeyleri severdi.

Boşandıklarına şaşmamalı diye düşündü alaycı bir şekilde.  Evin içinin tasarımı konusunda bile anlaşamıyorken başka ne üzerinde anlaşabilirlerdi ki!

Emily artık tamamen tavan arasına çıkmıştı ve herhangi bir farenin varlığına dair belirtiler aramaya koyuldu. Ama etrafta hiç dışkı yoktu, çiğnenmiş kablolar da öyle. Bunca yıl terk edilmişlikten sonra burada fare sürülerinin olmaması mucizevi görünüyordu. Belki de içinde yaşanılan, sürekli kırıntı bulabilecekleri komşu evleri tercih etmişlerdi.

Tavan arasında ilgisini çeken bir şeyin olmadığına ikna olan Emily buradan çıkmak üzere girdiği yere yöneldi. Ama ahşaptan yapılmış eski bir sandık onun dikkatini çekmiş eski hatıralarını canlandırmış onları hafızasının derinliklerinden çıkıp yüzeye getirmişti. Kapağını açtı ve içindeki şey onun nefesini kesmişti. Mücevher; ama bunlar gerçek mücevher değildi, sadece plastik boncuk ve yapma taşlar, inciler ve deniz kabuklarından oluşan bir koleksiyondu. Babası o ve Charlotte için her gelişinde ‘değerli’ bir şey getirmeyi ihmal etmiyordu. Bütün bu şeyleri bir sandığa koyarlardı ve bu sandığa da hazine sandığı denirdi. Çocukken oynadıkları her oyunun ortak noktası bu sandıktı.

Gözünde canlanan bu hatıralardan kalbi güm güm atan emil bir anda sandığın kapağını kapattı ve ayağa kalktı. Aniden daha fazla keşfetmek istiyormuş gibi hissetmemeye başladı.

*

Emily günün geri kalanını onu melankolik bir havaya sokması muhtemel odalardan kaçınarak ve geri kalan yerleri temizleyerek geçirdi. Ona göre burada geçirdiği şu kısa zamanı eski günleri yad ederek geçirmek utanç verici bir şey gibiydi ve bu bazı odalara girmeyerek kaçınabileceği bir şeyse öyle yapacaktı. Bütün hayatını bazı anılardan kaçınarak geçirebildiyse bazı odalara girmeden birkaç gün de geçirebilirdi.

Emily sonunda telefonunu şarj edebilmişti. Hafta sonu kaçırdığı mesajları alabilmesi için telefonu evin içinde çektiği tek yer olan giriş kapısının yanındaki masanın üzerine bırakmıştı. Sadece iki mesaj geldiğini görünce biraz hayal kırıklığına uğramıştı; bunlardan biri annesinden gelmişti, haber vermeden New York’tan ayrıldığı için Emily’ye kızıyordu, diğerini de Amy yollamıştı, annesi Emily’yi sorduğu için onu aramasını söylüyordu. Emily gözlerini devirdi ve telefonu yerine bıraktı, ardından bir ateş yaktığı oturma odasına gitti.

Kanepeye oturdu ve kütüphaneden aldığı gençlik romanının sayfalarını çevirmeye başladı. Çok yorucu bir şey olmadığı sürece okumak onu rahatlatıyordu. Ama bu sefer bir türlü kitabın içine giremiyordu. Bütün bu gençlik dramaları zihnini kendi başarısız ilişkilerini düşünmeye itiyordu. Keşke bu satırları ilk okuduğu sırada gerçek hayatın sayfalarda tasvir edildiği gibi olmadığını anlayabilseydi.

Tam bu sırada Emily ön kapının çalındığını duydu. Bu çalanın Daniel olduğunu biliyordu. Buraya çağırdığı kimse olmamıştı, marangoz, doğramacılar, duvar ustaları ve pizzacı. Yerinden zıpladı, koridora doğru ilerledi ve ardından kapıyı açtı.

Orada, kapının eşiğinde duruyordu, girişteki ışık onu arkadan aydınlatıyor kafasının üstünde güveler uçuşuyordu.

“Elektrik geldi,” dedi ışığı göstererek.

“Evet,” dedi sırıtarak, Daniel’in onun kesinlikle beceremeyeceğini düşündüğü bir şeyin altından kalktığı için gurur doluydu.

“Sanırım artık sana çorba getirmeme ihtiyacın yok,” dedi.

Emily bunun dostça bir şaka mı yoksa onu azarlamak için bir fırsat mı olduğunu ses tonundan çıkaramadı.

“Hayır,” diye yanıtladı Emily, kapatmak üzere elini kapıya doğru kaldırdı. "Başka bir şey var mı?"

Daniel oyalanıyor gibi görünüyor, sanki aklında bir şey vardı ama bunu nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Emily gözlerini kıstı, sanki içgüdüsel olarak duyacağı şeyden hoşlanmayacağını biliyordu.

"Evet?" diye ekledi.

Daniel ensesini ovuşturdu. “Aslında, evet, ben, hmm, bugün Karen’la karşılaştım, bakkaldaki kadın.” O, şey, o seninle pek iyi anlaşamamış.”

"Bu bunu söylemeye mi geldin?" dedi Emily, kaşlarını daha da çatmıştı. “Karen’ın beni sevmediğini?”

“Hayır,” dedi Daniel savunmacı bir şekilde, “Ben aslında ne zaman gideceğini öğrenmek için geldim.”

"Ah böylesi çok daha iyi olur, değil mi?" Emily alaycı şekilde karşılık verdi. Emily Daniel’ın nasıl bir pislik olduğuna inanamıyordu, kapısına geliyor, onu kimsenin sevmediğini söylüyor ve ne zaman gideceğini soruyordu.

“Ben bunu demek istemedim,” dedi Daniel, kızmıştı. “Burada ne kadar kalacağını öğrenmem gerek çünkü bu evi kışı atlatabilecek şekilde tek parça halinde tutmak benim görevim.” Boruları boşaltmam, kazanı kapatmam ve bir dizi başka şey yapmam gerek. Yani sen bu evi kış boyunca ısıtmanın kaça mal olacağını hiç düşündün mü?” Emily’nin yüz ifadesi Daniel’ın sorduğu bütün soruları cevaplıyordu. “Ben de öyle düşünmüştüm.”

“Ben sadece henüz bunu düşünmedim,” diye yanıtladı Emily, onun suçlayıcı bakışlarından kurtulmak için.

“Tabii ki düşünmedin,” diye cevapladı Daniel. “Sadece birkaç günlüğüne kasabada dolaştın, eve biraz zarar verdin ve parçaları toplama işini bana bırakarak ayrılıyorsun.”

Emily sinir olmaya başlamıştı, birisi ona meydan okuduğu zaman, birisi onu tehdit edip aptal yerine koyduğu zaman kendini korumadan edemiyordu. “Evet, peki,” dedi, sesi artık yükselmişti, bağırıyor sayılırdı, “belki de birkaç gün içinde gitmeyeceğim. Belki bütün kış burada kalırım.”

Emily çenesini hızla kapattı, bu kelimelerin kendi ağzından çıktığına inanamıyordu. Onları sarf etmeden önce düşünmeye vakti bile olmamıştı.

Daniel tedirgin görünüyordu. “Sen bu evde asla hayatta kalamazsın,” kekeliyordu, Emily’nin Sunset Limanı’nda kalma olasılığına şaşırdığı kadar o da şaşırmıştı. “Burası seni yer bitirir. Tabii zengin değilsen. Ve sen pek de zengin görünmüyorsun.”

Daniel’ın yüzündeki alaycı gülümseme Emily’nin aniden geri çekilmesine sebep oldu. Hiç bu kadar hakarete uğramamıştı. "Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun!" diye haykırdı Emily, duyguları öfkesiyle birlikte dışarıya dökülüyordu.

“Haklısın,” dedi Daniel. "Bırakalım da bu şekilde kalsın."

Daniel kızgın bir şekilde hızla uzaklaşırken Emily de kapıyı sertçe çarptı. Bu hararetli yüzleşmenin ardından nefes nefese kalmış, orada duruyordu. Daniel kimdi ki ona hayatta neyi yapıp neyi yapamayacağını söyleyecekti? Babasının evinde kalmaya hakkı vardı. Hatta, Daniel’dan daha çok hakkı vardı. Eğer burada diğerinin varlığından rahatsız olabilecek biri varsa bu da Emily’ydi!

Kulaklarından duman çıkan Emily bir ileri bir geri gidiyor, bastığı döşemeler gıcırdıyor ve tozlar uçuşuyordu. En son ne zaman bu kadar sinirlendiğini hatırlayamıyordu; Ben’le ayrıldıktan, istifa ettikten sonra bile şimdi içinde kaynayan volkanı hissetmemişti. Yürümeyi kesti, Daniel’da onu bu kadar sinir eden ne olduğunu merak ediyordu; yedi yıllık eşi için bile onu bu kadar tutkulu şekilde sinirlendirememişti. Daniel’la tanıştığından beri ilk kez kim olduğunu, nereden geldiğini ve burada ne yaptığını merak ediyordu.

Ve hayatında önem verdiği özel biri olup olmadığını.

*

Emily gecenin geri kalanını Daniel ile yaptığı tartışmayı düşünerek geçirdi. Ona kasabalılar tarafından sevilmediği söylendiğine gıcık olmuştu  ve onunla bu evi paylaşmak zorunda kaldığı için siniri de bozulmuştu ama bir o kadar da bu eve aşık olduğunu itiraf etmekten kendini alamıyordu. Sadece eve değil, aynı zamanda buranın sakinliğine ve sessizliğine de aşıktı. Daniel onun ne zaman eve döneceğini öğrenmek istemişti ama Emily’nin yavaş yavaş farkına vardığı bir şey vardı; buradayken son yirmi yıldır hiçbir yerde hissetmediği kadar evinde hissediyordu.

Damarlarında bir anda hissettiği bir heyecanla Emily, bankayı aramak için kapının yanında duran telefonuna doğru koştu ve numarayı çevirdi. Otomatik menüde seçimlerini yaptı ve gerekli güvenlik kodlarını girdi ve o robotik sesin banka hesabındaki miktarı söylemesini dinledi. Telefonu kulağıyla omzunun arasına sıkıştırmış kalemin ucunu ağzında tutarken telefondan duyduğu sayıyı dizinin üzerinde duran kağıt parçasına yazdı. Ardından bu kağıtla birlikte oturma odasına gitti ve hesap yapmaya başladı: elektrik, yakıt, internet bağlantısı, arabası için yakıt ve yiyecekler. Hesap bittiğinde altı ay yaşayacak kadar parası olduğu ortaya çıktı. O kadar uzun süredir çok çalışmayı talep eden bir şehirde, onun kurallarına göre yaşıyordu ki büyük resmi gözden kaçırmıştı. Artık buna bir dur deme ve artık daha sakin bir şekilde yaşama fırsatı vardı. Bunu değerlendirmemek aptallık olurdu.

Emily divanda uzandı ve kendi kendine gülümsedi. Altı ay. Gerçekten yapabilir miydi? Burada, babasının eski evine kalabilir miydi? Canlandırdığı anılar yüzünden mi yoksa babasıyla arasındaki kayıp bağı tekrar sağladığı için mi emin olamıyordu ama bu eski eve gittikçe daha da aşık oluyordu.

Ama o, bu evi yalnız başına tamir edecekti, Daniel’dan yardım almadan.

*

Emily Salı sabahına çok mutlu, yıllardır hissetmediği bir duyguyla uyanmıştı, adeta sekiyordu. Perdeleri açtığında karların neredeyse tamamen eridiğini görmüştü, evin etrafındaki arazide aşırı büyümüş bitkiler açığa çıkmıştı.

Doğruca işe koyulmadan önce, dün tadına vararak yaptığı kahvaltının aksine bugün hızlıca yemiş, kahvesini de bir yudumda bitirmişti. Artık sadece kısa bir tatil değil altı ay boyunca burada kalacağının bilen Emily, dün temizlik yaparken hissettiği enerji bugün bin kat daha güçlü hissediyordu. Hiçbir şeyin dokunulmaması, hareket edilmemesi ve değiştirilmemesi gerektiğini düşündüğü o klostrofobik nostalji hissi de artık gitmişti. Daha önceleri bu evin olduğu gibi korunması veya babasının istediği gibi restore edilmesi gerektiğini hissediyordu. Ama artık kendi damgasını vurmasına izin verilmiş gibi hissetmeye başladı. Bunu yapmanın ilk yolu babasının eşya yığını arasındaki çöplerle hazineleri ayırmak olacaktı. Tıpkı onun gençlik romanları gibi çöpleri ayıracaktı.

Emily, işe başlamak için hızla kütüphaneye gitti . Kitapları aldığı gibi dışarı çıktı, bahçe çimlerinden geçerek kaldırıma gitti ve kitapları oraya bıraktı. Yolun hemen karşısında yaklaşık yüz metre boyunca kayalıklı kumsal bir eğim oluşturmuş okyanusa uzanıyordu, liman da uzaklarda kendini gösteriyordu.

Dışarısı hala nefesini donduracak kadar soğuktu ama dışarıda kış güneşi kendini bulutların arasından göstermeye çalışıyordu. Emily doğrulduğu sırada titremeye başladı ve ardından buraya geldiğinden beri ilk kez bu kaldırımda birinin olduğu gördü. Arkasında çöp kutusunu sürükleyen, kahverengi sakalları ve bıyıkları olan bir adam. Adamın komşu olduğunu anlaması biraz zaman aldı, bir başka Victoria tarzı evde oturuyordu, tek farkı o ev çok daha iyi bir durumdaydı. Bu adamı zihninde komşu kategorisine almaya çalıştı. Emily duraksadı ve adam çöpü posta kutusunun yanına yerleştirip, kar fırtınası yüzünden günlerce kutunun içinde kalan şeyleri aldığı sırada onu izliyordu. Adam daha sonra bakımlı çimlerin arasından geçerek devasa ahşap verandanın merdivenlerini çıkmıştı. Emily’nin bir noktada kendini tanıtması gerekecekti. Ama Daniel’ın bahsettiği gibi pek sevilmeyen biriyse bu işlem pek de öncelikli değildi.

Kendi bahçesinden geçtiği sırada Emily, Daniel’ın kaldığı eve bakmamak için çok çaba harcadı. Daniel’ın uyanık olduğunu farkındaydı çünkü şöminesinde yanan tahtaların tütsü gibi kokan dumanı duyabiliyordu. Daniel’ın buraya gelip onun dalga geçip işini burnuna sokmasına ihtiyacı yoktu, atılacak daha fazla şey aramak için hızlıca eve doğru gitti.

Paslı çatal bıçaklar, kırık kulplu kevgirler, dibi tutmuş tencerelerle mutfak atılacak şeylerle doluydu. Annesinin babasına neden bu kadar sinirlendiğini görebiliyordu. O sadece bir antika koleksiyoncusu veya pazarlık ustası değildi, o aslında bulduğu her şeyi toplayan biriydi. Belki de annesinin temiz ve pak şeylere olan sevgisi babasından kaynaklanıyordu.

Emily, yamulmuş kaşıklar, kırık dökük çanak çömlekler ve zamanlı yumurta pişiricisi gibi diğer birçok gereksiz mutfak eşyasını büyük bir torbaya doldurdu.  Ayrıca çok sayıda rulo pişirme kağıdı, alüminyum folyo, havlu kağıt ve çeşitli elektronik alet de vardı. Emily’nin saydığı kadarıyla beş karıştırıcı, altı mekanik çırpıcı ve dört farklı çeşit tartı vardı. Hepsini kucakladığı gibi kaldırıma, diğer çöplerin yan attı. Bir yığın oluşmaya başlamıştı. Bıyıklı adam verandasındaki koltuğa oturmuş onu ve yığın haline gelmeye başlayan çöpleri izliyordu. Emily, adamın bu işten pek de mutlu bir heyecan duymadığını duygusuna kapıldı ve tekrar eve girmeden önce arkadaşça canlısı görüneceğini düşünerek el salladı.

Öğle vakti geldiğinde dışarıdan gelen bir motor sesi duydu. Emily hızla dışarı çıktı, telefon ve internet bağlantısını kuracak adam gelecekti, heyecanlanmıştı.

Kapıdan doğru “Merhaba,” dedi.

Gün beklediğinden daha da aydınlık geçiyor, güneş okyanusun üzerinde parlıyordu.

“Merhaba,” diye yanıtladı adam, kamyonun kapısını kapatıyordu. “Müşterilerim genelde beni gördüklerine pek sevinmezler.”

Emily omuz silkti. Adamı içeri aldığı sırada bıyıklı adamın gözlerinin onun üstünde olduğunu hissetmişti. Bırak da baksın, diye düşündü. Hiçbir şey onun moralini bozamayacaktı. Bir başka gerekliliği hallettiği için kendisiyle gurur duyuyordu. İnternet geldiği zaman ihtiyacı olan bazı şeyleri sipariş edebilirdi. Hatta, Karen’la tekrar karşılaşmamak uğruna bütün alışverişini buradan yapacaktı. Eğer kasaba halkı onu sevmediyse o da onlardan alışveriş yapmayacaktı.

"Çay içer misin?" diye sordu internet bağlayan adama. "Kahve?"

“Bu harika olur,” diye cevapladı, o sırada eğilip siyah alet çantasını açıyordu. “Kahve olur, teşekkürler.”

Koridorda matkap sesleri yayılırken Emily mutfağa gitmiş taze bir fincan kahve pişirmeye koyulmuştu. “Umarım sade seviyorsunuzdur,” diye bağırdı. “Hiç kremam yok.”

Yaş sınırı:
16+
Litres'teki yayın tarihi:
10 eylül 2019
Hacim:
210 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
9781640291218
İndirme biçimi:
Serideki Birinci kitap "Sunset Limanı Konağı"
Serinin tüm kitapları
Metin
Ortalama puan 4,8, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,9, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,7, 6 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,5, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,2, 5 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 4 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,7, 18 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3,8, 5 oylamaya göre