Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Siyasi Katılım», sayfa 5

Yazı tipi:

Zaandam Sultan Ahmet Camiinde Türkiye ve Hollanda Gündemi

Yeni bir yaz tatili sonrası Zaandam Sultan Ahmet camiindeyiz. Cuma namazı çıkışında Zaanstad’lı Türkler birbiriyle hasbihal ediyorlar. Türkiye’den dönenler hoş geldin diyorlar bu yıl Hollanda’da kalanlara. Sarılmaların, kuçaklaşmaların hattı hesabı yok. Tam bu manzarayı seyrederken Hürriyet muhabiri Fatih Özyar’ın merhaba dediğini duyuyorum. Arkasından eğitimci Ali Rıza Sarıyıldız. Ayak üstü merhabalaşma sürerken buyrun sigara içilmeyen küçük odada birer bardak çay içelim deniliyor. Biz, küçük odaya geçinceye dek grup büyüyor. Çaylar gelinceye kadar Türkiye politikası sohbetin gündemini oluşturmuş bile. Türkiye’den yeni gelenler, gözlemlerini, hatıralarını anlatıyorlar. Diyorlar ki, AK parti gümbür gümbür geliyor, millet şimdiki partilerden bezmiş durumda. Tüm anketlerde AK parti birinci olarak çıkıyormuş. CHP kesinlikle barajı aşacakmış. İktidarın iki büyük partisi için barajı zor aşar diyorlar. ANAP bu haliyle ne barajı aşabilir ne de parlementoya girebilir diyorlar. Daha çok şey söylüyorlar, Türkiye’den tatilden gelenler. Söylüyorlarda ne değişiyor, kendilerinin zamanlarının harcanmasından başka. Sanki Zaandam Sultan Ahmet Camii sohbet salonundan, Den Haag Mescidi Aksa camii kantininden ya da Paris’teki Türk derneğinden, Londra’daki Türk Vakfından Türkiye mi kurtulacak. Vatanlarını bu kadar çok düşünmelerine rağmen, çatılarına, balkonlarına, bahçelerine çanak antenler dikerek gün be gün Türkiye’yi ve Türkiye gündemini izlemelerine rağmen, izledikleri insanlar, merak ettikleri insanlar, seçilmişler, vekiller, bakanlar yüzlerce kere söz vermelerine rağmen yıllardır bir deha dahi olsun Avrupa’daki insanlara seçimlerde oy kullanma hakkı vermemişlerdir. Teknoloji ve iletişim çağında bizim gibi başka bir ülke var mıdır doğrusu merak ediyorum.

Sigara içilmeyen o küçük odada hasbihal böyle devam ederken, çayların ikincisi de gelmişti, ki tam bu sırada Hürriyet muhabiri Fatih Özyar, biraz önce radyodan dinledim ‘Yabancılar ve Entergrasyon’ bakanı Nawijn suç işleyen Faslı gençleri, Hollanda pasaportları olsa dahi ülke dışına atacakmış. Al sana koca bir kaya, nerene dayarsan daya. Biraz önce Türkiye’yi konuşanlar şimdi Hollanda gündemini konuşmaya başladılar. Odadaki bazı arkadaşlar tatilde oldukları için yeni hükümetin sözkonusu bakanını tanımıyorlar. Fatih Özyar, hemen bana dönerek nedir bu açıklama dercesine baktı. Tam populist bir açıklama. LPF’ye uygun, sokak ya da kahve lisanı da denilebilecek, ipe sapa gelmez bir açıklamadır elbette. Suç bu ülkede işlenmişse ceza da bu ülkede çekilir, ta ki mahkum cezasını bir başka ülkede çekmek isteyinceye kadar. Ancak bu açıklamada nereden çıkmıştı şimdi. Evet sayın bakan mültecilerin yüzde seksenini sınır dışı etmek istiyordu, mülteciler meselesinde sıkı önlemler almak istoyordu da, bu göçmenler meselesi sanki mülteciler meselesi olarak karıştırılmıştı sanki. Aynı bakan sözkonusu açıklamasından bir kaç gün önce bir açıklama yapmış ve eşini döven, taciz eden, kötü muameleye tabi tutan yabancı erkekleri Hollanda dışı etmek istediğini açıklamıştı. Daha bu açıklaması tartışılırken, pratikte uygulanıp uygulanmayacağı belli değilken şimdi de suç işleyen, kriminel Faslı gençleri Hollanda dışına atmayı savunuyor Nawijn. Tartışmanın tam bu bölümünde, sigara içilen kantinde CDA milletvekili coşkun Çorüz’ün olduğu haber veriliyordu. Bir iki dakika geçmeden sayın Çörüz de, yanında hemşehrileri Enver Doğan ve Ahmet Altıkulaç’la küçük odaya teşrif etti. Çörüz’e hemen ilk fırsatta nedir bu açıklama diye soruldu. Eski IND (Göç ve Vatandaşlık Dairesi) müdürü olan, üstelik hukuk bilgisi iyi olan ve dahi avukatlık yapan bir kimsenin böyle bir açıklama yapmasına bir anlam veremediğini söylüyor sayın Çörüz. Gerçekten de, Yabancılar ve Entegrasyon bakanı Nawijn’in bu açıklaması hükümeti karıştırdı. Örneğin çiceği burnunda başbakanımız Balkenende sert bir açıklama yaptı “olmaz böyle bir şey” diyerek, sayın Nawijn’in bu açıklamasının uygulanıp uygulanmamasını, hukukta yerinin olup olmamasının araştırılmaya gerek görmediğini bildirdi. Balkenende’nin Hollanda’da suç işleyen kim olursa olsun, ebeveyni nereden gelirse gelsin cezasını Hollanda’da çekmelidir yönündeki açıklaması göçmenleri biraz rahatlatırken, hala koalisyon ortakları VVD ve LPF’li bazı milletvekillerinin sözkonusu açıklamanın hukuken uygulanıp uygulanamamasının araştırılmasını istemeleri abesle iştigaldır. Zira göç fenomeni, mülteci gerçeği günümüzün tipik bir problemi değildir. Tarihin her döneminde hareketlilik olmuştur. Olmaya da devam edecektir.

Yeryüzünde sosyal, refah, ekonomik v.b. seviyeler eşitlenmediği sürece (ya da ülkeler arasındaki kalkınma dengesi sağlanmadığı müddetçe) bir tarafta zengin ülkeler diğer tarafta fakirlik hüküm sürdüğü sürece göç ve iltica hareketleri devam edecektir. Bunun önüne geçmek neredeyse imkansızdır. Avrupa tarihi göç, sığınma hareketlerinin sayısız örnekleriyle doludur. Sayın bakan Nawijn, mesela ondokuzuncu yüzyılda tam 60 milyon Avrupalının çeşitli sebeplerden dolayı yer değiştirdiğini , göç ettiğini bilmiyor mu? Biliyor elbette. Ama populist yaklaşım, populist politika biraz daha ucuz ve biraz daha basit tabiki.

Eylül 2002

Yeni Hükümet, Ekonomik Tedbirler ve Azınlıklara Yansıması

15 Mayıs milletvekili seçimleri CDA’nın baş rol oynadığı yeni parti LPF ve VVD’nin de hükümete yer aldığı bir siyasi tabloyu ortaya çıkardı. Her ne kadar şu günlerde içi kazan gibi kaynayan ve kavgalara sahne olan yeni parti LPF yüzünden kurulan yeni hükümetin fazla ömürlü olmayacağı tezleri ortaya atılsa da hükümet, CDA lideri Balkenende başbakanlığında icraatına başlamış oldu.

İş başına gelir gelmez azınlıklar hakkında yapmış oldukları birbirinden orijinal ve bir o kadar da düşündürücü, zaman zaman da ipe sapa gelmez açıklamarıyla bu hükümetin azınlıklarla ilgili niyetinin pek te iyi olmadığı kanaati oluşuveriyor. Ya da Hollanda’da bazı işlerin arzu edilmediği yönde gitmesinden adeta yaptırım gücü bile olmayan, bazı siyasi partilar tarafından hiçe sayılan, karar mekanizmalarında bulunmayan azınlıkların kurban seçilmesi ya da problematize edilmesi insanı gerçekten düşürüyor. Özellikle azınlıklar üzerinden siyaset yaparak iktidara yürüyen ve geldiği günden beri de bir türlü düzen tutturamayan LPF’li bakanların açıklamaları azınlar için Hollanda’da kara günlerin başaladığının sanki bir işaret gibi.

Avrupa’nın hasta adamı olarak nitelendirilen Hollanda başta ekonominin geçen yıllara göre kötüye gitmesiyle bir takım radikal ekonomik tedbirler alarak sözkonusu ekonomik krizden çıkış yolları aramaktadır. Elbette Hollanda’da ekonominin kötüye gitemesinden nasibini alacak önemli bir grup azınlıklardır. Gelir düzeyi ve yaşam satandardı olarak bazı kesimlere göre düşük ve zayıf olan çoğunluk azınlıklar alınan bu ekonomik tedbirlerden olumsuz şekilde etkileneceklerdir. Yapılan açıklamalara göre gelecek yıl maaşlarda ortalama 3,25 oranında kısıtlamanın olduğu düşüülürse, asgari üçret alanların ve düşük maaş alanların halini varın siz düşünün artık. Gelecek yıl buna bir de yaklaşık yüz bin kişilik işsizlik ordusunun eklenecegini tahmin ederseniz Hollana ekonomisinin nasıl ve nereye gittiği hakkında bir fikir yürütme şansina sahip olabiliriz.

Ekonomik gelişmeler böyle iken, eğitim alanında ne olduğu bugün pek fazla tanımlanamayan Anadil Eğitiminin kaldırılması azınlıkları bir başka cepheden vurma politikası olsa gerek. Hükümette bulunan CDA’nın bu noktada ortaya koyduğu çıkış noktası, şu anda verilmekte olan anadil eğitiminin Hollandacayı öğrenmede destek sağlamadığının yapılan araştırmalarla ortaya konmasıymış. Zaten anadil eğitimi son şekliyle yüzde 70 oranında çocukların Hollandacayı öğrenmelerine destek için verilmekte geri kalan yüzde 30’u da kendi anadilinde çocuğa kültürel değerlerin aktarılmasından oluşmakta. CDA ve diğer hükümet ortakları sözkonusu anadil eğitimini kaldıran sayasın 2004’ten itibaren uygulanması taraftarı. Okullardan kaldırılacak olan anadil eğitimin o tarihten itibaren kimlerin ve nasıl bu işi yapacağı merak ediliyor. Anadil eğitimi okul içinde bile zor yürürken, okul dışında het türlü şartlar açısından yürütülmesi, verilmesi oldukça zor bir mesele olduğu bizatihi yaşanmış onlarca tecrübeyle sabittir. Ancak her ne kadar zor olsa da, anadil eğitimi şu şekilde veya bu şekilde bozuk veya düzenli, organizeli veya yarı organizeli mutlaka devam edecektir. Bir çok velinin meselenin pek şuurunda olmamasına rağmen, kimliğin ve varolmanın bir sembolü ve parçası olan anadil eğitimi okullardan kaldırıldıktan sonra daha da değerli olacaktır. İnsanoğlu zoru görmeden mücadeleye pek yanaşmıyor. Hollanda’daki Türk kuruluşlarının bu yönde, anadil eğitimi hakkının kullanılması yönünde yapmış olduğu ortak çalışmayı yakından tekip ederken, meselenin sadece mahkemeyle kalmamasını, aynı zamanda Avrupa’da milyonlarca insanın konuştuğu bir dilin eğitimden kaldırılması bir yana, önümüzdeki zaman biriminde daha kurumsal bir şekilde nasıl öğretileceği yönünde de kafa yorulmalıdır.

Kemer sıkma politikasının bir uzantısı olsa gerek, yeni hükümet iş başına gelir gelmez ilgili bakanı yapmış olduğu açıklamada, bundan sonra sadace azınlıklara yönelik yürütülen etkinliklere yardım yapılmayacağını bağıra bağıra belirtmesiydi. Bir çok kuruluş için bu sürpriz bir kara değildi. Zaten azınlıkların önemli bir bölümünün oluşturduğu dernekler, vakıflar devletten o kadar fazla yardım da almıyordu. Hele hele bakanlıkların yolları azınlık kuruluşlarının pek çoğuna kapalıydı. Bakanlığa giden yol taşlı ve dikenliydi. Bu iş en çok azınlıklar adına milyonları olanların projelerini baltalıyordu. Bu arada yaşın yanında kuruda yanacaktı elbette. Belediyelerde durum nasıl olacak onu zaman gösterecek ama bu gidişat pekte hayra alamet gibi görünmüyor.

Her ne kadar direk olarak yeni hükümetin politikası olmasa da, yeni hükümet iş başına geldiği günden beri, hatta seçim propogandalarının başladığı günden beri Hollanda’da sürekli müslümanların üzerine gelinmekte, tedirgin edilmekte, zaman zaman taciz edilmektedir. Pim Fortuyn’le başlayan sataşmalar, Den Haag, Tilburg ve Amsterdam’da bir kaç imamın yaptığı açıklamalar bahane edilerek hız kazandı ve neticede Somalili Ayaan Hirsi Ali’ye yapıldığı iddia edilen ölüm tehdidiyle, müslümanlara karşı sataşmalar ayyuka çıktı. Hatta öyle olduki, bir çok müslüman kuruluş, bu iş bir senorya mı sorusunu sormadan, ölüm tehdidinin yapıldığını kabul ederek, kınama açıklamaları yaptılar. Belkide Ayaan Hirsi Ali önümüzdeki günlerde bir kitap yazacak ve promasyona ihtiyaç duyacaktı. Veya politikaya atılacaktı. Şimdi bütün bu olanlardan sonra promosyan yapmasına gerek kalmayacak. Kamuoyu Ali’yi ölüm tehdidi vesilesiyle tanımış oldu. Kaldıki bu tür senaryoları bir kaç defa görmüştük. Kendini bilmez birisi Ayaan Hirsi Ali’yi ölümle tehdit eder, cezası ise tüm müslümanlara kesilirdi. Bu arada atı alan Üsküdarı geçerdi. Zaman bu işin en iyi aydınlatıcısı olacak.

Ancak bütün bu sıkıştırmalar, kışkırtmalar, aşağılamalar müslüman gençleri daha da şuurlandırmakta, araştırmaya sevketmekte, tenkidçi ve analitik düşünmeye teşvik etmektedir, bilemiyorum senoryaları yazanlar bunu hiç hesap ediyorlar mı?

Yeni hükümetin iş başına geçmesiyle uguladığı politikaların azınlıklara yansıyan bir kaç örneğini yukarıda ortaya koymaya çalıştık. Hiç Şüphezsiz bu örnekler ya da uygulanacak olan politikanın yansıyacağı, azınlıkları olumsuz yönde etkileyeceği alanları vardır. Olacaktırda. Bütün bunların bilincinde olarak, içinde yaşadığımız toplumda sorumluluk alarak hem kendi azınlık grubumuzun hem de içinde bulunduğumuz ülkenin kalkınmasına, gidişatına olumlu yönde katkıda bulunacağız. Zorluklar bizim daha net, sakin, berrak, olgun, olumlu, yaratıcı, yapıcı düşünmemize yardımcı olmalıdır. Bu gün, dünden daha aktif bir şekilde toplumsal gelişmelere katılmak zorundayız. En azından sosyal mekanizmaların işleyişini, devleri idare eden zihniyeti anlamak, kavramak zorundayız. Pes etmek bize yakışmaz!

Ekim 2002

Bir Ülke Krize Girse, Gör Başına Neler Gelir

Mayıs ayında yapılan milletvekili seçimleriyle iş başına gelen Balkenende hükümeti geçtiğimiz hafta istifa etmek zorunda kaldı. Seçim sonuçlarıyla Hollanda’da siyasi dengeleri alt üst eden bu hükümetin ömrü beklenenden daha az sürdü. Bu durumda siyasiler üç alternatiften söz ediyorlar. Bunlardan birincisi kabinenin yenilenerek devam etmesi, ki bu sadece Hilbrand Nawijn tarafından isteniyor ve CDA, VVD tarafından reddediliyor, ikincisi Kraliçenin birisine seçime gitmeden hükümeti kurma görevi vermesi, ki bu yol en son 1965 yılında seçilmişti, üçüncüsü ve en kuvvetlisi de oniki bakanın istifa ederek ülkeyi yeniden seçime götürmesidir. Bu bağlamda Kraliçe Beatrix ile görüşen meclis Başkanı Weisglas seçimlerin 15 ya da 22 ocak tarihlerinde olacağını açıkladı. Bu durumda ülke gecici hükümetle yönetilecektir. Zira geçici hükümeti, Avrupa Birliği üyeliklerinin genişletilmesi, Hollanda’nın Afganistan’da barış gücü başkanlığı, Irak meselesi ve sunulan 2003 yılı bütçe görüşmeleri gibi ana konularda karar vermesi gibi ağır bir yük beklemektedir. Eğer sadece 2003 yılı için sunulan bütçe planı görüşülüp, onaylanmazsa bunun Hollanda için maddi zararı 6.8 milyon Euro olarak düşünülmekte.

İkinci Dünya Savaşı sonrası en kısa ömürlü hükümet olma şansızlığını yakalayan yeni hükümet kurulduğu günden beri azınlıklara ve göçmenlere karşı yapmış olduğu sert çıkışlarla dikkatleri üzerine çekmişti. Hükümetin yıkılması Hollanda’da bir çok insan için ve özellikle azınlıklar açısından bir rahatlama teşkil etti. Hollanda siyasilerinin bazılarına göre özellikle 2002’nin başından beri yani Pim Fortuyn’in aktif olarak siyasete girmesiyle başlayıp, işlenen siyasi cinayetle devam eden ve seçimlerle perçinleşen travma süreci geçtiğimiz hafta son buldu. Bu bir noktada doğru. Ancak dün öfkelenen, sabırsızlaşan ve dahi bazılarının varlığından rahatsızlaşan bir kesim vatandaş kitlesi hala Hollanda’dadır. Hükümetteki başarısızlıkları Fortuyncileri darma dağın etti bu doğru. Hatta hükümet norm ve değerlerden bahsederken, tartışırken, bunların kaybolduğunu söylerken, toplumsal sorumluluğun yeniden yeşermesi gerektiğini vurgularken hükemette görevli LPF’li Heinsbroek trafik kurallarına uymayıp halka kötü örnek teşkil etmişti. Diğer taraftan LPF’lilerin toplumun önünde, mesela Wijnschenk’in Eberhard hakkında, Heinsbroek’in Bomhoff hakkında kullandıkları ve adına parti içi tartışma dedikleri kelimeleri bu satırlarda zikretmeye cesaret bile edemiyorum. Peki bu tür adamları hükümete taşıyan saikler nelerdi ? Kültür Felsefecisi Gabriel van den Brink’e göre bu tür adamaları iktidara taşıyan iki farklı kitle mevcut Hollanda’da. Bunlardan bir tanesi modern dinamikleri yakalamış, zengin ve refah içinde ve daha da ileri gitmek isteyen ve bu anlamda yürüyen bürokrasiden rahatsız olan, daha az kuralların ve daha az iktidarın olmasını isteyen bir kitle. Diğeri de aynı dinamiklerde varlıklarının tehlikeye düştüğünü düşünen bu yüzden daha fazla iktidar, daha fazla kontrol ve koruma olmasını isteyen bir kitle. (Trouw, 19 ekim 2002) Bu noktada Hollanda’daki bu kitle üzerinde dünyadaki gelişmelerin, mesela onbir eylül olaylarının insanların kendilerini güvenli hissetmemesinde, korkunun yayılmasında önemli rol oynadığı da göz ardı edilmemektedir. Bunu iyi hisseden Pim Fortuyn köşeyi dönmeyi başarmıştı. Ancak kendisinin siyasi bir cinayete kurban gitmesi ve geride kalanların kabinede başarısız olması sözkonusu köşe dönmeyi uzun ömürlü yapmadı.

Tabiki bütün bunlar, LPF’li politikacıların başarısız olmaları vatandaştaki güvensizliği bertaraf etmeye yardım etmedi. Fortuyn’I ve zihniyetini besleyen ve ortaya çıkaran saikler hala hayatta, hala canlı. Bu saiklerin Hollanda’ya önümüzdeki günlerde veya yıllarda neler geticeği belli değil. Tarihci Geert Mak, Fortuyn devriminin başarısızlıkla sonuçlandığını ama bunun neler getiçeğini şimdiden kestirmenin kolay olmayacağını, yeni bir Fortuyn, ki siyasi kariyeri olan ve belirli halk kitlesindeki rahatsızlığı da bilen birisinin ortaya çıkması halinde, işimizin zor olduğunu söylüyor.

O zaman yerleşik partilerin, politikalarını yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Yaşanılan acı bir tecrübeden sonra neler yapılabileceği, geçen hükümetin yani PvdA, VVD ve D66 partilerinin iktidarında yapılan hataların tesbiti ve tamiri gerekmektedir. Siyasi yorumculara göre yapılan hatalardan birisi ‘işveren hükümeti’nin oluşturulmasıydı, yani pazar kurallarının geçerli olduğu özelleştirme, bağımsızlaştırma, görevlerini elden çıkarma gibi işlere ağırlık verilmesiydi. Bunun bir yanlış olduğu bir çok siyayetçi tarafından şimdilerde anlaşılmış oldu.

Bazı siyasi yorumculara göre bir başka mesele de, onbir eylül olaylarıyla Amerika ve Batı’yı da içine alan, vatandaşın yarınlardan emin olmama korkusu ve beraberinde getirdiği fiziki, kültürel ve maddi güvensizliğin hakimiyetidir.

Yerleşik partilerin ya da iktidara talip olan siyasi partilerin, kadroların bu sorulara verecekleri cevap ve vatandaşa gelecek vaadleri Hollanda’da ikinci Pim Fortuyn’lerin yeniden ortaya çıkmasını engelleyecektir. Aksi takdirde bu tür rahatsızlıklar yeni liderleri ortaya çıkarır ve ülke kriz üstüne kriz yaşar.

Ekim 2002

Gaflet mi? Önyargı mı? Yoksa Tahammülsüzlük mü?

İki hafta önce bu köşede, islama ve müslümanlara Hollanda medyasını kullanarak ağır hakaretler yapan, tabiri caizse Hollanda’daki müslüman kitleyi ve özellikle Hollanda’da yetişen genç nesli kışkırtmak isteyen Somali’li Ayaan Hirşi Ali’nin kesin tesbit edilmeyen, ancak ‘ölümle tehdit’ olayı bahane edilerek yapılan açıklamalara ve tepkilere yer vermiştik. Medyanın ve kamuoyunun bunca ilgisine ve tepkisine rağmen, tehdit olayının acaba bir düzmece olup olmayacağını sormuştuk. Zira olayın gelişme ve ele alınış şekli Avrupa’da ve Hollanda’da geçtiğimiz yıllarda yaşanılan bazı olaylarla benzerlik arzediyordu. Ama bir çok Hollandalı köşe yazarı, düşünürü, siyasetçisi böyle bir soruyu sormadan olayın üzerine körükle gitmişti. Eline kalemi alan Ayaan Hirşi Aliye destek vermiş ve topyekün olarak müslümanların eleştiye dayanamadıkları, tahammül edemedikleri mesajı verilmeye çalışılmıştı. Oysa islam ve müslümanlar bir çok kişi tarafından zaten hergün eleştiriliyordu. Bunların bir tanesi de Ayaan Hirşi Ali olurdu. Bunda kızılacak, cıngart çıkarılacak bir durum yoktu. Ancak bayan Hirşi Ali’nin içinde bulunduğu psikolojik durum, Somali’de geçen çocukluk yılları, aile içindeki konumu ve aile bireyleriyle olan ilişkileri ve diğer bir çok sebep olayı islama ve müslümanlara eleştiriden daha çok hakaret noktasına, aşağılama ve nefret etme noktasına getiriyordu. İçinde bulunduğu bocalama, frustrasyon, bireysel kriz ve travmanın sorumlusu olarak bir çok insanın kurtuluş bulduğu, sıkıntılı olunan zamanlarda daha sıkı bağlanılan ve bir çok kişinin mutluluğa erdiği din olan islamı sorumlu tutuyordu. Bu yüzden fırsat bulduğu her ortamda, platformda, televizyon, radyo programlarında hakarete varan bir uslupla islama ve müslümanlara saldırıyordu. Söylediklerine bazı müslümanlar tarafından cevap verilsede Hollanda medyası için esas olan Ayaan Hirşi Ali’nin söyledikleriydi. Nihayetinde Ali eski bir müslümandı, onun bu tür eleştiriler yapması, milletin arayıpta bulamadığı bir fırsattı. Ve öylede oldu. Taki tehdit(!) edilinceye kadar. Tehdit olayından sonra haftalarca gündemde kaldı Hirşi Ali. Destek ilanları, internet adresleri, yardım fonu oluşturulması ve yorum yazılarıyla bayan Ali adeta masum, hakkı yenilmiş bir insan posizyonuna getirildi.

Ancak geçen hafta, haftalık Vrij Nederland gazetesi ‘tehditle yalan arasında’ başlığı ile bir yazı yayınlamıştı bayan Hirşi Ali olayı ile ilgili. Günlerce Hollanda’nın Salman Rüşti’si olarak tanımlanan Hirşi Ali sözkonusu yazıda adeta hesaba çekiliyor ve tehdit olayının uydurulup uydurulmadığı üzerinde duruluyordu. Eski işvereni Wiardi Beckman Vakfı(işçi partisinin araştırma kurumu) müdürü, Ayaan Hirşi Ali’nin Somali’li arkadaşı, Londra’daki babasının görüşlerinin yer aldığı yazıda Hollanda medyasında olayların nasıl geliştiğini, özellikle NRC Handelsblad, Trouw ve de Volkskrant’ta olayın ele alınış şekli irdelenmekteydi. Tehdit telefonunun nereden geldiği, ciddi olup olmadığı araştırılmadan sanki tehdit eden şahış tesbit edilmişcesine olayın üzerine gidildiği, Ayan Hirşi Ali’nin başta babası olmak üzere yakınlarının tehdit olayını ciddiye almadıklarını, tehdit olayını bizatihi Hirşi Ali’nin kamuoyu oluşturmaya yönelik söylemleri, kendisinin dinden döndüğü için ölüm fetvası çıkarıldığı, artık korkudan her hangi bir programa katılamacağını ilan ettiği belirtiliyor yazıda. Polisin bile elinde tehdit edildiğine dair belge olmadan, tüm medya ve taraftarlar elbirliğiyle tehdit olayının ciddiyetine sorgu sual etmeden, baştan inanmışlardı.

Olayın bu noktaya gelmesi, abartılması, olduğundan büyük ve korkunç gösterilmesi bize Hollanda medyası ve gazetecilerinin, islam ve müslümanlar ya da kendileri gibi olmayanlar hakkında ne kadar ön yargılı ve peşin hükümlü olduklarını bir defa daha ortaya koyuyordu. Vrije Nederland gazetesinde çıkan yazı sonrası olayı büyüten gazetelerden, Trouw ve NRC Handelsblad olaya tekrar tam sayfa ayırarak harekete geçmiş, Vrije Nederland gibi bir gazetenin nasıl böyle bir yazıyı yayınladığını sorarak hayretlerini belirtmişlerdi. Sanki Hollanda’da herkes her konuda hem fikir de, bu konuda ayrılığa gerek yokmuş gibi bir tavır. Sonuç ne olursa olsun, ayrı düşünmeden dolayı kimsenin ölümle tehdit edilmesini asla tasvip etmemekle birlikte, aslı astarı olmadan, hangi amaca hizmet ettiği bilinmeden olayın üzerine gitmek ve bir grup insanı rencide etmek doğru bir davranış olamaz.

Somali’li Hirşi Ali olayında yaşananlar Hollanda medyasının, fikir ve düşünce adamlarının unutulmaz bir ayıbıdır. Bu ayıpla medya bu ülkede azınlıkların, müslümanların uyum sürecine olumlu bir şekilde nasıl katkıda bulunacak, doğrusu merak konusu.

Diğer taraftan aynı günlerde Hoogzand’ta meydana gelen çirkin olayın sorumlusunun ilk günlerde de Telegraaf gazetesinin başını çektigi yayınlarla Türkler olarak ilan edilmesi Holladna’daki tüm Türk topluluğunu derin bir üzüntüye uğratmıştı. TurksForum adlı internet gazetesinin yayınladığı son haberde, yapılan araştırmalara gore Türklerin sözkonusu olayla ilgileri olamadığını duyuruyordu. Ve Türklere yapılan bu haksızlığın mektupla, e-maille protesto edilmesini öneriyordu.

Her iki olayda olduğu gibi, münferit olayların genelleştirilmesi, doğru dürüst tebit edilmeden bir grubun zanlı olarak suçlanması, her ne kadar tarihsel önyargılarla izah edilsede, esasen hakim grubun kendileri gibi olmayanları anlama ve dinleme zahmetine katlanmadıklarının açıkça bir ifadesidir. Anlayış, uyum, kaynaşma hep azınlıklardan beklenmemelidir.

Ekim 2002
₺70,48

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-605-5988-32-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre