Kitabı oku: «Yağ ve mermer», sayfa 5
Leonardo
Yatağında uzanan Leonardo kendini, fırtına koptuğunda okyanusun dalgaları üzerinde sallanan tekne gibi çalkantılı ve telaşlı hissediyordu. Keşke zihnimdeki hissi çıkarıp çalışma masasının üstüne koyduktan sonra onu bir kadavra gibi inceleyebilsem, diye düşündü. Belki o zaman anlayabilirdi onu.
Komodine şöyle bir baktı. Alman mekaniğinin doruğu olan ahşap saate göre saat neredeyse sabahın ikisiydi. Kolunu Salaì’nin altından çekip yataktan kalktı ve her zaman gıcırdayan kapıya çarpmamak için dikkatlice ayaklarını sürüyerek yan odaya geçti. Ayışığı partiden geriye kalanları aydınlatıyordu: boş şarap şişeleri, zemindeki çamurlu ayak izleri, sandalyede unutulmuş bir atkı. Lanet bunak noter, ortadan kaybolan rahipler, acımasızca dalga geçtiği o genç heykeltıraş; bunların hepsini unutmak istedi.
Çalışma masasına oturup küçük ahşap bir sigara kutusu çıkardı ve kapağını açtı. İçinde küçük kahverengi bir yarasanın cansız bedeni vardı. Nazikçe kutudan çıkarıp masanın üzerindeki metal bir tepsiye yerleştirdi. Genellikle inceleme yaparken bir mum kullanırdı ama Salaì’yi uyandırmak istemiyordu. Ayrıca karanlıkta çalışmak onu, diğer duyularına güvenmeye zorluyordu. Yarasa, çürüğün yanı sıra tuhaf şekilde taze çimen kokuyordu. Kanatları dikkatlice açarken kemikler çatırdamasına rağmen ince zarlı yapının esnekliğine şaşırdı. Kırılmadan eğilip bükülüyordu. Gövdenin ağırlığıyla kanadın yoğunluğunu kıyaslayıp böyle soğan görünümlü bir yaratık uçabiliyorsa insan da havada uçabilir diye düşündü.
Yatak odasından gelen bir gıcırtı duydu. Arkasına bakmak için hareket ettiğinde sandalyesi, ağırlığı altında gıcırdadı. Leonardo, sessizce bacağını uzatarak masanın yanında duran uzun ve sekiz kenarlı tahta bir kutunun kapısına ayağını kanca gibi taktı. Ayağıyla kapıyı açtı. Kutunun içerisindeki her bir duvar ayna kaplıydı. İçeri girip kapıyı kapatınca kendisini üç yüz altmış derece açıyla izleyebilsin diye bu aleti Salaì için tasarlamıştı. Böylece yeni bir kıyafet aldığında Salaì, hemen bunun içine girebilirdi. Leonardo, kapının üzerindeki aynayı yatak odasını görebileceği şekilde ayarlamıştı. Odanın içinde komodinin çekmecesine uzanan Salaì’nin karartısını fark etti.
“Giacomo,” diye seslendi.
Salaì az önce aşırdığı paraları cebine indirdi. “Yürüyüşe çıktığınızı sanıyordum.”
“Benden sana öğretmenlik yapmamı istiyorsun.” Aynalı kutuyu ayağıyla kapattı. Genç adam bir zamanlar kendine çorap bile alamayacak kadar yoksuldu. “Yanıma gel de bir şeyler öğren.”
Salaì yanına gelip yarasaya baktı. “Ben ressam olmak istiyorum, anatomi uzmanı değil.”
“Bilime değil de sadece sanata takıntılı olanlar, denize pusulasız açılan kaptanlar gibidir. Nereye gittiklerini asla bilmezler.” Leonardo bir mum yakıp gözlüklerini taktı. “Gençliğimde pek çok kilise, hekimlere ve sanatçılara ölüleri inceleme izni verirdi. Ben bizzat yüzlerce kadavrayı kesip inceledim. Ancak işler değişti.” Son bir yıldır morgdan morga dolaşıp kendisine bu izni verecek birini aramış ancak tüm peder ve rahipler buna karşı çıkmıştı. İki rahip onu tutuklamakla tehdit etmiş, hatta birisi onun üzerinde şeytan çıkarma ayini yapmaya çalışmıştı. “Bugünlerde kurbağalar, kuşlar ve yarasalarla yetinmek zorundayız.” Yarasanın bir kanadının ucunu kesip çıkardı, mumun yanında tutarak elindeki büyüteçle loş ışıkta incelemeye çalıştı.
Salaì masanın yanından uzaklaşıp, Il Moro’nun kendi düğününde eğlenceyi yönetmesi için Leonardo’ya hediye ettiği kadife pelerini eline aldı. “Üstat, eğer tüm gece çalışacaksanız, sunak resmi üzerinde çalışmanın iyi olacağını düşünmüyor musunuz?”
Salaì’nin önerisini duymazlıktan gelerek birkaç gözlemini not defterine aceleyle yazdı. Böylesi zamanlarda fikirler, mürekkebin kurumasını beklemeyecek kadar hızlı gelmekteydi. Bu yüzden elinin kenarı mürekkebi dağıtmasın diye sağdan sola doğru yazıyordu. “Doğa, kolayca teslim olmasa bile, sonunda sırlarını ısrarcı öğrencilere sunacaktır.”
Salaì pelerini giyip ayna kutusunda kendisini inceledi. “Partiden ayrılmadan önce rahiplerin Bilgelerin Bebek İsa’yı Yüceltmesi adlı eseriniz hakkında tartışmalarına kulak misafiri oldum.”
Leonardo neşteri yarasanın kanadındaki zar tabakasına bastırdı. Rahiplerden söz etmek istemiyordu. En azından bu gece. “Masaccio’ya ait her bir fırça darbesinin ne kadar uyumlu olduğunu görmen için seni nasıl teşvik ettiğimi biliyorsun, değil mi? Anatomi için de durum aynı. Her bir damar, her bir kas ve her bağ dokusu çok önemli.”
“Nasıl olur da yirmi senedir bu tabloyu tamamlayamadığınızı konuşuyorlardı. İçlerinden biri bunun sebebi olarak sizin Floransa’yı terk edip Milano’ya gitmiş olmanızı gösterdi. Aynı şişman rahip, manastır için yaptığınız sunak panosu için de aynı durumun söz konusu olabileceğini söyledi. Belki kilise projelerini de tamamlayamayacağınızı söyledi.” Salaì pelerini boynuna bağlayarak “Belki de Tanrı’ya inanmadığınızı iddia etti.”
Leonardo gözlüklerini çıkararak “Bak, burada ilgini çekebilecek bir şey var,” dedi. Gözlükler ayrıntılar için iyi olmasına rağmen insanları onlarsız da görebiliyordu. “Yarasaların çiftleşirken hiçbir doğa kanununa uymadığını biliyor musun? Birbirleriyle karşılaştıklarında dişi dişiyle, erkek erkekle, bazen de dişi erkekle çiftleşebiliyor.”
Salaì bir sandalye çekip Leonardo’nun yanına oturdu. “Gidip yarım kalan o tabloyu bitirin demiyorum. Ama en azından bu sunak tablosunu bitirseniz iyi olur diyorum. Bu kilise için… Tamamlamanız durumunda insanlar, eserlerinizi yarım bıraktığınızı söylemekten vazgeçecektir.”
Leonardo, Salaì’nin ellerini tutarak “Tıpkı senin ve benim gibi hayvanların da ruhu vardır,” dedi. Elleri yumuşak ve pürüzsüz olmasına rağmen güçlüydü. Gençlik ve olgunluğun kusursuz birleşimi… Salaì’nin yaşlarındayken kimse Leonardo’nun elinden tutup kendisine evrenin gerçeklerinden bahsetmemişti. “Hayvanlar da sevinç ve acıyı hisseder. Hatta insanlardan daha çok, çünkü doğayla iç içedirler ve bu yüzden daha dürüst ve samimidirler. Onları inceleyip onlarla uyum içinde yaşamalıyız. Bizler de doğayla uyumlu ve daha uzun yaşayabilmek için vejetaryen olmalıyız. Uzun bir hayata sahip olmak istemez misin?”
Salaì “Tek isteğim başımı sokacak bir evimin olması. Rahiplerle çalışmak istemiyorsanız…” diyerek ellerini çekti. “Duccio Taşı için neden birkaç çizim yapmıyorsunuz? Bu daha kazançlı olurdu.”
Leonardo tekrar gözlüklerini taktı. Uçma konusunda yarasaların insanlar için en iyi model olduğuna inanıyorum. Şuraya bak, kemikleri birleştiren zar tabakası nasıl hava geçirmez zırh işlevi görüyor. Bu, tabiatın olağandışı bir tasarımı.”
“Duccio Taşı da olağanüstü bir görev.”
İlgisizce elini salladı. “Soderini bana önceden onun sözünü verdi.” Leonardo elindeki büyüteci Salaì’ye uzatırken “Gel, şunu tut,” dedi.
“Soderini artık yönetimde yer almıyor.”
“Ayrıca taş belediyenin mülkünde değil, katedrale ait ve iktidara doğrudan bağlantın olmadığında güçsüz olacağını asla düşünme. Soderini bunun üstesinden gelecektir.” Salaì’nin elindeki büyüteci ayarlayarak “Bu açıyla tut,” dedi.
“Bu kadar kesinse neden işi kimin alacağına karar vermek için toplantı yapıyorlar?”
“İncelemek için bir insanın bacağını kesersen o kişi ölmez ya da kolunu kesersen bedeninin geri kalanı işlemeye devam eder. Fakat başını ya da kalbini kesersen o anda ölüverir. Aynı şeyin yarasalar için de geçerli olduğunu biliyor musun?”
“Bilmiyorum.”
Neşteri yarasanın vücudu üzerinde hareket ettirirken “Uçmanın cevabı kanatlarda saklı olabilir,” dedi.
Salaì bu kez büyüteci kendi üzerine tuttu. “O genç heykeltıraşın elindeki işleri bitirdiğine adım gibi eminim,” dedi.
Salaì’nin sesinin cilveli çıkması Leonardo’nun içindeki endişe fırtınasını kabartarak midesinin bulanmasına neden oldu. “Neden gidip yatmıyorsun? Ben birazdan gelirim.”
Salaì, büyüteci yanına alıp arkasına yaslandı. Leonardo, ölü yarasaya iyice yaklaşıp göğsüne neşteri bastırarak deri ve kemiklerini kesmeye başladı.
“Bu Michelangelo boş biri değil, üstat.”
Leonardo, elindeki neşterle organları bir kenara iterek “Artık savaş yok, Salaì. Teslim oluyorum,” dedi. Yeterinde dikkatli incelerse yarasanın uçuş sistemini çözebilirdi. Böylece bu sistemi insana uygulayıp uçmasını sağlayabilirdi.
“Oldukça tutkulu görünüyordu,” dedi Salaì.
Leonardo bazen Salaì’nin kendisini çekici bulup bulmadığını ya da onu, kutusundan para aşırabileceği bir baba yerine koyup koymadığını merak ediyordu. Belki de genç, iriyarı ve kir pas içindeki bir duvar oymacısını tercih ediyordur.
“Bir gün adını duyuracak gibi görünüyor.”
Leonardo başını kaldırıp Salaì’ye yatağa dönmesini söyledi, ancak büyüteçle yüzüne bakan genç adamdan rahatsız olmuştu. Salai’nin kahverengi gözleri, kocaman ve ışıltılıydı.
Leonardo “Genç adam çoktan unutulmuş,” dedi ve elindeki neşteri, alttaki metal tepsiye değinceye kadar hayvanın bedenine soktu. “Bu adam hakkında tek bir söz bile duymak istemiyorum.”
Michelangelo
Ağustos
Katedral İşleri Dairesi’nin bodur suratlı tıknaz vücutlu denetçisi Giuseppe Vitelli, Operai’nin 16 Ağustos Pazartesi günü Duccio Taşı’nı işleyecek ustayı seçeceğini bildirdi. Pek çok kişi için bu tarih pek de merak konusu değildi; çünkü Michelangelo hariç her Floransalı, taşın Leonardo’ya verildiğini biliyordu.
Michelangelo, her gününü Floransa tarihinin bir parçası olmaya layık bir heykel tasarımının üzerinde çalışarak geçirdi. Eski Roma dönemine kadar heykelciliğin tarihini incelemiş, aletlerini cilalamış ve sokaktaki yüzlerce insanın karakalem çizimlerini yapmıştı. Yığınlarca çizim yaptı. Aklına gelen çizgiler müzik gibi parmaklarından akıp gidiyordu. Yaz sonuna doğru elleri, elinden hiç bırakmadığı için kalıcı olarak kırmızı tebeşire bulanmıştı.
O, ne kadar çok çalıştıysa babası da o kadar çok öfkelenmişti. Lodovico, düzinelerce çizimi şömineye fırlatırken “İblis!” diye bağırmıştı. “İçindeki şeytanı çıkarması için bir papaz çağıracağım.” O günden sonra Michelangelo çizimlerini yastığının altına koyup uyumuştu.
Sonunda toplantının yapılacağı gün gelmişti. Michelangelo o sabah erkenden kalktı. Bulutsuz masmavi gökyüzüyle sıcak bir yaz günüydü. Açık pencereden hafif bir esinti, masal gibi içeri süzülüyordu. Güzel hava iyiye işaretti.
Kardeşleri kahvaltı için çoktan alt kata indiklerinden Michelangelo odasında tek başınaydı. Üzerinde uyuduğu ot döşeğin üstünde diz çöktü, çok beğendiği üç çizimi seçip jüriye sunmak üzere yeni cilalanmış aletleriyle birlikte deri omuz çantasının içine koydu. Sonra dolabın içindeki elbise yığınına uzanıp gizlice zulaladığı bir sürahi su, sabun bezi ve hoş kokulu Cenova sabununu dışarı çıkardı.
Kalbi gümbür gümbür atıyordu. En son bir hafta önce banyo yapmıştı. Bu kadar kısa arayla yıkandığını görse babası çok öfkelenirdi. Michelangelo, ayda bir yıkanma konusunda babasıyla aynı düşüncedeydi. Banyo yapmak insanı hasta etmekle kalmıyordu, onlara göre Tanrı vergisi kiri suyla yok etmek günahtı. O gün yine de kuralları bozmak niyetindeydi. Leonardo, şüphesiz, toplantıya şık elbiseleri ve leylak kokan parfümüyle gelecekti. Michelangelo, yaşlı ressamın galip gelmesini istemediğinden yıkanma bezini suya batırıp saçları dahil her tarafını sildi.
Banyodan sonra kurulanıp yeni siyah tuniğini giydi üzerine. Bu kumaşı almak için elinde kalan son kuruşunu da kullanmıştı. Büyükannesi de gizlice bu tuniği dikmişti onun için. Bugünkü toplantıya eski püskü elbiseleriyle gitmeyecekti. Çatlak ve tozlu bir aynada kendine baktı. Yakışıklı görünmeyecek kadar yamuk bir burun ve geniş bir alına sahip olmasına rağmen yeni tunik gömleği üstüne mükemmel oturmuş ve koyu saçları itinayla taranmıştı. Eskimiş deri çantası bile çok farklı duruyordu üstünde. Temiz ve diri beyefendilere benzemişti. Leonardo’yla karşılaşmaya hazırdı.
Uzaklardan kilise çanları duyuldu. Katedrale gitmek için daha on beş dakikası vardı. Zamanı çoktu. Bu yeni görüntüsünü ailesine fark ettirmeden evden sıvışmak umuduyla Michelangelo sessizce kapıyı itti ancak açılmadı. Omuzuyla itti ama yine açılmadı kapı. Ağır ahşap kapıyı zorladı ama açamadı. “Lanet olsun!” dedi öfkeyle.
“Sakin ol,” diye seslenişini duydu babasının, kapının öbür tarafından. “Evdeki eşyaların yarısını kapının önüne yığdık.”
Michelangelo’nun midesi bulanmaya başladı. İçeride kilitli kalamazdı. Hele bir de bugün. “Kapıyı açın!” diye bağırdı öfkeyle.
Kapının diğer tarafından hiçbir yanıt gelmedi. Michelangelo o an, babasının altın sikke üzerine basılmış imparator yüzü kadar kesin kararlı ifadesiyle mobilya yığını arasında uzanmış halini gözlerinin önünde canlandırdı.
“Eğer vaktinde oraya yetişemezsem bana bu görevi asla vermezler.”
“Sana söyledim. Oğlumun yoksul bir duvar işçisi olmasına asla izin vermem.”
Birkaç dakika boyunca Michelangelo’nun bağırıp kapıyı tekmelemesine rağmen Lodovico yerinden kımıldamadı. Michelangelo yere çöktü. Duccio Taşı’nın ellerinin arasından kayıp gittiğini düşünürken gözlerine yaşlar birikti. Şimdi o kendini beğenmiş Leonardo, mücadele etmeden görevi alacaktı. Taş daha iyilerine layıktı.
Ayağa kalkıp başka kaçış yolu bulmak için odayı incelemeye başladı. Tek seçenek, duvarın üstündeki tek, ufak pencereydi.
Yatağı pencerenin altına çekip daha iyi incelemek için üzerine çıktı. Ahşap panjurları kolayca çıkarabilirdi ama içinden geçemeyeceği kadar dardı. Bunu başarsa bile zeminden iki kat yüksekteydi. Eğer düşerken bir hata yaparsa bacağını kırabilirdi.
“Baba? Bırak gideyim, lütfen,” diyerek son kez şansını denedi.
“Asla.”
Michelangelo burnundan soluyarak çekiç ve keskisini çantasından çıkarıp pencere kenarına yerleştirdi. Çıkan gürültüye aldırış etmeden duvarı yontmaya başladı. Ne yaptığını fark etmesi babasının fazla zamanını almadı. Yeteneksiz biri o kalın duvarı kırmak için bir saat harcardı. Oysa Michelangelo taşı hızlı bir şekilde kesti. Onca darbeden sonra pencere çerçevesiyle iki taşı yerinden çıkardı.
Santa Croce’nin kilise çanları iki kez çaldı. Toplantı başlamak üzereydi. Bir hayli gecikmişti. Başını dışarı çıkardı. Epey yüksekte olduğunu gördü. Eğer pencereden sarkabilirse düşüşünü yavaşlatmasına yardımcı olabilecek çamaşır iplerine tutunabilirdi. Çamurlu zemin düşüş etkisini azaltacaktı, ama yeni temiz elbiselerini kirletecekti.
Giovansimone, alt kat penceresinden “Dışarı çıkıyor!” diye bağırdı.
Babası küfredip kapının önündeki mobilyaları çekmeye başladı. Evin içerisinde ayak sesleri duyuluyordu. Bütün aile kaçışını önlemek için teyakkuza geçmişti. Onca çamura rağmen gitme zamanı gelmişti.
Michelangelo ayaklarını pencereden çıkarıp elleriyle pervaza asıldı. Üç kol boyundan daha fazla bir mesafede rüzgârda sallanan çamaşır ipine tutunma şansı yoktu. Pencereden sarkarken aşağıya atlamak, Duomo’nun üzerinden atlamakla aynıydı sanki.
Çöplerini pencereden fırlatan sokağın karşısındaki yaşlı bir kadın, evden dışarıya sarkan Michelangelo’yu izlemek için durdu.
Lodovico, sonunda yatak odasına girerken “Michel!” diye bağırdı. Oğlunun pencereden sarktığını gören yaşlı adam nefesini tutarak “Lütfen, bırak da sana yardım edeyim,” dedi.
Lodovico oğlunun kolunu tutmak için uzandığında Michelangelo, kendini aşağıya bıraktı. Düşerken yukarı baktığında, ağzı açık “Hayır!” diye bağıran babasını gördü. Michelangelo babasının, düştüğünden dolayı mı yoksa kaçtığından dolayı mı üzgün olduğuna karar veremedi.
Düşüş etkisini azaltmak için dizlerini kıran Michelangelo yine de sert bir iniş yapıp çamurlu yolda yuvarlandı. Neyse ki hiçbir kırığı yoktu.
“Durdurun şunu!” diyerek evden fırladı Giovansimone.
Michelangelo ayaklarının üzerinde doğrulup yokuş aşağı yalpalayarak koşmaya başladı. Ailesi arkasından bağrışıp durdu ama mermer oyarak geçirdiği yıllar onu kardeşlerinden daha güçlü kılmıştı, bu yüzden hepsini açık ara geride bıraktı ve köşeleri ardı ardına dönerek katedrale doğru koşturmaya devam etti. Durup üzerindeki çamuru temizlemeye vakti olmamasına rağmen deri omuz çantasına baktığında çizimlerine hiçbir şey olmadığını fark etti. Çizimlerinin dış görüntüsünü gölgede bırakacağına güvenmek zorundaydı. Tabii seçmeleri kaçırmazsa…
Leonardo
Leonardo alametlere inanıyor olsaydı, masmavi gökyüzünü, ılık havayı ve sanki Tanrı göz kırpıyormuşçasına parıldayan güneşi Duccio Taşı’nın kendisine efsanevi bir başarı getireceğinin işareti olarak algılardı. Böyle şeylere inansaydı onların, kariyerine ilk adımını attığı bu şehirde başarının doruklarına erişeceğinin ipucu olduğunu düşünürdü. Otuz beş yıl önce Verrochio’nun çırağı olarak katedralin atölyesinde dekoratif metal kürenin Duomo’nun tepesine çıkarılmasına yardım etmişti. Bu tür alametleri gerçek kabul etseydi başında uçuşan serçe sürüsünü, Duccio Taşı sözleşmesinin insanın uçmasıyla ilgili hayalini gerçekleştireceğinin kanıtı olarak görürdü.
Yine de alametlere inanmıyordu. Asla da inanmamıştı. O sadece gözüyle görebildiği ve eliyle tutabildiği şeylere inanırdı. Bugün de gördüğü ve dokunduğu şeyler, güneş ve gökyüzüyle aynı şeyi ifade etmekteydi. Güzel bir gündü ve her şey planladığı gibi tıkırında gidiyordu.
En güzel saten tunik gömlek, ekoseli çoraplar ve yeşil ayakkabılarıyla, sanatçılar, tüccarlar, esnaf loncası liderleri, din adamları ve belediye meclisi üyeleriyle sohbet ediyordu. Operai yetkilileri, bu büyük görevi kabul ettiğine tanıklık etmek için toplandılar. “Şimdi baylar, Duccio Taşı’yla yaratacağım harikalara bir bakalım. İşte!” Planlarını göstermek için perdeyi indirdi.
Düzinelerce şövale, arka ayakları üzerinde dururken ön bacaklarıyla görünmeyen bir düşmana vuran korkunç ve kükreyen bir kanatlı ejdere ait çizimler gösteriyordu. Parlak gümüş pullarla süslü bir kıyafet giyen ve kırmızı turuncu renkte şık bir maske takan Salaì, Leonardo’nun kafasındakileri tam olarak tasvir eden bir poz vermişti.
İzleyiciler heyecanla coştu.
Giuseppe Vitelli, vekillerine şüphe dolu bakışlar atarak “Bir ejder mi?” diye sordu.
Piero Soderini, anlaşmaya son şeklini vermeye hazırmışçasına Leonardo’nun elini sıkarken “Bir ejderha! Ne olağanüstü!” dedi. Soderini popülist görüşleri, karizmatik tarzı ve güvercini andıran kel kafası, gagayı andıran burnu, boncuk gözleri ve görünmeyecek kadar ince dudaklarıyla meşhur bir siyasetçiydi. Mevcut haliyle Gonfaloniere di Giustizia’nın1 başkanlık ettiği Signoria2 üyeleri üç dönem için göreve getirilmekteydi. Her üç ayda bir Floransa Şehir Cumhuriyeti’nin başkanı değişirdi. Savaşların, işgalci Fransız ordusu ve Cesare Borgia ile Piero de’ Medici’den gelen tehditlerin arasında, cumhuriyeti istikrara kavuşturacak sürekli bir başkan seçilmesine ihtiyaç vardı. Soderini bu pozisyon için en büyük adaydı.
Soderini’nin hatırı sayılır etkisiyle Giuseppe Vitelli ve onun Katedral İşleri Dairesi, bu görevi gayri meşru olarak Leonardo’ya vermekte hemfikirdi. Leonardo’nun yapması gereken şey düşüncelerini resmi olarak sunmaktı. Sonrasında Duccio Taşı ona verilecekti. Operai, şehir meclisi ve yün dokuma loncasının yardımıyla Leonardo’ya hatırı sayılır bir maaş ödenmesine, onun yeni bir yere yerleştirilmesine ve asistanları dahil atölye masraflarının karşılanmasına karar vermişti. Kendisi mermer üzerinde çalışmayacaktı, o sadece tasarımları yapacak kirli işleri yapmaları için asistanlarını yönlendirecekti. Projenin süresi iki yıl olarak belirlenmişti ancak herkes bu sürenin beş yıla çıkacağını düşünüyordu. Leonardo, işin on yılı bulacağını ve çalışma esnasında da son nefesini vereceğini umuyordu. Floransa’nın mali desteğiyle kalan yıllarında matematik, biyoloji, felsefe, anatomi, optik, coğrafya ve tabii ki insanın uçması konusunda çalışmalar yapabilirdi.
“Sadece bir ejder değil,” dedi Leonardo, Salaì’nin arkasına geçerek. “Hareket eden bir ejder.” Salaì çatırdayan kaya parçası gibi kollarını, bacaklarını ve başını ani bir mekanik hareketle döndürdü. “Ve ateş püskürten.” Leonardo’nun elini çabuk ve kesik bir şekilde sallamasıyla gömlek kolundan alev çıkıverdi. Sanki alev Salaì’nin ağzından fışkırıyordu. Leonardo, kırmızı ve sarı dumanları dağıtırken seyirciler alkışlamaya başladı.
“Bence resmi oylamayı yapma zamanı geldi,” diye anons yaptı Soderini.
Giuseppe Vitelli, kızgınlık ifadesi olarak başını yana yatırarak “Buna ben karar veririm, Soderini,” dedi. “Bu benim toplantım.”
“Pekâlâ, o zaman kararınızı verin.” Soderini nadiren kızgınlığını sergilerdi; ancak Operai’nin başkanı belli ki bu duygunun ortaya çıkmasına neden olmuştu.
“Oylamaya geçme zamanı,” diye çağrı yaptı Giuseppe Vitelli.
“Durun!” diye bir ses yankılandı uzaklardan.
Bakışlar, gürültünün geldiği yöne doğru çevrildi.
”Bu da kim?” diye düşündü Leonardo.
“Bensiz başlamayın! Ben geldim.” Bir adam atölyenin çitlerini geçip ileri atıldı. İzleyiciler adamın geçmesi için kenara çekildi.
Davetsiz misafir çamur içindeydi ama Leonardo adamı hemen tanıdı. Bu görgüsüz heykeltıraş Michelangelo Buonarroti’den başkası değildi. Leonardo onu partisini mahvettiği o geceden beri görmemişti. Genç adamın utancından şehri terk ettiğini düşünmüştü. Ancak işte burada, bir arabanın arkasında çamurlu yolda sürüklenmiş gibi karşısında duruyordu. Kişisel temizlikten kaçınmak başka bir şey, kendini bilerek çamura gömmek başka bir şeydi.
Granacci, yolu açarak arkadaşını kalabalığın önüne getirdi. Leonardo, Granacci’yi arkadaşına “Bir an gelmeyeceksin sandım,” diye fısıldarken duydu.
“Geldim,” dedi Michelangelo nefes nefese.
Soderini, tiksintiyle burnunu kıvırarak “Neden geldin?” diye sordu. Böyle bir pisliğin karşısında ben bile soğukkanlılığımı koruyamazdım diye düşündü Leonardo.
“Taş için.”
“Ne taşı?” diye sordu Giuseppe Vitelli.
“Duccio Taşı.”
Leonardo, Salaì ile göz göze gelerek “Berbat etmeyi düşündüğün başka organizasyonlar var mı, Buonarroti?” diye sordu. “Ona göre hazırlıklı olayım bir dahaki sefere.”
Piero Soderini kendisini tamamen samimi ve bir o kadar da sahte gösteren kışkırtıcı bir gülümsemeyle “Sevgili Michelangelo,” dedi, “şehrin diğer önemli sanatçıları, Üstat Leonardo’ya hürmeten kendi istekleriyle oylamadan çekildiler.”
Kalabalığın önünde Floransa’nın bütün ünlü sanatçıları bir aradaydı. Leonardo her birinin Michelangelo’dan en az yirmi yaş büyük olduğunu fark etti. Ünlü mavi-beyaz seramik ustası anlı şanlı Andrea della Robbia altmış altı yaşındaydı. Ünlü mimar Giuliano da Sangallo ve usta ressamlar Sandro Botticelli ile Pietro Perugino ellisinde vardı. Davide Ghirlandaio bile yarım asırlık olmaya yakındı. Leonardo dahil bu adamların hepsi, hem yaş hem de tecrübe olarak Michelangelo’dan kat kat üstündü.
“Bu doğru evlat,” dedi Botticelli yüksek sesle. Sesi, zaman ve deneyim enstrümanlarıyla zengin bir orkestra gibi çınladı salonda.
“Hepimiz Leonardo’nun lehine oylamadan çekilmiş bulunmaktayız.”
Soderini “Belki sen de çekilsen iyi olur,” dedi.
Michelangelo, çamurlu omuz çantasının kilidiyle oynarken “Ama bu beyefendilerin hiçbiri mermer ustası değil, ben hariç,” dedi.
Soderini “Leonardo, tüm sanatların ustasıdır evlat,” diye düzeltti.
Leonardo ve Salaì karşılıklı gülümsediler. Kendini savunmasına gerek yoktu. Başkaları onun adına bunu yapıyordu zaten.
Michelangelo çantasından bir sürü kâğıt tabakası çıkararak “İşte!” dedi. “Yaptığım çizimler burada.”
Giuseppe Vitelli kâğıtları alacakken Leonardo önce davrandı.
En üstteki kâğıda bakarak derin bir nefes aldı. Bunlar bir amatörün karalamalarına benzemiyordu. Bu, dökümlü kumaş ve aslan postu giymiş, kaslı ve ideal boyutlarda canlı nefes alan bir adam resmiydi. Leonardo diğer iki karalamayı eline aldı. Kompozisyonlar oldukça dinamik, kıvrımlı ve hareketli figürleri tasvir etmekteydi. Birkaç ustaca fırça darbesiyle gölgeler verilmişti. Her yüz, farklı bir ifadeye sahipti: korku, inanç ve cesaret. Michelangelo kâğıt üzerinde biraz tebeşir dışında hiçbir şey kullanmadan resimlerinde canlılığı yakalamıştı.
Göz ucuyla heykeltıraşı baştan aşağı süzdü. Yüzü toz toprak, kıyafetleri de çamur ve ter içinde olmasına rağmen genç adam artık komik görünmüyordu.
Michelangelo “Taş için Herkül’ü düşünüyorum,” dedi. “Floransa’nın eski Roma kültürü ve gücünün gerçek mirasçısı olduğunu dünyaya ilan edecek gücün sembolü.”
Piero Soderini, eskizlere bile bakmadan “Evlat, hepimiz böyle yetenekli bir sanatçının aramızda olmasından memnuniyet duyuyoruz,” dedi. “Ancak Üstat Leonardo’nun rakibi olabileceğine gerçekten inanmıyorsun, değil mi? Kendine ait bir atölyen bile yok.”
“İyi ya! Bu da Michelangelo’nun daha ucuza çalışabileceğini gösterir,” diye araya girdi Granacci.
Giuseppe Vitelli, aniden ilgili görünerek “Ne kadar ucuza?” diye sordu.
“Herhalde,” dedi Leonardo, heykeltıraşın çizimlerini geri vererek, “birkaç kuruş uğruna benim tecrübemi bu saygısız ve yeteneği belirsiz gence değişmeyeceksiniz.”
Michelangelo karşısında dimdik duruyordu. Leonardo o anda yetenek kelimesini kullandığına pişman oldu.
Michelangelo çizimleri Giuseppe Vitelli’ye uzatarak “Granacci haklı,” dedi. “Benim için atölye parası ödemeniz gerekmiyor. Zaten atölyeye ihtiyacım yok.”
Leonardo kollarını açarak “Çalışmanı nerede yapacaksın? Dışarıda mı?” diye sordu.
Michelangelo başıyla onaylayarak “Açık havayı severim. Ailemle birlikte yaşadığım için barınma gereksinimim de yok.”
Leonardo’nun omuzları kasıldı. Bu tanınmamış heykeltıraş, her şeyi berbat edip geleceğini elinden çalamazdı. Değil mi?
Michelangelo, tüm ciddiyetiyle “Aletlerimi kendim imal ederim, böylece onlar için de para ödemeniz gerekmeyecek,” diye devam etti. “Fazladan mermer ve yardımcılar için de para ödemeniz gerekmiyor…”
Leonardo “İnanamıyorum!” diye haykırdı. “Bırakın tek başına yapmayı, bu genç adam yirmi tane asistanın yardımıyla bile o devasa taş levhaya şekil veremez.”
Giuseppe Vitelli, Michelangelo’nun çizimlerini yakından incelerken “Üstat Leonardo,” diye seslendi, “bu genç adamla rekabet edebilmek için aylık talebinizi düşürmeyi düşünmez miydiniz?”
“Asla!” dedi Leonardo, çenesini kaldırarak. “Özgürlüğümü kaybetmektense ölmeyi tercih ederim.”
Michelangelo “Ayda birkaç florinle yaşayabilirim,” dedi.
“Paranızın karşılığını alacaksınız,” dedi Leonardo.
“Burada blok mermerden dev bir heykel çıkartan tek kişi benim,” dedi Michelangelo. “On yedi yaşındayken bundan daha küçük ama yaklaşık bu uzunlukta -elini başının üzerine koydu- bir Herkül heykeli ve Roma’da da yetişkin bir adamdan daha uzun bir Bacchus heykeli yaptım. Sizin için başka bir mermer heykel yapabilecek tek sanatçı benim burada.”
Leonardo gözlerinin kuşkuyla büyüdüğünü hissetti. “Seni doğru mu duydum? Dev bir heykel? Duccio Taşı’ndan herhangi bir mermer ilavesiz bir heykel çıkarmayı mı umuyorsun?” Delikanlının çizimleri güzeldi ama kafası belli ki çalışmıyordu.
“Evet,” dedi Michelangelo, hiçbir alaycı ifade takınmadan.
Giuseppe Vitelli “Bu cesur bir iddia genç adam,” dedi. Leonardo adamın sesindeki sinir bozucu hayranlık ifadesini hissedebiliyordu.
Leonardo, Giuseppe’nin suratına bakarak “Pekâlâ, bu sözde dev heykelin boyunun ne kadar olmasını umuyorsun?” diye sordu. Yüzünde takdir ifadesinin oluşmasını bekliyordu.
Michelangelo omuzlarını silkerek “Taş bloğun boyunda,” dedi.
Salonda mırıldanmalar yükselmeye başladı.
Michelangelo “Ne? Taş bloğun boyu ne kadar?” diye sordu.
“Altı metre,” diye cevapladı Leonardo.
Michelangelo, yüksekliği düşünüyormuşçasına başını yukarıya kaldırdı. Taşın yüksekliği, sıradan bir adam boyunun üç misliydi. Yavaşça başıyla onayladı. “Tamam. Bu kusursuz olacak.”
Seyirciler nefeslerini tuttu.
Leonardo’nun kaşları çatıldı. Binlerce yıl öncesindeki Roma İmparatorluğu’ndan beri tek parça mermerden bu boyutta bir heykel yapılmamıştı. Çok az heykeltıraş böyle bir şeye teşebbüs etmişti. Bu genç heykeltıraş, içerisi aslanlarla dolu bir ahıra dalan bir eşekten daha cesurdu. “Bu kayalardan hangisinin Duccio Taşı olduğunu biliyor musun?” diye sordu Leonardo.
Michelangelo atölyenin etrafında göz gezdirip başıyla hayır cevabını verdi.
“O zaman taşı hiç görmedin, öyle mi?” diye bastırdı Leonardo.
Michelangelo kaşlarını çatarak “Hayır, görmedim,” dedi.
Leonardo, sevimli bir yüz ifadesiyle “Pekâlâ öyleyse,” dedi. Bunun gibi düzinelerce genç, cahil ve kibirli sanatçının hiçbir iz bırakmadan yok olup gidişlerini görmüştü. Bu da diğerlerinden farklı olmayacaktı. “İzin verirsen onu gösterme şerefine nail olayım.”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.