Kitabı oku: «Kaharlı Altay», sayfa 2
II
Osman Batur’un mücahitlerinin peşine Sovyet Destekli Millî Ordunun askerleri düştü. Yüzbaşı Yusiphan Yasinov komutasındaki Tarbagatay Üçüncü Atlı askerleri Kara Tünke Sarıtogay cihetinde, Narmantı”ya kadar yayılan Jılkaydar askerlerinin önünü kesmek, onları geri çevirmek görevini üstlendi. Smirnov grubuna Kürti Nehrinden aşağı inmek, Akdala’yı boydan boya geçmek ve batıdan tekrar geri dönerek Osman Batur’un mücahitlerini çembere almak emri verildi. Kalan iki taburun arasında kahramanlığıyla ün salmış Fethullah Bölüğü ile Beşkajı; Şekürti ve Öndirkara cihetinden mücahitlere tam ortadan saldırdılar. Aslında hepsi de daha önce yaptıkları gibi topyekün saldırıya geçmeden bölük bölük, grup grup ayrılarak ve bağlantıyı aradaki habercilerle sağlayarak çeşitli yönlerden bütün Burıltogay Nehrini kuşatmak, çembere almak için hızla ilerliyorlardı.
Osman Batur, güvenilir habercilere bakarak kendisine büyük bir saldırının planlandığını tahmin ediyordu. Moğolistan Kızıl Ordusunun yüzbaşısı ve Moğolistan’ın Çapayev’i ünvanını alan meşhur Dandar Batur, Maykantas’tan aşağıya doğru, İytjalagan Dağı’nın doğusundan Dabısın’a gelmişti. Eğer Osman Batur’un mücahitleri Sarıtogay’dan karşıya geçmeye yeltenirse, onları Narmantı Dağı’na ulaştırmadan tam ciğerinden vurmayı hedef almış, bekliyordu. Yüzbaşı Yusipcan Könbayev komutasındaki Kobık İkinci Süvari Alayı da acele yola çıkmış; Kasım Kamır ve Küren Tepki Dağlarının yamaçlarından hareketle tez vakitte Smirnov Alayıyla birleşmek ve Osman’ın birliklerini batı ve güney cephesinden kuşatmak emrini yerine getirmek için gece gündüz yol alıyorlardı.
Buna karşın, Osman mücahitleri de dağılarak baş kısmı Sarıtogay, ayak tarafı Karabulgın-Düre arasında göçmekte olan ve başı sonu daha yeni toparlanmaya başlayan sivil halkın çevresini güvene almak gayesiyle mevzilenmekteydi. Bir taraftan tepeden tırnağa silahlı askerlere karşı savaş hazırlığı yaparken, diğer taraftan nehir boyunca köşeye sıkışmış sivil halkı nehirden geçirmek ve soykırım demek olan bir saldırıdan kurtarmak için acele etmek gerekiyordu.
Bu sırada Burıltogay Nehri boyunda mart ayının ılık günleri başlamıştı. Yükseklerden aşağıya uzun ağaçların ince dallarını hafifçe sallayarak yavaşça esen rüzgâr, nehrin yüzündeki buzları inceltmeye yüz tutmuştu. Güneşin tepeye vurduğu sırada, bütün kış boyunca kalınlaşan ve kat kat donan cam gibi buzların üstünde yavaş yavaş sular görünmeye başladı. Akşama doğru nehrin üstünde birçok yerden delikler açılmıştı bile.
Buzlar erimeden nehirden geçmek için bütün avullar kendi tedbirlerini almaya çalıştılar. Nehir boyunca sıra sıra yerleşmiş avullar, önce çoluk çocukları sonra yükleri ve en sonunda da hayvanları nehirden geçirmeye başladılar. Bunu yaparken, özellikle gecenin ayazından faydalanmayı ve ayazda tekrar donan buzların üstünden geçmeyi hedeflediler. Uyuşmadan, ağırlık vermeden, çabuk hareket ederek buzun üstünden karşıya geçmeye gayret ettiler. Kırılmaya yüz tutan ve ilerden bir yerlerden çatırtıyla yürekleri ağza getiren buz üstündeki dansa uygun ilerleyerek, ayaklarının ucuna basarak, gözleri korkudan büyüyerek, çabuk çabuk ve dikkatlice geçiyorlardı nehri. “Allah, Allah!“ diyerek öbür yakaya yetişip yere yıkılıyorlardı. Karabulgın Nehrinden İyteli Avulundan iki devesiyle bir ihtiyar kadının, Sarıterek’ten de öküze binmiş bir kızın nehre düşüp boğulmasından başka kayıp olmadı. Herkes, sağ salim kurtuldu.
Çok geçmeden çatışma başladı. Sarıtogay‘a ulaşmış dinlenmekte olan Yusipcan askerlerine Jılkaydar grubu saldırdı ve çok zayiat verdirdi. Ayrı yollardan ve her yönden tek tek gelip mevzilenen Osman Batur mücahitleri, işaret için atılan kurşun sesiyle saldırdı ve kime nasıl karşılık vereceğini şaşıran Yusipcan ve askerleri, aklını başına alıncaya kadar boşuna kurşun harcadılar. Toktıbay Batur başkanlığındaki beş asker, yağmur gibi yağan kurşuna aldırmaksızın bir köşede duran 50-60 atı önlerine kattılar ve böylece düşmanın bir tabur askerini yayan bıraktılar. Sarıtogay Nehrinden aşağıya yüzerek bir köşeden çıkan sekiz on asker, orman içinden saldırıya geçti ve Yusipcan‘ı asker kampından kaçarak Şekürti yönüne, nehrin güney tarafındaki çıplak araziye sığınmaya mecbur ettiler. Bütün alay, o sırada biraraya gelerek yeni saldırı planlarını oluşturdu.
Smirnov Alayı, Kobık’tan gelmekte olan Nusiphan birliklerini beklemiş ve nehir kenarına yaklaşmıştı. Bunlar, Akdala merasının aşağı eteğinden yavaşça ilerliyorlardı.
Can alınan, can verilen en kanlı mücadelelerin geçtiği kıyamet sahneleri, Şekürti‘nin aşağı boylarında, Osman Batur Avulunun çevresinde yaşanıyordu. Bölge coğrafyasını iyi bilen Fethullah Bölüğü, Beskajı ve Konkay Bölükleri Osman mücahitlerinin çevresini kuşatıp ani saldırıya geçtiler.
Bu çarpışmada özel gayret sarfeden grup, Konkay grubuydu. Daha önceden, Nogaytı‘da ellerindeki esirleri serbest bırakması ve Millî Ordu’nun şerefine gölge düşürmesi sebebiyle General Delil-han (Sügirbayev) ona çok kızmıştı.
Bu seferki çarpışma, sadece Konkay için değil, Sovyet Destekli Millî Ordu için ve bilhassa Leskin için özel öneme sahipti. Yukarı taraftakiler, Taşkent ve İle (Gulca) idareleri, Osman Batur‘u ele geçirmenin, Osman’ın mücahitlerini yok etmenin ve böylece Altay‘daki Kazak ayaklanmasına nokta koymanın en uygun zamanı şimdidir, fikrindeydiler. Bu sefer, Osman’ın mücahitlerinin hiçbirini sağ bırakmamak konusunda bütün orduya kesin emir verilmişti. Bu yüzden Bedelhan önderliğindeki Sarsümbe Alayı da, İbrahimbay komutasındaki Dörbiljing Dördüncü Süvari Alayı da bütün gayretini sarfediyordu.
Bu çarpışmada, Osman Batur da kendi gücünü sonuna kadar kullandı. Bedelhan ve İbrahimbay Alaylarıyla denk kuvvette olduğuna inandığı Kapas (Abbas), Keles, Keşapat ve Jeksen komutasındaki bölükleri gönderdi. Osman Batur kendisi de attan inmedi; her an, her saat başı bölüklerin yanında bulundu ve beraber savaştı.
Karşıdaki düşman ne kadar güçlü olursa olsun, Osman Bölükleri onlara yenilmedi. Özellikle Ziyakan‘ın getirdiği 30 deve yükü mühimmatın çok faydasını gördüler. Kapas, Keşapat gibi kahramanlar, sahra savaşları için özel olarak yapılan elli atar pulemetleri5 koşum takımına dayayarak, atla giderken bile kullandılar. Önceden belli noktalara mevzilenmiş makinalılar, İbrahimbay Alayının yaptığı birkaç saldırıyı geri püskürttü. Topyekün cepheye sürülen asker yığınlarını, domino taşları gibi yere yıkıyorlardı.
Bu çarpışmada Maliypa‘nın bir fikri çok faydalı oldu. Maliypa, bir gece önce bütün evleri dolaşarak, özellikle genç gelinleri ve eşleri, ön saflarda savaşa katılan erkeklerin hanımlarını, toplamış gelmişti.
– Silah kullanamasan da atına sahip olursun; tüfeğine, makinalısına kurşun dizersin. Biz de insanız. Bizim canımız savaşan erkeklerden daha mı kıymetli? Hepiniz geleceksiniz, diye her bir savaşçının peşine bir gelini takmıştı.
İki günlük kanlı çarpışmada iki taraf ta bütün güçlerini sarfetmişe benziyorlardı. Osman Batur tarafı, kendilerini tamamiyla yok etme emri almış olan Sovyet Destekli Millî Ordu’nun avucundan kurtularak, geniş alanlara çekilmeyi, kendilerine çeki düzen vermek için saldırmayı ertelemeyi uygun gördü. Sovyet Destekli Millî Ordu’nun bütün amacı Osman Batur‘u bu noktada ele geçirmekti. Fakat defalarca saldırsalar da yeni silahlarla donanmış Osman Batur’un mücahitleri kimseyi yaklaştırmadı. İbrahimbay ve Bedelhan’ın Alayları beraber saldırıyı denedilerse de, önlerinde Fethullah’ın Bölüğü ölüme atıldıysa da hiçbir sonuç vermedi.
Üçüncü gün şafak sökerken, Kapas ve Jantas bölükleri, nehrin karşı tarafına geçmeye çalıştı. Nehrin buzu erimişti. Şafak sökerken nehirde irili ufaklı buz parçaları yüzmeye başladı.
Yiğitler, nehri atla geçmeyi uygun buldular. Büyük gocuklarını, kalın deri pantalonlarını çıkaran gençler, önlerine gelecek buzları iteklemek için birer uzun sopa alarak taş gibi soğuk buzlu nehre daldılar. Nehrin güneyine geçerek aşağı taraftan gelmekte olan Smirnov ve Nusipcan Alaylarına karşı güçlü bir savunma hattı oluşturdular. Hedefleri Kubı’nın kumluğuydu. Sabaha karşı Şekürti‘nin aşağısından nehri geçen Fethullah Bölüğü, Osman Batur mücahitlerinin doğusu için tehlike oluşturdu.
Kapas Batur‘ın bölükleri, Nusiphan Alayını anında parçaladı ve kaçanlar, Smirnov Alayına katıldılar. Böylece Kubının Kumına gidilecek ilk yol açılmış oldu. Beklenen de buymuş, elleri atlarının dizgininde eşyaları yüklenmiş hazır bekleyen sivil kitleler, ihtiyar adam, kadın, çoluk çocuk hepsi anında hareket etti. Burıltogay Nehrinden başlayan beyaz kumluk arazide kendilerini düşman gözünden saklayacak büyük kayaları ve suların eskiden açtığı büyük arkları kullanarak acilen yola çıktılar.
Sivil halkın kuşatmadan kurtulduğunu anlayan Sovyet Destekli Millî Ordu komutanları çok bozuldu. Sivil halkın göçünü takip etmektense, bütün nefretlerini Osman Batur mücahitlerine kusmak için emir üstüne emir yağdırdılar. Leskin, bizzat ön saflara geldi.
Askerlere yöneltilen emir, son derece sertti:
– Eğer ele geçirirseniz, Ziyakan‘ı bulduğunuz yerde doğrayın. Fakat Osman‘ı, mümkünse canlı yakalamaya çalışın.
O günün sabahında Jantas yüzlükleri, Smirnov Alayında ön safta yol gösterici olarak bulunan Konkay Takımının önüne çıkarak çarpıştı. Yüksek kum tepelerinde, bele kadar gelen siperler kazarak önlerine seksevil6 dalları koyup, kurumuş iğde ağaçlarından siper hazırlayarak pusuya yatmış olan bu manga, açıktan kendisine saldıran Jantas yüzlüklerini yaklaştırmadı. İlk defa yapılan bu karşılaşmadan hiçbir sonuç çıkmadı.
Jantas iyice canı sıkılmış, sinirlenmiş, hidddetlenmiş bir hâlde tir tir titrerken:
– Şu yüksek kum tepesini gördünüz mü? Tam orada mavzerle ateş eden, Konkay’ın ta kendisi. Yanında çok adam yok. Belki altı yedi kişiler. Dikkat ediyor musunuz? Bu tepe, buranın en yüksek tepesi. Eğer orayı ele geçirirsek, onun aşağısındaki bütün Konkay Takımını paramparça edeceğiz. Böylece diğer yandaki Rus askerleri de bu tarafa geçemezler. Öyleyse, şu tepeyi almamız lâzım. Onun için ben, Konkay’ın tam sırtına kadar yalnız giderim. sipere atlar, girer ve doğruca Konkay’ın elindeki mavzeri kaparım. Oradakileri Konkay’la birlikte halleder, size tımak7ımı sallayarak işaret veririm.
– Deli cesareti!
– Ölümüne mi susadın? dedi, daha önce nice çarpışmalara girmiş arkadaşları.
– Ihtimâl yok, ama tevekkül Allah’tan! diyerek onu göndermek istemeseler de, canları burunlarındaydı ve bıçak iyice kemiğe dayanmıştı. Hiddetten neredeyse patlayacak hâlde olan Jantas, hiçbirini dinlemedi.
– Ben ölürsem, Şakabay8ın bir kadını, yine bir oğlan doğurur, diyerek gocuğunu çıkardı, ağırlıklarını üzerinden attı ve bir belaya hazırlanırcasına :
– Siz, o tepeye doğru nefes aldırmadan ateşe devam edin! dedi.
Jantas, anında kayboldu. Tüye kuyruk, jıngıl ve sekseviller9 onu saklamak için elbirliği etmiş gibiydi. Arkadaşları Konkay’ın sipere yattığı tepeyi hallaç pamuğu gibi atmaya başladılar.
Et kaynatımı bir vakit geçtikten sonra, Konkay’ın siperlendiği tepeden sadece bir el mavzer sesi duyuldu; siperden yuvarlanarak kaçan iki kişi birbiri arkasından yere düştü. Hemen ardından da Jantas’ın tımakı havada göründü.
Jantas’ın arkadaşları fırlayıp tepeye vardıklarında, dar siperin içine zar zor sıkışmış, elleri arkasından bağlanmış, yüzükoyun yerde yatan Konkay’ı ve ensesinde kartal gibi oturan Jantas’ı gördüler. O, düşmanın tam sırtından gizlice gelmiş, Konkay’ın tam ensesinden sipere atlamış, elindeki mavzeri çekmiş almış ve tetiğe basıvermiş. Konkay’ın askerleri şaşkınlıktan kurşuna karşı kurşun atmayı bile beceremeden kaçmışlar.
Konkay’ı koşum takımı olmayan bir ata bindirdiler, ayağını atın karnından bağladılar ve arkaya doğru yönelttiler. Jantas, bu yüksek tepeye iki tane ağır pulemet getirip kurdu. Nehirden bu tarafta mevzilenen bütün düşman siperlerini temizledi. Bu tepelere mevzilenerek Smirnov Alayına karşı kuvvetli bir savunma hattı kurdu.
Bu sırada başka cephelerdeki çarpışmalar da şiddetle devam ediyordu. Böyle yattıkları yerde çarpışıp durmayı faydasız bulan Osman Batur, savaş devam ederken, akşama doğru karanlık basar basmaz, belli etmeden bütün meydanı boşaltarak çekilip gitmeyi planladı. İkindi vakti civarında Keşapat, Manat, Nurkojay10 yüzlükleri nehri geçmiş ikiye ayrılmış, Smirnov Alayıyla Fethullah Alayına karşı savaşa devam ederken, Keles ve Jeksen yüzlüklerinin önünü açmak için bekliyorlardı.Tam bu sırada İbrahimbay Alayının üç taburu birden saldırdı ve Keles ile Jeksen yüzlüklerinin ara bağlantısını kesti. Keles askerleri savaşmadan nehrin öbür yakasına geri çekildiler.
Osman Batur, Jeksen yüzlüğünün arasındaydı ve Jeksen’le beraber bir tepede oturuyorlardı. Onların yanında yedi sekiz kadar nişancı vardı.
– Sen yüzlüğü geriye çekmeye başla! dedi Osman Batur Jeksen’e. “Ben, bunları engelleyeceğim.”
Jeksen, genç olduğu için hürmetle:
– Önce siz gidin, Batur Aga; burasını bana bırakın! dedi.
– Yüzlüğün kaderi senin ellerinde. Çabuk toplan ve geri çekil! Burada, öyle korkulacak tehlike yok. Ama ben buradan ayrılırsam bütün askerlerin morali çöker. Tez atla! dedi Osman Batur. Kendisi savaş alanından giderse, savaşın genel gidişatının tersine döneceğini düşünüyordu..
Jeksen’lerin geri çekilmeye başlamasından kısa süre sonra, Osman Batur’un yattığı tepenin arkasından kurşunlar yağmaya başladı. Osman Batur, bu tepelerin arkasından şaşırmadan gelebildiklerine bakarak, bunların Beskajı Mangası’nın olduğunu tahmin etti. Osman Batur yanındakilere:
– Fırlayın, aşağıya eteklere doğru inelim; kaçarken vurmaya devam ederiz! diye bağırdı ve kendisi de sürüne yıkıla aksak ayağıyla koşmaya başladı.
O kadar güçlü bir saldırıydı ki, her şey bir anda olup bitti. Osman Batur’un yedi arkadaşından sadece biri ona katılabilmişti. O da put kesilmiş arkasına bakakalmıştı. Osman Batur:
– Kap!11 dedi hiddetle.
Güneş hâlâ batmamıştı. Batıdaki yüksek dağların ucundaki bulutlara kızıllığını sürmeye yeni başlamıştı. Karanlık olsaydı, belki gözden kaybolmak mümkündü. Fakat daha erkendi. Beskajı‘lar onları görmüş, tanımış olduklarından tam hedefi vuruyorlardı. Osman Batur, bunları düşününceye kadar yanındaki yoldaşı da yere düştü.
Osman Batur, kaşla göz arasında yalnız kaldığını sezdi. Atların dizgincisi aşağı eteklerdeydi. O tarafa doğru eğilerek koşmaya çalıştı ama önündeki Jantak, Tüyekuyruk gibi çalılıkları dümdüz eden pulemet ateşi onu durdurdu. “Kap! Eyvahlar olsun! Beni canlı yakalamanın yolunu bulmuşlar!..” diye düşünen Osman Batur, aniden geri dönüp, tepeden akan suların çukurlaştırdığı bir doğal sipere girdi, biraz nefes aldı. Bu doğal siper. İnsan boyu derinliğindeydi. “Ölmeyen insana ölü balık bulunurmuş.“ dedikleri doğruymuş, diye düşündü bir an. Kendi durumunu değerlendirirken, aklından “Böyle oturup kalmak da, karşı saldırıya geçmeden kaçmak da olmaz.“ düşüncesi geçti. “Çünkü onlar her taraftan kuşatarak yakalayacaklar. Yakınlaştırmamak gerek. Kimin kafası görünürse vurmak ve gecenin koynuna girinceye kadar dayanmak lâzım.“ Osman Batur, saklandığı siperin diğer tarafından, belindeki kamçısının ucuna geçirdiği tımakını kaldırdı. Anında tam tımağın alın hizasından kurşunu yapıştırdılar. “Nişancıymış! Beskajı olmalı… Tımakın12 kunduzluk takılan yerinden vuramazsa hedefi tutturamayacağını biliyor.“ diye düşündü.
Biraz sonra siperin yukarı tarafına koştu. Arada sırada kamçının ucundaki tımağını kaldırıyordu. Kendisi de epeyce kurşun harcadı. Şimdilik kimse yaklaşamıyordu. “Hepsi de uzakta tepe başındalar. Onların da canı tatlı tabii…” diye düşündü Osman Batur.
Osman Batur, ne kadar yol aldığını tahmin edemiyordu. Bir süre sonra bu doğal siper de geride kaldı. Önünde dümdüz bir alan uzanıyordu. Az ileride yüksek bir tepe gördü. “Ah, oraya yetişebilseydim. Yükseğe mevzilenmek savunmanın en güzeli…“ diye düşündü.
Karşıdakinin Osman Batur olduğunu anlayan düşman askerleri de her taraftan kuşatarak hızla geliyorlardı. O ise tez elden tepeye yetişmek için çırpınıyordu. “Öldüm, bittim!“ derken tepeye yetişti ve nefes alabildi. Şimdi farkediyordu ki, bütün çevresi kuşatılmış. Her tarafta düşman askerleri. “Yakalanmak, buna denir.” diye acındı kendine. “Yok bu mümkün değil. En sonuncu kurşunu kendime ayırmalı. O zamana kadar çarpışacağız…“
Omzundaki deri heybe dolusu kurşunu vardı. Heybe hafiflemiş gibi. Gocuğunu çıkarıp yere yaydı ve heybedeki kurşunları üstüne döktü. Allah’a şükürler olsun, daha epey kurşun varmış. İlâve olarak iki de el bombası var. “Böyle malzemelerle kolayca teslim olmayız.“ düşüncesiyle biraz sevindi.
Ne var ki, düşman güçleri, ısrarcı kuşatmayı ve hedefi milim şaşmadan, kıpırtıyı vurarak saldırıyı sürdürdü. Bazen Osman Batur‘un başını kaldırmasına müsaade etmeyecek şekilde yaylım ateşine giriyorlardı. Osman Batur, çaresiz saklandığı yerden kıpırdamadan dayanıyor “Yüreksiz, bu köpekler! Yoksa, bu fırsatı kaçırmadan, arka taraftan gelip saldırabilirler.“ diye düşmanının zayıf yönlerini de değerlendiririp, hesaplar yapıyordu.
Her türlü pusuyu, çarpışmayı, savaşın bütün metodlarını yaşamış olan Osman Batur‘un en önemli özelliği, böyle durumlarda, telaşa kapılmadan sabırlı hareket etmeyi bilmesiydi. Şimdi de aynı sabrı gösteriyor ve telaşlanmıyordu. Fakat endişesiz değildi. Hangi taraftan nasıl tuzaklar kurulabileceğini hesaplayarak hepsine karşı tedbirler düşünüyordu. Düşman tarafının önden, arkadan, sağdan, soldan yaptığı atışlar, Osman Batur‘un kendisine kurulan pusuyu anlamasına yetti. Vaziyet? pusunun gerçekleşmesine imkân verecek gibiydi. İş kötü. Yalnız başına. Tek bir mavzer. Pulemet bile değil. Saldırırlarsa, ezecekleri aşikar. Belki şimdi yaparlar. Belki şu dakikalar, Osman Batur‘un bu dünyadaki son dakikalarıdır. Bunu düşünürken, teyemmüm yaptı ve iki rekat namazını sessizce kıldı. Kelime-i şehadet getirdi.
İnadına hava da hâlâ kararmadı. Deminki pamuk bulutların üstünde oturdu kaldı. Düşman çemberi de gittikçe daralmakta. Onlar da güneş batmadan önce kendisini ele geçirmeyi planladıkları için aceleci davranıyorlar. Osman Batur, kimbilir kaç tanesini vurdu; ama sayıları hiç de azalacak gibi değil. Biraz daha yaklaşıp saldırırlarsa, onu ele geçirmeleri mümkün.
Dört yönünde dönen hesapları Osman Batur da tahmin ediyordu. Batısında ve güneyinde Beskajı Takımı, kıpırdayanı uçurur. Nişancı. Öbür iki tarafı somun pehlivanları. “Vurursak vururuz, vurmazsak boşa harcarız“ mantığıyla kurşun savurup duruyorlar. Osman Batur, “eğer fırsatı yakalarsam, o taraftan çemberi yarmayı denerim.“ düşüncesini aklından geçiriyordu.
Yağmur gibi kurşunlar Osman Batur‘un başını kaldırmaya fırsat vermiyordu. Aniden karşı tarafın bir kenarından bir vaveyla yükseldi. Daha biraz önce her tarafı tarayan pulemet sesi diniverdi. Böyle bir fırsatı yakalamak için pusuda bekleyen Osman Batur da mavzerini doğrultarak düşman saflarını biraz seyreltmek için ileriye baktı.
Tam o noktada gözünü diktiği hedeften bir atlının kendisine doğru uçarak gelmekte olduğunu gördü. Anında kalbi çarpmaya başladı ve bir an “vuruvereyim” düşüncesi kafasından geçse de biraz duraksadı. Arkasında, çevresinde kimse yoktu. Yalnız başına geliyordu. “Eğer deli kaçık biriyse de yakına gelince hesabını görürüm.“ diye sabretti. Tam bu sırada:
– Janibeeek13! Janibeek! Aytuvgaaan14! Aytuvgaaan! sesini duyunca kendi kulaklarına inanamadı. Bir an durakladıktan sonra sese doğru koşmaya başladı.
Süvari atını yana döndürerek:
– Batur Aga! Gel! Atla! dedi.
Osman Batur, onun Maliypa olduğunu anladı. Boş üzengiye ayağını takar takmaz ata atladı.
Maliypa dünden beri Osman Batur’un yanındaydı. Mermi heybesini taşıyordu, silaha mermi diziyordu. Bazen Batur’u dinlendirip sipere kendi geçtiği de oluyordu. Demin önde giden grupların arasındaydı. Osman Batur’un geçikmesinden endişelenerek, kendi kendine “Batur Ağam, bir tuzağa düşerse!..” ihtimâliyle geri dönerken, buraya gelmişti.
Maliypa atının başını çevirdi ve eğer takımına dayadığı pulemetle etrafı sağlı sollu tararken uçarcasına gitti. Kaşla gözün arasında çemberi yararak girdiği gedikten geri döndü ve sık ağaçlıklı tepelerin arkasında kayboldu. Tehlikeden uzaklaştıktan sonra atın dizginini çekti, sağ ayağını eğer takımın ön tarafından geçirip aşağıya atladı. Atın dizginini tutarken:
– Batur Ağam, eyere oturun, dedi dizgini Batur’a sundu.
Osman Batur ağzını açıp bir şey diyemedi. Bir süre bekledikten sonra sesi titreyerek:
– Helâl sana Malipa, yiğit kadınmışsın dedi .