Kitabı oku: «Siyasi Katılım», sayfa 6
Psiko-Pedagojik Sorunlar ve Gençlik
Günlerden pazar. Son oniki yılın en şiddetli fırtınasının yaşandığı bir günü yaşıyoruz. Rüzgarın şiddetinden bir çok ağaç yıkılmış. Caddelerde yer yer kalın ağaç dalları var. Yağmur alabildiğine yağıyor. Amsterdam merkez istasyonunun çatısının bir bölümü rüzgarın şiddetinden uçtuğu için tren istasyonu kapatılmış. Şehirlerarası iletişim hemen hemen durmuş. Televizyon ve radyolardan yetkililer çok luzumlu değilse dışarı çıkılmamasını tavsiye ediyorlar vatandaşa.
Biz de, böyle bir günde önceden verilmiş bir sözü yerine getirmek için Ayasofya camiinin ders lokalinde bir grup gençle adolesans yani ergenlik döneminde gençlerin karşılaştıkları sorunları tartışıyoruz. Fırtınanın, rüzgarın ve yağmurun çıkardığı sesler arasında gençlere ilk önce adolesans’ın tanımını yaparak, bu dönemde ortaya çıkan gelişmeleri tanımlamaya çalışıyoruz. İşe pedagojinin ergenliği tarif edişiyle başlıyoruz. Pedagojiye göre ergenlik: ‘çocukluktan çıkmış olup, fiziki ve ruhi olarak tam bir gelişme dönemi içine girme halidir, ergenlik döneminden önce gelen ve büluğ bunalımıyla kendisini gösteren dönemdir ”. Sosyolije göre ergenlik: “bireyin, üyesi olduğu toplum trafından artık bir çocuk gözüyle görülmekten çıktığı, ama yine de kendisine henüz tan bir yetişkin insan statüsü, rolü ve fonksiyonu tanınmadığı hayat dönemidir”.
Bazı psikologlar ise adolesans dönemini dış etkenlerin de etkisiyle ‘ruhun ikinci doğumu’ olarak tarih ederler. Bu dönem bunalım dönemi olarak görülür.
Artık çocukluk bitmiştir. Soru sorma zamanı değildir. Şimdi ergenliğe ilk adımların atıldığı, iddiaların dillendirildiği, ben’in keşfedildiği, tartışmaya meydan vermeyecek kadar iman etme döneminin başladığı, kesin yagılara sahip olma, sırf tahrik etmek için konuşulduğu, karşı çıkmaktan zevk alındığı, kendi kendisini tasdik etmenin ön planda olduğu, doğmatik görüşlerin hakim olduğu bir dönemdir adolesans dönemi.
Gençlik psikolojisi üzerine geçen yüzyılın başlarında yapmış olduğu araştırmalarla psikoloji tarihine geçen ve çoğu zaman gençliğin babası olarak değerlendirilen Stanley Hall adolesans dönemine ait şu verileri toplamıştır : – Bedenin çeşitli kısımlarının büyümesi, – Gençlerde görülen hastalıklar, – Gençlerde görülen suç, – Ergenlik sırasında seste ve duygularda görülen değişiklikler, – Gençlik döneminin içtepileri, – Dine karşı gösterilen derin ilgi, – Gencin doğaya karşı beslediği duygular, – Bazı toplumlarda gençleri seksüel yaşama hazırlayan törenler.
Ergenlik çağına giren gencin psiko-pedagojik yapısını kısaca tanımladıktan sonra, Hollanda’da bulunan bu yaştaki gençlerimizin üzerinde sohbetimiz devam etti. Bizim gençligimiz, bir taraftan tüm dünyadaki yaşıtları gibi sosyal, psikolojik, ekonomik ve fiziki sorunlarla karşı karşıya iken, diğer taraftan da göçmenlik ve azınlık bir grubun üyesi olmaktan kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyalar.
Gençliğin genel problemleri, – sosyalleşme süreci, – aynileşme ve kimlik arayışı, – bağımsızlık problemi, – davranış biçimlerinin ortaya çıkması, olarak tanımlanabilir.
Sosyalleşme sürecinde genç toplumun kurllarını, norm ve değerlerini, dilini, dinini, kültürünü benimseyerek toplum içinde bir yer edinme mücadelesi yaşar.
Çocukluk döneminde anne, baba, büyük kardeşlerle özdeşleşen genç ergenlik döneminde kendine örnek kişiler arar. Örnek kişilieri taklit eden genç bunu davranışlarında, giyiminde, düşünüşünde ortaya koymaya çalışır.
Bağımsızlık duygularıyla birlikte genç artık anne ve babasını tenkit etmeye, onların ve eski çevresinin davranışlarını beğenmemeye yönelir. Bu davranış bir yerde kuşaklar arası çatışma olarak görülür.
Var olan kültürel norm ve değerleri de eleştiren genç, bu dönemde yeni değer ve normlar peşindedir.
Göçmen ve azınlık gruplara mensup gençlerin yukarıdaki gelişmeler yanısıra karşı karşıya oldukları bazı problemler ise şöyledir : – yalnızlıkve yabancılaşma problemi, – gelecek perspektifinin olmaması, – kültürel çatışma, – aynileşme veya kimlik problemi, – aşağılık kompleksi.
Toplantıya katılan gençlerin sorularından edindiğim bir izlenim de, gençlerin sisteme olan güvenlerinin her geçen gün sarsıldığıdır. Gençler Hollandalı ögretmenlerinin kendilerini bile bile yanlış yönlendirdiklerine inanmaktalar. Yaptığımız tartışmada her ne kadar bunun genelleştirelemiyeceğini ifade etsekte yine de gençlerde böyle bir imajın hakim olduğunu gördüm. Böyle bir duygu hem gençler açısından hem içinde yaşadığımız ülke açısından oldukça düşündürücüdür. Gençlerin bu tür duygulardan bir an önce kurtulmaları ve kendilerine olan güvenin farkına varmaları gerekmektedir. Çalışmak ama iradeyi kullanarak çalışmak gençlerin şiarı olmalıdır. Fikir ve kültür çalışmaları için aynı saatlerde devamlı ve tertipli bir şekilde, günde iki üç saat çalışmak yeterlidir. Unutmayalımki, büyük islam filozofu Ibn-i Sina, daha geçen yüzyılın başına kadar bir çok Avrupa üniversitesinde ve bizatihi Belçika üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan « Şifa » isimli kitabını Bagdat’ta sabah namazından sonra günde sadece iki saat çalışarak yazmıştır. Yeterki işimize aşkla sarılalım.
Ekim 2002
Sünnet Yemeği, Türk İşadamları Toplantısı, Türkiye’deki Seçimler…
Hareketli bir hafta sonu yaşadık. Cumartesi günü mevsim normallerinin dışında bir havayla karşı karşıya kaldık. Çocuklara bir bayram havası yaşattı bu güneşli hava. Halk şehir içi ve alış veriş merkezlerini alabildiğine doldurmuştu.
Böyle bir günün akşamı aynı zamanda Feza Televizyonu yapımcısı ve Zaman gazetesi Amsterdam temsilcisi Basri Doğan’ın oğlunun güzide bir sünnet yemeğine şahit olmaktaydı. Kütürümüzün temel taşlarından olan sünnet, erkek çocuklar için pedagojik gelişmelerinin önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Gelişmekte, şekillenmekte ve yapılanmakta olan çocuk için sünnet olayı yep yeni bir dönemin başlamasına sebep olur. Toplum tarafından erkek çocuğa biçilen rollerin yavaş yavaş yüklenmesiyle şahsiyetinin pekişmesine katkıda bulunur sünnet olayı. Böyle anlar bir insanın ömründe unutamayaçagı anlar olup çocuk kişiliğinde derin iz bırakır. Yapılan törenlerle çocuğa verilen önem ve değer bir taraftan geleneklerin içinde bulunulan ülkede yerleşmesini beraberinde getirirken, bir taraftan da çocuğun artık gruba, topluma alınmasına ve birey olarak görülmesini sağlar.
Pazar günü sabah erken saatlerde, toplumun önemli bir bölümünün istirahat ettiği saatlerde kalkıp Den Bosch’un yolunu tutmuştuk. Ben, Türkevinden Abdurrahman ve Yalçın beylerle birlikte arabalarımızı Amsteldijke park ederek Hollanda Yağlı Güreş Koordinatörü Ahmet Ali Akgül’ün Jip’ine dolup Zara’dan DVD-televizyon görüntülü türküleri dinleyerek Utrecht, Den Bosch istikametine hareket ettik.
Kıkbeş dakika süren seyehatimiz boyunca DÜNYA Gazetesinin son sayısında gündeme gelen ve Hollanda Türk toplumunu çok yakından ilgilendiren Hollanda’daki gelişmeler (Türkçe Radyo Yayınları, Türk annenin kızının katillerinin yaklanması yönündeki isyanı, 22 Ocak’ta yeniden yapılacak milletvekili seçimleri, vb.) başta olmak üzere, Türkiye’de yapılan seçimler, Türkiye-AB ilişkileri tartıştık.
Arabamızdaki elektronik rehber zaman zaman sağa sola dönmemizi, direk gitmemizi tekrarladı durdu. Ve nihayet Brabanthallen kongre merkezine varıp, arabamızı park ettikten sonra “1. Avrupa Türk İşadamları Toplantısı”nın yapıldığı salona doğru yöneldik. Kapı önünde toplantıyı organize eden Webişrehberi’nden Sedat Çakır çok telaşlı bir şekilde bir kaç Hollandalıya bir şeyler anlatıyordu. Onu geçtikten sonra, kapı ağzında duran Amsterdam esnaflarından Serdar Zeki Çakır’la karşılaşıyoruz. Çakır, sabahın erken saatlerinde elinde tüttürdüğü kalınca purosuyla etrafa kokular saçıyordu. Kayıt işlemlerinden sonra salona girdiğimizde onlarca tanıdık simayla merhabalaşdık. Webişrehberi’nden Mehmet Özkan, VVD’li Köksal Gör, Dostluk Vakfından Ferruh Başaran, Actief Sigorta’dan İsa Kılıçasrlan, Ibadullah Turgut, IBCO’dan Mehmet Yamaç, DHB’dan Bülent Türker, Hilversum’dan Şerafettin Babacan, Den Haag’tan Çağlar Kurtal, Breda’dan Yusuf Beyaztaş, Leerdam’dan Mehmet Keskin, Zaandam’dan Ata Garajı sahibi Coşkun Yeğenoğlu bunlardan sadace bazılarıydı. Coşkun Yeğenoğlu demişken bir noktayı belirtmeden geçemiyorum. Coşkun bey hafta içi her ne kadar Ata garajını idare etsede, akşamları ve hafta sonları üzerine giymiş olduğu marka takım elbiselerle adeta bir kültür ve sanat adamıdır. Yıllardır sosyal, kültürel hatta siyasi toplantıları kaçırmaz. Garajının üst katında sayısız eski kitap, dergi ve okunmaya sıra gelmemiş gazete bulabilirsiniz.
Aylar önceden duyurusu yapılan 1. Avrupa Türk İşadamları Toplantısı, üçyüze yakın katılımcının hazır olduğu anda İstanbul’dan Lerzan Özder hanımefendinin yapmış olduğu güzel Türkçe sunuşla başlarken, Sedat Çakır memnuniyetlerini belirten kısa bir konuşma yaptı. Toplantının birinci bölümü daha çok Hollanda’dan ve Hollanda dışından topalntıya katılan Türk İşadamları örgütlerinin kurumlarını tanıtmalarını içeriyordu. Tüm konuşmacıların ortaya koyduğu, örneklendirdiği bir çok girişimin yanısıra, hepsinin konuşmalarından ortak bir mesaj ortaya çıkıyordu. O da şuydu: Avrupa’nın hangi ülkesinde olursa olsun, hangi ölçekte ticaretle uğraşırsa uğraşsın, ne tür zorluklarla karşılaşırsa karşılassın, hepsinin gönlünde bir Türkiye sevdası yatıyordu. Hepsinin kalbi Türkiye’nin kalkınması, çağdaş ülkeler seviyesine gelmesi, Türk insanının refah içinde yaşamasının hayalleriyle yaşıyorlardı. Hepsi bu anlamda kendilerinin üzerine düşen bir şeylerin olduğunun ve bunu Türkiye için yapmaya hazır olduklarını adeta beyan ediyorlardı. Mesela Zurich’ten kongreye katılan ve bir konuşma yapan Tahsin Aygün Türkiye’deki yetkililere seslenip, beyler artık “Avrupa’daki Türk Dönercilerin Elini Sıkın”, Türkiye’nin AB’ye girişi bu insanlarla barışık olmaktan geçer diyerek, varolan bir çok işbirliği imkanından faydalanılmadığını, mesela Zurich’le Van belediyelerinin neden ortak bir proje yapamadıklarından yakınıyordu. Kongrenin birinci bölümü, Türk İşadamlarına baştan beri beri verdiği destekle tanınan T.C. Lahey büyükelçimiz Aydan Karahan’ın yapmış olduğu destek konuşmasıyla biterken, hep birlikte aynı bina içinde 3, 4, 5 Kasım tarihlerinde devam edecek olan Türk Ticaret Fuarının açılışı yapıldı. Tüm katılımcılar Türk Ticaret Fuarını gezerken, birbirlerini görme şansını yakalayanlar da bol bol sohbet etme imkanı buluyorlardı. Bir ara gözüm DÜNYA gazetesi pavyonunda takıldı. Masanın etrafını çeviren İlhan Karacay, Ergun Kula, Muhlis Aydoğan, Yalçın Çakır, Bülent Türker, Coşkun Yeğenoğlu ateşli ateşli Hollanda Türk toplumunun gündeminde olan sıcak olayları tartışıyorlardı.
Toplantının öğleden sonraki bölümünde katılımcıları bilgilendirici konuşmaların yanısıra sorularada cevaplar verildi. Toplantı bir taraftan devam ederken kulislerde de Türkiye’de yapılan seçimlerin sonucu üzerine tahminler ve tartışmalar yapılıyordu. Ufuk gazetesinden Mehmet Sürmeneli’yle Amsterdam Türk Televizyonun’dan Mehmet Akif’in seçim sonuçları üzerine tartışmalarını görünce Akif’e dönüp dedimki, son dakika gelen bir habere göre AKP tek başına almış götürmüş. Ciddi ciddi bir iki saniye düşündükten sonra, yok abi olmaz, bugün, bir kaç saat sonra şişirilen Ampül patlayacak, göreceksiniz cevabını alıyorum Mehmet Akif’ten. Eindhoven’dan Kaya Koçak, şaka olduğunu söyle abi, daha sandıklar açılmadı, nereden bilecekler AKP’nin birinci parti olacağını diyor.
Toplantının sonunu beklemeden, Haarlem’den Aksiyon Seyehat Ajantası sahibi Edip Özkan’la en son vedalaşarak Amsterdam’a hareket ediyoruz. Eve yaklaşınca ilk telefonu alıyorum seçim sonuçlarıyla ilgili. Ramazan Yurtsev tam bir zafer çığlığı içinde AKP’nin yüzde 34, 35’lerde gittiğini söylüyor. Gerçi oyların daha yüzde yirmisi sayılmıştı bu haberin geldiğinde ama, gidişat artık AKP’nin Türkiye’yı yönetecek parti olduğunu gösteriyordu. İlerleyen saatlerde oyların yüzde sekseni sayıldıki, artık barajı geçen sadece iki parti kalmıştı. TTA’dan Mehmet Akif’i aradım. Nasılsın? Sorma abi diyordu. Sorma diyenlerin sayısı bir hayli kalabalıktı. Ama Türk halkı bu defa böyle tercih yapmıştı. Gerçi seçim sonuçları Türk siyasi hayatını alt üst etmişti.
Bu vesileyle seçim sonuçlarının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyoruz. Hollanda’da bir hafta sonunu işte böyle geçirdik.
Kasım 2002
Faslılar ve Türkler!
Kültür ve Kimlik Çatışmasına mı Davet Ediliyorlar?
Antwerpen’de Faslı bir gençin öldürülmesinden sonra başlayan olaylar hızla gelişti. Arap gençlerle Belçika polisinin bir anda karşı karşıya gelmesine, gençlik lideri Ebu Jahjah’ın bir ara tutuklanması ve serbest bırakılmasına neden oldu. Bununla birlikte gelen tartışmalar bir müddet gündemi meşgul etti. Sloganlar ve sevinç gösterileri eşliğinde serbest kalan Ebu Jahjah televizyonlara yaptığı açıklamalarda gayet soğukkanlı, hak ve hukuk mücadelesi veren bir etkinlik içinde oldukları manzarasını yansıttı. Belçika polisinin, özellikle Arap gençlere uygulamalarından son derece rahatsız olan ve polisin yapmış olduğu bazı girişimleri ve muameleleri kamarayla tesbite çalışan gençler Belçika politikasında aktif olma niyetindeler. Yabancı gençlere haksızlık yapıldığı, adaletsizliğin, ayırımcılığın kol gezdiği bir ortamda, Antwerpen ve Belçika’daki siyasi ikiyüzlülüğe karşı bir baş kaldırı hareketi görünümü veriyor Ebu Jahjah hareketi. Sokağa dökülmek çözüm olmasada, böyle bir hareket sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi değişim süreci yaşayan grupların gençlerinde gayri ihtiyari bir sempati toplar. Zira yıllardır ezilmişliğin ve horlanmışlığın verdiği psikoloji gençleri bu tür baş kaldırı hareketlerine, içeriğine bakmaksızın katılmalarını ve dahi desteklemelerini sağlar. Nitekim öyle de oldu. Belçika’da başlayan Arap Birliği haretketi kısa sürede Hollanda’da da etkisini gösterdi ve onlarca gönüllü Faslı genç Arap Birliği hareketinin şubesini açmak üzere harekete geçti. Hollanda’da yaşayan ve Arap Birliği şubelerini açmak isteyen gençlerin fikirleri ilginç, Gençler; ‘Saygı istiyoruz. Hollanda bunu bize vermiyor. Ebu Jahjah bundan başka bir şey istemiyor”, “Hollanda toplumunda eşitsizlik hakim. Faslı gençler geri bırakılıyor. Buna bir son verilmeli. Siyasetciler Faslı gençler hakkında ulu orta ve aşağılayıcı konuşmalardan vazgeçmeliler”. Evet bu duruş ve bu tavır bir hoşnutsuzluğun, bir arayışın, bir başkaldırının, bir çıkış yolu aramanın manzarasıdır. Gençler bütün bunları Faslı olduklarından dolayı yaşadıklarına inanmaktalar. Ortada bir ayırımcılığın olduğundan bahsediyorlar, inanıyorlar. Her ne kadar CDA’lı politkacılar Arap Birliğinin Hollanda’da şubelerinin açılmasına karşı çıksalarda, ortada Faslı gençlerin boğuştuğu ve Hollanda toplumunu ilgilendiren bir realite var. Bundan nasıl kaçabiliriz. Bunu nasıl görmemezlikten gelebiliriz.
Ya Türkler!
Hollanda’da bütün bunlar yaşanırken gündemimize Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği tartışmaları ve Türkiye’nin olağanüstü gayreti girivermişti. Herkes bir anda Kopenhag kararlarına odaklanmıştı ki Hollanda’da Türkler için yeni bir tartışma ortaya atılmıştı. Kuzey ve Doğu Hollanda Polis Teşkilatı (KNON) tarafından hazırlanmış ve resmen açıklanmamış raporunda, Türk mafyasının Hollanda siyasetinde de aktif olduğu iddiası yer almaktaydı. Tüm raporda sadece iki paragrafta bu konunun üzerine değinilmiş olsada, de Volkskrant gazetesinin haberine göre Türkler’in oluşturduğu organize suç örgütlerinin Türk kökenli bazı yerel politikacılar ile ilişki halinde olduklarıydı.
Ortalık bir anda allak bullak oluverdi. Sayıları 113 olarak bilinen belediyelerdeki Türk kökenli meclis üyeleri resmen zan altındaydılar. Herkes birbirine kim bunlar diye sormaya başlamıştı bile. Yapılan ortak ve münferit açıklamalar bir an önce sözkonusu isimlerin açıklanması ve büyük bir grubun ve onlara oy vermiş olan binlerce kişiye hakretten vazgeçilmesi yönündeydi. Çok haklı olarak, zaten bozuk olan sinirler bir defa daha bozulmuştu. Hollanda’nın her köşesinden konuyla ilgili açıklamalar ve isyanlar yükseliyordu. İşte bunlardan bir tanesi, geçen hafta DÜNYA gazetesinde de okuduğunuz gibi Den Bosch belediye meclis üyesi Deniz Özkanlı’nın ironik olarak ‘Kenedy’i Türkler Öldürdü” başlığıyla yapmış olduğu anlamlı açıklamaydı.
Hollanda’daki Türklerin suçlanmaları bu olaylarla sınırlı kalmadı. Belediye meclis üyeleri mücadelelerini hukuk yolunda sürdüreceklerini açıklarken, bu defa Türk asıllı milletvekilleri üzerine suçlama yapıldı. Bu sefer Trouw gazetesi Willem Pompe Enstitüsünden kriminolog Yücel Yeşilgöz’le yapmış olduğu söyleşiye yer vererek, Hollanda meclisindeki Türk kökenli bir milletvekilinin kesinlikle Türkiye’nin memuru olduğu diğerlerinde de bu yönde şüphelendiğini haber veriyordu. Al bir kaya, nerene dayarsan daya!
Mesele kaya atmaksa, çamur atmaksa iş kolay! Sıradan herkes, gerçi herkesin arkasına saklanacağı bir enstitüsü yok ama, uzman kriminolog’un idda etti gibi Yücel Yeşilgöz hakkında da türlü iddia ve tahminlerde bulunabilirdi. Örneğin Amsterdamlı Mehmet amca Yeşilgöz’ün Avrupa’da yasaklanan PKK örgütünün bir memuru olduğunu iddia ve tahmin edebilirdi. Tabiki Mehmet amcanın bu açıklaması ne derece bilimseldir, yani ısbat edilebilir cinsten bir açıklama, onu Allah bilir. Veya bir başkası beğenmediği birileri hakkında akla mantığa sığmayacak suçlamalar yapabilir. Bunun adaletle, bilimle, araştırmayla ne alakası olabilir. Yücel Yeşilgöz elini vicdanına bir kez daha koymalıdır. Bir veya bir kaç kişi yüzünden, ki gerçekten böyle birileri varsa çıkarılsın ortaya ve hukuki muamele yapılsın, bir topluluk zan altında bırakılamaz. Suçlananlar sıradan kahve köşelerinde oturup çaylarını yudumlayan ve okey taşlarını sallayanlar değildir. Hem toplumuna hem Hollanda’ya hizmet vermek için yola çıkmış, milletin vekilliğine soyunmuş, aday olmuş insanlardır. Bunları seçen onbinlerce insan vardır. Bu kadar insanı rencide etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığı gibi hele bir kimlik problemi yaşadığı, içindeki travmanın dışa vurduğu her haliyle belli olan Yücel Yeşilgöz’ün hiç hakkı yoktur. Eğer kriminolog birilerinin aktörüyse ve rolünü oynuyorsa orası başka. Onu da bilelim.
Arka arkaya gelen bu gelişmelerdende anlaşılacağı üzere bu ülekede Faslılar ve Türkler neredeyse topyekün kriminal gösterilip öyle lanse edilmeye çalışılmaktadır.
Bundan kimlerin çıkarları vardır bilemiyorum ama, bildiğim bir şey varsa o da toplumlar ve gruplarasarında gerginlikleri körükleyip, farklılıkların altını çizip, biz ve onlar diye bölüp, adaletsizliği normalleştirmek, ayırımcılığa davet çıkarmanın hiç bir grup, topluluk ve bireye mutluluk getirmeyeceğidir.
Benzeri duygular içinde güreşirken, bence çok faydalı ve seviyeli bir söyleşi geçtiğimiz Pazar günü öğle saatlerinde Müslüman Yayın Kurumunda yayınlandı. Söyleşi Hollanda eski Kalkınma İşbirliği Bakanı Jan Pronk’la yapılmıştı. Pronk, bilindiği gibi uzun yıllar Kaklınma İşbirliği Bakanlığı görevini başarıyla sürdürmüş, uluslararası tecrübesi ve kariyeri olan, bir çok fakir ülkedeki ve savaş halindeki ülkelere gitmiş ve olayları sıcağı sıcağına gözlemlemiş bir isim. Başlı başına bir yazı konusu olan söyleşisinin konumuzu ilgilendiren tarafı çok ilginç. Pronk Hollanda’da ve Avrupa’daki son gelişmelrden son derece endişeli. Hatta kendi deyimiyle pesimist. İşbaşındaki hükümetlerin çeşitli politikalarına atfen, bu uygulamalar sanki gruplar arasındaki farkı daha da sertleştirerek, kimlik çatışmalarına çanak tutar niteliktedir diyor. Hollanda’da farklı grupların, kültürlerin, dünya görüşlerinin yanyana yaşadığı unutulmaşcısına, böyle bir gelenek yok sayılır gibi tek kültür, tek toplum, tek görüş oluşturulmaya çalışılmaktadır diyor eski bakan Pronk. Tecrübeli ve geniş vizyonlu eski bakan Jan Pronk’un şu sözleri dikkate şayan: “ekonomik çatışmalarla (fakirlik-zenginlik) kolay mücadele edilebilir, ancak kültürel ve kimlik çatışmalarıyla mücadele etmek çok zordur. Ve tehlikelidir”.
Hiç birimiz ya da hiç kimse, Hollanda’da veya dünyanın hangi bölgesinde yaşarsak yaşayalım, bu tür çatışmalardan medet umamayız. Ne çabuk unuttuk savunmasız ve suçsuz yedi bin Bosnalı erkeğin acımasızca katledildiğini.
Beyler! Diyalog’dan başka yolumuz, metodumuz, seçeneğimiz yoktur. Konuşacağız, tekrar konuşacağız, tanışacağız, anlayacağız ve işi kolay kılacağız.
Aralık 2002