Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Elçine Armağan», sayfa 2

Anonim
Yazı tipi:

Elçin Ak Deve ve Ölüm Hükmü romanlarında da insan ve zaman ilişkisine çeşitli açılardan ışık tutmuştur. Ak Deve romanı büyük vatanseverlik savaşı sırasında cephede meydana gelen olayları bütün sebep ve sonuçlarıyla gerçekçi şekilde yansıtan bir eser olarak büyük önem taşımaktadır. Ak Deve savaş konusunda yazılmış eserler kervanının başını çekmektedir. Ölüm Hükmü romanı adaletsiz bir baskıcı rejime karşı yurttaş bir yazarın adaletli hükmüdür.

Uzun müddetten sonra Elçin’in 2014 yılında okuyucuyla buluşan Baş11 adlı romanı Azerbaycan edebiyatında en yeni roman akımına önderlik eden önemli bir edebî olaydır. Tarihî bir konuda yazılan bu eserde belgeler kronolojiye çevrilmemiş, zengin bedii malzeme içerisinde eritilerek dönemin, olayların ve şahsiyetlerin objektif sunumu için güvenilir bir dayanak noktası hâline getirilmiştir. Dolayısıyla “Baş” belgesel bir nesir örneği değildir, belgelerden de yaratıcı bir şekilde istifade edilmiş tarihî romandır. Hatta eserdeki farklı şahsiyetlerin birbiriyle yazışmalarını yansıtan mektuplardan hangisinin gerçek bir el yazması veya bedii bir hayal ürünü olduğunu belirlemek için özel bir araştırma gerekmektedir.

Baş romanında XIX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusya’sının Kafkasya’yı işgal etme uğrunda verdiği mücadele ve Azerbaycan’daki direniş hareketi geniş bir planda tasvir edilmiştir. Elçin bu eserinde belirli bir zaman çerçevesinde dünyadaki hadiseler düzeyinde Azerbaycan’ın kaderinden bahsetmektedir. Yazar Çarlık hükümetinin Kafkasya’yı fethetme politikasını yürüten tarihî şahsiyetlerin rollerini ve konumlarını doğru bir şekilde belirlemiş ve bunu bedii açıdan güçlü yöntemlerle gerçekçi bir şekilde yansıtmıştır. Rusya, Kafkasya, Azerbaycan ve İran coğrafyasında yaşamış ve çeşitli sorumlu görevler üstlenmiş tarihî şahsiyetlerin bireysel özelliklerini, kişisel niteliklerini ve psikolojilerini derinlemesine anlatmak Elçin’in önemli bir yaratıcılık başarısıdır. Romandaki psikolojik bakış, manevi dünya ile içtimai düşüncenin sentezinin psikolojisidir. Yazar, Kafkasya Genel Valisi General Sisianov’un siyasi yüzünü ve ruhani dünyasını tüm gerçekleriyle sunar.

Elçin’in yazılı beyanında General Sisianov, Rus devletine (Kızıl Çar’ına) sadık olan, aynı zamanda tarihî gerçekliğe uygun olarak, Kafkasya’nın fethine giden yolda kan dökmekten, felaket ve facialara yol açmaktan çekinmeyen zalim bir askeri-politik sima olarak okuyucuya aktarılır. Eserde Bakü’de, İçeri Şehir’in Koşa Gala kapısının önünde Sisianov’un başının kesilmesi hadisesinin İmparatorluk içinde, Azerbaycan’da ve İran’da yarattığı yankıların tasviri, tarihten alınmış ve bedii açıdan bulunmuş detaylarla desteklenmiştir. Bu, Azerbaycan hanlıklarının ayrı ayrı küçük devletler olmasına bakmaksızın milletin toprak ve arazi meselelerinde iç siyasi ve manevi birliğini göstermektedir.

Yazar, bu olayı çok çeşitli açılardan Azerbaycan’daki direniş hareketinin ve ulusal kurtuluş mücadelesinin özünü ortaya çıkarmanın ana aracı olarak değerlendirmiştir. Romanda bu ciddi olayın yarattığı sarsıntılar, heyecanlar, tereddütler, panik ve kafa karışıklığı, ayrı ayrı karakterlerin timsalinde tüm incelikleriyle anlamlandırılır. “Baş”, Kafkasya’nın temel problemi olan işgal, direniş ve özgürlüğü konu alan bir romandır.

Halk yazarı Elçin’in Baş romanı Azerbaycan’ın devlet bağımsızlığı uğrunda geçtiği onurlu ve sorumlu, zorlu ve karmaşık yolu derin bir edebiyat anlayışıyla yansıtan mükemmel bir bedii eserdir. Ancak Azerbaycan hanlıklarının birleşmesi ihtiyacı, hususen tüm özellikleri ve süreçleriyle Bakü hanlığının kaderi ilk defa ve geniş ölçüde Elçin’in Baş romanında yansıtılmıştır. Eserde Car-Balaken hadiseleri ve General Sisianov’un çizgisinin tasviri de tarihî ve renkli olayların aynı zamanda cezbedici karakterlerin esasında ilgi çekicidir. Romanda Karabağ Hanlığı ile ilgili anlatılan olaylar, özellikle İbrahim Han ve aile bireylerinin kaderinin yansıması, tarihî gerçeklerin doğru bir şekilde aktarılmasına hizmet ettiği gibi Azerbaycan edebî düşüncesindeki mevcut yanlışlıkları da gidermeye hizmet etmektedir. Böylece Elçin, Azerbaycan tarihinin çok zor ve karmaşık bir aşaması olan hanlık döneminin bütün tablosunu edebiyata kazandırmış ve nihayet ülkemizin XIX. yüzyılın başlarında içinde bulunduğu sıkıntıları, halkımızın şerefli mücadelesini, büyük şahsiyetleri tamamen edebî bir olaya dönüştürmeyi başarmıştır. Yazar aynı sürecin Gürcistan’daki gidişatını ve Rusya’daki yankılarını ayrıntılı olarak gösterebilmiştir. Eserde Azerbaycan hanlıklarının İran ile ilişkilerine geniş yer ayrılmıştır. Böylece Elçin’in Baş romanı bütün bir tarihsel dönemi geniş bir ölçekte yansıtır. Şüphesiz, Elçin muallimin yazma tecrübesinin yanı sıra görevli olarak devlet işlerinde uzun yıllar çalışması ve dünya olaylarına uluslararası ilişkiler düzeyinde bakabilme imkânı da romanın başarısında önemli rol oynamıştır. Bütün bunlardan dolayı tür açısından Baş romanı modern tarihî-psikolojik romanın en güzel örneği sayılabilir.

Halk yazarı Elçin, Baş romanında, Azerbaycan tarihinde adları belli olan ve haklarında fazlaca bilgiye sahip olmadığımız tarihî şahsiyetlerin kusursuz bedii karakterlerini oluşturmuştur. Ayrıca yazar Elçin Efendiyev’in Baş romanında bedii fantezisinin bir mahsulü olarak yarattığı akılda kalıcı karakterler dönemi, zamanı, tarihi-içtimai süreçleri zenginleştirir ve tamamlar.

Elçin’in Baş romanı olay örgüsü, kurgusu, dili ve üslubuyla yönüyle de ilgi çekicidir.

Kısaca, Baş romanı Azerbaycan millî kimliği açısından yazılmış, millî ruhu güçlü olan büyük bir edebiyat örneğidir. Aynı zamanda bu eser, tarihsel süreçlerden ders çıkarması için modern okuyucuya yol gösterici olabilecek mükemmel bir tarihî-psikolojik romandır. Büyük bir dönemi, tarihî ve bedii bakımdan gerçekçi ve genel düzeyde yansıtması nedeniyle Baş romanı Azerbaycan edebiyatında edebî bir olaydır.

Bahsettiğimiz gibi halk yazarı Elçin’in yaratıcılığı tür bakımından zengin ve çok yönlüdür. Onun yaratıcılığında dramaturgisinin ayrı bir yeri vardır. Elçin’in dramaturgisi, Azerbaycan edebiyatında drama türünün gelişmesinde yeni bir aşamadır. Elçin’in “Poçi Şöbesinde Heyal” adlı ilk piyesini XX. yüzyılın yetmişli yıllarında yazmasına rağmen, eseri sahnelenmediği için uzun süre dramaya yönelmediği bir röportajdan anlaşılmaktadır. Yazarın dramaturgiye dönüşü, Azerbaycan edebiyatında bu edebî türde yazılan eserlerin ve tiyatroda dramaturgi eserlerinin az olduğu dönemde olmuştur. Bu nedenle dram eserleri, hayatın gereksinimlerini olduğu kadar edebiyatın ve sahnenin ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eden değerli sanat örnekleridir. Ayrıca Elçin’in dramaturgisi, XX. yüzyılın doksanlı yıllarının başlarında mevcut sosyalist toplumun çöküşü ve başlangıç aşamasında yeni kuruluşun karmaşık süreçlerle yüzleşmesi süreçlerinin yankısı ve de zamanın ısmarlaması olarak ortaya çıkmıştır. Elçin’in dramaturgisi, bağımsızlık döneminin önemli bir edebî olayıdır. Yazarın drama eserlerinde Azerbaycan toplumunun yaşadığı geçiş süreçleri tüm doğallığı ve dramatikliğiyle edebiyata kazandırılmıştır. Tiyatrolarımızda drama eserlerinin eksikliğinin yanı sıra Azerbaycan toplumunun yaşadığı geçiş süreçlerinin zorluklarını yansıtması ve çıkış yollarına ışık tutması Azerbaycan tiyatrosunda Elçin dramaturgisine ciddi bir talep oluşturmuştur.

Elçin’in dramaturjisi, daha çok bir karakterler dramaturjisidir. “Delihanadan Deli Gaçıg” trajikomedisinde de karakterler gösteriyi yönetirler. Karakterlerin bireysel özellikleri o kadar belirgindir ki her birinin toplumdaki konumu sadece karakterlerinden değil, aynı zamanda bireysel özelliklerinden de tanınmaktadır. Aynı zamanda karakterlerin bazılarında destansı işaretler gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla şube müdürünün kozmik dünyaya yaptığı gezilerle ilgili bilgileri, Ponteleymon Polikarpoviç’in tanıdığı insanların geçmişiyle ilgili açıklamaları, epik düşüncenin dramatik amaçlara hizmet eden başarılı bir bedii sunumudur. Destansı unsurlar Elçin’in bedii nesrinin bir özelliği olsa da “Delihanadan Deli Gaçıg” oyunundaki psikolojik anların canlandırılmasına, dramatik durumların derinleşmesine uygun koşullar yaratır.

Kanaatimizce, halk yazarı Elçin’in “Delihanadan Deli Gaçıg” trakomedisi ile “Menim Erim Delidir” piyesi birbirini tekrar etmemek şartıyla organik olarak birbirini tamamlamaktadır. Bu eserlere Azerbaycan dramaturjisinde bağımsızlık dönemindeki ilk diyaloglar demek mümkündür. Her iki eser de hem ayrı ayrı hem de birlikte yaşadığımız yakın tarihin, çevrenin ve toplumun sanat anlayışının etkili ve edebî dersleridir. Dolayısıyla bu eserler, halk yazarı Elçin’in sosyolog bir oyun yazarı olduğunu kesinlikle doğrulamaktadır. Bu oyunlarla Azerbaycan toplumunun içinde bulunduğu kaos döneminin eksiksiz ve objektif bir tablosu yeniden canlandırılmış ve doğru sonuçlara varılmıştır. Son yıllarda sahnelenen “Cehennem Sakileri” piyesi de biraz daha erken bir dönemin -baskı yıllarının- olaylarını canlandırsa da korku, şüphe ve kafa karışıklığının doğasına ışık tutan bir dram eseri olarak mevcut diyaloglarda ifade edilen temaların tüm sistemini yansıtır.

Dramaturgi yaratıcılığının sonraki dönemlerinde Elçin toplumda yaşanan içtimai süreçleri sahnede canlandırmayı tercih etmiştir. Bu eserlerde modern toplumun çelişkileri ve maneviyattaki değişimler çatışmanın temelini oluşturur. Yeni dönem dramaturgisinin sorunları, ülke ve dünya arasındaki ilişkileri de yansıtır. Modern çağın olaylarını ve süreçlerini genel olarak yansıtan “Teleskop” piyesinin ve “Şekspir” dramının ülkemizin yanı sıra yurt dışında da özellikle Londra sahnesinde başarıyla sahnelenmesi ve büyük yankı uyandırması Bağımsızlık Dönemi Azerbaycan Tiyatrosu’nun önemli bir başarısıdır.

Edebî yaratıcılık sahnesindeki uzun süreli ve verimli etkinliği nedeniyle “Halk Yazarı” onursal unvanını kazandı. Elçin Efendiyev aynı zamanda usta bir eleştirmen ve edebiyatçıdır. Eleştirmenlik ve yazarlık Elçin’in yaratıcılık faaliyetinde her zaman yan yana ilerledi. Bunların her ikisi de Elçin’e özgüdür, nasıl derler, onun yaratıcı düşüncesinin çift kanadıdır. Elçin’in eleştirmenlik faaliyetinin başarılı olmasının esas sebeplerinden biri sanatsal yaratıcılığın doğasına derinden aşina olmasıdır, yani yazarlığıdır. Yahut onun yazar olarak edebiyatta özgün bir konuma sahip olmasının, tutarlı ve üretken bir şekilde faaliyet göstermesinin ana nedenlerinden biri de tecrübeli bir eleştirmen olarak edebiyatın yüksek taleplerine aşina olması, her zaman canlı edebi süreci yaşaması, gelişen çevre ile uyumlu nefes alması, yani eleştirmenliği ile alakalıdır.

Elçin Efendiyev’in “Azerbaycan Bedii Nesri Edebi Tengidde” konusunda yazıp başarıyla savunduğu adaylık tezi onun eleştirmenlik faaliyetinin mükemmel bir başlangıcıdır. Bu model ve yapıda, o zamana kadar herhangi bir bilimsel çalışma yazmamıştı. Elçin Efendiyev seçtiği bilimsel problemin sadece fikir içeriğini değil, yapısını da kendisi belirlemiştir. Daha sonra farklı dönemlere ait nesri, drama ve şiirin edebiyat eleştirisindeki yankılanması, değerlendirilmesi hakkında bilimsel eserler yazanlar, edebiyat bilimimizin temelini oluşturan “Elçin Modeli”nden yararlanmışlardır. Bu prestijli bilimsel çalışmada, Azerbaycan nesrinin yenilik ruhu, karakter arayışları ve bedii özellikleri gibi problemlerine yönelik tutumu ön plana çıkarmak önemli bilimsel-teorik ehemmiyete sahip bir konuydu.

Nesirde ve dramaturjisinde olduğu gibi, bilimsel araştırma eserlerinde de Elçin’in kendine özgü kişisel üslubu, yaklaşım metodu ve anlatım tarzı açıkça görülmektedir. Güçlü bir edebiyat eleştirmeni olarak Elçin’in üslubu için bedii-publisist12 ögelerinin bilimle kaynaşması, genelleme noktalarının betimlemesi olarak her zaman dikkat çekmiştir. Doktora tezi olarak yayımlanan “Edebiyyatda Tarih ve Müasirlik” eserimde ortaya konulan sorunlar, ileri sürülen bilimsel düşünce ve tezler bağımsızlık döneminde yeniden hazırlanmakta olan millî edebiyat tarihimizin ve edebiyat ders kitaplarının zenginleşmesine katkı sağlamaktadır. Şimdiki aşamada bu, çağdaş eleştirmen ve edebiyat bilimciler için güvenilir bir rehber işlevi görmektedir.

Elçin’in “Müasir Dövrde Azerbaycan Edebi Tengidinin Yaradıcılıg Problemleri” adlı bir dizi bilimsel eserleri bağımsızlık dönemi Azerbaycan edebî eleştirinin seçkin örnekleridir. Derin bilimsel düşünce ile aktif edebî deneyim ve gözlemin birlikteliğinden oluşan bu bilimsel makalelerde yeni aşamadaki millî edebiyatın ve çağdaş edebî eleştirisinin görevleri, hedefleri, mevcut durumu ve perspektifleri tam olarak özetlenmiştir. Elçin’in eleştiri faaliyeti ile vatandaşlık sorumluluğu aynı fiilin ifadeleridir. Her iki durumda da büyük edebiyatın ve modern toplumun gelişiminin koyucusudur.

Bağımsızlık yıllarında Elçin eleştirmen, edebiyat bilimci ve aydın olarak daha aktif ve tutarlı bir şekilde çalışır. Daha çok eleştirel bir edebiyat eleştirmeni olan Elçin, bu dönemden itibaren edebiyatın teorik konularıyla da ilgilenir. Onun Vilayet Guliyev ile birlikte yayınladığı “Öhümüz ve Sözümüz” kitabı (1993) edebiyat teorisini yeniden yazılmasına çağrıdır. Elçin’in “Sosrealizm Bize Ne Verdi. Sovet Dövrü Edebiyyatı Meselenin Goyuluşuna Dair” eseri (2010) eski SSCB halklarının edebiyatının ana yaratıcı yöntemi olan sosyalizm realizminin tek taraflı bakış açısı yerine, sanatsal metodun edebiyat üzerindeki etkisinin yanı sıra önemli niteliklerine de dikkat çekmektedir. Bu eski Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlık kazanmış cumhuriyetlerde yeni tarihsel çağda sosyalist gerçekçiliğe kapsamlı bir yaklaşımı yansıtan ilk bilimsel çalışmadır. Sosyalist gerçekçiliğin sert bir şekilde eleştirildiği yıllarda, bu ideolojik görüşün siyasette ve edebiyatta kabul görmediği bir dönemde, bu yöntemin avantajlarından bahsetmek bir bilimsellik ve cesaret örneğiydi. Azerbaycan edebiyat araştırmacılığı biliminde Elçin’in “Sosrealizm Bize Ne Verdi” adlı eseri “toplumsal gerçekçiliğin iç mekanizmasını teorik bir yöntem olarak, tarihsel misyonunu açıklayan bir risale” (Yusif Seyidov), “bizi ortak geçmişimizden ortak geleceğe seslenen bir manifesto” (Gezenfer Paşayev) olarak değerlendirilmiştir.

Elçin’in “Agoniya” yohsa Tekâmül” eseri de XIX. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının deneyimine dayanarak yazılmış teorik bir bilimsel eserdir. Eserden aldığımız aşağıdaki alıntı edebiyatla ilgili sadece vatandaşlığın sorumluluğunu yahut yazar bağnazlığını değil, aynı zamanda gerçek bir bilimsel kanaatin derin bir teorik yorumunu sunar. “Edebiyatın tarihinde ‘anlamsız dönem’ yoktur, herhangi bir zaman diliminde büyük şahsiyetler ve edebi olaylar yoksa o zaman bir hazırlık ve yetiştirme süreci vardır, edebiyat ‘muhteşem olmayan edebi şahsiyetleri tecrübeden deneyimler, mükemmel için verimli bir zemin yaratır.”

Edebiyat teorisi konularına aktif ilgi Elçin’in geniş bilimsel bakış açısının ve yazarlık deneyiminin göstergesidir.

Devletin bağımsızlık döneminde Elçin, Azerbaycan edebiyat tarihinin önde gelen simalarını millî çıkarlar ve kriterler esasında yeniden kamuoyuna sunmuştur. “Mehemmedemin Resulzade” (1994), “Neriman Nerimanovun Şehsiyyeti ve Fealiyyeti” (1997), “Cefer Cabbarlı Şehsiyyet ve İstedad” (2000) kitaplarında türün “küçük” olmasına bakmayarak ele alınan edebî-tarihî şahsiyetlerin ölçüsü ve hizmetleri açıklanmış ve savunulmuştur. Halk yazarı ve edebiyat bilimcinin 2013 yılında Bakü’de “Tehsil” yayınevinde Rusça çıkan “Arzu, Heyat ve Edebiyyat” adlı büyük hacme sahip makale derlemesinden sunulan teslim kitabı Elçin’in bilim ve faaliyetinin ana hatlarının özetlenmiş bir tarihidir.

Bugün halk yazarı Elçin’in sanatsal yaratıcılığı birçok yönden kendisinden sonraki kuşağın genç yazarlarına örnek teşkil etmekte olup onun edebiyat eleştirisi ve kuramsal çalışmaları edebiyat bilimciler için değerli, eleştirmenler için anlamlı bir örnektir. Eleştirmen Elçin, yeni nesil eleştirmenlerin öğretmeni ve ustasıdır. Ayrıca dün olduğu gibi bugün de edebi sürecin doğrudan merkezinde yer alan yazar ve eleştirmen Elçin, sadece edebî ve bilimsel çevremizin kaygılarıyla yaşamakla kalmayıp aynı zamanda usta bir eleştirmen misyonunda bu sürece yön ve istikamet vermektedir.

Kısa bir süre önce büyük hocalarımız Memmed Arif Dadaşzade, Mammad Cafer Caferov, Mir Celal, Mehdi Hüseyn, Cafer Jafarov, Abbas Zamanov, Bakir Nabiyev, Aziz Mirahmedov, Yaşar Garayev’in yaptığı çalışmalar ve taşıdığı ilmî ve edebî yük şimdi de halk yazarı Elçin’in sorumluluğu ve misyonuna dönüşmüştür.

Çağdaş dönemde Elçin, Azerbaycan’da absürt tiyatronun yaratıcısı olarak öne çıkar. Elçin tiyatrosu, modern sahnenin ve yeni yaşamın tiyatrosudur.

Dolayısıyla Elçin Efendiyev yazar, aydın, eleştirmen ve drama yazarı gibi çok çeşitli alanlarda esas söz sahibidir. Halk yazarı Elçin’in sözü, türlere ve zamana bağlı olmayarak yalnızca edebiyatı, cemiyet-toplum düşüncesini, bilimsel düşünceyi ve sanatı ilerletmeye ve modernleştirmeye hizmet eder.

Yeni edebiyatın ve modern edebiyat eleştirisinin seçkin yaratıcısı halk yazarı Elçin’in 80. yaşı gününü kutluyor, sağlık ve başarılarının devamını diliyorum.

AÇIN PERDEYİ ELÇİN GELİYOR
Meryem Alizade Türkiye Türkçesine Aktaran: Muhammet Güntay13

Emektar, sanat hizmetkârı, sanat ilmi üzerine profesör doktor

Açın perdeyi Elçin geliyor…

Bu ifadeyi hiç de sade, gelişigüzel bir ifade gibi düşünmeyin. O, bir benzetmedir.

Ancak Elçin yavaş yavaş sahneye çıkmadı, aslında o, tiyatronun sahnesine piyesler buketi ile atıldı.

Bu olayın Azerbaycan edebiyatçılığında ve tiyatroculuğunda muhtelif farklı ifadelerle ancak aynı doğrultuda aynı tonda çok sayıda açıklaması var. Ben Elçin’in oyunlarını ve oyunlarının sahne görünümünü araştırırken farklı farklı tarihlere, olaylara denk geldim. Birçoğu yazdığı makale ve tezlerinde çoğunlukla kendi zihinlerindeki Elçin’i konuşuyorlar, kendi etkilerinden ve birliğinden ayrılarak onun oyunlarını ve tiyatro tarihine girişini tanımlıyorlar. Lakin objektif tarihi olaylar mevcuttur ve onlara istinaden fikir belirtmek araştırmacı için önemli bir şarttır.

Aksine, babası İlyas Efendiyev’in tiyatro başarıları onun gözleri önünde gerçekleşmişti, fakat öyle ki Elçin uzun bir süre hiç bu sahaya girmeyi düşünmemişti. Çünkü Elçin nesre vurgundu ve henüz genç yaşta olmasına aldırış etmeksizin bütün SSCB coğrafyasında Lenin Komsomolu ödülüne layık görülmüştü. Sovyet edebi muhitinin “Smena”, “Nedelya” dergileri “Edebiyat Gazetesi” ve bunun gibi en muteber matbu organların ödüllerini almıştı ve nesrin zirvesine doğru güvenle ilerliyordu. O, 1983 yılında “Mahmut le Meryem”, 1985 yılında “Ak Deve”, 1989 yılında ise “Ölüm Hükmü” geniş hacimli romanlarını yazarak muhteşem bir üçlemeye imza attı. Nen bu süre zarfında (1983-1989) kaleme aldığı ve yayınlattığı hikâye, povest, eleştiri makalelerini (onlar hakkında edebiyatçılar çok sayıda makale ve tahliller yazıyorlar) hatırlamıyorum.

Farz edelim ki, bahsi geçen bu faaliyet son derece üretken, yaratıcı ilmi bir faaliyettir ve ilk bakışta bu verimli çalışmalar arasında tiyatroya yer yoktur ve sanki Elçin bunu hiç denemiyor.

Lakin, çok önemli konuların gizlendiği önemli bir noktayı unutmayalım. Aslında Elçin yaratıcılığa “Bin Geceden Biri” adlı ilk hikâye kitabının gün yüzüne çıktığı 1966 yılında başlıyor. Doğru, henüz 1959 yılında “Azerbaycan Gençleri” gazetesinde onun ilk hikâyesi yayınlanmıştı. İlk kalem tecrübesi olmasına rağmen büyük yaratıcılık eylemi diye kaleme almak doğru sayılmaz. Bu yüzden 1966’da ısrar ediyorum, çünkü Elçin’in kendisi hakkında bir yaratıcı olarak Azerbaycan edebiyat çevrelerine açıklama yapması bu tarihte olmuştur. Ancak sadece dört yıl sonra Elçin, “Posta Şubesinde Hayal” piyesini yazıyor ve onun türünü trajikomik olarak tanımlıyor. Bu 1970 yılıdır.

“Posta Şubesinde Hayal” kahramanın hayalleri etrafında ilmek ilmek örülmüş. Oyunun merkezinde posta şubesinde çalışan Adile adlı bir kadın bulunuyor. O, eserin eğer söylemek mümkünse enerji merkezidir, diğer personelleri posta şubesine sanki onun aurası çekip getiriyor. Piyesteki bütün ilişkiler Adile ile başlıyor, Adile ile sona eriyor. Onun monologları bu esrin omurgasıdır. Diğerleri sanki bu monologlara ara sıra dahil olup çıkıyorlar ve piyesin konuşma ağlarını temin ediyorlar. Müellif kendi eserini realist bir bakış açısıyla hazırlamış, çağdaşlarını, çağdaşlarının kaygılarını gerçek bir üslupla yansıtmıştır. Fakat Elçin kolaylıkla bu komedyada hayalin, tasavvurun, fantezinin koşullu dünyasına da değiniyordu, oyun koşullarını zorlaştırıp maksimal bir seviyeye taşıyordu, personeli birisine gösterirken diğerleri ise onu görmüyordu. Aslında sanatçı bununla kendi tiyatro idealini, kendi tiyatro zevkini, kendi tiyatro üslubunu ortaya koyuyordu. Öyle ki Elçin’in 90’lı yıllarda yazacağı piyeslerinin faturasında da “Posta Şubesinde Hayal” eseri için karakteristik üslup çizgileri çeşitli varyantlarında tekrarlanacak ve aksine göreceğiz ki gerçek hayat parçaları hayali fantastik sahnelerle seslendirilecek.

Elçin “Posta Şubesinde Hayal” komedyasını bitirdikten sonra piyes yazmaya bir de 1973 yılında hevesleniyor ve “Altın” adlı, küçük hacimli yapıt kaleme alıp edebiyat ve tiyatro dünyasına takdim ediyor. Aslında Elçin bu oyunu yayın için planlamıştı, bir televizyon oyunu olarak düşünmüştü ve onu Cafer Cabbarlı’nın hatırasına ithaf etmişti. Ne yazık ki birçok araştırmacı Elçin’in yaratıcılığını tanımlarken analiz edecek çok sayıda materyale rastladıkları için “Altın” gibi son derece etkili dramatik etikete sahip bir eserin şahane özelliklerini görememişlerdir.

“Altın” özlü bir piyestir, çok somuttur, hedefi tam vurur. Bu piyesi neredeyse E. Hakverdiyev’in, N. Vezirov’un güldürü esaslı tek perdelik piyesleriyle mukayese etmek mümkündür. Eserin başlangıcı şöyle ki: Eve doktor çağrılıyor, Kabala Muhtar kendisinin muayene olmasına bir türlü razı olmuyor, sürekli “hayır” deyip duruyor. Tüm isteklere rağmen doktorun Kabala Muhtar’ı muayene etme şansı sıfıra iniyor, hastanın durumu ise an be an kötüleşiyor, ateşi yükseliyor. Sonunda Kabala Muhtar’ın oğlu babasını zorla da olsa doktora göstermeye, muayene için imkan yaratmaya karar veriyor.

Hastanın başında toplanan erkek personeller onun itirazlarını, kızmalarına, hay-huyuna rağmen Aslan Bey’in izniyle onun ellerini tutup büküyorlar. Cübbesini ve kaftanını çıkarmaya çalışıyorlar, o an Kabala Muhtar dayanamıyor, kalbi sıkışıyor ve ölüyor. Personellerden Hacı Kazımağa Kabala Muhtar’ın göğsünde bir kese fark ediyor, altın kesesi… Hepsi birbirini dürtüyor, Kabala Muhtar rahatsızlığını duyunca sabah erkenden bodruma inip altın kesesini boynuna asıp yatağına geri dönmüş ve kimsenin ona yaklaşmasını istememiş değil mi? Ancak Kabala Muhtar’ın ölümü ile anlaşıldı ki hastanın etrafına toplananlar hiç de kurbanın durumunu düşünmüyorlarmış, onun durumuna üzülmüyorlarmış. Çünkü onlar altınların keseden yere dağıldığını görünce Kabala Muhtar’ı hemen unutmuşlar. Ölüye insan gibi, Müslüman gibi davranmaktansa dörtnala koşup altın toplamayı daha iyi sanıyorlar… Olaya şahit olan Doktor Mahmut Bey ise uzun uzun çığlıklarla orayı terk ediyor.

Tıpkı eğitimciler gibi… Tıpkı aydınların acıklı eleştirileri gibi… Tıpkı Celil Memmetguluzade gibi… Tıpkı Abdurrahim Hakverdiyev gibi… Necefbey Vezirov gibi… Kendisi de 70 yıl sonra… Elçin, gerçekten Azerbaycan maarifçilerine ve geleneklerine layık bir dram eseri ortaya çıkarmıştır. Azerbaycan’a bir kere daha maarifçilerin gözüyle bakmıştır. Gerçekten de Elçin’in bir perdelik piyesini okuduğunuzda onun dramatik istidadının gücünü açık ve net hissedersiniz.

Elçin bir de 1989 yılında, tam 16 yıl sonra, yeniden piyes yazma zahmetine katlanıyor ve toplam üç yıl dolaylarında 8 küçük hacimli piyes yazıyor.

Onun “Değerli Yazarla Buluşma” adlı Farsça türde yazdığı bir perdelik piyesi bir dalkavukluk piyesi olarak yorumlanır ve en ilginci budur ki bu dalkavukluğun paradigmasında bütün SSCB vatandaşlarının hayat tarzı görülür.

1990 yılında yazdığı bir diğer oyunun adı ise “Otel Odasında Buluşma” Bu sefer tür absürt olarak belirlenmiş, Oyun, tüm işaretleri ve sanatsal özellikleriyle absürttür. Otel odasında tesadüfen iki misafir karşılaşır: Biri otel odasını terk ediyor öbürü geliyor neredeyse çok komik olaylar başlıyor. Bu trajikomik oyun özünde tekrarlardan oluşuyor. İlk misafir, kapı kapalı olmasına rağmen düzenli olarak odaya geri döner ve kırılan, bazen çalışmayan şemsiyesini burada bıraktığını söyleyerek özür diler. Şemsiyeyi alır, otel odasıyla ilgili diğer küçük meseleler hakkında sohbet eder ve dışarı çıkar. İkinci konuk rahatlamaya ve kendini evinde hissetmeye başlarken, ilk konuk odaya aynı bahaneyle, aynı şekilde, bir hayalet gibi, bir gölge gibi girer ve eskisi gibi hemen hemen aynı şeyleri, kırık bir gramofon şaftı gibi, sadece biraz farklı bir biçimde tekrarlar. Sonunda konuşma o kadar çarpık bir hâl alır ki, birinci yolcu katil, ikinci yolcu da kurban gibi görünür ve oyun bu ilişkiye bir son vermeden biter.

“Otel Odasında Buluşma” korkunç ve tüyler ürpertici bir oyundur. Bunun nedeni, Elçin’in okuyucuyu veya izleyiciyi durumun gerçekliğine, iki misafir arasındaki iletişime ve ilişkiye ikna etmesidir. Bu gerçekten olabilir mi? Belki bu bir kabus, ikinci misafirin yorgunluğunun bir işareti, bozuk ruhunun bir tezahürü? Çünkü ilk misafir otel odasına girer girmez kimi zaman arkadaşı Natig’i, kimi zaman da istekli eşi Ofelya’yı aramak ister. Fakat “neler oluyor?” absürt oyunlarda soru cevaplanmaz.

Doğrusu, hiçbir absürt oyunun somut bir sonucu ya da anlamı yoktur. Her şey söz konusu, hepsi benim yorumuma bağlı. “Otel Odasında Buluşma” oyununun yapısı ve müzikal tonu “Hayvanat Bahçesinde Ne Oldu?” oyunuyla hemen hemen aynı gibi duruyor.

Açıkçası yazıyı yazmaya başladığımda Elçin’in tek perdelik oyunları hakkında bu kadar geniş bir yelpazede düşüncelere sahip olacağımı düşünmemiştim. Kısa bir duyuru yapıp isimlerini sıralayıp hızlıca üzerinden geçerim dedim. Ama öyle olmadı, nedeni bu küçük ölçekli oyunların birbirinden ilginç olmasıydı. “Hovsam Soğan” dahil… Yine 1990 yılında, bu kez Ağustos ayında (lütfen bu tarihe özellikle dikkat edin), Zugulba pansiyonunda yazılan bu oyun, farklı dönemleri, farklı ideolojileri, farklı tarihsel ve efsanevi kişilikleri iskambil kartları gibi karıştırıp tek trende sergiledi. Elçin, “Hovsan Soğanı” nın türünü absürt olarak tanımladı. Yazar, oyunla ilgili açıklamalarında, karakterlerin ait oldukları zaman ve mekânı belirtmeye dikkat çekmiştir: “Zaman 1990, Ağustos, sıcaklık 38 dereceydi; mekân: “Bakü-Buzovna” elektrikli treni” Bu cümleyle Elçin, sanatsal dünyasını pencerenin arkasından görülen gerçeklikle sıkı bir şekilde ilişkilendirdi ve okuyucuyu (izleyiciyi) karakterlerin gerçek olduğuna tamamen ikna etmeye çalıştı.

“Hovsan Sogani” oyunundaki olay “Bakü-Buzovna” treninin hareketidir. Bu gerçek bir hareket ve gerçek insanlar onun içinde oturuyor ve bir yerden bir yere gidiyorlar. Ancak Elçin, sanki farklı zaman dilimlerinden geçiyormuş gibi bu treni Buzovna köyüne gönderir. Trenin yolcularını trende yaşayan ruhlarla ustalıkla karıştırır, oraya Nadezhda Krupskaya, Anastas Mikoyan, Karl Marx, Mihail Gorbaçov figürlerini getiriyor. Yani bu elektrikli tren sadece bir Buzovna treni değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin tarihi geçmişinden bir zaman treni.

“Hovsan Soğanı”nda tüm bölümler uzaktan bir sesin anlattığı komik bir hikâye etrafında mozaikleniyor. Ses seyircileri ve aynı zamanda trenin yolcularını bilgilendirir: “Büyükbabam 1914’te dinlenmek için Kislovodsk’a gitti. Bir gün soğanı hatırladı. Mokarini’yi Bakü’den bir torba Hovsan soğanı getirmesi için göndermişti… Hizmetçi de gitmiş soğanları getirmişti. Bakın bu hikâyenin devamı oyun boyunca uzaktan bir ses ile anlatılacak: Dede her seferinde soğanı beklememiş. Bakü’ye gelecek ve ardından efendisinin peşinde Bakü-Kislovodsk yolu boyunca soğanı taşıyacak. Sonunda dede Bakü’de oturup hizmetçiyi bekler, hizmetçi soğanı efendisine getirir, torbanın ağzını açtığında soğanın çürük olduğunu görür. Sonra, “Dedem hizmetçinin yüzüne tükürdü ve ey “aptal oğlu aptal” dedi. Tanrım, saçmalığından dolayı harika bir hikâye. Kendisi “Posta Kutusu” (J. Mammadguluzade), “Bamba”, “Çeşmak” (A. Hagverdiyev) öykülerine benzer bir öyküdür. Öte yandan “Gittim, bir vadide bir berber gördüm, bir berber bir berberi kesiyordu, teker teker, teker teker” ritmik yapısında işlenmiş bir öykü. Bunlar sadece dernekler olmasına rağmen. Oyundaki habercinin öyküsünü Azerbaycan edebiyatının gelenekleri ve ulusal folklor ile ilişkilendirme girişimidir.

Aslında Bakü-Kislovodsk güzergahında yaşanan soğan hikâyesi Bakü Buzovna güzergahına bir göndermedir, her güzergâh yıllar içinde tekrarlanır ve hatta tekrarlar absürtlüğün simgesi hâline gelir.

“Hovsan Soğan” oyunu, Bakü-Buzovna güzergahında çalışan elektrikli trendeki absürt sohbetler çerçevesinde dönemleri, insanların yaşam tarzlarını, toplumsal acılarını, dertlerini, aile içi komedileri resmetti. Unutulmamalıdır ki, bu tek perdelik absürt oyunlar, Elçin’in yaşadığı döneme, çağdaşlarına, çevresinde gelişen olaylara, bir sosyo-politik oluşumdan diğerine geçişin anti-hümanist özelliklerine karşı refleksiydi.

Elçin ayrıca “Özel Sipariş” oyununu absürt olarak nitelendirdi ve aynı yıl (1990) Ağustos’ta yazdı: İki adam arasındaki bir diyalog olarak yazdı, sahnede kalkınmanın küreselleşmesi kupasını açtı ve bunların insan ruhu üzerindeki etkilerinden, sanallaştırmanın olumsuzluklarından bahsetti ve onlarla internette konuştu. Bunlardan sonra Elçin, 1991’de “Tiyatro”, 1992’de “Yalan”, “İntikam”, “Su” ve 2006’da “Gece Penceresinden Görülen Dağlar” adlı tek perdelik oyunlarını yazıp yayımladı. Bu oyunlar arasında yazarın Araz Dadaşzade’ye adadığı “Su” oyunu, sanatsal mükemmelliğiyle öne çıkıyor.

“Su” oyunu yapısı itibariyle bir tek oyunculu, metin ise yapı itibariyle bir kadın monoloğudur. Ancak bu monologda tüm hayatı bir filmdeki kadar canlı görünüyor.

Bir kadın kendi eski çoktan tamir yüzü görmemiş evinde oturmuş çorap dokuyor ve ilk cümlesinde okuyucuya anımsatıyor. Üç gündür evlerinde su yok Kadın şikayetçi ve hayatından bezmiş bir durumdadır çorap dokuya dokuya söylendiği anda musluktan su damlamaya başlar kadın karşılaştığı bu olaya sadece sözle tepki verir. Bir iş yapmak için Yerinden kımıldamaz, musluğu kapatsın, suyu durdursun, evi toparlasın… Su ise olduğu gibi durmadan damlar su kovasını doldurur yere dağılır ve durmadan artar ve kadının topuklarına kadar yükselir. Kadın ise sanki su ile konuşup suya hayatını anlatır suya dünyadan bahseder ve bir anda anlaşılıyor ki kadının su ile kendi hesabı var.

11.Bahsi geçen roman Türkiye Türkçesine Kafa olarak aktarılmış ve İş Bankası Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
12.Sosyoekonomik konularda eserler yazan, güncel yazar.
13.Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Doktora Öğrencisi, m.guntay@hotmail.com
₺45,15

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
16 s. 28 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-30-0
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre