Kitabı oku: «Siyasi Katılım», sayfa 4
Radikal imamlar! radikal açıklamalar!
Ne yapılmak isteniyor? Nereye varılmak isteniyor ? Anlamak oldukca zor. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye üzerine yapılan yayınlar, yorumlar, anlamsız tepkiler, açıklamalar hafızalarda tap teze! Olayı, ortaya konulan tavrı, davranışı anlamaya çalışırken bir de bakıyorsunuz aynı gazeteler, kurumlar ve kuruluşlar radikal imamların olası yapmış olduğu açıklamalarla işi daha da zor bir duruma soktular. Adeta boksta arka arkaya atılan yumruklar gibi! Göz açtırmıyorlar!
Radikal imamlar(!) camilerde yapmış oldukları açıklamalarla Hollanda’daki müslümanları kışkırtıp bir taraftan islam düşmanlarına hayat hakkı tanımıyor, onları katletmek istiyor diğer taraftan da aile fertlerine ve özellikle de ev hanımını günlük dayaktan geçiriyorlarmış!
Bu bilinmez(!) gerçeği ortaya çıkaran ve üç gün üst üste yayın yapan NOVA televizyon programı adeta Hollanda’daki müslümanları yaylım ateşine tuttu. Den Haag’ta çekilmiş Suriye asıllı Fawaz isimli imamın konuşmaları merkez alınarak başlatılan tartışma belediye başkanlarının, politikacıların, yazarların, uzmanların katılımıyla ayyuka ulaştı
Tartışmalar o kadar ileri gitti ki, artık bazı imamların ülke dışına çıkarılması ve bazı camilerin kapatılması tartışıldı. Siyasi partilerden VVD, LPV, D66 kadın dövülebilir açıklamasını yapan imamların derhal ülkeden çıkarılmasını isterken, hükümeti kurmakla görevli CDA partisi lideri daha yumuşak bir uslup kullanarak imamların bu yönde açıklamaları kabul edilmemekle birlikte “o kadar da ileri gidilmesin” görüşünü savundu. Bu tartışmanın dozu bugüne kadar yapılan tartışmalardan çok daha sert gibi görünüyor.
Hatta, Tilburg’taki bir caminin etrafındaki mahalle sakinleri belediye başkanı Stekelenburg’a gönderdikleri dilekçede, araştırmaya gerek görülmeden caminin kapatılmasını istediler.
Den Haag belediye başkanı Deedman’da Nova programına konuk oldu. Deedman, imamların yaptığı konuşmalar karşısında şaşkın ördek gibi neye uğradığını bile bilemiyordu. Bu tür imamların gençler üzerindeki olası etkileri Hollanda İstihbarat Teşkilatı tarafından zaman zaman zikredilse de, belediye başkanı olarak şu ona kadar kendisinin her hangi bir konuda bilgilendirilmediğini ifade ediyor ve derhal hukuki işlemlerin başlatılması gerektiğini söylüyordu.
İki gün sonra aynı programa konuk olan Amsterdam belediye başkanı Cohen ise, meslektaşı Deedman’a göre daha farklı bir tavır sergileyerek, problemin konuşarak, tartışarak çözülmesini salık veriyordu. Cohen bu tavrıyla bir çok müslümanın gönlünü rahatlattı. Zira bir kaç tane densizin yüzünden tüm topluluk sorumlu tutulamazdı. Olayın bir tarafı böyle.
Diğer taraftan bir çok müslüman kurum ve birey yapmış olduğu açıklamada sözkonusu imamların fikirlerine, vaazlarına katılmadıklarını, tasvip ve kabul etmediklerini açıkladılar. Milli Görüş müdürü Hacı Karacaer sözkonusu imamları “hayal kırıklığına uğramış keşler” olarak değerlerdirirken, İslam ve Vatandaşlık Yürütme Kurulu koordinatörü Yasin Hartog’da de kendilerine kayıtlı 500 cami bulunduğunu ve bu tür imamların sayısının üç, beş’ten fazla olmadığını ifade ederken, bu tür açıklama yapan imamların Hollanda’yı tanımadıklarını ve yasaları çiğneyenlerin de cezalandırılması gerektiğini belirtti.
Ne radikal imamları ne de bunları bahane ederek yapılan radikal açıklamaları, genellemeleri, müslüman kadınları köle gibi gösteren tabloyu kabul etmek mümkün değildir. Ortaya konulan ve konulmak istenen islam imajı yanlıştır. Cami imamının her hangi bir konuşmasından dolayı eve gidince hanımını, kızını döven, azarlayan, horlayan kaç müslüman var doğdusu merak ediyorum. Her gün merhaba, günaydın dediği komşusunu müslüman olmadığı için ortadan kaldırmayı, katletmeyi düşünen kaç müslüman var? Veya böyle düşünen müslüman var mı? Hangi müslüman hanımıyla veya bir başkasıyla kavga ederken islam dini bu konuda ne diyor diye düşünüyor Allah aşkına! Kavganın, gürültünün dinle alakası yoktur. İnsanla alakası vardır!
Hal böyledir. Müslümanlar bu ülkenin vatandaşıdırlar. İmamlar ve camiler de Hollanda’daki müslümanların varlıklarının sembolleridir. Görevleri de insanlar arasında nefret ve kin üretmek, yaymak değil, insanlar arasında ve ön önemlisi de mensupları arasında sevgi ve kardeşliği, hoşgörü ve adaleti yaymaktır. Aksini iddia eden imamlar varsa, başlarına geleni kendileri çekmeleridir. Müslümanlar ve Hollanda’da yaşayanlar değil.
Haziran 2002
Maurits Bergen ve Hollanda İslam’ı
Geçtiğimiz Cumartesi günü Dünya gazetesini okuyan Hollandalı yazar dostlarımızdan El-Fers, Türkçe “teleşa gerek yok” notuyla e-mail adresime İslam ile ilgili bir yazı gönderdi. Haftalık gazete De Groene Amsterdammar’da Rene Zwaap tarafından geçtiğimiz yılın Kasım ayında yayımlan bu yazının başlığı “De islam werkt als een spiegel”. Bu başlığı açıklayan alt başlık ta aynen şöyle: “Hollanda hızla kendi islam’ını oluşturyor. Yeni bir zuil (yorum, ekol, anlayış) doğuyor. Buna karşılık Hollanda’da müslümanlara olan korku da epidemolojik(felakat-hastalık) bir boyuta ulaştı. Durum karşısında Arab-bilimci Maurits Berger ‘Kendi kendimizi savunmaya mecburuz’ başlığıyla bir makale yayınladı’ ve gelişmeler üzerine görüşlerini belirtti.
Buradan hareketle 2000 yılında hollanda’da ‘yılın gazetecisi’ ödülünü alan Rene Zwaap, özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Hollanda’da müslümanlara olan reaksiyonların dramatik bir şekil aldığından da yola çıkarak, Arab-bilimci, hukukçu, yazar Maurits Bergen’in konu üzerindeki tesbitlerini ortaya koymaktadır. On beş yılı aşan bir zamandır Arap dünyası üzerine çalışan, 1995 yılından itibaren Kahire’de ve Suriye’de ikamet eden Maurits Şam’da islam hukuku okumuş. Batı’da hakim olan islam’la ilgili karikatörlerin gerçeklerle arasında dağlar kadar fark olduğuna değinen Maurits Kur’an ile İncil arasında temel prensiplerde şu mukayesi yapmaktadır. Kur’an’ın temel prensibi “sosyal adalet” iken, İncil’in temel prensibi “sevgi”dir. Bu iki farklı çıkış noktası, hristiyanlığı/katolik kilisesini Güney Amerika’da ‘kurtuluş-teolojisi’ olarak karşımıza çıkarken islam’ı da Arap dünyasında ‘siyasi-islam’ olarak, pratikte karşımıza çıkarmaktadır.
Maurits’in Arap dünyasıyla ilgili tecrübelerini ve bireysel gelişmelerini konu edinen ve üç baskı yapan ilk kitabı “De Islam is een sinaasappel”. İlk defa cuma namazını gözlemlemek üzere bir cami kapısına yaklaştığında panikleyen Maurits ‘gözümün önüne televizyon yayınları, kükreyen islam fundementalistleri, patlayan silahlar sanki bir sinema şeridi gibi geldi geçti’ diyor. Bu ise Batı’da ve dünya’da milyonlarca insanın şuur altına yerleşmiş/yerleştirilmiş bir korkunun ifadesidir.
Maurits Bergen’in ikinci kitabı ise ‘’Kruistocht en Jihad/Haçlı Seferleri ve Cihad”dır. Bu kitabında Batı’nın hipokritliğine dikkatleri çeken Maurits, Batı’nın kendi insanı icin arzu ettiği demokrasiyi, insan haklarını bir Arap vatandaşı için o kadar da arzu etmediğini zira, Arap dünyasindaki dikdatör yönetimlerin desteklendiğini iddia etmektedir. Bu tutumuyla Batı inanılınırlığını kaybederken, Arap dünyasında şu kanaat yaygınlaşmaktadır. Avrupalı ve Amerikalı için iyi olan bir şey bir Arap için iyi değildir. Bunu El-Cezira, Arap-CNN televizyon yayınlarında uygulanan sansürden görmemiz mümkündür diyor Maurits.
Hollanda’da durum ise yukarıdakinden farklı görünmemektedir. Maurits’e göre Müslümanlara karşı bir güvensizlik oldum olası hakimdir. Bazıları, yıllardır karınlarında taşıdıkları ama çoğu zaman ifade edemedikleri görüşlerini 11 Eylül olaylarından sonra eteğindeki taşları dökercesine boşaltmışlardır. ‘Şimdi bu tür görüşler caddelere kadar taşmıştır. Gerçekten insan kendi kültürünü islam kültüründen üstün görüyorsa ve böyle inanıyorsa, bunun manası açıkca şudur: müslümanlar bizim değerlerimize, normlarımıza uyum sağlamalıdırlar. Devamı ise, müslümanların islam’la ilgilerini kesmeleri isteğidir ki, bu imkansızdır’. Düşünebiliyor musunuz! HP/De Tijd’e yayınlanan bir yazıda islam nasyonal-sosyalizm’le eşdeğer tutuluyor. Bu bir felakettir, ancak insanların düşüncelerini karınlarında saklamamaları açısından da iyidir. Hiç olmazsa müslümanlar nereye gittiklerini, kendilerini nelerin beklerdiklerini bilsinler.
Hollanda’da islam’ın geleçeğinden ümitli olan Maurits, bütün olan olaylar, tartışmalar, didişmeler, eleştirmeler Hollanda’da yeni bir islam zuil’ini(ekol, yorum, anlayış) ortaya çıkacağının belirtileridir. Bu oluş, özellikle müslüman gençlerin islam’ı anlayışlarında, yorumlayışlarında ve takdim edişleriyle şekillenecektir. Gençler islam’ı baba’dan anneden bir miras olarak değil, kendileri okuyarak, anlayarak, konuşarak, tartışarak ve kişisel yorumlarını ortaya koyarak anlamaya ve kendi kimliklerini geliştirmeye yönelmişlerdir.
Bu gelişme ise bize Hollanda’da yeni bir fenomen’nin doğuşunun habercisi olabilir. Bu bir Polder islam’ı(Hollanda islamı) olabilir.
Evet, müslümanlar bugün, dünden daha fazla okumaya, anlamaya, düşünmeye, tartışmaya, yorumlamaya ve toplumsal meseleler hakkında görüş beyan etmeye zorlanıyorlar. Bu zorlama, ümit edilirki yeni bir islam anlayışı, kavrayışı, yorumu, ekolü beraberinde getirir.
Haziran 2002
Yeni başbakan Balkenende‘yi anlamak
Jan Peter Balkenende nihayet yeni hükümeti kurdu. Sekiz yıl aradan sonra Hollanda yeniden Hıristiyan Demokrat bir Başbakana teslim. Sosyal Demokratların milletvekili seçimlerinde büyük oranda oy kaybetmeleri, yeni hükümetin Hıristiyan Demokrat, Liberal ve Yeni Parti LPF’den oluşan üçlü koalisyon formülü ile kurulmasını beraberinde getirdi. Özellikle Hıristiyan Demokratlar ve yeni partinin bundan önceki mor hükümete yapmış oldukları köklü eleştiriler ve iddialarla şimdiki iktidara talip olular. Bu iki partinin söz konusu çıkışları, yorumları, taahhütleri ve planları yeni hükümetin ruhunu oluşturmaktadır. Gerçi şimdiki hükümette görev alan bazı bakanlar geçtiğimiz sekiz yıl boyunca hükümette olup, söz konusu eleştirilerin de bir yerde muhatabını oluşturuyorlar. Bu noktada yeni hükümetin iddia ettiği yenilikler politikasını nasıl uygulayacağı eleştirilirken, yeni partiden milletvekili seçilen ve bakan olan bazı isimlerinde Hıristiyan Demokrat bir geçmişe sahip olmaları esasen yeni hükümetin CDA-Hıristiyan Demokrat bir hükümet olduğu izlenimini vermektedir.
Yeni hükümetin ruhunu anlamak, bir taraftan başbakan Balkenende’nin şahsiyetini, diğer taraftan da ortaya konulan iddia, eleştiri, plan, önerileri anlamaktan geçer. Bir bilim adamı olan yeni Başbakanımız Balkenende, öğrencilik yıllarından itibaren aktif düşünen, mücadele eden, 1998’den itibaren de mecliste bulunan bir Hıristiyan Demokrattır. Diğer taraftan, oldukça genç sayılabilecek bir yaşta başbakan olan, kendine güvenen ve karşısındakine de güven veren, bilgili, tartışabilen ve en önemlisi de anlaşabilen Balkenende, seçimlere sekiz ay kala CDA’nın parti başkanlığından ayrılmak zorunda kalan ve şimdi Dışişleri Bakanı olan De Joop Schaffer’ in yerini dolduran ve yıldızı kısa zamanda parlayan bir siyasetçi olarak hafızalarda yer etmeye başlamıştır. Hukuk ve tarih eğitimi alan Bal-kenende, CDA’nın zor günlerinde parti içi çalkantılı döneminde cesareti ve omuzlarında hissettiği sorumluluk anlayışıyla da dikkatleri üzerine çekmiştir.
Seçimler öncesi yayımladığı ‘Farklı ve İyi’ başlıklı kitabıyla Hıristiyan Demokrat düşünceden hareketle sorumlu toplum ve sosyal dayanışmayla ilgili önemli görüşlerini ortaya koymuştur.
İdeal toplumda kamu kurumlarının olduğu kadar insanların da çok önemli rol üstlendiğini, devletin, okullara, hastanelere ve kurumlara sorumluluğu geri vermesi, böylece bu kurumların sadece kalitelerini geliştirmekle yetinmeyip aynı zamanda kendi kimliklerini de tayin etmeleri gerektiğini savunan Balkenende, böylelikle vatandaşın sorumluğunun da genişleyeceğini önermekteydi. Entelektüel ve pratik zekasının hükümet kurma çalışmalarında da öne çıktığını belirten siyaset yorumcuları, Lubbers ve Koka kıyasla, Hollanda’nın, İşçi Partili Den Uyl’der sonra ideolojik (ideolog ve kuramcı) düşünen bir başbakanla karşı karşıya olduğumuzu iddia etmektedirler.Hollanda önümüzdeki yıllarda hızlı çalışan, yorulmayan, idealleri olan bir başbakanla yönetilecek. Partisine on dört ekstra sandalye kazandıran Balkenende ile birlikte CDA’ya da yeni kan gelmiş durumda.
On üç bakan, on dört devlet sekreteri ile birlikte çalışacak olan Bal-kenende ve ekibini zorlu günler bekliyor. Zira Balkenende’nin en büyük iddiası, sekiz yıllık mor hükümetin artıklarını temizlemek ve büyük restorasyonu gerçekleştirmek olacak..Yerleşik politikanın, tabiri caizse kokuşmuşluğunun giderilmesi, Hollanda’da artık büyük değişiklerin olmasının gerektiğini, hem şu anda iktidara gelen iki parti hem de halkın çoğunluğu tarafından istenilen bir arzu haline geldi. Zira gerek Hollanda’daki gelişmeler, gerek 11 eylül olayları, gerek ekonomik gelişmeler (kriz, işsizlik vs.) halkta büyük oranda güvensizliğe ve belirsizliğe yol açmıştır. Balkenende’nin üzerinde sık sık durduğu bir konu da, insanlarda sevginin, saygının, dayanışmanın, yardımlaşmanın, sorumluluk yüklenmenin ortadan kalktığı ve bunun yeniden tahsis edilmesidir. Bütün bu iddialar Hollanda’da yeni bir dönemin başladığının habercisi olabilir. Bu yeni dönem tüm Hollandalılar için yeni sürprizleri beraberinde getirirken, göçmenlerin pozisyonlarının da sert bir şekilde gözden geçirilmesine de sebep olabilir.
Yeni hükümetin göçmenlere yönelik politikasına gelecek hafta değineceğiz.
Ağustos 2002
Van Boxtel’dan Hilbrand Nawijn’e
Interajans direktörü Yasemin Öztürk birkaç hafta önce Dünya’da ‘Azınlıklar işte şimdi tam yandı’ başlıklı bir haber/yorum yazısı yayınlamıştı. Yazısında kurulacak yeni hükümetin göçmenlerin Hollanda dışındaki çocuklarına ödediği çocuk paralarının azaltılması, anadil eğitiminin tehlikeye düştüğünü belirtmişti. Aradan geçen zaman içinde yeni hükümet kuruldu. Hükümetin çok yönlü değişiklikleri içerisinde dikkat çeken bir bakanlıkta hiç şüphesizki “Yabancılar (politikası) ve Entegrasyon Bakanlığıdır”. Hem de böyle nazik bir bakanlığa yeni parti LPF’den birinin bakan olarak atanmasıdır. Yasemin Öztürk’ün ‘Azınlıklar işte şimdi tam yandı’ feryadı şu anda daha iyi anlaşılıyor.
Yeni hükümetin sözkonusu entegrasyon bakanlığı sanki 1960’lı yıllara geri dönülmüş gibi bir hava estiriyor insanın aklına: Yabancılar ve Entegrasyon Bakanlığı. Bu yeni bakanlığın iki kavramından birisi olan “Yabancılar” kavramı neyi içeriyor Allah aşkına! Bunca yıllık yabanılar politikası, entegrasyon etkinlikleri, kavramların şekillenmesi nereye gitti?
Bunları bir tarafa bırakın. Kendilerine şu anda yabancılar olarak hitap edilen kitlelerin psikolojisi nedir, nasıldır? Bunu düşünen hiç kimse yok mu?
Daha dün ülkeye gelmiş yabancılarla, mültecilerle kırk yıldır Hollanda’da olan ya da bu ülkede doğan Hollandalı olmayan toplulukların çocuklarının hali nedir?
Bir başka yeni nokta ise; bu insanların da meseleleriyle ilgilenecek bakanlık diğer Avrupa ülkelerinde her ne kadar Adalet, Dışişleri ve diğer bakanlıklarla ortak çalışsa da yeri içişleri bakanlığıdır. Yeni hükümet sözkonusu bakanlığı adeta Adalet Bakanlığına bağlamıştır.
Zaten olayın Adalet bakanlığına verilmesi göçmen örgüleri tarafından da sert bir şekilde eleştirildi. Yetkileri sınırlı, parası az yeni yabancılar bakanlığı göçmenlerin entegrasyon meselesinde nasıl başarılı olarak merak ediliyor.
Eski bakanlardan Boxtel ve Kalsbeek’in bu noktada oldukça endişeli oldukları göz önüne getirilirse eski CDA’lı ve yeni LPF’li yabancılar ve entegrasyon bakanı Nawijn’in işi bir hayli zordur.
Şimdi eğri oturup doğru konuşmalıyız! Eğer rahmetli Pim Fortujn yaşasaydı bu bakanlığın ismi mutlaka ‘yabancılar ve güvenlik bakanlığı’ olurdu. Acaba LPF’li Herben sözkonusu bakanlığın ismini böyle teklif et-tide, sayın başbakan Balkenende ve ortağı Zalm ‘yabancılar ve güvenlik’ terimlerini biraz ırkçı bulup hemen hemen aynı anlama gelen ancak ilk duyuşta kulağa soft gelen yabancılar ve entegrasyon bakanlığında karar mı kıldılar.
Göç ve vatandaşlık dairesi (IND) eski başkanı Hilbrand Nawijn, D66’lı Roger van Boxtel’den devraldığı yeni bakanlık çalışanlarını Adalet bakanlığı bünyesine alması da bu işin tuzu büberi olmuştur.
Her ne kadar tüm göçmenler veya yabancılar kriminel olmasalarda yeni hükümetin Adalet bakanlığında oluşturduğu bu masalara yönelik yabancılar ve entegrasyon bakanlığı ister istemez sevimsiz bazı çağrışımları beraberinde getirmektedir. Bu çağrışımlardan Hollandalı olmayanların bazıları mutlaka rahatsız olacaklardır.
Bir taraftan, hükümetin büyük ortağı olarak ‘saygının yaygınlaştığı, sorumluluğun arttığı, etrafa sevgi ve dostluk duygularının saçıldığı bir toplum’ arzu edeceksiniz ve bunu bir hükümet politikası haline getirecekseniz, diğer taraftan da toplumda bazı kesimleri adeta potansiyel suçluymuş gibi bir duyguya sürükleyeceksinız. Bu dualizm, bu çifte standart nasıl açıklanablir? Nereye yerleştirilebilir doğrusu bilemiyorum.
Devamla, aylardır tartışılan vatandaşlık kursları ve önceden ödenecek kurs üçretlerini ve sadece kursları başarıyla bitirenlere verilecek oturma izni, artık yeni hükümet tarafından tereddüt edilmeden izlenecek politikalar arasındadır. Artık Hollanda’ya kaliteli göçmen ve yabancı girebilecek. Kurslarda da bunun elemesi yapılacak.
Bir başka nokta ise göçmen kuruluşları meselesidir. Göçmen kuruluşları ki, bir çoğu hükümetten yardım alamıyordu. Artık bundan böyle zor yardım alabilecekler. Göçmenler adına proje üretenler başarılı olsun olmasın milyonları alanların işi oldukça zor. Bu güne kadar adeta bir şebeke gibi çalışan bir çok kurum işte şimdi ayvayı yedi. Bizim için ya da Türklerin çoğunluğu için değişen ne olacak. Dün zaten doğru dürüst yardım alınamıyordu. Bu gün de zor alınacak, ya da hiç alanamıyacak. Doğrusu bizim için, büyük çoğunluk için değişen fazla bir şey yok. Dün, D66’lı Boxtel’en bakanlığından proje müracatlarımıza standart bir mektupla ‘yaptığınız etkinlikler kriterlerimize uygun değildir’ cevabı gelirken bu gün ve yarınlarda LPF’li Nawijn’in bakanlığında da daha kötü bir cevap gelecek bir hali yok herhalde. Ne yapalım, tezgahları kurup göçmenler adına projelerine destek alanlar düşünsün.
Biz, yine de, her türlü zor şartlara rağmen daha bilinçli, projeli, programlı ve stratejik çalışmalar yapmak zorundayız. Hangi hükümet iş başında olursa olsun!
Ağustos 2002
Hollanda’da Nawijn fenomeni ve azınlıkların vatandaşlık bilinci
Arzu ettiğimiz ve tartışmayı plânladığımız konuları artık sıcağı sıcağına yazamıyoruz. Hollanda gündemi o kadar hareketli ki. Ne Johannesburg’taki Sürdürülebilir Kalkınma İşbirliği Zirve toplantısında alınan kararları, tartışmaları ve gelecek on yıllarda yapılacak işleri ne Tarihin Sonu eseriyle tanıdığımız Fukuyama’nın Yeni İnsan Tipi adlı son kitabının içeriğini ne Hollanda’da din özgürlüğüyle ilgili anayasanın altıncı maddesini ne de Çevre Aktivistleri ile Marksistlerin bağlantılarını yazmaya fırsat kalmıyor. Bu tür yazıları şimdilik erteliyoruz. Hollanda’daki politik -daha doğrusu popülist- açıklamalar bizim de gündemimizi tayin etmeye devam ediyor.
Hollanda gündemi neden bu kadar hareketli?
Bu soru karşısında genel anlamda iki nokta karşımıza çıkıyor. Bunlardan bir tanesi, 15 Mayıs milletvekili seçimleriyle işbaşına gelen yeni hükümetin yeni politikaları olurken, bir diğer nokta da, yeni hükümetin Yabancılar ve Entegrasyon Bakanı Nawijn’in durmak bilmeyen, ardı arkası kesilmeyen pek güzide(!) açıklamalarıdır.
Onun iş başına geçmesinden sonra -yani bakan olduğu günden itibaren- yapmış olduğu birbirinden ilginç, zaman zaman anayasaya da aykırı açıklamaları, uygulanması bir hayli zor olan teklifleri ve tehditleri adeta “Hollanda’da bir Nawijn fenomeni” başlattı.
Bu yeni Nawijn fenomeninin ortaya attığı en son teklif, bilindiği gibi, yabancılara yönelik proje ve etkinliklere yapılan ödeneklerin kesilmesi ve kaldırılması yönündeydi. Bundan önceki teklifleri ise malum; karısına şiddet uygulayan yabancı erkeklerin yurt dışı edilmesi, suç işleyen Faslı gençlerin Hollanda pasaportlu dahi olsalar sınır dışı edilmesi vb.
Bütün bu açıklamalar bize Hollanda’da bazı işlerin iyi gitmediğini ve birtakım rahatsızlıkların olduğunu göstermektedir. 15 Mayıs seçimleri öncesi Pim Fortuyn’in başını çektiği ve dile getirdiği şikayetler çok garip bir şekilde sanki iktidara taşınmakta ve nerdeyse bu görüşler yavaş yavaş hükümet politikası olma yolunda gibi bir görünüm arz etmektedir. Bu anlamda göçmenler, azınlıklar ve de özellikle Türkler ve Faslılar LPF’li bazı bakanlar tarafından adeta “günah keçisi” olarak seçilmiştir.
Oysa Hollanda’yı ve geleceğini sarsan gelişmeler, muhtemel endişeler nasıl sıradan bir Hollandalıyı ilgilendiriyorsa biz azınlıkları da bir o kadar ilgilendiriyor.
Eğer bugün Hollanda gazetelerinde “Artık vatandaşların sorumluluklarını tekrar gözden geçirmesi gerekiyor,” yönünde ifadeler kullanılıyorsa, aynı sorumluluk, aynı muhasebe biz azınlık grup bireylerini de, biz azınlık vatandaşlarını da ayrım gözetmeksizin kapsamalıdır.
Eğer bugün Hollanda’da birey ve devlet ilişkisi yeniden düzenlenmelidir tartışması yapılıyorsa, bu tartışmanın ortasında azınlıkların da bulunduğu unutulmamalıdır. Zira bu toplumun bir kısmını da azınlıklar teşkil etmektedir.
Eğer bugün Hollanda’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra toplumun materyalistleştiği, norm ve değerlerinin, yargılarının değiştiği ve artık insana yatırımın parayla değil, yaratıcılık ve moral değerlere göre olması gerektiği savunuluyorsa, bu tartışmaların göbeğinde azınlıklar da vardır, olmalıdır.
Biz, azınlık bireyleri olarak, azınlık örgütleri olarak bu tür tartışmaların neresindeyiz sorusuna cevap ararken, bu konuya yapacağımız katkıları da unutmamalıyız. Hal böyle iken adı bile bir abesle iştigal örneği olan Yabancılar Bakanlığı, yapmış olduğu açıklamalarla suni gündem yaratarak, zamanımızı boşa harcatıyor.
Azınlık örgütleri ve bireyleri kendi kuruluşlarının günümüz Hollanda toplumundaki fonksiyonlarını tartışabilecek olgunluğa, tecrübeye ve enerjiye sahiptir.
Zaten her geçen gün içerik, form, kalite ve fonksiyon bakımından değişme ve gelişmelerle karşı karşıya olan azınlık örgütleri ve kurumları devletin yukarıdan müdahalesiyle değil doğal olarak, yapısal değişim geçirmek zorundadır.
Sayın Bakan Nawijn, azınlıkların gerek yukarıdaki toplumsal tartışmalarda gerek kurumsal değişme sürecinde hükümet olarak, devlet organı olarak, yerleşik kurumlar olarak olumlu yönde nasıl katkıda bulunabileceklerini kamuoyuna açıklamalıdır. Bu yönde düşünen bireylere ve yeni girişimlere destek vermelidir
Yoksa, Faslı kadınların grup hâlinde yüzme dersi almalarını ya da bir başka etkinliği örnek göstererek azınlık kurumsallaşmanın entegrasyonu engellediğini söylememelidir.
Devlet, sorumluluk alan azınlık gruplarındaki bireylere şartları hazırlasın, onları teşvik etmeli, önünü kesmemelidir. Gündemi sunî maddelerle işgal etmemeli ve gelişmemizi, yeniden yapılanmamızı engellememelidir.
Eylül 2002