Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Selahaddin – İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan», sayfa 4

Yazı tipi:

Zengi açıkgöz bir insan sarrafıydı ve ne zaman yetenekli bir hizmetçi veya memur bulsa ona daimî bir güven duyar ve destek verirdi. Dahası kendisi sert olduğu hâlde, tebaasına başka kimsenin zorbalık etmesine izin vermezdi; “Ülkeye bir seferde yalnızca bir tiran hükmedebilir.” derdi. Yine bir sefere çıkıldığında en sevdiği önderlerden birinin Yahudi bir aileyi kışın soğuğunda dışarı attığını öğrenince ona dönüp bir bakış atmış ve bu aciz emîr şehirden ayrılıp yağmur çamur ortasında çadırını kurup oturmuştu. Baskı yapmaya ve aşırı özgür davranışlara memurlar arasında asla izin verilmediği gibi o dönem içinde hiç kimse kadınlara karşı yapılan saldırıları bu kadar şiddetle cezalandırmamıştı. Askerlerinin karılarını kendi özel koruması altında tutar ve başka erkeklerin, kocalarının savaşta olduğu dönemlerde bu kadınları aşağılamaları cezasız kalmazdı. Seleflerinin mülk edinmesine izin vermezdi. “Ülkeyi biz elimizde tuttuğumuz sürece askerî iktanız yarar sağlarken malınızın ne faydası olur? Ülke elimizden giderse sizin mallarınız da birlikte gider. Bir sultanın selefi toprak sahibi olursa halka baskı yapar, onları rahatsız eder ve yağmalar.” Ordularının, insanların ürünlerini çiğneyip geçmelerine asla müsaade etmedi -vakanüvisin anlattığına göre iki çizgi arasındaymış gibi yürürlermiş- ve hiçbir askerin bir köylüden parasını ödemeden bir demet saman bile alması mümkün değildi. Şiddet eylemlerinin cezası çarmıha gerilmekti. Vergilendirme konusunda fakirlere çok müsamahakâr davranırken zengin şehirler sefer masraflarını karşılamanın sıkıntısını ağır bir şekilde çekerdi.

Her şeye rağmen bunun karşılığını iyi alıyorlardı. Bu keskin ve iradeli yönetimin sayesinde hükmedilen topraklarda güven ve refah hüküm sürüyor, özellikle de başkent canlılık kazanıyordu. Tarihçi İbnü’l Esir’in babası şöyle naklediyor:

“Şehit38 efendimiz başa geçtiğinde ‘Ada’nın anası Musul’un ne hâlde olduğunu gördüm. Şehrin büyük kısmı yıkıntı hâlindeydi ve çorak arazi seyyar tüccarların mahallesinden hisara ve saraya kadar uzanıyordu… Eski cami metruk kalmış, sur dibindeki evlerin bir taş atımı mesafe yakınına kadar kimse kalmamıştı… Gel gör ki şehidin idaresi başlayalı beri ülke, güvenliğin ne olduğunu anladı, kötü niyetler boşa çıktı ve güçlüler zorbalık yapmaktan alıkondu. Gelişim haberleri dışarılara ulaştı, halk onun arazisine sökün edip buraya yerleşti. Gerçekten ‘cömertlik bağlılık doğurur’. Musul’da ve diğer şehirlerde binalar arttı, hem o kadar ki mezarlıklar bile yeni yerleşim yerlerinin altında kaldı.”

MUSULLU MUHAMMED İBN KUTLUK TARAFINDAN YAPILAN ASTROLOJİ CETVELİ, HİCRİ 639

(British Museum’da)


Zengi, meydanın karşısına büyük hükûmet binasını inşa ettirdi, surların yüksekliğini iki katına çıkarttırdı, kale hendeğini derinleştirdi ve kendi adının verildiği El-İmadi kapısını yaptırdı.

Kendinden önce Musul’da meyve namına pek bir şey bulunmazmış; öyle ki bir pazarcı üzüm satarken ağırlık yapmasın diye üzümün küçük saplarını bile kesermiş. Ne zaman ki Zengi buranın refahını sağladı, çevresinde verimli bahçeler peyda oldu, bu bahçelerde nar, armut, elma ve üzüm yetiştirildi hatta o kadar bolluk yaşandı ki yeni hasat yapılma vakti geldiğinde son yılın mahsulü daha bitmemişti.39


YAĞMA SEFERİNDEN DÖNEN BİR KISIM HAÇLI

(Surlu William’ın on üçüncü yüzyıla ait bir el yazmasından)


4. BÖLÜM
EDESSA’NIN DÜŞÜŞÜ 1127 – 1144

Zengi’nin tarihsel önemi, Musul’a sağladığı katkılardan veya yardımlarından ziyade, Müslümanlığın davasının çıkmaza girdiği bir dönemde İslam adına haçlılara karşı kazandığı zaferlerden kaynaklanır. Mezopotamya’nın Türkmen beyleri dağılmıştı ve Allah’ın yolundan gitmekten çok birbirleriyle çatışmaya hevesli ve asla Musul’un yeni hükümdarının önderliğini kabul etmeyecek vaziyettelerdi. Tüm ülke -Zengi’nin bireysel mülkiyetiyle uyumlu bir biçimde- her birinin başında vasallarla askerî iktalara ayrılmıştı ve önemli derebeylerinin arasında daimî olanlar ve iyi tanınanlar vardı. Artuklu prensleri, yüzyılın başından bu yana Hasankeyf ve Mardin’in kalelerine yerleşmiş durumdaydı. Artuk’un iki oğlu, Sökmen ve İlgazi, Frenkler üzerine yaptıkları akınlarla ünlenmiş ve İlgazi, Bağdat muhafızlığı görevini üstlenmişti. O zamana kadar hiçbir Hristiyan lideri bu amansız Türkmen’in estirdiği kadar terör estirmemişti. Dağlık kalelerinden Suriye’nin kuzeyine baskın yapmış, Halep kendini onun ellerine bıraktığında üç bin atlı ve dokuz bin piyadenin başında, Frenklerin iyice yerleştiği Afrin tepelerine hücum edip şehri kurtararak Antakyalı Roger’ın öldüğü önemli bir zafer kazanmıştı. İlgazi, Zengi’nin ilk memuriyetini aldığı yıl olan 1122’de öldü; oğlu Timurtaş onun Mardin’deki, oldukça yüksek bir rakımda kurulan evine ve daha sonra Halep’e yerleşti. Sakin bir yaşamı tercih eden yumuşak başlı bir yönetici olduğu hâlde babasının oğlu yüzünden yaşananları kolay kolay unutmayacaktı; en azından bir görgü dersi alıncaya dek.

Daha güçlü ve çevik bir Artuklu lideri daha vardı; bu, 1108’de Hasankeyf Kalesi’ne geçen ve Diyarbakır’ın en ünlü beyi olan kuzeni Davud’du. Oklarından birini Türkmenlerin arasında dolaştırdığında yirmi bin asker sevinçli bir çarpışma beklentisiyle kılıcını kuşanıp kısa zamanda sancağı altında toplanırdı. Böyle bir bey, ilk sırayı yeni gelene bırakacak değildi; kısa zamanda Zengi de daha geniş topraklara yayılmadan önce Davud’la hesaplaşması gerektiğini anladı. Diyarbakır sindirilmeli ve silahsızlandırılmalıydı, yoksa bir yan taarruz korkusu taşıyarak asla Suriye içlerine ilerleyemezdi.

Musul boyunduruğundan daha yeni kurtulmuş olan Cezire İbn Ömer kasabasına hareket etti ilk olarak; ordusunu Dicle’nin karşı kıyısına kimini yüzdürerek kimini sandalla geçirdi ve buranın güvenilmez sakinlerinin yardımıyla kasabaya tam zamanında girdi, zira ertesi gün insan boyunda bir taşkın meydana gelmiş ve nehir geçilemez olmuştu. Cezire’den bir zamanların şanlı başkenti, Trajan’ın fethettiği -bu sayede Parthicus (Parthialı) lakabını almıştı- Nusaybin’e doğru yürüdü. Burası artık bir Artuklu şehriydi, Zengi bir kurnazlık yaparak burayı ele geçirdi; düşmanın, Mezopotamya’da ve Suriye’de yaygın biçimde ulak olarak kullanılan taşıyıcı güvercinlerinden birini yakalayıp bileğindeki mektupta yazılanları değiştirerek Nusaybin’in derhâl teslim olmasını salık veren bir mesaj yolladı ve bu emir Sancar tarafından derhâl yerine getirildi.

Burada kendisini yeni bir tehlike bekliyordu. Fırat’ın yukarı kesimlerine hâkim olan Edessa, Suruç, Bira vb. Hristiyanların ileri karakollarını oluşturuyordu ve Courtenay’li Joscelin’in elinde bu garnizonlar birer “seçilmişler topluluğu” idi. Bunları önlem almadan arkada bırakmak düşünülemezdi. Zengi bu zorluğun üstesinden, böyle inanılmaz bir hasımla girilecek bir mücadelenin ertelendiğine muhtemelen memnun olan Joscelin’le ateşkes yaparak geldi; böylece atabeyin Suriye’ye ilerlemesinin önünde bir engel kalmamıştı. Halep’ten kendisini Frenklerin kestiği haraçtan kurtarmasını talep eden bir çağrı aldığı sırada o, yeni bölgelerde düzen tesis etmekle meşguldü. İşte bu, tam aradığı fırsattı; derhâl Fırat’ı aştı (1128), Menbiç’i geçti ve Halep’te minnetle karşılandı. Haçlılara karşı durabilmiş tek Suriye hükümdarı, Şam Atabeyi Tuğtekin yeni ölmüştü. Zengi (şimdi “Suriyeli”) tam zamanında “her şeyden önce” onun yerini almaya ve umutsuz Müslümanları kâfirlere karşı savunmaya gelmişti.40

Halep’in efendisi Zengi, Kuzey Suriye’de Hristiyanlara olabildiğince eziyet vermek üzere bir yıldan uzun süre kaldı. Sultanın Batı illeri hükümdarı beratıyla kuşanmış, uzun zamandır kendisi için bir tehlike teşkil eden, Halep’e bir günlük yol mesafesi uzaklığında yer alan çetin Atharip (Frenk’lerin Cerep’i) Kalesi’ni kuşattı. Seçkin savaşçılarla dolu garnizonu, pozisyonu ve savunucularının mizacıyla bu kale, Latinlerin en müthiş kalelerinden biriydi. Uzun bir süre Zengi’nin dehşetli saldırılarını püskürtmüşlerdi ancak o daha içerilere ilerledi ve asla yılmadı. Kuşatma altındakiler darboğazdaydı. Kudüs’te bulunan Kral Baldwin bir savaş konseyi düzenleyerek kaleyi teslim edip etmemek konusunda fikir aldı. Bazıları Sarazenlerin yakın zamanda hep yaptıkları üzere geri çekileceklerinden emin, bunun önemsiz bir mesele olduğunu iddia etti fakat vakanüvisin “tam bir şeytan” olarak betimlediği bir üye Zengi’nin bu hareketinde daha ciddi bir şey olduğunu iddia ederek “Bu kıvılcımların ardından bir alev yükselecek.” dedi. “Ve bu dumanın altında yanan bir ateş var. Bu, Taberiye’ye ayak izlerini bırakan genç aslan değil mi?”

Baldwin nihayet etrafı sarılmış olan şehirden çekilmeye karar vererek “atlıları, piyadeleri, sancakları ve haçları, prensleri, şövalyeleri ve kontlarıyla” Taberiye aslanını karşılamak için ilerledi. Zengi’nin danışmanları Halep’e doğru geri çekilmeyi önerdiler ama o hiçbirini dinlemedi: “Allah’a güvenelim ve sonucu ne olursa olsun onlarla yüzleşelim.” Çekilen orduyu beklemek yerine ileri atılarak karşılarına çıktı ve bunu dehşetli bir savaş izledi. Zengi, adamlarının başında, peygamberinin “Cehennemin tadını alacaksınız!” nidasıyla düşmanlarına saldırdıkça saldırdı. Haçlılar tamamen bozguna uğramıştı: “Tanrı’nın kılıçları düşmanlarının boğazlarını kın edindi.” Ancak birkaçı savaş meydanında olanları anlatmak için sürünerek kaçabildi. Kaçmaya yeltendiler fakat ne fayda! İş işten geçmiş, ok yaydan çıkmıştı bir kere, kimseye af yoktu; “şehit” bir kan denizine dalarak, bütün meydan ezilmiş cesetler ve kopmuş vücut parçalarıyla kaplanana kadar kafa kesti, kemikleri etlerden ayırdı. Yalnızca bu vücut yığınlarının altına saklananlarla gecenin karanlığından faydalanabilenler kurtuldu.

Son umudunu da kaybeden Atharip cebren alınarak hisarları yıkıldı, garnizonu ya esir edildi ya da kılıçtan geçirildi; kemik yığınları yıllarca açıkta kaldı. Böylece Cerep’te yaşanan terör sona erdi. Ne var ki kayıp tek taraflı değildi; Zengi yurduna dönmek ve adamlarını dinlendirmek arzusundaydı. Komşu kale Harim’le (Harenç) anlaşmaya vardıktan sonra 1130 yılında Müslümanlığın bu en meşhur lideri Musul’a geri döndü. Yaptıkları hakkında dedikodular yayıldı, adı yiğitlik ve vahşet anlamlarına gelen bir deyiş hâline geldi. Atharip meydanında Hristiyanlar adını “Kanlı” diye yazdılar, o da kanla imzaladı!

Zengi kutsal savaşa dört yıl ara verdi. Komşu beyler üzerindeki üstünlüğünü korumaya çalışırken Musul’da onu oyalayan çok şey vardı. Hükümdar sultanın 1131’de ölümü, Selçuklu halefleri için, Zengi’nin de payını aldığı yeni bir savaşı gündeme getirdi. İşte bu mücadele sonunda Zengi, Saki Karaya tarafından mağlup edilmiş, ordusuyla beraber Dicle’ye kadar takip edilmiş ve burada Tikrit’in idarecisi tarafından felakete uğramaktan kurtarılmıştı. Halife bu terslikten yararlanmak ve atabeylere geçmiş günlerin hesabını sormak istemişti, 1133 yılında Musul’u kuşattıysa da Zengi, kuşatmacıların etrafını bütün bütün sararak tam manasıyla haklarından geldi ve halife üç ay süren beyhude ataklarının ardından geri çekildi. Ufkun doğusunun bir kez daha sükûnete kavuşması üzerine atabey gözünü bir kez daha Suriye’ye dikti. Cihadı başarıyla yürütebilmek için Suriye’nin kalbi Şam’ı ele geçirmek hayati önem taşımaktaydı, hoş, burası şimdi Frenklerin bir ileri karakolu gibi bir şeydi ama Şam onun olmalıydı; arkasından Suriye ordularıyla “Ada”nınkileri birleştirip “Hristiyan köpeklerini” denize dökebilirdi.

Bu, ölümünden sonra neredeyse gerçekleşecekti ama yine de onun kaderine yazılmamış bir hayaldi. 1135’teki ilk denemesi başarıyla geri püskürtüldükten sonra Şam’ı bir grup sözde toprak sahibi adına yöneten becerikli devlet adamı Muineddin Unar (Latin vakanüvislere göre Ainardus) Zengi’yi yenebilmek için alabileceği tek önlemi aldı: Frenklerin tarafını tuttu.

Haçlılar ise İslam’ın bu dehşetli kahramanından en ufak bir çekince duymamış ve bu avantajdan yararlanarak Şam’ın yanında yer almaktan memnun olmuşlardı. Zengi 1137 yazında Suriye’ye vardığında Frenklerin Unar’ın tarafında olduğunu gördü ve ilk iş onları Kudüs kralıyla birlikte Barin (Mont Ferrand) Kalesi’ne sürdü. Arap tarihçiler baş döndürücü doruğuna yorgun kanatlı kuşların ulaşamayacağı ve Frenklerin zapt edilemez kıldığı bu kaleyi “Orion’un sırtı kadar yüksek, dağların zirvesinden daha yüce!” şeklinde betimliyorlardı. Bütün bunlara rağmen Zengi’nin mangonelleri41 duvarlarını topa tuttuktan sonra Barin, bayraklarını indirmek zorunda kaldı. Atabey Kral Fulk’a, Surlu William’ın da itiraf ettiği üzere “yeterince merhametli davranan bir düşman” olarak bir tören cübbesi hediye etti ve bitkin, cesareti kırılmış garnizonunu da muharebe şeref şeridi42 taşıyarak gitmek zorunda bıraktı.

Bu sıra dışı af alelade bir ihtiyatın sonucuydu. Avrupa’dan gelen destek güçlerinin Suriye’ye vardıklarını öğrenen Zengi, Şam’la hızlı bir ateşkes yaparak Musul’a geri çekildi. Gerçekte ise onu alt etmek için inanılmaz bir kuvvet toplanıyordu. İmparator John Comneus Suriye’ye bir ordu getirmiş, yanına yalnızca haçlı devletlerini değil Şam’ın Müslüman liderini ve ona tabi olanları da almıştı.

John işe, Zengi’ye dostluk bildiren elçiler göndererek başladı; ayrıca hediye olarak gönderilen şahinler, av köpekleri ve Halep’in dokunulmazlıklarının korunacağını garanti eden bir anlaşmanın varlığını okuyoruz. Tabii ki bu vaatler, Hristiyan din adamlarının “Kâfirlere verilen sözler hükümsüzdür.” kuralını koydukları günlerde, üzerine yazı yazılmış bir kâğıt parçası kadar değerli değildi. İmparator daha sonra Bizaa ve Kfar Tab’ı alarak 1138 Nisan’ında Asi Nehri üzerindeki Üsame’nin ailesinin kalesi olan Şeyzer’i kuşattı. Zengi yardıma çağrıldı ve cebri yürüyüşle bastırdı. Düşmanı bu tepelerdeki yerlerinden atmaya yetecek kadar güçlü olmasa da saldırıları, Hasankeyfli David’in ilerleyişi, becerikli diplomatik hareketler ve nakit parayla, Latin prenslerinin ilgisizlik ve ciddiyetsizliklerinden tiksinmiş imparatorluğun fikrini değiştirdi. Zira kuşatmanın yirmi dördüncü gününde “Romalıların köpekleri” Zengi’nin anında el koyduğu on sekiz dev mancınıkla beraber diğer kuşatma silahlarını terk edip gittiler. “Böylece…” diyor İbnü’l Esir, “Allah inananlara savaşta yardım eder.”43

İmparatorun aracılığı beyhude bir çabaydı fakat Şam ve Kudüs arasındaki anlaşma devam etti. Zengi mevcut hükümdarın dul annesi Zümrüd Hanım’la evlenip kendi kızını da emîre vermekle Suriye başkentinin idarecilerini uzlaştırmaya boş yere çabalamış oldu.

Genç adam kısa zaman sonra öldürülmüş ve her şey yeniden başlamak zorunda kalmıştı. Unar’ı hiçbir şey, kendi kişisel iktası Baalbek’in Zengi’nin Kur’an ve talak-ı selase üzerine verdiği geçiş iznini yasallaştıran sözü üzerine 1139 Ekim’inde teslim olan garnizonunun vahşi infazı bile etkilemiyor veya korkutmuyordu. Bu kalleşçe katliam, yalnızca Hristiyanlarla kurulan, şimdi de resmî bir anlaşmayla perçinlenen bağları güçlendirmeye yaradı. Unar bu anlaşmayla Kudüs kralına ayda 20.000 altın destek akçesi ve Zengi’yi topraklarından atmaya yardım ettiği takdirde de Banias’ı vermeyi kabul etti. Kasaba beklendiği gibi bu garip müttefikler tarafından alındı fakat Zengi anlaşmanın son kısmını gerçekleştirme sıkıntısına sokmadı onları ve ordularını Suriye’den geri çekti. Selahaddin’in babasını, uzun süren ve güvenilir hizmetlerinin karşılığında Baalbek muhafızı olarak bırakarak bir kez daha boyun eğdirmeden Şam’dan ayrılıp Musul’a geri döndü.

Şam’ın gösterdiği direnç, Zengi’nin Suriye üzerindeki planlarını bozdu. Şimdi haçlılara farklı bir cepheden saldırmayı planlıyordu. Güneye çekilerek onlara kuzey dağlarından ani bir baskınla saldıracaktı. Hazırlıkları tamamdı; gerisini ve kanat kısımlarını Kürtleri sindirerek ve (yeniden inşa ettirip kendi adı el-İmadiye’yi verdiği ve bugün Amadiye olarak bilinen) Şarzar ve Aşhib’i ele geçirerek korumuş ve Ermeni şahıyla evlilik vasıtasıyla ittifak kurmuştu. Sonra kademe kademe düşmana doğru ilerledi. Ordusu, Diyarbakır surlarının önüne gelene dek Diyarbakır’ın kasabalarını bir bir ele geçirdi ve Arapların “Kılıç kâğıttan daha iyi bir senettir.” sözüne uygun olarak burayı kuşatmaya başladı. Oysaki amacı Diyarbakır değildi; gözlerini başka yöne dikmişti ve Doğulu vakanüvisin dediği gibi “Edessa’ya duyduğu arzuyu gizlemek için Diyarbakır’la oynadı.”

Eski rakibi Courtenay’li Joscelin piskoposlarca yönetilen o ünlü tatlı su şehri Callirhoe’yi elinde tuttuğu sürece Zengi ona yaklaşmaya cesaret edemedi. Kaygılı kont Diyarbakır ve Suriye’de terör estirmişti; Müslüman tarihçinin dediği gibi “inançsızlar arasında bir şeytan”dı o ve Edessa, Hristiyan devletinin en güçlü ileri karakolu olmuştu. Fakat Joscelin ölmüştü ve çok farklı ikinci bir Joscelin tahta geçmişti. Babası gibi Valiant II. Joscelin de Tilbeşar’daki (Turbessel) iktasının rahatlığını, tepelik ülkesinde çekeceği sıkıntılara -ama yalnızca birbirini tutmaz dürtüleri, miskinliği ve zevk düşkünü olduğu için- tercih etmiş ve Zengi’nin Diyarbakır’ı göstermelik kuşatması, kontun şirin Suriye kentine gitmeye karar vermesi için yetmişti. Latin takipçileri de onu seve seve izlemişlerdi ve böylece Edessa, korunmak için maaşları genelde bir iki yıl geç ödenen paralı askerlere güvenen, eli silah tutmayan “barışçıl adamların”, Keldani ve Ermeni tacirlerinin ellerine kalmıştı. Böylesi savunucularla en yılmaz surlar bile bir işe yaramazdı.

Şehir, hükümdarı ve seçilmiş haçlı şövalyeleri tarafından başıboş bırakılınca Zengi’nin beklediği fırsat karşısına çıkmış oldu; Diyarbakır üzerindeki kuşatmayı derhâl kaldırıp geniş bir orduyla Edessa üzerine yürüdü. Böyle gelin gibi bir şehri yıpratmak istemediğinden öncelikle garnizona “teslim ol” çağrısı yaptı fakat teklifi reddedildi. Baalbek’in akıbetini şüphesiz unutmadan Kur’an’a danışıp uygun bir kehanet bulması üzerine kuşatma emrini verdi. Mancınıklar ve becerikli lağımcılar getirmişti; mühendislerin girişlerini bombardımanlar ve sürekli saldırılarla gizledi; ta ki kuşatılanlar Kur’an’ın sözlerini hatırlayana kadar: “Bu engin dünya onlara dar geldi.”44 Bir Arap şair ona şunu söyledi:

 
Sürer atlıları dalga dalga önünde
Ezip geçerler yeri estirdikleri tufanla
Sesi kesilir düşmanın mızraklarını duyunca böğründe
Dilleri pembeleşir kanla
Güzelliği gece gibi kara
Ama çehresinde parlar ayla
İsteyince merhametlidir
Ama çetin savaşta asla
Malikiyle kalp kalbedir
Ve kudretiyle kol kola onunla. 45
 

Boş yere üst üste yapılan atakların ardından mühendisler nihayet yanan çıralarla dolu mayınlarını surlara yanaştırdılar. Zengi hendekleri bizzat kontrol etti ve sonra “Sabaha benimle Edessa’ya yürümeyecek olan kimse bu gece benimle içmesin!” dedi.

Bir ay süren kuşatmanın ardından neredeyse yedi metre genişliğinde bir oyuk açıldı duvarda ve Türkmen birlikleri bu vefakâr şehre akın ettiler (23 Aralık 1144). Zafer sarhoşluğuyla deliye dönmüş, Edessa’nın hükümdarlarının Müslümanlara kusturduğu tonlarca kanın intikamını almak için yanıp tutuşuyorlardı. Baldwin ve Joscelin’in şövalyelerinin kırsal kesimde yağma ve yangınlarla saçtıkları dehşetin, baskın ve katliamların intikamını etrafı kana bulayarak alma zamanıydı şimdi. İlk hışımla hiçbir şeyi ayırt etmediler; “dulları ve yabancıları öldürdüler ve yetimleri ölüme terk ettiler”; haçlar ters çevrildi, keşişler ve rahipler kesildi, her şey yok edilip ayaklar altında ezildi; yalnızca ceylanlar kadar güzel kızları, köle olabilecek gençleri ve tacirlerin hazinelerini bıraktılar. Acımak yoktu fakat Kur’an’da bunun gibi haklı cezalandırmalar resmedilmemiş mi? “Rabb’inizin günahkâr şehirlerin üzerine indirdiği eli o kadar ağırdır ki emin olun, hükmü ölümcül ve korkunç olacaktır.”46

Sonra şehre Zengi girdi ve şehrin güzelliği ve ihtişamı karşısında şaşkına dönüp kendi eliyle bu kadar ızdırap çekmiş olmasından dolayı müteessir oldu. Askerlerinin bu yok edici hırsını durdurarak esirlerini serbest bırakmalarını, gençleri ve güzeller güzeli kızları azat etmelerini ve aldıkları hazine ve malları geri vermelerini sağladı; şehir eski refahına kavuşabilir diye burada yaşayanları, onlardan geri kalanları, eski durumlarına getirip evlerine yerleştirdi ve başlattığı zarar ziyanı telafi edebilmek için elinden geleni ardına koymadı.

Edessa bir Arap tarihçinin sözleriyle “fetihlerin fethiydi”: Latin Krallığı’nın en sağlam kirişi çökmüştü; Suruç ve bu muhteşem şehre bağlı diğer bölgeler anında teslim oldu, böylelikle Fırat Vadisi en sonunda kâfirlerin baskısından kurtarılmış oldu. “Hakkın geldiği ve batılın ortadan kaybolduğu”47 baştan başa tüm ülkeye ilan edildi çünkü İslam kazanmıştı. Kazanılan zafer tüm halkın dilindeydi, insanlar bu inanılmaz olayın mucizelerini konuşmaktan zevk alıyordu. Uzakta, kapandığı hücresinde çile çeken mübarek bir adam bir gün neşeyle şekil değiştirmiş bir yüz ifadesiyle halvethanesinden çıktı ve “Bir kardeşim bana Zengi’nin bugün Edessa’yı aldığını söyledi.” dedi. Bir zaman sonra kuşatmada savaşmış adamlardan bazıları çilehanesine gelme fırsatı buldu: “Hocam…” dediler, “seni kale duvarı üzerinde ‘Allahu Ekber’ diyerek savaş naraları atarken gördüğümüzde zafer kazanacağımızı anlamıştık.” Eren, Edessa’da olduğunu reddettiği hâlde hepsi onu surların üzerinde gördüklerine samimiyetle yemin ettiler. Bundan daha da ilginci Palermo’daki mütedeyyin Müslüman pirin, Sicilya Kralı Roger’ın birliklerinin Sarazenler karşısında yakın zamanda kazandığı başarıdan sonra böbürlenerek sorduğu “Peygamberiniz neredeydi? İnançlı kullarına yardıma gelmediğine göre?..” sorusu üzerine ettiği sözlerdi: “Edessa’nın fethedilmesine yardım ediyordu!” Saraydakiler kahkahaya boğulmuştu fakat kral onları sert biçimde susturdu; bu sözler onu garip bir şekilde etkilemişti. Kısa zaman sonra çok net bir açıklama alacaklardı.48

Büyük atabey parlak zaferinin keyfini pek uzun süre yaşayamadı. Sonraki iki yıl yeni bölgeleri düzene sokmakla geçti çünkü Musul’a bir daha dönmedi. Suriye imparatorluğu tasarılarını sürdürmek adına 1146’da Fırat’ın çok yakınındaki Caber Kalesi’ni bilfiil kuşatması sırasında, bir gece şarabın da etkisiyle uyurken kölelerinden bazıları çadırına sızmış ve geri kalanları içiyordu ki çıkardıkları gürültüler Zengi’yi uyandırdı. Zengi bu adamları güzel bir haşladıktan sonra yeniden uykuya daldı. Öyle görünüyor ki adamlar sabah alacakları kesin olan cezadan korkmuşlardı ancak atabey o kadar zalim bir hükümdardı ki onları umutsuzluğa sürüklemek için, kuşatılan kalenin yöneticisi kan parası önermemiş olsaydı bile pek fazla bir şeye gerek yoktu. Cesaretlerini toplayıp onu kalbinden bıçakladılar. Son darbeyi hadım Yaran-kaş indirdi ve üçü de arkalarını dönüp kaleden kaçtılar. Alarm verildiğinde büyük emîr ölümün eşiğindeydi. Orada olan bir kişi efendisini hâlen nefes alırken nasıl bulduğunu anlatıyor:

“Beni görünce ona son darbeyi indirmeye geldiğimi sandı ve aman dilercesine zavallı parmağını havaya kaldırdı. Duruverdim. ‘Efendim bunu kim yaptı?’ diye bağırdım ama cevap vermeye takati yoktu ve o anda son nefesini verdi.” (14 Eylül 1146)49

“Emîrlerin Kralı”, “İmanın Kılavuzu” İmadeddin Zengi, atmış iki yaşında hevesini tatmin edemeden ve amacını yarım bırakarak acımasızca kullandığı kılıcın marifetiyle böylece öldü.

Ekmeğini yemiş olan insanlarca namertçe katledilmiş, orada öylece kaskatı yatarken kimse ona saygı göstermedi; oğulları ve adamları veraset iddiasına girişmişlerdi, halefinin menfaatini güvence altına almaya uğraşıyorlardı. Ordu bu suç ve acı kayıp karşısında donakalmış, yeise kapılmıştı ve onlara liderlik etmiş, onlarla beraber bir krallığı fethetmiş olan adam, velinimetleri, soğuk çadırında yalnız bırakılmıştı. Naaşını alıp beş yüzyıl önce bir sürü inananın şehit düştüğü Sıffin meydanına çabucak gömme işi Rakka’dan gelen yabancılara kalmıştı. Sular biraz durulunca oğulları mezarı üzerine bir kubbe inşa ettirdiler ve hayranı olan tarihçiler ona kahraman ve “Şehit” dediler. Hatta onu, yüzünde sükûnetin verdiği parıltıyla rüyada görüp durumunu sormak, günün ermişlerinden birine düşmüştü:

“Tanrı sana nasıl davrandı?”

“Merhametle”

“Neden?”

“Edessa’dan ötürü.”

Bu arada haçlılar “Kanlı”nın trajik ölümü üzerine değersiz Latince şiirleriyle kelime oyunu yaptılar:

 
Quam bonus eventus! Fit sanguine sanguinolentus
Vir homicida reus nomine Sanguineus 50
 

Fakat çok erken sevinmişlerdi. Zengi ölmüştü, evet, ama hiçbir Hristiyan prensinin geri döndüremeyeceği bir iş başarmıştı ve gerisinde oğlu Nureddin’i, ondan sonra da Selahaddin’i, onun başladığı işi tamamlamayı bilen liderleri bırakmıştı. Büyük Atabey’in ölümünden kırk yıl sonra, Kutsal Topraklar Selahaddin’indi ve Kudüs yeniden ve günümüze dek Müslümanların koruması altına girmişti.

38.Zengi din adına yapılan bir savaşta ölmedi fakat şehit terimi, Zengi gibi, suikasta kurban giden veya başka nedenlerle ölen Müslümanlar için de kullanılmaktadır.
39.İbnü’l Esir, “Atabeyler”,137,142.
40.Talihsiz bir olay sekteye uğrattı hareketini. Halep hükümdarlarının hazine ve giysilerini incelerken kanlı bir gömlek buldu; bu, babasının idam edilirken giydiği gömlekti ve yanındaki karısı bu emri veren Selçuklu Tutuş’un torunuydu. Kontrol edilemez bir tiksintiyle Zengi onu bir kenara itti ve kadının tüm yakarışlarına ve yargıcın itirazlarına rağmen bir anda onu boşadı.
41.Mancınık veya katapult, gerilmiş halatlar yardımıyla taş fırlatmaya yarayan bir aletti. O günün diğer önemli kuşatma silahı da balista (sapan) idi; dev bir ok veya Tatar yayına benzerdi.
42.Bir şerefe iştiraki göstermek üzere, bir birliğe veya bir şahsa verilen mükâfat. Muharebeye iştirak ettiğini belirtmek veya birlik madalyası ile taltif edildiğini göstermek üzere, bir birlik bayrak gönderine, sancağına, makam forsuna takılan şerit veya kurdele. (e.n.)
43.Kur’an, xxxiii, 25
44.Kur’an, ix, 119.
45.İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 121
46.Kur’an, xi, 104.
47.Kur’an, xvii, 83
48.İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 124,125
49.İbnü’l Esir, “Atabeyler”, 132.
50.Ne mutlu olay, Kanlı adıyla bilinen adam kanlı bir cinayetle kanlandı.
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
27 s. 46 illüstrasyon
ISBN:
978-605-121-908-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu