Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar», sayfa 12

Yazı tipi:

Beşinci Bölüm

Yakup el Deca’ gibi bir herifin düşmanları düşman oldukları gibi, dost zannettiği adamların dahi böyle kolaylıkla ele geçirmiş olduğu bir servetin gıbta-keşleri olacağı, pek küçük bir düşünme ile malum olur. Dolayısıyla Yakup, can güvenliğini sağlamak için memleketin subaşısı, yani zaptiye memuru olan zata emir vererek her gece şehir içinde dolaşmak için çıkarılan üç kol zaptiyenin bir kolunu, sabaha kadar kendi konağı etrafında gezdirip dolaştırıyordu.

Akrep ile Hasan Mellah konak civarına kadar geldiler. Bir çeşme başında durup etrafa kulak verdiler. Koldan ses seda yoktu. Hasan Mellah hemen ileriye gidilmesi fikrindeydi. Akrep ise koldan bir haber almayınca ileriye varılmamasını tercih etti. Bunlar şu sohbettelerken sokağın alt başından silah şakırtıları ve ayak patırtıları işitilip kolun geçmekte olduğu anlaşıldı. Bunlar, kol geçer geçmez sıkıca yürüyerek kola yaklaştılar ve kırk elli adım kadar arkaları sıra gidip tam kolun hangi sokaklardan dolaşarak konağın etrafını dolaşacaklarını anladıktan sonra gerisin geriye dönerek doğru Yakup el Deca’nın kapısına gelip çaldılar. Kapıcı kapıyı açıp içeriye bir zaptiye ile som sırma içinde bir zat girdiğini ve kendi söylediklerine göre bunların şah tarafından geldiğini anlayınca divanhaneye kadar çıkmalarına engel olmadı.

Hasan, kapıcının kendisini tanımasından pek korkmuş idi. Ancak herif, ihtiyar ve bunak bir şey olduğu için iki gün evvel gelen bir adamı gece hâliyle tanımadı.

Akrep ile Hasan yukarıya çıktılar. Yakup henüz haremine girmeyip pek sevdiği dostu Dominico Badia, yani mahut Pavlos oturmuş, satranç oynuyorlardı. Akrep, Hasan’a “Sen dur! Beni ve özellikle kendini muhafaza et.” diye kulağına fısıldayıp odanın kapısına doğru doğruldu ve kapı önünde bulunan uşaklara Hasan’ın şah tarafından gelip Yakup huzuruna gideceğini ve fakat bunun için evvela Yakup’tan izin alınmasını söyledi.

Uşak, Yakup’un huzuruna girerken Zaptiye Akrep dahi arkası sıra sokulmuştu. Uşak, tam izin alıp da gelenleri huzura sokmak için gerisine döner dönmez omzu üzerinde şimşek gibi bir ateş parlayarak kıyamet gibi bir şey patladığını görünce dizleri üzerine yığılıp kalmıştı. İlk tabancayı müteakip Akrep bir tabanca daha atıp dışarıdan uşaklar hücum ederken kendisi dahi dışarıya fırlamak azmine müsaraat gösterdi. Bu aralık Hasan dahi hançerini çekip hücum etmişse de biçare Akrep’in oda kapısı eşiğinde leşini gördü.

Uşaklar, artık ruhsuz kalıbı kalmış olan Akrep’i hâlâ hançerliyorlardı. Hasan’ın “Ne yapıyorsunuz. Yakup el Deca’ için bu suikast sultanın emri ile vuku buldu. Ben saray tarafından gelmişim.” demesiyle, bu “sultanın emri” ve “saray” sözleri uşaklara bir perişanlık verdi. Hasan ise oda içine göz gezdirip Yakup’un mum iskemlesi üzerine leşinin yuvarlanmış olduğunu görmüştü. Bu telaş arasında ve fakat hançeri elinde olarak merdivenden indi. Akrep için ağlayarak kapıdan çıkıp güya sultanın sarayına dönüyormuşçasına rahat rahat hana döndü.

Hasan için o gece şehirden çıkmak vacipti. Ancak hancıya vesaireye kötü bir fikir vermemek için telaş göstermedi. Kendisi yatağında yatmakta olsun, o gece Yakup el Deca’nın uşakları, efendilerinin başını kendi elleriyle kesip güya saraydan gelen memur işin bu cihetini unutmuş da onlar ifa ediyorlarmış gibi usulü ile tabağa koyarak saraya götürdüler. Bir de sarayın büyük memurları tarafından Yakup el Deca’ hakkında öyle bir emir verilmediği beyan edilince herkeste bir şaşkınlık oldu fakat bazı çabuk kavrayışlı kimseler kazara vurulan zaptiyeyi gözden geçirip ve onun o gün kim ile görüştüğünü araştırarak üstü başı temiz ve bir handa misafir kalan güzel yüzlü bir adam ile görüştüğünü haber almalarıyla ve Yakup el Deca’nın uşakları dahi bahsi geçen zaptiyenin, yine bu adamla konağa gelmiş olduğunu beyan etmeleriyle hemen hanları araştırmaya adamlar çıkardılar. Bir adam dahi Hasan’ın ikamet ettiği hana gelmiş ve hancıyı uykudan kaldırıp misafirini ve misafirler içinde filan kılıkta bir adam olup olmadığını sormuştu. Gece yarısı uyku sersemliğiyle uyanan hancıya meram anlatmak pek güç oldu. Bereket versin ki güç oldu. Zira hancı “Ne istiyorsunuz? Kimi istiyorsunuz, niçin istiyorsunuz?” diye sözü uzatması cihetiyle gelen adam Yakup el Deca’nın hile ile vurulduğuna varıncaya kadar izahat vermeye mecbur olunca hancı Hasan’ın önceden Yakup hakkında sormuş olduğu suallerden işi anlamış ve hâlbuki o dahi Yakup’un velinimeti demek olan Sidi Osman’ı eşkıyaca öldürerek malıyla kibarlaşmış olmasına patlayıp yanan hasetlerden bulunmuş olduğu cihetle “Bizim hana öyle adam gelmez. Burada öyle adam yoktur!” diye bir türlü kapıyı açmamıştı.

Gelen memuru böylece defettikten sonra, hemen Hasan’ın yanına gidip “Çok söz söylemeye gerek yok. Hayvanınızı hazırlamaya gidiyorum. Borcunuz tahminen dört talere vardı. Bir yandan paraları veriniz, bir yandan kaçıp başınızı kurtarmaya bakınız. Zira işi anladım ki memleketi bir beladan kurtardığınız için memnun da kaldık!” dedi. Ve Hasan ona karşılık olarak tebessümden başka bir hâl göstermeyip, herifin hizmetinin mükâfatı olarak da beş on altın verip atına binerek han kapısından çıktı.

Meğer gelen adam han kapısından defolduğu zaman hükûmete gidip filan handa şüphesi var ise de hancıya kapıyı açtıramadığını söylemiş ve gereğine göre zora başvurulmasına dahi müracaat edilmek için yanına beş on adam katarak tekrar gönderilmiş imiş. Hasan kapıdan çıkarken gelen adamlara tesadüf etti ve içlerinden birisi o gün Hasan’ı, vefat eden Akrep ile beraber gördüğü cihetle tanıyarak “İşte aradığımız adam budur!” demesiyle beraber zaptiyeler silaha sarıldılar. Bir iyisi ki şehir içindeydi. Hasan asla telaş göstermeyip ve vakit de kaybetmeyip atı üzengileyerek arkasından silahlar patlamış olduğu zaman o da sokağı dönmüş bulundu.

Biz fikrimizi Hasan ile beraber şehirden çıkardığımız için Hasan’dan sonra hancıya ne yaptıklarını bilemeyiz. Bildiğimiz şey şu ki Hasan şehrin dışına fırladığı zaman, eğer Tanca yolunu tutacak olursa arkasından geldikleri takdirde mutlaka kendisinin Tanca’ya doğru kaçacağına inanacaklarını düşünerek atının dizginini Melile yönüne çevirdi. Gerçi Hasan’ın bu hesabı pek akıllıca bir hesaptı. Ancak durum Fas padişahına aksedip de takibe adam çıkarılması kararlaştığı zaman Hasan’ın ya Tanca’ya ya Melile veyahut çöl tarafına, yani bedeviler içine kaçacağı hesap edilmiş olduğundan şu üç cihete kol çıkarmışlardı.

Takibe çıkan atlılar Hasan’dan ferah ferah bir buçuk saat sonra ancak çıkabilmişlerdi. Fakat Hasan hayvanı pek zorlar ise belki hayvanın da yoldan kalacağı hesabıyla dörtnala gitmekte bulunmasından ve takibe çıkanlar ise yanlarında bulunan yedek hayvanlarına dahi güvenerek alabildiklerine sürdüklerinden Hasan her beş on dakikada bir arkasına baktığı gibi öğle vakitlerinde yine bakınca bir saat kadar mesafeden birkaç atlı tozu belirmekte olduğunu gördü ve bunların kendisini takibe gelenler olmaması ihtimali de aklına gelmiş idiyse de şayet takipçiler ise yakayı ele vermemek için hayvanını mahmuzlayıp o da sürati arttırdı.

Hasan hayvanın o kadar süratiyle bir saat kadar gittikten sonra arkasına bakarak evvelki gördüğü tozlardan eser göremeyince “Mutlaka beni takibe gelenler değil, herhâlde yolcularmış.” diye hem müsterih olmuş hem de hayvanını yolunu yine kesmişti. Lakin bir çeyrek kadar sonra tozların değil atlıların bile daha yakından takibe gelmekte bulunduklarını anlayarak artık var vaktiyle kaçmaya başladı. Bu defa dahi süvarileri gözden kaybettiyse de süratini bozmayıp bir müddet daha devam etti.

Gerçi altındaki hayvan cins idi. Lakin bu kadar sürate cins hayvan dahi tahammül edemeyerek biçare hayvan acizlik göstermeye başladı. Eğer gündüz devam etmiş olaydı ihtimal ki Hasan yakayı ele verirdi. Bir iyisi ki akşam yaklaşıp biraz sonra da ortalık karardığından gecenin karanlığı içinde dost da düşman da gözden kayboldu.

Kaçışı esnasında çocuğun gönlünden geçenleri burada tasvir etmek pek de mümkün değildir. Zira yakayı ele verdiği hâlde başına gelecek eziyeti düşündükçe kendini kaybetmek derecelerine geliyordu. Böyle bir hâlde bulunan bir çocuğun yüreğinden neler geçmez ki hatta kaydı mümkün olabilsin?

Saat üçten25 sonraydı ki Hasan artık hayvanda güç ve takatin kesilmiş olduğunu görerek indi ve hayvanı yedeğine alarak yavaş yavaş yürümeye başladı. Yarım saat kadar bu suretle yürüdü. Bir de bu aralık pek yakın yerden dörtnala giden atların ayak patırtılarını işitmesin mi? Dondu kaldı, atlılar geldiler çattılar. “Gitse gitse Melile’ye gider, ona da dört beş saatlik mesafe kaldı. Haydi sürelim.” yollu birkaç ses dahi işiterek bütün bütün aklı başından gitmişti!..

Çok şükür Cenabıhakk’a ki gece karanlığı cihetiyle herifler Hasan’ı göremediler. Hasan bunların tuttukları istikamete dikkat ederek o istikametin doğruca Melile’ye varacağını anladıktan sonra kendisi biraz daha sağ tarafına istikametini çevirerek Melile’nin alt tarafından sahili bulmak azmine düştü.

Herifler tam uzaklaştıktan sonra Hasan daha ziyade bir istirahatle yaya olarak yoluna devam etti. Bu suretle gide gide ta sabaha kadar gitti. Açlık ve uykusuzluk canına işlemişti. Lakin artık arkasından takip edip duran beladan kurtulmuş olduğu emniyeti, yine yolda devam etmeye kuvvet veriyordu.

Meğer Melile tarafına giden herifler birkaç saat sonra oraya varmışlar. Derhâl edilmesi mümkün olan araştırmayı yapıp Hasan’ın oraya gelmemiş olduğunu anladıktan sonra, içlerinden birisi belki ertesi gün gelirse hemen yapılması emredilen görevi yerine getirmek üzere Melile’de kalıp diğerleri dahi Melile’nin alt tarafında bulunduğunu yukarıda haber vermiş olduğumuz liman tarafına yönelmişler. Zira o limanda yaz kış bazı gemilerin eksik olmayacağı umulur idi.

Tam sabah olarak güneş dahi henüz kış güneşi olmak üzere mahzun mahzun doğmuştu. Hasan artık oldukça dinlenmiş ve yalnız açlık ızdırabını çekmekte bulunmuş olan hayvanın üzerine binip eştirmekte26 bulunmuştu. Bir de bu kere sol cihetten ayrılmayan gözleri uzaktan uzağa birbiri ardınca gelen sekiz on atlıya ilişmesin mi? Bunları derhâl tanıdı. Kendisi dahi hayvanı dörtnala kaldırdı. Hayvan ilk hızıyla yıldırım gibi giderek Hasan atlıları yine gözden kaybetmişti. Ancak bu defa süratini hiç bozmadı. Gitti, gitti, uzaktan iç açıcı bir alan gibi bakışları süsleyen deniz Hasan’ın yüreğine daha da kuvvet vererek hele limanın içinde bir ufak gemi görünce bütün bütün gayreti artıp hayvanın olanca süratini koşuyordu. Çünkü bu geminin Pavlos Kumpanyasına ait gemilerden olduğunu dahi ümit etmek Hasan için aşikâr idi.

İşte bu hızla giderken deniz kıyısına varınca denizin çalkalanmasından meydana gelen iki buçuk arşın yüksekliğindeki yardan aşağıya tekerlendiği ve kendisi hayvanın altında kaldığı cihetle zavallı çocuk, kendisinden geçip gitmiş ve bu baygınlıktan gözlerini açtığı zaman da kendisini o korsan gemisinde bulmuştu.

(Dördüncü Kitap’ın Sonu)

BEŞİNCİ KİTAP

Birinci Bölüm

Bundan evvelki kitapta biz Hasan Mellah’ın, Fas macerasını yazarken biçare çocuk nerede ve ne hâldeydi hatırınızda tutuyor musunuz? Pavlos haini canını almaktan daha beter demek olan cananını kapıp ufuklarının genişliğini bakışların kavrayamadığı bir deniz üzerine çıkmış olduğu cihetle Hasan dahi arkasından takip ederek deniz üzerine çıkmış ve fakat ne tarafa gideceğini bilemeyerek hayret içinde kalmıştı. Hele bu aralık bir an oldu ki Hasan, hayretle beraber kederli bir ümitsizliğin dahi etrafını almış olduğunu gördü. Zira ta denize çıkıncaya kadar asla hatırına gelmemiş olduğu hâlde denize çıktıktan sonra Pavlos’un belki Cuzella’yı denize çıkarmayıp ya şehir içinde saklamış veyahut karada bir yere götürmüş olması ihtimali hatırına geldi. Hasan’ın durumunda ve yerinde bulunan bir adam için bu ihtimal ümitsizlik ve keder verecek bir ihtimal değil midir? Hele çok şükür ki Pavlos’un İspanya devletince ele geçtiği anda cezaya çaptırılacak bir adam olması dahi o an hatırına gelerek, ortada şöyle bir mâni varken onun denizden başka kendisine bir sığınma yeri bulamayacağına hükmederek çocuk biraz teselli buldu. Hatta Hasan takip ettiğine mutlaka yetişmek yolunu bulmak için hayretini dahi defe çalışarak bu yolu düşünmeye başladı. Buldu mu?

Kesin olarak bulamadıysa da yakin27 olsun hasıl etti. O gece esen rüzgâr, güneybatı rüzgârı olduğundan düşmanı şayet Fransa kıyılarına daha evvel varabileceği hesabıyla, bu rüzgârı pupaya alarak o tarafa yönelmiştir, diye rüzgârı pupasına alıp kuzeybatıya doğru dümen doğrulttu.

Elindeki gemi fena bir gemi olmadığı cihetle yıldırım gibi gidiyor idiyse de Hasan’ın içi içine sığmadığından güverte üzerinde bir aşağı beş yukarı gezinerek o kadar göğüsler geçiriyor, o kadar şiddetli soluklar alıyordu ki görenler, güya nefesini dahi yelkenlere doldurup geminin bir kat daha süratine çalışıyor zannederdi. Bu süratle sabaha kadar yola devam etti. Ancak sabah vakti güneşin doğuşuyla beraber rüzgâr düşüp doğduktan sonra da bir daha evvelki şiddetini bulamayınca Hasan’ın ümitsizliği yine baş gösterdi. Kâh önünde giden düşmanının da havasını kaybederek kaçış hızının azalmış olacağını hesapla yüreğine ümit ve rahatlık vermeye çalışıyordu kâh eğer düşmanı akşamüzeri hareket etmiş ise şimdiye kadar Fransa kıyılarını bulmuş olacağı hesabıyla ümitsizliğini arttırdıkça arttırıyordu. Rüzgâr ise gittikçe düşmeye başladı. Düştü, düştü, nihayet öğle vakitleri bütün bütün düşmek şöyle dursun, bir ince kuzey rüzgârı dahi esmeye başladı ki Hasan’ın ümidini bütün bütün bu rüzgâr kesti.

O saatte Hasan, Korsika Adası’nın batı ciheti adalarını görüyordu. Esen rüzgâr ile ileriye gidilmek mümkün olduğunu görünce ve hiç olmazsa Korsika’ya yanaşılması hakkında geminin ikinci kaptanı tarafından dahi tavsiyeler alınca doğu cihetine alabanda edip geminin iskele tarafından gelen ince rüzgârla üç saat sonra Ajaccio Körfezi içine girdi.

Ajaccio dediğimiz yer Korsika Adası’nın merkez vilayetidir. Gemi limanda demir atmak ve diğer hizmetleri yapmak ile meşgul iken Hasan Mellah birinci kamaraya inip ayağına lacivert kadifeden yapılmış dar bir pantolon ve üzerine yine dar mintan ve beline ipekli bir kırmızı kuşak ve ayağına güzel bir çift çizme ve başına İspanyol biçimi bir sivri şapka uydurarak kısa ve hafif bir İspanyol paltosunu dahi omuzlarına alıp güverteye çıktı. Ve ikinci kaptanı huzuruna çağırdı. Kaptan gelip de hâlâ geminin birinci kaptanı zannettiği zatı İspanyol asilzadelerine mahsus bir tavır ve kıyafette görünce yılışarak:

Kaptan: “Arkadaş, maşallah kıyafeti yerine koydunuz.”

Hasan: (tavır ve vakarını bozmayarak ve elinde bulunan bir bayrağı kaptana verip) “Şunu randa serenine28 çekmeli.”

Kaptan: “Bu ne?”

Hasan: “Pavlos Kumpanyası’nın bayrağı. Kıçtaki bandıra gönderine de İspanyol bayrağını çekiniz.”

Bu emir üzerine kaptanın biraz şaşırmasıyla Hasan bütün bütün meramını izah ederek:

Hasan: “Bu gemi Pavlos Kumpanyası’na aittir. Kumpanyanın üçüncü azası Pavlos dahi işte yanınızda bulunuyor. Sizi birinci kaptan atıyorum. Bugüne kadar kılavuz bulunan Lorcio’yu dahi yerinize ikinci kaptan tayin ettim. Emirlerime büyük bir itaatle beni memnun edersiniz, başka güne mükâfat dahi görürsünüz.”

Şu lakırtı üzerine kaptan teşekkür alameti göstererek Hasan’a boyun eğmekten başka bir şeye bakmayıp durum Lorcio’ya da bildirildi. Hasılı, gemide bulunanların çoğu Hasan’ın kim olduğunu tanıdılar. Dolayısıyla gemi limana girerken Hasan’ın emri gereğince randa sereninde Pavlos Kumpanyası’nın beş renkli bayrağı ve kıçındaki sancak gönderinde dahi İspanya sancağı dalgalanırdı.

O aralık Fransa tarafları, biraz değil, gereği gibi karışık olduğundan ve karışıklığın sebebi ise İtalya ile İspanya bulunduğundan o taraflardan gelen gemileri daha dikkatle gözden geçirirlerdi. Dolayısıyla liman nezareti tarafından derhâl bir sandal inip Hasan’ın gemisine geldi ve sandaldan çıkan zabit, önce geminin pasaportunu sormuştu. Hasan kendisinin Pavlos Kumpanyası’nın üçüncü hissedarı Faslı Hasan Mellah bin Sidi Osman olduğunu haber verip buna dair elindeki evrakı dahi gösterince ve yalnız seyir ve seyahat için o taraflara geldiğini haber verince zabit artık pasaport istemekten vazgeçtikten başka, Hasan Mellah’ın gelişini tebrik etmeye dahi girişti. Çünkü Pavlos Kumpanyası’nın Akdeniz kıyılarında bulunan çoğu devletler tarafından birçok imtiyazları olup bu kumpanyanın politik işlerine dahli olan muamelelerde bulunması değil hatta gümrük hükümlerinin dışında bir denk kaçak malını kabul etmesi dahi görülmüş değildi (Bizim mahut fesatçı Pavlos’un bunca başarılarını kolaylaştırmış olan sebeplerin birisinin de Pavlos Kumpanyası’nın şu meziyeti olduğuna şüphe mi edilir?).

Liman zabiti Hasan’ın yanından ayrılıp da liman idaresine gittikten yarım saat kadar sonra, liman sandalı tekrar belirip bu defa dahi miralay rütbesinde bulunan ve liman reisi olan Ajaccio’nun bizzat gemiye gelmekte bulunduğu anlaşıldı. Reis geldi. Hasan Mellah, kendisini iskele başında karşıladı.

Reis: “Efendim, limanımıza teşrif buyurmanız bizim için pek büyük şeref olduğundan, bu şeref üzerine hasıl olan memnuniyetimi bizzat arz etmeye geldim.”

Hasan: “Demek oluyor ki kumpanyamıza ve gemimize ve bilhassa bendenize şeref vermeye gelmişsiniz. Hepimiz adına lazım gelen teşekkürü arz ile kendimi müftehir29 sayarım.”

Gerçi reis, Korsika’ya mahsus olan İtalyan, İspanyol ve Fransız lisanlarının karışımı bir dil kullanıyor idiyse de meramını Hasan pekâlâ anlıyordu. Hasan’ın düzgün İspanyolcasını da reis anlamakta zorluk çekmiyordu.

Yukarıdaki sözler üzerine el ele verip kamaraya indiler. Ve orada kamarotun takdim ettiği tatlıdan ikisi de aldıktan sonra yine söze başladılar:

Reis: “Doğrudan doğruya buraya doğru mu hareket buyruldu?”

Hasan: “Hayır, Cartagena’dan kalktım, Marsilya’ya doğru gidecektim. Yolda hava değişti. Gerçi kuzey rüzgârıyla dahi yolumda devam ederdim ama artık kaptanlar burayı tavsiye ettiler. Ben de uygun gördüm.”

Reis: “Öyleyse kaptanlar dahi tavsiyelerinde pek isabet etmişler. Limanımızı gelişinizle şereflendirdiniz.”

Hasan: “Cartagena’da haber aldığıma göre bizim kumpanya azasından bir zat daha yine buralara seyahate çıkmış. Kendisine tesadüf etsem pek memnun olacağım!”

Reis: “Biz haber alamadık efendim.”

Hasan: “Demek oluyor ki buraya uğramadı.”

Reis: “Hayır efendim, uğrasaydı mutlaka haberdar olurduk.”

Hasan Mellah bu suali o kadar şen bir tavırla sormuştu. Reis verdiği cevabı üzüntüyle verip güya “Ahbabınıza, arkadaşınıza tesadüf edemediğinizden dolayı ben de üzüldüm!” demek istiyor gibi bir tavır göstermişti. Biz Hasan Mellah’ın o arkadaşı, ne fikir ne mecburiyet üzerine aradığını bildiğimiz için liman reisinin gösterdiği tavra hayret edebiliriz ama herifin hâlden haberi olmadığı dikkate alınırsa bu hayrete gerek kalmaz.

Liman reisinin Hasan’a bu derece tevazu göstermesi, yalnız Pavlos Kumpanyası’nın özel imtiyazlarından kaynaklanmıyordu. Bu kumpanya azasının fevkalade zengin adamlar oldukları ve alicenap dahi bulundukları meşhur olmakla ve o zamanlar ise güzel hediyelerin takdim ve kabulü Avrupa’ca dahi yürürlükte bulunmakla, liman reisinin tevazularının bir miktarı dahi Hasan Mellah’a hoş görünerek adet gereği alacağı hediyeyi ziyadesiyle almaktı. Bu durumda gösterdiği nezaketli davranıştan Hasan gerçekten de hoşlanıp reis giderken pek ziyade iltifatlarla gönderdiği gibi, ertesi gün de bin talerlik bir açık bono tanzim ederek tercüme edilmiş bir örneği aşağıda olan mektuba iliştirip liman reisliğine gönderdi.

(mektubun örneği)

Efendim hazretleri,

Kamarotumuz Cartagena’dan pek tedariksiz çıkmış olduğu cihetle size bir miktar İspanya şarabı ve bu türlü başka İspanyol mahsulleri takdim edememekte ne kadar mahcup kaldığımı tarif edemem. Ancak bu borcun aynen olamazsa da bedelen olsun ödemeye mecbur olduğumdan ilişik bonoyu takdim ve lütfen kabulünü pek ziyade rica ederim

Hasan bin Osman Pavlos

Liman reisinin, zikrettiğimiz bin taleri lütfen değil, belki memnunen kabul etmiş olduğuna şüphe etmeyiniz. Bu hediyenin teşekkürünü ifa etmek için bir gün sonra Hasan’a bir vizite daha vermiş, bu vizitede karaya çıkıp çıkmama konusunda Hasan’ın fikrini sormuştu.

Hasan: “Vallahi efendim, memleketinizi ziyaret etmeyi pek ziyade arzu ediyor isem de… Ne diyeyim?”

Reis: “Efendim, iki gündür şehrimizde teşrifinizden başka havadis yok. Hatta valimiz bulunan zatın sizinle edeceği görüşmeyi bir ziyafette etmek arzusunda bulunduğu bile işitildi.”

Hasan: “Aman efendim, ben öyle ziyafetlerde, filanlarda bulunmaya nasıl cesaret edebilirim? Yabancı bir adamım. Her hâl ve hareketimde bin gariplik görülür. Pek çok kusurlarımla cemiyete sıkıntı veririm zannederim.”

Reis: “Bu yolda gösterdiğiniz özürlere bin estağfurullah çeksem azdır. Bendenize kalsa bugün valimiz nezdine giderek bir vizite verseniz ve onu da iade-i ziyarete mecbur etseniz de ondan sonra ziyafette ahbapçasına bulunsanız fena olmaz.”

Reisin konuşmasından anlaşıldığına göre, kendisi âdeta bu sözleri söylemek için vali tarafından görevlendirilmişti. O zamana göre Korsika’da Fransa devleti tarafından vali bulunan zatın, ilk defa olarak bir ticaret kumpanyası azasına vizite vermesi hükûmetin şanına elvermeyeceği cihetle, vizitenin önce Hasan tarafından verilmesi istendiği de anlaşılıyordu. Hasan reisin teklifini kabul ederek ne zaman vizite kabul edebileceğini validen sordurduktan sonra bir pazar günü birinci kaptanı da yanına alarak karaya çıktı ve hükûmet dairesine gidip vali ile görüştü.

Vali, henüz yirmi sekiz otuz yaşlarında, genç ve güzel bir zat olup Hasan’ı valilik şanının kaldıramayacağı kadar nezaket ve tevazunun üstünde bir tevazuyla kabul etti. O gün cereyan eden sohbet nereden gelinip nereye gidildiğinden, filandan ibaretti. Hatta fevkalade olarak vali tarafından “Efendim, memleketimizde birkaç gün ziyade oturmanız, cümlemiz için büyük bir memnuniyete vesile olur.” tarzında iltifatlı bir söz bile söylenmişti.

İşbu vizite gününden bir gün sonra vali cenapları dahi limanda demirli bulunan bir beylik geminin sandalına binerek ve yanında bu geminin ümerasından30 mevcut olduğu hâlde Hasan Mellah’ın gemisine gelip vizitesini iade etti. Hasan Mellah da gerekli hazırlıkları yapmış olduğu için valiye lazım gelen ikramdan geri durmadı.

Gerçi şu hâller kendisini sıkıyordu. Pavlos’tan bir haber alamadığı için içi içine sığmıyordu. Ancak mensup olduğu kumpanyanın hakkı bulunan riayetlerin, hürmetlerin ceremesi olarak bu azabı çekmeye mecbur idi. Bari yalnız şu vizitelerle iş bitmiş olsa yine Hasan’ın canına minnetti. Ancak vali o aralık Hasan’ı bir de akşam ziyafetine davet etti ve bu ziyafetin çarşamba günü akşamüzeri vuku bulacağını bildirdi ki cümleden ziyade bu davet Hasan’ı sıktı.

Ziyafet akşamının gelişine kadar Hasan Mellah memleketin içine birkaç defa gezmeye çıkıp memleketin kibarından birkaç zatın daha vizitelerini kabul etmiş ve onlara dahi vizitelerini iade etmişti. Nihayet çarşamba akşamı gelmekle ve geminin birinci kaptanı dahi davetli bulunmakla, Hasan kaptanı da yanına alarak valinin konağına gitmek için karaya çıktı.

25.Güneşin batışından üç saat sonra. (e.n.) 151
26.Eşmek: At hızlı gitmek. (e.n.) 152
27.Yakin: Şüphesiz, sağlam ve kati olarak bilmek. (e.n.) 153
28.Randa sereni: Geminin en gerisindeki yan yelkenin çekildiği direk. (e.n.) 154
29.Müftehir: Bir şeyi övünç bilerek onunla sevinen, övünen, iftihar eden. (e.n.) 156
30.Ümera: Yüksek rütbeli zabitler. (e.n.) 158

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
1 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6485-75-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre