Kitabı oku: «Siyasi Katılım», sayfa 7
İt Ürür Kervan Yürür
Oldukca hareketli ve bir o kadar da anlamlı bir milletvekili seçimlerini geride bıraktık. Geçen yılın Mayıs ayında yapılan seçimlerine göre kazançlıyız. En azından üç Türk kökenli milletvekili meclise girerken, azınlıklara karşı sertleşenler de bir yerde boylarının ölçülerini almışlardır herhalde. Koalisyonun şekline göre dördüncü ve beşinci Türk asıllı milletvekili de meclise girebilir. Son seçimde, Hollanda’da şartların her geçen gün kötüye gitmesi tüm Hollandalı olmayan azınlıkları olduğu gibi Türkleri de aktif olarak sandığa gitmesini sağladı. Bu hafta açıklanacak tercihli oylara göre Hollanda siyasetine duyduğumuz ilgi ve katılım daha netleşecek. Ancak seçimlerden önce gözlemlenen olay Türklerin seçimlerde daha aktif oldukları yönündeydi. Geride kalan ve göçmenler için ürkütücü beş, altı aylık tecrübe insanı çileden çıkarmaya yetiyordu. Kültürel Antropolog dr. Kadir Canatan seçimler öncesi Hollandanın halini “bu ülkede her şey değişiyor. Siyasette popülist aşırı sağ sesler yükseliyor; ekonomide enflasyon ve pahalılık devam ediyor. Her şeyden daha kötüsü zihniyet değişiyor: Liberal, ılımlı ve hoşgörülü sosyal iklim yerini katı, boğucu ve yabancı düşmanı bir iklime bırakıyor. Azınlıklar ve yabancılar konusunda her gün yeni bir skandal patlıyor” şeklinde yorumluyordu. Doğuş gazetesi baş yazarlarından Canatan, Platform dergisindeki yazısında ise biraz daha ileri giderek seçimlerin sıradan bir seçim olmadığını, bu seçimlerin ‘kanımızı bozmak’ isteyenlerle buna karşı direnenler arasındaki bir mücadele olduğunu belirtmişti.
İşte bu duygularla Türkler ve diğer azınlıklar 22 Ocak seçimlerinde sandık başına gittiler. Ama olaylar ve skandallar bir türlü bitmek bilmiyordu. ‘İti an, çomağı hazırla’ atasözümüzde de en güzel şekilde ifadesini bulduğu gibi, daha seçim sonuçları duyrulmadan, millet sandık başına giderken de Volkskrant’ta yayınlanan bir yazıyla CDA milletvekili Coşkun Çörüz ve arkaşları yeni bir karalamayla karşı karşı kalmışlardı. Çirkin, bir o kadar da bayağı ve yirmi yıl öncesi maktığın ürünü suçlamayla güya Coşkun Çörüz’ün Bozkurt olduğu ileri sürüldü. Kendilerine araştırma grubu adı veren, kimi bizim kanı bozuklarında yer aldığı grup haberin tüm basına yayılması için ilk önce basın bildirilerini ANP’ye teklif etmişlerdi. ANP haberi ciddi bulmamıştı. Daha sonra GNP’ye teklif edilen bildiri aynen ANP’de olduğu gibi GNP tarafında da ciddi bulunmamıştı. Bunun üzerine araştırma grubu bildiriyi gazetelere göndermişlerdi. Ve ciddi bir gazete olarak bilinen de Volkskrant’ta balıklama dalarak olayı sayfalarına taşıdı. Tam da seçim günü böyle bir haberin patlatılması sadece Coşkun Çörüzle sınırlı kalmayıp topyekün Hollanda Türk toplumuna yapılan bir hakaretti. Haber okununca ortada yeni olan bir şeyin olmadığı, öğrencilik yıllarında, içinde benim de olduğum bir grup insanın o zaman birlikte gençler ve öğrenciler için yaptıkları etkinliklerden hareketle kurulan bazılarına göre garip ilişkilerdi. Gerçi aynı arkadaş grubuna yapılan bu iğrenç ve gayri ciddi benzetme ve çirkin suçlama ne ilkti ne de son olacaktı. Ama olayın sanki bir başka boyutu var gibi. Zira haberin son paragrafı, bir ay önce Hollanda’daki Türk kökenli politikacılara yapılan iddia, yani milletvekili adaylarından bazılarının Türkiye Cumhuriyetinin memuru iddiasını tekrarlayarak bitiyordu. Haberin bu olayla ilgili olup olmadığını ileride göreceğiz.
Ancak haberin bir bölümünde benim de ismimin geçmesi ve Türk milliyetçilerinin ve dahi bozkurtların çıkarlarını korumakla itham edilmem çok garipti. Sözkonusu grupların Hollanda’da çıkarları nedir bilemiyorum ama, dost ve düşman benim Holladna’da kimlerin çıkarlarını koruduğumu, etkinliklerimize Türk toplumunu oluşturan tüm mozaiğin katıldığını, zira organize ettiğimiz etkinliklerin Türkiye’nin her tarafını temsil ettiğini gayet iyi bilirler.
Tüm bunlara rağmen, bugüne kadat kaç defa ifade ettik bilemiyorum ama, bir defa daha, sağır sultanlar için ifade edelim ki; biz, kültürümüze yabancılaşmadan, değerlerimize ve Türkiye’ye küfür etmeden, azınlık haklarına duyarlı, Hollanda’daki insanlarımızın her alanda şuurlanması, ilerlemesi, kalkınmasını isteyen, katkıda bulunan ve bütün bunları da bizi anlayan Hollandalı dostlarımızla birlikte, yardımlaşarak, ortaklaşa yapılacağına inanan insanlarız. Devamla şahsi düşüncem şudur ki; kendi değerlerimizin yani Anadolu’dan getirdiğimiz ögelerin, Hollanda şartlarında yeniden yorumlanmasını isteyen, içinde bulunduğumuz ülkenin de değerlerine saygılı olan ve bu değerlerle çatışmayan, diyalog ve birlikte çalışmaya inanan, yirmi yıl öncesi Türk matığına göre ne sağcı ne solcu olan, ne boz-kurtçu ne devrimci ne akıncı olan, Türk kökenli, müslüman, Hollanda vatandaşı kimliğimizin içini doldurmaya çalışan, etkinliklerini bu çerçevede geliştiren ve birey olabilmenin hazzını duyan sade bir vatandaşım. Bunun dışında her hangi bir yan kimliğe ihtiyacım yoktur. İt ürür, Kervan yürür!
Biz bu işlerle uğraşırken, Hollanda’da gündeminde bir başka bomba patlatılıyordu. Bize atılan çamurdan üç beş kişi zarar görürken, VVD’den milletvekili seçilen eski müslüman Somalili Ayaan Hirşi Ali, Hz. Muhammed ile ilgili akla ve ağıza alınmayacak itamlarda bulunuyordu. Hollanda’da yaklaşık bir milyon müslümanın psikolijisi geçtiğimiz hafta sonu bu manyak milletvekilinin Trouw gazetesinde yayınlanan röportajı ile çalkalandı.
Zira Ali sözkonusu röportajda Hz. Peygamberi Bin Laden, Humeyni ve Saddam Hüseyin’e benzetiyor ve devamla Hz. Muhammed için “Bizim batı ölçülerimize göre sapık bir adam” diyordu. Sadece bunula yetinmeyip daha da ileri gidiyor ve “Hz. Muhammedi kişi olarak aşağılık buluyorum” dedikten sonra ’11 Eylül olayları İslamiyetin sonunun başlangıcıdır’ kehanetinde de bulunuyordu. Bütün bu söylenenler Hollanda müslüman toplumunu çileden çıkarmaya yetr ve artardı. Öyle de oldu. Hiç sesini duymadığımız kurum ve kişilerden tepkiler yükselmeye başladı. Rahatsızlık son safhada.
Tartışma uslubundan çok uzak, saldırma uslubu kullanan Ayaan Hirşi Ali ülkedeki müslümanların haklı tepkilerini hafta sonu evinde pis gülüşleriyle takip etti.
E-mailime ilk tepki Rotterdam’dan CDA belediye meclis üyesi Alaeddin Erdal’dan geldi. Haklı olarak isyan ediyordu. Ayaan Hirşi’yi bir provakatör olarak görüyor ve müslümanların siyasi partilere reaksiyonlarını göstermeleri ve sessiz toplum olmadığımızın anlaşılmasını istiyordu sayın Erdal. Gerçekten de öyle oldu. Reaksiyonların ardı arkası gelmiyordu. Müslüman toplum dijital dünyada, basında ve televizyonda çok ciddi bir şekilde tepkisini göstermeye devam etti. Bana ulaşan tepkiler arasında Erdinç Saçan’dan tutunda Haselhof’a, Turkse Forum’dan tutunda İslam Üniversitesine, Türkistan bulteninden tutunda Hollanda Öğrenciler Birliği’ne varıncaya dek uzanan çok yönlü tepkiler zinciri oluştu.
Ekrem Karadeniz, müslümanların annelerinden ve babalarından daha çok sevdiklerini dile getirerek müslümanların en çok sevdiklerine dil uzatmanın ne Batı ne Doğu kültürüne sığmadığını haykırıyordu. Bayan Hirşi’nin 21. yüzyılda müslümanlara karşı Haçlı Seferi açmamasını ve mecliste varolan problemlerle boğuşmasını tavsiye ediyordu.
Rotterdam İslam Üniversitesi de yayınladığı bildiride bayan Hirşi’nin sözlerinin Orta Çağ haçlı seferleri babalarının sözlerini çağrışım yaptığına dikkat çekmekteydi. Müslümanlar arasında tepkiler yükselirken, Hollanda basınından da Hirşi’ye destek geldiğini interajans’dan öğreniyorduk. Haberde de Telegraaf gazetesi yazarlarından Rob Hoogland’ın ‘Ayaan’ başlıklı yazısında, Camiler Konseyi’nin reaksiyonunda «Mecliste halkı temsil etmesi gereken Ayaan Hirsi, kimi temsil ediyor?» sorusunu yönelttiğini belirterek, «Beni kesinlikle temsil ediyor» diyordu. İşin gidişatı öyle gösteriyorki, Hollanda’da Rob gibi nice Rob’lar çıkacak. Bu köşede Ayaan Hirşi Ali ile geçmişte kaç yazı yazdık bilemiyorum ama bildiğim bir gerçek varsa, o da bundan sonra Hollanda’da müslümanların işi dünkünden daha zor olacak. Hirşi, ölümle tehdit edildiğini iddia ederek meşhur olup, İşçi Partisini bırakıp Liberal Partiye çok görkemli bir şekilde geçti. Çocukluk ve gençlik yıllarında çektiklerinden İslam dinini sorumlu tutan ve bu yüzden de o dinden ve o dinin mensuplarından nefret eden Hirşi, müslümanları ve Hollanda’yı bir hayli meşgul edecek. Haydi Hayırlısı.
Ocak 2003
Sosyolog Zijderveld ve Azınlıklar Politikası
Sosyoloji dünyasından, dergilerden, televizyon programlarından, gazete ve dergilerden tanıdığımız Anton Zijderveld Endenozya’da doğmuş. Utrecht’te lise ve teoloji, Hartford’da sosyal ahlak okuduktan sonra Leiden Üniversitesi sosyoloji bölümünde doktora yapmış. Başta Amerika olmak üzere Almanya’da da araştırmalar yapan ve ders veren Zijderveld 1985 yılından itibaren Erasmus Üniversitesinde sosyoloji dersleri vermektedir.
Anton Zijderveld’in yayınlanmış kitapları ve çok sayıda makaleleri mevcuttur. Mesela kitaplarından bir tanesi 1985 yılında Cevdet Cerit tarafından “Soyut Toplum” adıyla Türkçeye çervilmiş ve Pınar Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Türk okuyucusu Zijderveld’i bu kitaptan tanımaktadır. Soyut Toplum; çağımızda yaşanan bireylerin yabancılaşmasını incelemektedir. Zijderveld’e göre modern birey; eşit olmayan gelir dağılımı, farklı sağlık olanakları, farklı statü ve güc ortamında kendisinin gerçek yerinin ne olduğunu merak etmektedir. Dünya ona sisli ve bulanık gözükmektedir.
Anton Zijderveld sadece sosyoloji ve araştırma dünyasında degil aynı zamanda siyasi arenada da iyi tanınan, bu alanda görüşleri olan bir sosyologdur. Sadece görüşleri degil aynı zamanda yürülen devlet politikalarına etkili bir sosyolog olarak da bilinir.
Yeni bir milletvekili seçimlerini geride bıraktığımız şu günlerde daha başka bir ifadeyle seçimler bahanesiyle Hollanda’da en çok tartışılan, konuşulan konulardan bir tanesi olan azınlıklar ve Hollanda’nın azınlıklar politikası yeni kurulucak hükümetinde en önemli meselelerinden biri olacak. Zira geçen yıl ve bu hafta yapılan seçimlerde ülkedeki azınlıklar neredeyse politikanın nabzını tuttu. Kimi politikacılar azınlıkları seçim malzemesi yaparken kimileri de olması mümkün olmayan vaatlerde bulundu. Ülkedeki azınlıkların artık Hollandacayı konuşmaları her siyasi parti tarafından kabul edildi. Hollandaca konuşmak zaten azınlıklarında kendi çıkarlarıydı. Ancak Hollanda’da bugüne kadar uygulanan azınlıklar politikası siyah okulların doğmasını, işsizlik ordusunun oluşmasını, bazı mahallelerde gettoların doğmasını ve diğer bir çok problemin ortaya çıkmasını engelleyemedi.
Hristiyan Demokratların ideologu olarak da bilinen sosyolog Anton Zijderveld’in gözüyle Hollanda azınlıklar politikasına, geçen yıl Contrast’ta kendisiyle yapılan söyleşinden yola çıkarak şöyle bir göz atalım.
Hollanda’da azınlıklar politikası yıllardır yapılan bir yanlışın tekrarından ibarettir Anton Zijderveld’e göre. Zira azınlıkların birinci kuşağında olduğu gibi, “Biz azınlıklar için neler yapabiliriz”? sorusuyla azınlıklar politikası hazırlanmaktadır. Oysa bugün karşı karşıya olduğumuz azınlık grupların ikinci ve üçüncü nesilleri birinci nesilden daha farklılar. Burada doğmuşlar, burada yetişmişler, burada eğitimlerini yapmışlar. Sözkonusu grup kendilerinin birinci nesil gibi görülmesini istemiyorlar. Bu insanları hala azınlık olarak müteala etmek ve ona göre politikalar hazırlamak bu insanlara yapılan büyük bir haksızlıktır. Zijderveld’e göre ayrı bir azınlıklar politikası gerekmez. Böyle bir politika azınlıkları katogorize edip dışlar.
Dolayısıyle büyük şehirler ve uyum bakanlığı, azınlıklar ve uyum bakanlığı gibi bakanlıkların oluşturulması doğru değil, kaldırılmalı.
Çözüm sadece devletten beklenmemeli. İnsanlar, bireyler devlet poltikasıyla teşvik edilmeli ve grupların problemlere çözüm teklifleri ve önerileri desteklenmeli.
Bu noktada sivil toplum kuruluşlarınında rolü büyük ve önemli. Gerçi azınlıkların önemli bir bölümü sosyal-ekonomik problemlerle boğuşuyorlar ama azınlıkların da omuzlarında sorumluluk olduğu ve bunun farkına varılmasının gerektiğine inanıyor Zijderveld. Esas mesele ise azınlıkların toplum içinde bir yere sahip olmaları, kabul görmeleridir.
Bu noktada Hollandalıların kendi kimliklerini iyi sergileyememeleri azınlıkları şaşırtmaktadır.
Gerçi Zijderveld’e göre azınlıkların Hollanda kimliğinden en önemli öğrenecekleri şey Hollandacadır. Dilin öğrenilmesinden sonra kimliğin diğer bazı ögeleri yavaş yavaş kendiliğinden öğrenilir.
Buna karşılık bireyci Hollandalıların etnik azınlıklardan öğrenebilecekleri önemli bir değerin ise, mesela büyüklere ve yaşlılara saygı gösterilmesidir. Bu değer azınlıkların gurur duyacağı ve aynı zamanda Holladalılara sunabilecekleri bir değerdir.
Homo evliliği, çocuk aldırma, isteğe bağlı ölüm demokrasinin getirmiş olduğu sonuçlar olup çoğunluk tarafından kabul edilmiştir.
Zijderveld’e göre çok kültürlülüğün günümüz gerçeklerinden olduğu ve bundan kimsenin kaçamayacağıdır. Hollanda çok kültürlü bir toplumdur. Bunun aksini iddia etmek abesle iştigaldir. Zira çok kültürlülük Amerika’da post modern zaman biriminin ulaştığı bir gerçektir. Hollanda’da ortak dil ve herkezin konuşacağı dil Hollandacadır. Etnisiteden gelen dil ikinci dil olacaktır. Ancak Hollanda bugüne kadar dil öğrenimi konusunda disiplinli çalışmadı. Üzerine düşeni yapmadı. Sonuç olarak hala Hollandacayı iyi konuşamayan genç azınlık nesiller mevcut.
Yeni gelenler için vatandaşlık kursları daha ciddi bir içeriğe sahip olabilir. Kursun biriminde başarılı olanlara eğlenceyle diplomaları verilmeli ve bunlar artık Hollandalı Türk veya Hollandalı Faslı olarak toplumda yerlerini almalıdırlar.
Anton Zijderveld, asimilasyon politikasına karşı, mozaik modeli savunmaktadır. O’na göre etnik mahallelerin doğması çok fazla sorun teşkil etmemektedir. Bu, göçün tabiatındandir.
Ellili yıllarda nasıl Hollanda’daki Katoliklerin emansipasyonları sağlandıysa, geri kalmışları giderildiyse, bugün aynı modelle Hollanda’daki müslümanların da emansipasyon süreci işletilmelidir sosyolog Zijderveld’e göre. Ortak dilin Hollandaca olması şartıyla farklı eğitim kurumlarının, televizyon kanallarının oluşması sözkonusu süreçtendir. Eğer devlet bunu sağlamazsa, desteklemesze o zaman bu işe dışarıdan bazıları el atar ki, işte işimiz o zaman zordur diyor Zijderveld.
Hollanda, Pim Fortuyn gibi tiplerinde yardımıyla, islam hakkında olumsuz bir imaja sahip. Imam el Moumni bir garabet olup sözkonusu imajın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Gerçi gerçek islam bu değildir Zijderveld’e göre.
Evet, Hollanda’yı yıllardır yöneten bir partinin, CDA’nın fikir babası, ideologu olan sosyolog Anton Zijderveld’in azınlıklarla ilgili bazı görüşleri böyle. Hollanda’yı yöneten zihniyetin azınlıklara bakış açısı azınlıkların kendi konumlarını yeniden gözden geçirmelerine vesile olur inancındayız. Gerçi önümüzdeki günlerde Hollanda’yı Hristiyan Demokratların mı, Sosyal Demokratların mı yöneteceği ya da ortak mı yönetecekleri belli olmamakla birlikte Anton Zijderveld’in çıkış noktaları, değerlendirmelerini böyle bir seçim sonrası hatırlamak, yeniden gözden geçirmenin faydasına inanmaktayız.
Gerçi Hristiyan Demokrat düşünceyi ya da Batı düşüncesini daha iyi kavramamız için, Augustinus, Thomas van Aquino, Erasmus, Luther, Calvijn, Bodin, Gentili, Burke, Maistre, Bonald, Lamennais, Groen van Prinsterer, Kuyper, Maritain ve Dooyeweerd gibi düşünürleri de okumamız gerekmektedir. Siyasi felfese, Hollanda’da siyasi felsefe yapmak isteyenler mutlaka bu düşünürleri anlamalıdırlar.
Ocak 2003
Tercihli Oy Kullanmalıyız
Geçtiğimiz yılın Mayıs ayında milletvekili seçimleri yapılmıştı. Seçim sonuçlarında ortaya Hollanda siyasî tarihinin alışık olmadığı bir siyasî tablo çıkmıştı. Adeta halk geleneksel partileri cezalandırmıştı. Seçmen kızgındı. Rahatsızdı. Ekonomi kötüye gidiyordu. İnsanlar sokakta kendilerini güvenli hissetmiyorlardı. Sağlık sektörü sekteye uğramıştı. Bürokrasi hantallaşmıştı. Buna benzer problemler vardı.
Ve birileri ortaya çıkarak, bu sorunları yüksek sesle dillendirmişti. Sorunların sebebi olarak bir taraftan yıllardır iş başında bulunan siyasî partileri gösteriyor, diğer taraftan da azınlıkları, göçmenleri, Müslümanları hedef gösteriyordu. Birçok gelişmeden ve gidişattan rahatsız olan halk ise bu senaryoya inanmıştı. Oysa senaryo sadece rahatsızlıkları seslendirmekti. Çözüm ise bir başka bahara bırakılmıştı.
Seçimlerden sonra yıllardır ülke idaresinde tecrübeleri olan Hıristiyan Demokratlar’ın liderliğinde oluşan kadro, liberaller ve yeni partiyle birlikte ülkeyi yönetmeye başladı. Yeni partinin bakanları durmadan azınlıklar üzerine açıklamalar yaparak gündemde kalmaya çalışmışlardı. Bu çabaları tabiri caizse kursaklarında kaldı. Parti içinde çıkan amansız anlaşmazlık ve ayrılık hükümetin düşmesine yol açtı.
Hükümet düşmüş ve yeni seçim kararı alınmışken araştırmacılar da seçimlerde meydana gelen radikal değişikler üzerine çalışmalar yaptılar. Amaç seçmenin tavrını anlamak ve bu isyanın arka plânını ortaya çıkarmaktı.
Bu çerçevede Hükümet Politikası Bilimsel Kurulu’nun isteğiyle sosyolog ve felsefeci Gabriel van den Brink seçmenin tavrını belirleyen saikler üzerine bir araştırma yaptı.
Araştırma sonuçlarına göre 2002 yılındaki seçmenin isyankar tavrı değişmemiştir. “Siyasî tabakaya, Den Haag’a, bürokrasiye karşı tavır devam etmektedir. 1980 – 2000 yılları arasındaki vatandaşın politikaya soğuk durması değişmiş, siyasî katılım ve ilgi son iki yılda alabildiğine artmıştır. Hollanda’da kendilerini tehdit altında hisseden yüzde otuzluk bir halk kesimi mevcuttur. Bunlar düşük eğitimli, düşük gelirli, modern hayatın nimetlerinden çok az faydalanan bir kesimdir. Bir kesim daha var ki bunlar kozmopolitler, rahatları gayet iyi, hükümetten ve vatandaştan saygı beklemekteler. Her iki grup da politikaya olumsuz bakıyor. Pim Fortuyn’in özelliği her iki gruba da hitap edebilmesi ve seslenebilmesiydi.”
Gabriel van der Brink popülist siyasetçilerin hem kendilerini tehdit altında hisseden gruba hem kozmopolit gruba yönelebileceklerini belirtmektedir.
Evet, son günlerde mevcut siyasî partilerin hepsi bu yöne eğilmişlerdi. Günah keçisi de malum olduğu üzere, ülkedeki azınlıklardı. Düne kadar hürriyetten, özgürlükten bahseden Liberal Parti, artık, Hollanda’nın dolu olduğunu açıkça dile getirmekten çekinmiyordu. Düne kadar özel okulları savunan Hıristiyan Demokratlar sıra İslâm okullarına gelince, çıkış noktalarını değiştiriyordu. Yıllardır azınlıklara sempatiyle yaklaşan ya da öyle bir imaj çizen İşçi Partisi de oy kaygısıyla radikalleşiyordu. Geriye kim kaldı. Yeşil Sol ve Sosyalist Parti.
Bütün bunlar sadece oy kaygısı için, kendini tehdit altında hisseden yüzde otuzluk halk kitlesinin yüzer gezer oylarını almak için yapılıyordu. Oysa siyasî partiler, ülkeyi yöneten kadrolar toplumda var olan sıkıntıları ve gerçekleri görmezlikten gelemezler. Bugün Hollanda’da siyasetçi ile halk arasında varolan uçurumun sebebi neden araştırılmıyor ? Halktan kopuk yönetim, halka danışmadan iş, hukuk, eğitim, aile vb. konularda kararlar alıyor. Halk konuşmak istiyor, tavsiyede bulunmak istiyor, yönetime etki etmek istiyor ve bu istekler yerleşik politikacılar tarafından yok sayılıyor. Yerleşik politikacılar bütün bunları örtbas etmek için azınlıklarla ilgili açıklamalar yaparak geniş halk kitlelerinin dikkatlerini bu yöne çekiyor. Rahatsızlıklara çözüm bulma sürekli erteleniyor.
Varolan memnuniyetsizlik suiistimal edilerek oy avcılığı yapmak, güçleri ve kuvvetleri pek fazla olmayan azınlıklara yüklenmek ucuz bir politikanın ürünüdür. Liderler çıkıp televizyonlarda istedikleri gibi konuşuyorlar, programcılar eskiden korka korka gittikleri meselelerin üzerine açık ve ukalaca gidiyorlar. Ancak hedef alınan kitle ise bütün bunlara cevap vermekte zorlanıyor. Konuşuyorlar ama sesleri duyulmuyor. Düşünüyorlar ama herhangi bir basın kuruluşuna düşünceleri yansımıyor. Kızıyorlar, sinirleniyorlar ama sadece çektikleriyle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Azınlıklar her alanda katılımı sağlamak için gayret sarf ediyor, en azından bu yönde geçmişe göre mentalite değişikliği ortaya koyarlarken, onları dışlarcasına, toplumun dışına itercesine bir politika yürütülüyor günümüz Hollanda’sında. Basit, kolay, popülist ve çıkarcı politika kol geziyor her yerde.
Oysa Hollanda tarihten gelen bir imajla çok barışçı, toleranslı, insan hak ve hukukuna saygılı bir ülke olarak zihinlerde yer alır. Bugün bunları Hollanda’da görememek insanı üzüyor. Özellikle 11 Eylül olaylarından itibaren Amerika’nın başını çektiği anti-Müslüman propagandadan maalesef, Hollanda da nasibini almış durumda. Artık içinde İslâm geçen, Müslümanlara yönelik her proje reddediliyor, onaylanmıyor.
Amerika ve tüm Avrupa’da azınlıklar ve göçmenler üzerinde dolaşan karabulutlar hiç arzu etmememize rağmen Hollanda’da da var. Birçok ülke siyasetçisi seçim politikasını gözle görülebilen, somut olan göçmenler ve azınlıklar sorunu üzerine kurmaktadır. Kolay politika yapmaktadır.
Hemen hemen her parti, özellikle VVD hattâ CDA ve dahi PvdA televizyon ve radyolarda yapmış oldukları tartışmalarda açık açık azınlıkları, göçmenleri seçim kozu olarak seçmişlerdir. Yeşil Sol biraz ılımlı olup, bazı azınlık grupların sempatisini kazansa da yine de insanın kafasında bir netlik oluşmuyor. Sanki herkes biraz Pim Fortuyn’cü olmuş gibi bir hava esiyor Hollanda’da. Böyle bir ortamda, seçmen olarak yeniden sandık başına giderek, önümüzdeki senelerde Hollanda’yı idare edecek zihniyeti nasıl belirleyeceğiz?
Birçok Hollandalı için önümüzdeki hafta oyunu hangi parti için kullanacağı aşağı yukarı belli iken, Türk kökenli bir Hollandalı olarak hangi partiye oy vereceğimiz hususunda şu ana kadar kafamızda bir netlik oluşmadı.
Partiler mi? Yoksa partilerin listesindeki Türk kökenli adaylara tercihli oy mu ? sorusunu kendimize sormaktayız. İçimizden gelen ses ve yukarıdaki tablo, yani Hollanda gerçekleri, bizi tercihli oy kullanmaya mecbur ediyor. Dolayısıyla oylarımızı sevdiğimiz, bildiğimiz, kalitesine ve kapasitesine güvendiğimiz Türk kökenli bir aday için kullanacağız. Hiç olmazsa bu adaylarımız parlamento düzeyinde hem partilerinin içindeki azınlık ve göçmen karşıtı olanlara, önyargılı olanlara bizi anlatsın hem de genel anlamda azınlıkların konumlarını savunma imkânı bulsun.
Seçim sonuçlarının, iktidara gelecek hükümetin Hollanda’da yaşayan herkese mutlu bir gelecek oluşturmasına vesile olması duasıyla.
Ocak 2003