Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Gurur ve Ön Yargı», sayfa 2

Yazı tipi:

5

Longbourn’a yakın bir mesafede Bennet’ların özellikle samimi olduğu bir aile yaşıyordu. Sör William Lucas, önceleri Meryton’da ticaret yapıyordu, orada hatırı sayılır bir servet edinmiş ve belediye başkanlığı sırasında krala yaptığı konuşma sayesinde şövalyelikle onurlandırılmıştı. Galiba bu durumu biraz fazla ciddiye almıştı. İşinden ve küçük bir ticaret kentindeki evinden nefret etmiş ve her ikisini de terk ederek ailesini Meryton’dan yaklaşık bir mil uzaklıkta, Lucas Köşkü adını verdiği bir eve taşımıştı. Zamanını ne kadar önemli biri olduğunu düşünüp işinden kurtulmanın verdiği rahatlıkla herkese karşı kibar davranmayı iş edindiği evinde geçirebilecekti. Rütbesi her ne kadar göğsünü kabartsa da onu, başkalarına tepeden bakan biri hâline dönüştürmemişti, aksine herkesin ilgi odağıydı. Doğuştan uysal, dost canlısı ve kibar bir insan olan Sör Lucas, St. James’te kralın huzuruna kabul edildikten sonra tam anlamıyla “soylu” olup çıkmıştı.

Leydi Lucas çok iyi bir kadındı ancak Bayan Bennet’ın gözünde değerli bir komşu olmak için fazla akıllı değildi. Birkaç çocuğu vardı. En büyüğü, yirmi yedi yaşındaki Charlotte duyarlı, zeki, Elizabeth’in yakın arkadaşı olan genç bir kadındı.

Lucas’lar ile Bennet’ların genç bayanlarının buluşup her balo hakkında konuşmaları kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim balonun ertesi sabahı Lucas’lar haber alıp vermek amacıyla Longbourn’a geldiler.

Kibar bir ifadeyle genç Bayan Lucas’a, “Geceye iyi başladınız Charlotte.” dedi Bayan Bennet, “Bay Bingley ilk sizi seçmişti.”

“Evet ama ikinciyi daha çok sevmiş gibiydi.”

“Ah! Sanırım Jane’den bahsediyorsunuz, onunla iki kez dans etti diye. Tabii, ondan çok hoşlanmış gibiydi, aslını isterseniz buna inanmayı yeğlerim, ne olduğunu tam hatırlamasam da kulağıma Bay Robinson ile ilgili bir şeyler geldi.”

“Herhâlde Bay Bingley ile Bay Robinson arasında benim kulağıma çalınan konuşmadan bahsediyorsunuz. Size bundan söz etmedim mi? Bay Robinson, Bay Bingley’ye Meryton balolarını nasıl bulduğunu, salondaki kızları beğenip beğenmediğini, en çok kimden hoşlandığını sordu. Bay Bingley bu son soruya hemen, ‘Kuşkusuz, Bennet’ların en büyük kızı. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz.’ diye cevap verdi.” dedi Elizabeth.

“Aman Tanrı’m! Gerçekten de kesin konuşmuş, sanki… Ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey çıkmaz.”

“Benim kulak misafiri olduğum konuşma sizinkinden çok daha farklıydı Eliza.” dedi Charlotte, “Bay Darcy, arkadaşına nazaran pek de dinlemeye değer biri sayılmaz, öyle değil mi?”

“Zavallı Eliza! Fena değil, ha?”

“Yalvarırım Lizzy’nin aklına o kötü muameleyi getirip kızın canını sıkmayın; aksi adamın teki o, beğenisini kazanmak büyük şanssızlık olur. Bayan Long dün gece bana anlattı; bir saat dibinde oturmuş, ağzını bir kere açıp tek laf etmemiş.”

“Emin misiniz anne? Sakın bir yanlışlık olmasın?” diye sordu Jane, “Ben Bay Darcy’nin onunla konuştuğunu gözlerimle gördüm.”

“Evet, çünkü sonunda Bayan Long dayanamayıp ona Netherfield’ı nasıl bulduğunu sordu, o da cevap vermek zorunda kaldı. Ama dediğine göre kendisiyle konuşuldu diye çok sinirlenmiş.”

“Bayan Bingley’nin bana söylediğine göre…” dedi Jane, “Bay Darcy çok yakınlarının arasında olmadığı sürece doğru dürüst konuşmazmış. Onların arasındayken gayet cana yakın ve hoşsohbet oluyormuş.”

“Bunun tek bir kelimesine bile inanmam canım! O kadar hoşsohbet biri olsaydı Bayan Long’la konuşurdu. Ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum, herkes onun kibirle dolup taştığını söylüyor. Bayan Long’un arabasının olmadığını, baloya kiralık arabayla geldiğini öğrenmiş olsa gerek.”

“Bayan Long’la konuşmaması umurumda değil.” dedi Charlotte, “Ama keşke Eliza’yla dans etseydi.”

“Senin yerinde olsam…” dedi Bayan Bennet, “Bir dahaki sefere onunla dans etmezdim Lizzy.”

“Onunla asla dans etmeyeceğime dair size söz verebilirim anne.”

“Onun gururu beni çoğu kimselerin gururunun rahatsız ettiği kadar etmiyor çünkü bir özrü var: Bu kadar yakışıklı, asil, zengin ve her bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan şaşmamalı. Bana kalırsa gururlanmaya hakkı var bile diyebilirim.” dedi Charlotte.

“Çok doğru.” diye cevapladı Elizabeth, “Onun gururunu hoş görebilirdim, eğer o benimkini yerle bir etmeseydi.”

“Gurur…” dedi derin düşüncelere dalmış olan Mary, “Bence çok sık rastlanan bir zayıflıktır. Tüm okuduklarıma dayanarak söyleyebilirim ki hakikaten yaygın, insan doğasının ona özel bir eğilimi var ve içimizde çok az kişi vardır ki kendinden hoşnut olmanın tadını çıkarmasın; haklı ya da haksız, nedeni ne olursa olsun… Gurur ve kibir farklı şeyler, her ne kadar sık sık aynı anlamda kullanılsalar da… Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimize karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir, kibirse başkalarının bize duymasını istediğimiz saygıyla.”

“Bay Darcy kadar zengin olsaydım…” dedi kız kardeşleriyle gelmiş olan genç Lucas’lardan biri, “Ne kadar gururlu olduğumla ilgilenmezdim. Bir sürü tazı besler, her gün bir şişe şarap içerdim.”

“İçmeniz gerekenden bayağı fazlasını içerdiniz o zaman.” dedi Bayan Bennet, “Ben de bunu görünce o şişeyi derhâl elinizden alırdım.”

Çocuk itiraz edip bunu yapamayacağını söyledi, kadın ise yapacağını söyleyip durdu ve bu atışma ziyaretin sonuna dek sürdü.

6

Ziyaretten kısa süre sonra Netherfield’lı hanımlar Longbourn’lu hanımları ağırladı. Ziyaretin karşılığı aynı biçimde olmuştu. Jane’in hoş tavırları, Bayan Hurst ve genç Bayan Bingley’nin büyük beğenisini kazanıyordu ve anneleri; çekilmez, küçük kız kardeşlerle de -konuşmaya değmeyecek insanlar olarak lanse edilseler bile- tanışmalarını istediklerini en büyük iki kardeşe doğrudan söylemişlerdi. Jane bu ilgiyi büyük bir zevkle karşılamıştı ancak Elizabeth bu kadınların insanlara davranışlarını -ablasını bile zar zor kabul etmişlerdi-ve kendini beğenmişliklerini bir kez daha görmüş, onlara bir türlü ısınamamıştı; gerçi erkek kardeşlerinin ona hayranlığının da etkisiyle Jane’e gösterdikleri gitgide artan inceliğin bir değeri vardı. Bu, genellikle her karşılaşmalarında belli oluyordu, adam kıza hayrandı ve Elizabeth’e göre aynı oranda belli olan bir şey daha vardı: Jane daha ilk dakikadan Bay Bingley için verdiği karara boyun eğiyordu ve ona ileri derecede âşık olmak üzereydi. Ama ablası bu gerçeği herkesin fark etmeyeceği kanaatindeydi ve bu onu mutlu ediyordu. Çünkü Jane güçlü duygularının etkisinde kalan, iyi huylu, her davranışından neşe fışkıran bir yapıya sahipti ve bütün bunlar da küstah insanların kuşku duymasına engel olacaktı. Elizabeth bu düşüncelerinden arkadaşı Charlotte’a bahsetmişti.

“Böyle durumlarda herkesi aldatabilmek hoş bir şey olabilir.” dedi Charlotte, “Ama duygularını bu kadar saklamak bazen insanın zararınadır. Bir kadın duygularını hoşlandığı adamdan da aynı beceriyle gizlerse onu kendine bağlama fırsatını kaçırabilir, o zaman hiç kimsenin bir şey sezmediğini düşünmek pek acıklı bir avuntu olur. Her sevgide minnetin veya kibrin o kadar büyük rolü vardır ki yeni doğmuş bir sevgiyi başıboş bırakmaya gelmez. Başta hepimiz özgürüzdür. Ufak bir gönül kayması kadar doğal ne olabilir ki? Ancak karşısındakinden cesaret almadan gerçekten âşık olabilecek kadar pişkinlik gösterebilen azdır. Bingley, kardeşinden kuşkusuz hoşlanıyor ama Jane ona cesaret vermezse duyguları hoşlanmadan ileri gidemez.”

“Ama doğasının izin verdiği kadar cesaret veriyor ona. Ben bile ona bambaşka baktığını görebiliyorsam, adamın görememesi için ahmak olması gerek.”

“Unutma Eliza, o Jane’in huyunu senin kadar iyi bilmiyor.”

“Ama bir kadın, bir erkekten hoşlanıyorsa ve bunu saklamak için çaba sarf etmiyorsa erkek bunu fark eder.”

“Kadını yeterince görüyorsa evet, ama Jane ve Bingley yeterince sık görüşüyor olsalar da asla birlikte uzun saatler geçirmiyorlar ve birbirlerini hep büyük, karmaşık topluluklar içinde gördükleri için birlikte oldukları her zamanı iyice tanışıp anlaştıklarına yormak yanlış olur. Jane bu yüzden onun dikkatini çekebileceği en ufak zaman dilimini bile en iyi biçimde değerlendirmeli. Onu avcuna aldığı zaman âşık olmak için istediği kadar zamanı olacak.”

“Planın güzel…” diye karşılık verdi Elizabeth, “İyi bir evlilik yapma arzusu dışında bir şey söz konusu değilse tabii… Benim zengin koca veya herhangi bir koca bulma niyetim olsaydı kesinlikle bunu uygulardım. Ama Jane’in hissettikleri böyle şeyler değil, plana göre davranmıyor ki! Olayın mantığını geçtim, o şimdi kendi duygularından bile emin olamaz. Adamı yalnızca iki haftadır tanıyor. Meryton’da dört kez dans ettiler, onu bir sabah kendi evinde gördü, o zamandan bu yana da dört kez yanlarında birileri varken yemek yediler. Karakterini anlamak için hiç de yeterli değil.”

“Öyle değil. Yalnızca yemek yemiş olsalardı, iyi bir damak zevki var mı yok mu ancak bunu anlardı. Ama unutma ki birlikte geçirilmiş bir dört akşam var ortada ve dört akşam da çok şey demek olabilir.”

“Evet, bu dört akşam, ikisinin de yirmibir oyununu, commerce oyununa yeğlediğini ortaya çıkardı ama diğer önemli konularda çok şeyin ortaya çıktığını sanmıyorum.”

“Eh…” dedi Charlotte, “Her neyse, Jane’e bütün kalbimle başarılar dilerim. Bence ha yarın, ha Jane adamın karakterini bir yıl incelemiş de ondan sonra evlenmişler, hepsi bir. Mutlu olma şansı her iki durumda da yüksek. Evlilikte mutluluk tamamıyla şans işidir. Taraflar birbirlerinin huyunu suyunu ne kadar iyi bilirlerse bilsinler veya birbirlerine ne kadar benzerlerse benzesinler, bunun mutluluklarına zerre kadar katkısı yoktur. Sonraları huyları birbirinden nasıl olsa ayrılır ve birbirlerinin sinirine dokunurlar, o yüzden yaşamını birleştireceğin insanın kusurlarını ne kadar az bilirsen o kadar iyi.”

“Beni güldürüyorsun Charlotte, mantıklı konuşmuyorsun. Bunun doğru olmadığını biliyorsun ve sen olsan asla böyle bir yol izlemezdin.”

Bay Bingley’nin, ablasına olan ilgisine kafa yormakla fazlasıyla meşgul olan Elizabeth; kendisinin, Bingley’nin arkadaşının ilgi odağı hâline geldiğinin zerre kadar farkında değildi. İlk başta Bay Darcy onu hiç güzel bulmamış, baloda hiç beğenmemiş ve bir daha karşılaştıklarında ona yalnızca eleştiren gözlerle bakmıştı. Ancak kendisini ve arkadaşlarını kızın yüzünde neredeyse tek bir güzel noktanın bulunmadığına ikna edişinin üzerinden çok geçmemişti ki o koyu renk gözlerdeki güzel ifadeyi olağanüstü zeki bulmaya başladı. Bu keşfi de en az onun kadar sarsıcı olan diğerleri izledi. Eleştirel yanı, kızda kusursuz simetriyi bozan birden çok ayrıntı bulmuş olsa da endamının ince ve hoş olduğunu kabul etmek zorunda kalmış ve her ne kadar hâli tavrı pek yüksek tabakaya uymuyor olsa da rahatlığı ve neşesine tutulmuştu. Ancak Elizabeth bunların hiç farkında değildi, ona göre adam hiçbir yere ayak uyduramayacak ve kendisini de dans edecek kadar çekici bulmamış birinden ibaretti.

Darcy onu daha yakından tanımak istiyordu. Onunla sohbet etmenin ilk adımı, kızın diğer insanlarla olan konuşmalarına katılmak oldu. Böylelikle ilgisini çekmeyi başardı. Büyük bir topluluğun bir araya geldiği Sör William Lucas’ın evindeydiler.

Elizabeth, Charlotte’a, “Bay Darcy, Albay Forster’la konuşmamı dinleyerek ne yapmaya çalışıyor?” diye sordu.

“Bu, yalnızca Bay Darcy’nin cevaplayabileceği bir soru.”

“Yalnız bunu biraz daha sürdürürse gidip ona niyetinin ne olduğunu anladığımı söyleyeceğim. Çok alaycı bir bakışı var ve küstahlaşmazsam çok yakında ondan korkmaya başlayacağım.”

Çok geçmeden Darcy’nin yanlarına yaklaştığını görmeleri üzerine Charlotte -Darcy konuşmaya neredeyse hiç niyetli görünmüyor olsa da- arkadaşına böyle bir konu açamayacağını söyleyince Elizabeth derhâl galeyana gelip döndü ve dedi ki:

“Bay Darcy, sizce de az önce Albay Forster’ın Meryton’da balo vermesi için başının etini yerken kendimi olağanüstü iyi ifade etmedim mi?”

“Hem de ne enerjiyle… Ama bu konu hanımları her zaman coşturur zaten.”

“Bizlere karşı çok acımasızsınız.”

“Başının eti yenme sırası şimdi bizim kıza gelecek.” dedi Charlotte, “Ben piyanoyu açıyorum, sen gerisini biliyorsun.”

“Ne tuhaf bir arkadaşsın! Herkesten önce benim çalıp söylememi istersin! Müzik yeteneğimle övünecek biri olsam, benim için senden değerlisi olmazdı. Ama şu durumda, en iyi sanatçıları duymaya alışık insanların önünde oturmamayı kesinlikle yeğlerim.”

Charlotte’ın ısrar etmesi üzerine, “Peki, olacaksa olsun madem.” diye ekledi ve Bay Darcy’ye ölümcül bir bakış atarak, “Buradaki herkesin bildiği, eski, güzel bir söz vardır: ‘Nefesini yemeğini soğutmaya sakla.’ Ben de şarkımın görkemine saklayacağım.”

Performansı iyiydi ama mükemmel değildi. Bir veya iki şarkı sonra, bir daha söylemesi için gelen yoğun talebe karşılık vermeden önce, ailenin tek gösterişsiz üyesi olduğundan başarı için çok çalışan ve kendini göstermek için her zaman sabırsızlanan hevesli kız kardeşi Mary’nin performansı onunkinin yerini almıştı.

Mary’nin müzik alanında ne büyük bir yeteneği ne de zevki vardı. Gösteriş kaygısı kendisinde sadece gayret değil, aynı zamanda ukalalık ve kibirli bir hava da yarattığından bu kibri, daha üstün olabilecek herhangi bir yeteneğe hep zarar verirdi.

İçten ve rahat tavırlarıyla Elizabeth, onun yarısı kadar iyi çalmıyor olmasına karşın çok daha büyük bir zevkle dinlenmişti. Mary ise uzun bir konçertonun sonunda, Lucas’ların bir kısmı ve iki veya üç subay ile neşe içinde odanın bir ucundaki dansa katılmış olan küçük kız kardeşlerinin ricası üzerine çaldığı İskoç ve İrlanda havalarıyla alkış ve övgü toplamış olmaktan memnundu.

Bay Darcy akşamın böyle geçiyor olmasına sessizce içerleyerek yanlarında duruyordu, tüm konuşmaların dışındaydı ve Sör William Lucas’ı fark edemeyecek kadar kendi düşüncelerine dalıp gitmişti, nitekim Sör William da yanına gelip konuşmaya başladı:

“Gençler için ne zevkli bir eğlence bu böyle, Bay Darcy! Ne de olsa dans hiçbir şeye benzemez. Ben dansı parlak toplumların ilk gelişimlerinden biri olarak görüyorum.”

“Kesinlikle, bayım. Aynı zamanda dünyanın daha az parlak toplumları arasında moda olma gibi bir ayrıcalığı da var. Tüm yabaniler dans edebilir.”

Sör William yalnızca gülümsedi. Kısa bir sessizlikten sonra, “Arkadaşlarınız enfes dans ediyor.” diye devam etti, Bingley’nin de gruba katıldığını görünce. “Sizin de usta bir dansçı olduğunuzdan kuşkum yok, Bay Darcy.”

“Sanırım beni Meryton’da dans ederken gördünüz bayım.”

“Evet, doğru. Ve gördüklerimden fevkalade hoşnut kaldım. St. James’te sık sık dans eder misiniz?”

“Asla efendim! Ben zorda kalmadıkça dans etmem.”

“Sizce de orayı şereflendirmiş olmaz mısınız?”

“Eğer uzak durabilirsem hiçbir mekânı şereflendirmem.”

“Şehirde bir eviniz olduğu sonucunu çıkarıyorum?”

Bay Darcy başıyla onayladı.

“Bir zamanlar benim de şehre yerleşme düşüncelerim vardı. Yüksek sosyeteye bayılırım ama Bayan Lucas’a Londra havası iyi gelir mi pek emin olamadım.”

Cevap alma umuduyla durakladı ancak muhatabının hiç de öyle bir niyeti yoktu. Elizabeth de tam o anda onlara doğru yaklaşmaktaydı, Lucas oldukça centilmen bir harekette bulunma düşüncesine kapılarak ona seslendi:

“Sayın Bayan Eliza, niçin dans etmiyorsunuz? Bay Darcy, bu genç hanımı size çok hoş bir partner olarak takdim etmeme izin verin. Eminim ki önünüzde böyle bir güzellik dururken dansa hayır diyemeyeceksiniz.”

Ve Elizabeth’in elini tutarak şaşkınlıktan donakalmış ama pek de isteksiz görünmeyen Bay Darcy’ye uzatacaktı ki Elizabeth elini hemen geri çekti ve Sör William’a huzursuz bir biçimde bakarak:

“Bayım, gerçekten dans etmek için en ufak bir arzum bile yok! Çok rica ederim, buraya gelişimi eş aramaya yormayınız.”

Bay Darcy son derece ince bir tavırla ondan, kendisi ile dans etme şerefini bahşetmesini istese de boşunaydı.

Elizabeth kararlıydı, ne kadar ısrar etse de Sör William dahi onu kararından döndüremedi.

“O kadar olağanüstü dans ediyorsunuz ki Bayan Eliza, sizi seyretme zevkini bana çok görmeniz bir zulümdür. Bu bay da genelde dans etmekten hoşlanmazmış ama eminim, yarım saatini bize harcamakta bir sakınca görmez.”

“Bay Darcy pek kibardır.” dedi Elizabeth gülümseyerek.

“Gerçekten öyle, ama nedenini düşünürsek sevgili Bayan Eliza, nezaketi bizi şaşırtmamalı, sizin gibi bir eşe kim hayır diyebilir ki?”

Elizabeth cilveli bir bakış attı ve arkasını dönüp gitti. Dans etmeyişi onu, Darcy’nin gözünde küçük düşürmemişti. Aksine Darcy keyifle onu düşünmeyi sürdürüyordu ki Bay Bingley’nin kız kardeşi yanına gelerek: “Bu dalgınlığınızın kiminle ilgili olduğunu tahmin edebiliyorum.” dedi.

“Hiç sanmıyorum.”

“Her geceyi böyle bir topluluk içinde ve bu şekilde geçiriyor olmanın ne kadar katlanılmaz olduğunu düşünüyorsunuz ve sizinle kesinlikle aynı fikirdeyim. Bundan daha sinir bozucu bir şey hatırlamıyorum! Yavanlık ama bir yandan da gürültü… Hiçbir şey olduğu yok, öte yandan insanlar küçük dağları kendileri yaratmış gibi! Onlar hakkındaki eleştirilerinizi duymak için neler vermezdim!”

“Tamamen yanlış düşünüyorsunuz, sizi temin ederim ki aklım daha güzel şeylerle meşguldü. Güzel bir kadının yüzündeki bir çift güzel gözün bahşedebileceği keyifle düşüncelere dalmıştım.”

Bay Bingley’nin kız kardeşi hemen bakışlarını Bay Darcy’nin yüzüne çevirdi ve hangi hanımın böyle düşünceler uyandıracak özelliğe sahip olduğunu kendisine söylemesini istedi. Bay Darcy mertliğini bozmadan: “Bayan Elizabeth Bennet.” diye cevap verdi.

“Bayan Elizabeth Bennet mı?” diye yineledi Bayan Bingley, “Âdeta afalladım. Ne zamandır böyle bir hayranlık besliyorsunuz ona karşı? Ve kısmetse ne zaman iyi dileklerimiz sizinle olacak?”

“Ben de tam bu soruyu sormanızı bekliyordum. Bir hanımın hayal gücü ne de hızlı işliyor, bir anda hayranlıktan aşka, aşktan izdivaca geçiveriyor. İyi dileklerinizin benimle olacağını biliyordum.”

“Yok, eğer bu konuda bu kadar ciddiyseniz, bu işe kesin oldu gözüyle bakarım. Gerçekten harika bir kayınvalideniz olacak ve onun iki günde bir Pemberley’ye, yanınıza geleceğinden hiç kuşkum yok.”

Bayan Bingley kendini bu konuda eğleyedursun, Darcy onu, istifini hiç bozmadan dinledi. Dinginliği, Bay Bingley’nin kız kardeşine düşüncelerinde tamamen haklı olduğu izlenimini veriyordu, esprileri de ardı ardına sıraladı durdu.

7

Bay Bennet’ın servetinin neredeyse tamamı, senede iki bin sterlin kâr getiren bir araziden oluşuyordu, kızların şanssızlığına bakın ki bu mülk, erkek vâris olmaması nedeniyle uzak bir akrabaya kalacaktı. Annelerinin serveti ise hayattaki konumları için yeterli olsa da babalarının mülkünden yoksun kalmanın eksikliğini kapatmaya yetmezdi. Bayan Bennet’ın babası Meryton’da bir avukattı ve ona dört bin sterlin bırakmıştı.

Bayan Bennet’ın, babalarının yanında çalışan bir memurken, sonradan onun işinin başına geçmiş olan Bay Philips ile evli bir de kız kardeşi vardı. Ayrıca Londra’da saygıdeğer ticari işler yapan bir erkek kardeşi bulunuyordu.

Longbourn köyü, Meryton’ın yalnızca bir mil ötesindeydi; bu mesafe, genç hanımlar için olabilecek en uygun uzaklıktı çünkü haftada üç dört kez teyzelerine ve yol üzerindeki bir şapkacıya karşı görevlerini yerine getirmekten kendilerini alamıyorlardı. Özellikle ailenin en küçük iki üyesi, Catherine ve Lydia bu ziyaretlerde bulunuyorlardı, zihinleri ablalarına oranla daha az şeyle meşguldü ve yapacak daha iyi bir işleri olmadığı zaman Meryton’a doğru yürüyüşe çıkıyorlardı. Sabahlarını boş geçirmemek ve akşamleyin konuşulacak konuları belirlemek için gerekli oluyordu bu. Yöre genelinde sözünü etmeye değer pek bir şey olmasa da onlar bir yolunu bulup, illa ki teyzelerinden bir şeyler öğreniyorlardı. O ara bölgeye yeni varmış olan milis alayının haberlerini almanın mutluluğuyla gerçekten dolup taşıyorlardı; alay tüm kış boyunca orada kalacaktı; karargâhları Meryton olacaktı.

Bayan Philips’i ziyaretleri bu kez son derece ilginç bir istihbarata gebeydi. Her geçen gün subayların isimleri ve bağlantıları hakkındaki bilgileri artıyordu. Konaklayacakları han artık sır değildi ve subayları enine boyuna tanıma fırsatı edinmişlerdi. Bay Philips hepsini ziyaret etmişti, bu da yeğenleri için daha önce hissetmedikleri bir mutluluk kaynağı yaratıyordu. Onlardan başka şey konuşmuyorlardı. Bay Bingley’nin, annelerinin yüzüne canlılık getirmeye yeten servetinin bahsi bile üniformayla karşılaştırıldığında onların gözünde değersizdi.

Bir sabah kızların bu konudaki coşkulu sohbetlerini dinledikten sonra Bay Bennet soğuk bir ifadeyle, “Şu konuşmanızdan çıkardığım tek sonuç, ülkedeki en aptal iki kız olduğunuz! Bir ara kuşkuluydum ama şimdi ikna oldum.” dedi.

Catherine bozulmuştu ve cevap vermedi ama Lydia hiç umursamadan Yüzbaşı Carter’a olan hayranlığını ve adam ertesi gün Londra’ya gideceği için, gün içinde onu görme umudunu ifade etmeyi sürdürdü.

“Şaşkınlık içindeyim hayatım…” dedi Bayan Bennet, “Kendi evlatlarınıza nasıl da hiç çekinmeden aptal diyebiliyorsunuz! Birilerinin çocuklarını hor görecek olsam bile bu kendi çocuklarım olmazdı.”

“Eğer çocuklarım aptalsa bunun her zaman farkında olmayı yeğlerim.”

“Evet ama aslında hepsi de çok akıllı.”

“Anlaşamadığımız için kendimi kutladığım tek nokta budur. Dilerdim ki sizinle her konuda aynı duyguları paylaşayım ama öyle görünüyor ki en küçük iki kızımızın inanılmaz derecede aptal olduğu konusunda farklı görüşlere sahibiz.”

“Bay Bennet, canım, küçücük kızlardan annelerinin babalarının sahip olduğu izanı bekleyemeyiz ya! Büyüdüklerinde bizim umursadığımızdan daha fazla umursamayacaklar şu subayları. Çok iyi hatırlıyorum bir zamanlar kırmızı üniformalı birini beğenirdim ben de… Ve aslını istersen içimde bu sevgiyi hâlâ hissettiğimi söyleyebilirim. Geliri senede beş altı bin olan zeki, genç bir albay gelecek ve kızlarımdan birini isteyecek olursa da ona hayır demezdim. Bana öyle geliyor ki Albay Forster geçen gece Sör William’ın evinde üniformasıyla oldukça göz alıcı görünüyordu.

“Anne!” diye bağırdı Lydia, “Teyzem; Albay Forster ve Yüzbaşı Carter’ın Bayan Watson’a, ilk geldikleri zamandaki kadar sık gitmediklerini söyledi; bu aralar onları sürekli Clarke’ın kitapçı dükkânında görüyormuş.”

Genç Bayan Bennet’a bir pusula getiren uşak odaya girince, Bayan Bennet kızına cevap veremedi; mektup Netherfield’dandı ve uşak cevap bekliyordu. Bayan Bennet’ın gözleri sevinçle parladı, kızı mektubu okurken o da merakla seslendi:

“Ee, Jane, kimdenmiş? Konu ne? Ne diyor Bay Bingley? Hadi ama Jane, acele et, bize de söyle; acele et bir tanem.”

“Bayan Bingley’den.” dedi Jane ve yüksek sesle okumaya başladı:

“Sevgili Arkadaşım,

Bugün Louisa ve bana akşam yemeğinde eşlik etme merhametini göstermezseniz, bundan sonra ömrümüz boyunca birbirimizden nefret etme tehdidi altında oluruz; çünkü iki kadın arasında baş başa geçen koca bir gün asla kavgasız sona ermez. Bu notu alır almaz, gelebildiğiniz kadar çabuk gelin. Kardeşim ve diğer baylar, yemeklerini subaylarla birlikte yiyecekler.

Sevgilerimle,
Caroline Bingley”

“Subaylarla mı!” diye çığlık attı Lydia, “Teyzem bize bunu niye söylemedi merak ediyorum.”

“Yemeği dışarıda yiyecek…” diye mırıldandı Bayan Bennet, “Bu hiç de hayra alamet değil.”

“Faytonu alabilir miyim?” diye sordu Jane.

“Hayır canım, atla gidersen daha iyi olur, yağmur yağacak gibi görünüyor; öyle olursa bütün gece orada kalabilirsin.”

“Bu iyi bir plan olur bak!” dedi Elizabeth, “Onu kendi arabalarıyla eve yollamayacaklarından emin olduğun sürece tabii.”

“Ah! Ama Bay Bingley’nin arabası Meryton’a giderken baylarda olacak, Hurst’lerin de kendi atları yok.”

“Arabayla gitmeyi yeğlerdim.”

“Ama canım, baban atları arabaya koşamaz ki! Çiftlikte onlara ihtiyaç var, değil mi Bay Bennet?”

“Onlara çiftlikte her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var, öyle ki onları hemen kullanabilirim.”

“Ama onları bugün kullanırsanız annemin istediği olur.” dedi Elizabeth.

Sonunda bizzat babasından atlara ihtiyaç olduğu cevabını almıştı. Jane de bu sayede at sırtında gitmek zorunda kalmış, annesi de kötü havadan bahsedip durarak, neşe içinde ona kapıya dek eşlik etmişti. Umutları da karşılığını bulmuş, Jane çıkalı çok olmadan bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlamıştı. Kız kardeşleri onun için endişelendiyse de annesi durumdan hoşnuttu. Yağmur bütün gece aralıksız yağmayı sürdürmüştü, Jane kesinlikle geri dönemezdi.

“Gerçekten akıllıca bir fikirdi!” diye durup durup böbürlendi Bayan Bennet, sanki yağmuru yağdıran kendisiymiş gibi. Yine de kurduğu kumpasın keyfine ertesi sabaha dek tam anlamıyla varamamıştı. Kahvaltı daha yeni bitmişti ki Netherfield’dan bir uşak gelip Elizabeth’e aşağıdaki notu getirdi:

Sevgili Lizzy’m,

Kendimi bu sabah hiç iyi hissetmiyorum, sanırım dün ıslandığım için. Sevgili arkadaşlarım, iyileşene dek beni bir yere bırakmayacak. Ayrıca Bay Jones’u görmem konusunda da ısrarcılar. Bu yüzden, olur da beni muayene ettiğini duyacak olursan endişelenme, boğaz ve baş ağrısı dışında pek bir şeyim yok.

Sevgilerimle

Elizabeth notu yüksek sesle okuyunca Bay Bennet “Ee, canım…” dedi, “Eğer kızın tehlikeli bir hastalığa yakalanmışsa ve ölürse hepsinin Bay Bingley’nin yolunda ve sizin emrinizle gerçekleştiğini bilmek teselli olacak.”

“Hah! Ölmesi gibi bir tehlike yok ortada. Ufak, zararsız bir nezleden kimsenin öldüğü duyulmuş değildir. Ona gayet iyi bakacaklar. Orada kaldığı sürece her şey yolunda. Eğer fayton olsaydı ben gider görürdüm kızımı.”

Cidden endişelenen Elizabeth, kardeşini görmeye gitme konusunda kararlıydı ancak fayton gelmediği ve ata binmeyi bilmediği için yürümekten başka çaresi yoktu. Kararını açıklayınca “Nasıl bu kadar aptal olabilirsin!” diye bağırdı annesi, “Bu havada böyle bir şeyi nasıl düşünebiliyorsun? Oraya vardığında tanınmayacak derecede perişan görüneceksin!”

“Jane’i göreyim yeter. Tek istediğim bu.”

“Bana bir imada mı bulunuyorsun Lizzy?” dedi babası, “Atları çıkarmam için?”

“Hayır, gerçekten ben yürümekten korkmuyorum. Aklına koyduğun bir şey varsa mesafe önemsizdir, zaten üç millik yol. Yemeğe kadar dönmüş olurum.”

“Bu fedakârlığını takdir ediyorum.” diye fikrini belirtti Mary, “Ama akıl, duyguya rehberlik etmelidir ve bence katlanılan güçlükle amaç her zaman orantılı olmalıdır.”

“Meryton’a kadar seninle gelelim.” dedi Catherine ve Lydia. Elizabeth bu teklifi kabul etti ve üç genç hanım birlikte yola çıktı.

Yürürlerken Lydia, “Acele edersek gitmeden önce biraz da olsa Yüzbaşı Carter’ı görebiliriz.” dedi.

Meryton’da yolları ayrıldı, daha küçük olan ikisi, subayların eşlerinden birinin yanına gitmek için yola koyuldular. Elizabeth de yalnız devam etti. Hızlı adımlarla tarlaların yanından geçti, sabırsızlıkla kazıkların üzerinden zıplayıp su birikintilerinin üzerinden atladı ve sonunda eve ulaştığında yorgunluktan bitap düşmüş, çorapları leş gibi olmuş, suratı koşuşturmaktan kıpkırmızı kesilmişti.

Kahvaltı salonuna götürüldüğünde Jane’den başka herkes oradaydı ve ziyareti büyük şaşkınlık uyandırmıştı. Bayan Hurst ve Bayan Bingley, onun bu kadar erken bir saatte, böylesine kötü bir havada ve tek başına üç mil yürümüş olmasına inanmakta güçlük çekiyorlardı. Elizabeth, onların bu durumdan dolayı kendisini küçümsediğinden emindi. Ancak kendisine son derece kibar davranmışlardı, kardeşleri ise kibarlıktan öte bir güler yüzlülük ve incelik göstermişti. Bay Darcy çok az konuşuyordu, Bay Hurst ise hiç konuşmuyordu. Darcy, Elizabeth’in tenindeki -yorgunluktan gelen- ışıltıya duyduğu hayranlık ve durumun bunca yolu yalnız gelmesine değip değmediği kuşkusuyla karışık duygular içindeydi. Diğerinin ise kahvaltısından başka düşündüğü bir şey yoktu.

Ablasının iyi olup olmadığına dair sorularına aldığı cevaplar pek de iç açıcı olmamıştı. Genç Bayan Bennet hasta yatıyordu, uyanık olmasına karşın çok ateşi vardı ve odadan çıkacak hâli yoktu. Elizabeth derhâl onun yanına götürülmüş olmaktan memnundu, Jane ise yolladığı notta böyle bir ziyareti ne kadar istediğini belirtmekten, boşa telaş yaratma korkusuyla çekinmişti. Bu yüzden kardeşini görmek onu çok mutlu etmişti. Ancak fazla konuşacak hâli yoktu ve Bayan Bingley onları yalnız bıraktığında büyük misafirperverliği için ona minnettarlığını yüz ifadesiyle belirtebilmişti. Elizabeth de sessizce ona katılmıştı.

Kahvaltı sona erdiğinde kız kardeşler de onlara katıldı ve Jane’e gösterdikleri şefkat ve ilgiyi görünce Elizabeth onlara ısınmaya başladı. Bu arada eczacı geldi ve hastasını muayene edince tam da beklendiği üzere ağır bir soğuk algınlığı geçirdiğini, bir an önce iyileşmesi için bol bol dinlenmesi gerektiğini belirtip bir şurup getireceğini söyledi. Söyledikleri derhâl yerine getirildi; çünkü Jane’in ateşi iyice yükselmişti ve başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Elizabeth, ablasının odasını bir an olsun terk etmiyordu, diğer hanımlar da yanlarından neredeyse hiç ayrılmamışlardı; beyler ise dışarıdaydı, başka yerde yapabilecekleri bir şey de açıkçası yoktu.

Saat üçü vurduğunda Elizabeth istemeye istemeye gitmesi gerektiğini fark etti. Bayan Bingley ona faytonu önerdiğinde kabul etmesi için birazcık ısrar yeterli olmuştu, Jane kardeşinden ayrılmak istemediğini belli edince de Bayan Bingley, Elizabeth’e yaptığı teklifi Netherfield’da kalması biçiminde değiştirme gereği duydu. O da bunu minnettarlıkla kabul etti, böylelikle aileyi durumdan haberdar etmesi ve giyecek bir şeyler getirmesi için Longbourn’a bir uşak yollandı.

₺47,03

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6485-35-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 4,5, 4 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 9 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,6, 64 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre